Kayıt Ol

30 Days Of Night / 30 Gün Gece | İnceleme

Çevrimdışı Lola Black

  • *
  • 39
  • Rom: 3
  • Walter Bishop...
    • Profili Görüntüle
30 Days Of Night / 30 Gün Gece | İnceleme
« : 18 Ağustos 2009, 16:58:52 »
30 DAYS OF NİGHT / 30 GÜN GECE



Kendi kitlesini oluşturmuş bir film türü olan Çizgiroman Uyarlaması türüne ait bir film var karşımızda. 30 Gün Gece… Steve Niles’ın aynı adlı çizgiromanından uyarlanan film Hard Candy(Lolipop) adlı gerilim filmiyle tanınan ve son zamanlarda Twilight serisinin üçüncü kitabı olan Eclipse(Tutulma)’ın sinema uyarlamasını yönetecek kişi olarak gündeme gelen David Slade tarafından yönetildi.

Çoğu çizgiroman fanatiğinin en büyük endişesi çizgiromanların sahip olduğu havanın, filmlerin çevrilmesi sırasında yokedilmesidir. Bu filmin çekimleri sırasında da 30 Days Of Night’ın fanları muhtemelen aynı endişeleri taşımaktaydılar. Fakat David Slade, onlara endişelerini unutturacak türden film hediye etmiş görünüyor.


Slade filmi; çizgiromanındaki aynı renk tonlamalarıyla yani siyah, beyaz ve kırmızı ağırlıklı olarak çekerek, çizgiromana olan sadakatini kesinlikle göstermiş. Filmdeki renk tonlamaları, özellikle de görselliğe biraz önem veren ve bu işten az da olsa anlayan izleyiciler için tam anlamıyla bir görsel şölen niteliğinde.

Çizgiromanın takipçileri konuya aşina olsalar da elbette ki konseptten bahsetmekte yine de yarar var. Filmimiz Kuzey Kutbu’nda, aslında tam olarak Alaska’daki Barrow kasabasında geçmekte. Kasaba her kış, bir ay boyunca tamamen geceyi yaşamaktadır. Bu yüzden de kasaba sakinlerinden çoğu bu dönem yaklaştığında kasabayı terk ederek bir ay için daha güneydeki bir yere giderler.


Elbette ki ne olursa olsun kasabayı terk etmeyen insanlar da vardır ve kasaba şerifi Eben, kardeşi Jake ve büyükanneleri de bunlardan birkaçıdır. Ayrıca kasabasına sadık olan ve bu karanlık bir ay boyunca kasabada kalan bir çok insan da mevcuttur. Hatta Eben’in ayrı yaşadığı ve kasabadan kalkan son uçağı kaçırdığı için kalmak zorunda olan Stella’da bu kişilerden biridir.

Kalanların hepsi bu bir aylık karanlık dönemin, daha önceki yıllardaki dönemlerle hemen hemen aynı olacağını düşünmektedirler fakat kasabaya gelen bir yabancının varlığı, hepsinin bu düşüncesini değiştirecektir. Kasabadaki köpeklerin ölmesi, elektriklerin ve telefon hatlarının kesilmesi gibi bazı problemlerle karşı karşıya kaldıkları an, problemlerinin hiç de küçük olmadıklarını fark edeceklerdir elbette ki.


Anlaşıldığı üzere tam da bu küçük problemlerin üzerine beklediğimiz macera ve gerilim hızlanmaya başlıyor. Vampirlerimizin ortaya çıkışı ve kasabayı kana bulaması sadece an meselesi elbette ki. Ve her katliam filminde olduğu gibi, 30 Gün Gece’de de sonunda sağ kalanlar toplanacak ve örgütleniyorlar elbette ki.

Bu durum biraz da topluluk psikolojisini ve fikir çatışmalarını gözler önüne seriyor bir miktar da… Ne de olsa; kalabalıkta her ağızdan bir ses çıkarken, insanlar birbirlerinin gözleri önünde ölürken ve herkes ölesiye korkarken kontrolü sağlamak hiç de kolay olmasa gerek… Ama elbette ki bu tarz filmlerin vazgeçilmez klişesi olarak, kurtarıcı rolüne bürünmüş olan bir liderimiz mevcut bu durumda da… Tahmin ettiğiniz üzere kendisi kasabanın genç şerifi Eben’den başkası değil.


Eben’in, insanları bir ara tutmaya ve 30 günün geçip de güneş ışıklarına kavuşana kadar herkesin sağ kalmasını sağlamaya çalışması elbette ki hiç kolay olmuyor. Ama bu konuda oldukça başarılı olduğunu söylemek zorundayım. Tabii ki tüm ekip olabildiğince ona yardım etmeye çalışıyor ama bu konuda kendisinin en büyük yardımcısı eski karısı olan Stella ve kasaba yerlilerinden olan Beau oluyor.

Filmin, başarılı saldırı ve dövüş sahneleri ve görkemli finaliyle elbette ki büyük ilgi topladığı inkar edilemez. David Slade’in yarattığı karanlık dünya ve korkutucu vampir tiplemeleri kesinlikle rüyalarınıza girecek türden. Görsel açıdan yakalanan uyum ise tam bir sanat çalışması niteliğinde. Özellikle de Slade’in büyük katliam sahnesi sonrasında, akşam karanlığında karla kaplı sokaklardaki kan göllerini, bize tüm Barrow’u kuşbakışı olarak izleterek gösterdiği dakikalar kesinlikle bir görsel şölen niteliğinde. “Muhtemelen siyah, beyaz ve kırmızı birbirine hiç bu kadar yakışmamıştı” demekten kendimi alamadığım dakikaların, tam da bu anlara denk gelmesi bir tesadüf olmasa gerek…


Slade’in yarattığı vampir tasarımına gelirsek... Bu konuda söyleyecek çok fazla bir şey yok aslında. Görsel açıdan oldukça korkunç bir görüntü sergileyen bu vampirlerin göz, ağzı ve diş yapılarındaki oynamalar, sonuç olarak ortaya belki de gördüğümüz en korkunç vampir tiplemesi kategorisinde ilk üçe oynayabilecek türden bir görüntü çıkmasını sağlamış durumda.

Film, gerçek vampir filmlerinde olması gereken yırtıcılık ve sertlikten de nasibini almış durumda. İnsanların kapalı kapılar ardında değil de açık açık gözümüzün önünde katledildiği, daha biz ne olduğunu anlayamadan kafaların koparıldığı ve ardında bolca kan bıraktığı sahnelerle dolu olan film benim gibi “Gore” tutkusu olan izleyiciler için kesinlikle bulunmaz bir seyirlik…


Filmde Eben karakterini canlandıran oyuncu Josh Hartnett’in performansı oldukça başarılı olmakla birlikte Beau karakterine hayat veren Mark Boone Junior’un oyunculuğu yer yer Hartnett’in performansını geçerek onu gölgeliyor. Stella’yı oynayan Melissa George için ise söyleyecek fazla bir şey yok. Vasatın üstündeki performansı, diğer oyuncuların başarısı sayesinde çok fazla göze batmıyor.

Temmuz ayı içerisinde San Diego’da gerçekleşen Comic Con 2009 adlı panelde Sam Raimi’nin yaptığı açıklamayla ikincisinin çekilmesine hazırlanıldığının duyurulduğu film; çizgiroman serisinin hayranlarının da hayal kırıklığına uğramadığını göz önüne alırsak, doğru amaçlara hizmet eden ve bize gerçekten vampire benzeyen vampirler göstererek bizi germeyi, hatta korkutmayı başarabilen, görsel açıdan oldukça etkileyici ve izleyiciyi tatmin edebilen türden bir film…


İnceleyen: Lola Black | Merve Sarıoğlu
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü, ne güçsüzlüğünü, ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur...