Kayıt Ol

Aaron

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Aaron
« : 06 Mart 2011, 21:11:34 »
                                                       Bölüm 1- Geçmişi bilememek

 
   -‘Jurimia!’ diye tüm gücüyle bağıran bir adam hatırlıyorum. Tüm tüylerim inanılmaz bir titreyişle diken gibi olmuş ve sonra yerine oturmuştu. Bir kelime nasıl bu kadar yıkıcı olabilir? Sizi o gece ile ilgili aydınlatabileceğimi sanmıyorum, çünkü o gece ile ilgili hatırladığım tek şey, işte o kelimeydi: ‘Jurimia’
 
   Kuşku aramadığımı söylersem, korkunç bir yalan söylemiş olurum. Ne anlama geldiğini bilmediğim bir kelimenin, benim gibi masum bir oğlan üzerinde bıraktığı acımasız etki tabi ki kuşku duymama neden olacaktı. - Üstelik de tüm hayatımı değiştirecekti. - Adamın kahverengi saçlarının uzun ve dalgalı olduğunu hatırlıyorum, erkek bir fahişeye benziyordu. Bakışları cezp ediciydi, öyle ki istediği her kadını elde edebilecek bir gücü varmış gibi görünüyor, 'kötü adam!' olduğunu düşündüren bakışları ile hala aklımdan çıkmıyordu.

   Annem olduğunu tahmin ettiğim bir kadının, kenardaki herhangi bir noktadan, jilet keskinliğindeki bir hızla koştuğunu hatırlıyorum. Ve hepsi bu. Bu olaydan öncesi, sırların içinde gömülü bir halde duruyor. Hiçbir şey hatırlamamak bir yana, neden hiçbir şeyi hatırlayamadığımı bir türlü bilememek, kafamdaki soru işaretlerini iki katına çıkarmış bir halde, umutsuz bir vakaydım işte.

    Bütün bunlar, her zamanki gibi kafamda dönüp dolaşırken, 16 yaşındaki her gencin yaptığı şeyi yapıyor, boş boş oturuyordum. Geçmişimi bilmememin verdiği acı, İşte tam da o sırada çalan kapıya her hangi bir reaksiyon veremememe yol açtı. Fazla gecikmeden tahta merdivenden gıcırtı sesleri geldi. İnen tabi ki büyükannemdi, gümüşi saçlı, kısa ama tombik ve heyecanlı bir anneanne. Beklediğim şeyi söyledi;

   “Aaron? Neden boş boş oturuyorsun da, kapıya bakmıyorsun?”

   “Üzgünüm, yine dalmışım büyükanne.”

   “Bu günlerde çok dalıyorsun evlat. Bu konuyu senle konuşmamız gerekiyor. Neyin var Aaron? Hasta mısın?”

   “Büyükanne! Kapı çalmamış mıydı…! ?”

   Büyükannem, cevap bile vermeden kapıya koştu. Evet, belki kapı sıradandı. Ama ne bu ev, nede bu eve ayak basan herhangi birinin normal olduğunu sanmıyorum... Özellikle de kapıyı çalan büyük teyzem Fin.

   “Hoş geldin Fin, bende tam kahve hazırlıyordum.”dedi Büyükannem. Büyükannemin içten gelen iyiliği, her zaman içimi bunaltırdı.

   “Bunu duyduğuma sevindim Rose. Tren yolculuğu uykumu getirmişti..”

   Büyükannem kahveleri hazırlayana kadar, o lanet oturma odasında, büyük teyze Fin’e otuz iki soru cevaplamak mecburiyetinde kaldım. Büyükannem elinde iki kahve fincanı ile geldiğinde bile, hala bir önceki soruya cevap arama çabasındaydım ve büyükannemin sonunda gelmesine minnet duyuyordum. Bakışları her zamanki gibi sevgi doluydu. Fin teyze gibi değildi. Fin teyze saçlarını her zaman kızıl bir renge boyamasına rağmen 80 yaşında gösteriyordu, ama ruhen yaşı 16 idi.. Açıkgöz bir kişiliği olduğunu söyleyebilirim. İkna etme kabiliyeti de oldukça yüksekti. Hep gülümserdi, ama ben bunun sahte bir gülümseme olduğuna inanırdım.

   “Aaron’a kahve yapmadınmı?” diye sordu büyük teyzem, her zaman ağzından düşmeyen sigarasını yakarken.

   “Fin, onun henüz 16 yaşında olduğunu unutma!”

   “evet, bu yüzden içmeli. İki sene sonra tam bir erkek olacak..”

   “iki sene sonra ilgilenmemiz gereken başka problemler çıkacak!”

   “O problemleri 2 sene sonra düşünürüz, Rose”

    …

  Tam bir moron gibi, bu iki ihtiyarın rutin olarak yaptıkları kavgayı dinlerken, bir yandan da aklıma  bir kelime geliverdi. Aslında aklımdan hiç çıkmamıştı. Bunun sebebi, geçmişimle ilgili hatırladığım tek şeyin o kelime olmasıydı. Bu kez o kelimeyi sesli düşünmüş, kendime konuşurmuş gibi sakin ve boynu bükük bir şekilde ‘Jurimia’ demiştim.

  Önce büyükannem konuşmasını ortada kesti, sonra büyük teyzem bakışlarını büyükannemden bana çevirdi.. O an, büyük bir pot kırdığımı fark ettim, ama iş işten geçmişti…

  “Ne?” dedi büyükannem sanki duymamış gibi.

  “lanet olsun!” diye söven ise büyük teyzem oldu. “hatırladı!”

 
Spoiler: Göster
 Not: Daha önceki aynı isimli hikayemin editlenmiş yeni halidir. İmla hataları düzeltilmiş, hikaye son şeklini almıştır.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #1 : 06 Mart 2011, 21:58:34 »
                                                       Bölüm 2 - Saklanan Gerçek

  Bu kadar büyütecek ne var ki?? Bir kelimeyi hatırlıyorum diye problem edecek ne var? Aslında hatırlamak ile bir alakası yok. O kelimeyi hiç unutmamıştım ki… Aynı adam kaç kez rüyama girip bana ‘Jurimia’ demişti, kim bilir… Ama, belki de içe dönük yapımdan dolayı bu rüya ve anıyı, hafızamı hatırlayabildiğim son iki aydır herhangi birine bahsetme gibi bir düşüncem olmadı. O kadar içe kapanıktım ki, bazen hiç konuşmadığım günler bile olmuştu. Oysa büyük anne ve teyzemin, bu kelimeye verdikleri o korkunç tepki ve ifade, durumun ciddiyetini kavramama yol açtı sanırım. Defalarca iki ay önce neden hafızamı kaybettiğimi sormama rağmen, bir şey bilmediğini söyleyen büyükannem yalan mı söylüyordu yoksa? Hayır, olamazdı. Büyük annem yalan söylemezdi.

   Doğrusu büyük annemle kavga etmek sıradan hale gelmişti. Ben ona bağırmak ve isyan etmekle ustalaşmışken o da bana cevap vermeme konusunda ustalaşmıştı. Geçmişimi bilmem gerektiğini düşünüyor ve anneanneme bana geçmişimi anlatması için sürekli yalvarıyordum. Annemi ve babamı bilmiyordum, kim olduğumu bilmiyordum. Bazen bu yalvarma beklediğim cevabı bulamadığım için bir isyan haline geliyor ve her iki taraf sonunda kırılıyordu. En çok da annemi merak ediyordum, ama nafile. Her seferinde bırakın öğrenmeyi, tek bir ipucu bile alamıyordum. Sonunda yeni bir isyana sebebiyet veren bu yeni olayla birlikte anneanneme bir kez daha ümitsizce çıkıştım : “Bunu hatırlamadım büyükanne!” diye haykırdım. “O sahneyi iki ay önce bu evde gözlerimi açtığım andan itibaren biliyordum zaten!”

   Bir durgunluk oldu. Belki de iki dakikadan fazla sürmemişti, ama nedense bu durgunluk bana bir yıl gibi geldi. Dışarıda bir karganın sesi duyuldu. Bir insanın beynine kurşun sıkılmış ve o insan son çığlığını atmış gibi bir sesti. İsyankardı, sinsiydi, ama en kötüsü acı ve ıstırap doluydu. Sanki yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgiyi betimlermiş gibi haykıran bir sesti bu. Sizi bilmem ama bu beni heyecanlandırıvermişti. Kendimde nasıl bir cesaret buldum bilemiyorum, ama vakit isyan vaktiydi.

   “susmayın!” dedim. “İki ay önce yaşananları belki ben hatırlamıyorum. Ama sizin bildiğinizi biliyorum!”

   Evet, kabul etmeliyim ki, her romanda ya da hikayede, sorulan fantastik soruların cevapları en son belli olur. Ben de belki bu soruların cevabını bugün alamayacaktım, ancak alana kadar tüm cesaretimi sergileyecektim. Ve denedim. Kimse denemediğimi iddia edemez.

  “İşin aslı ben hiç bilmiyorum!’ dedi teyzem. ‘O gün ne olduysa orada değildim.”

   Kabul etmeliyim, teyzem mantıklı bir cevap vermişti. Ama büyükannem ne diyecekti? Bir  ‘soruma cevap ver!’ bakışı attım. Oysa cevap vermesi için iki dakika geçti.

   “İster inan, istersen inanma, o gün neler olduğunu ben de hatırlamıyorum. O gün yaşananlar aklımdan silinmiş olmalı.”

  Bir kahkaha patlattım. Neden bir ‘kötü çocuk’ kahkahası attım bilmiyorum, istek dışı ağzımdan çıkıvermişti. Ama emin olduğum tek şey, sinirlerimin bozuk olduğu idi. Ve kendi büyükanneme güvenmiyordum. Ne kadar ironik değil mi?

   …

  O gece, yine bir kabus gördüm. Kabusta yine 'jurimia! diye bağıran adam vardı. Aynı sahneyi görüyordum... Neden hayatım ile ilgili hatırladığım tek şey, zaten uyanıkken aklımdan çıkmıyorken bir de geceleri rüyama giriyordu? Kimdi o adam? Ne istiyordu? Sürekli aynı sahne! Kahverengi kıvırcık saçlı seksi bir adam ‘Jurimia’ diyor, sonra annem olduğunu tahmin ettiğim kadın koşuyor..!! Hepsi bu! Bir anlam veremiyordum. Oysa  neden bu kadar şaşırıyorum ki! Zaten daha yatmadan bu rüyayı göreceğimden emindim.

   Saat 03.58 de kendimi terlemiş bir halde yataktan fırlarken buldum.. Üstelik hala büyükanneme kızgındım. Bana 2 ay öncesini hatırlamadığı ile ilgili olarak yalan mı söylüyordu? Bundan bir türlü emin olamıyordum. Şüphe içimi kemiriyordu. Işık kapalıydı. Ben loş ışıkta yatmayı severim. Ama büyükannem ben uyuduktan sonra mutlaka gelir ışığı söndürür! Gereksiz harcanan elektrik doğaya zararlıymış – bak sen !! sanki kendisi tüm gün eski usul kömür yakarak ozonu delmiyor! Onun yüzünden oluşan kükürt miktarı şimdiden on kutup ayısını öldürmüştür! Kalkıp ışığı açtım. Lanet olsun, saat sabahın dördü oluyordu ve ben sıcak yatağımda değildim.

    Merdivenleri yukarı çıktım. Üst katta her an çökebilecek bir balkonumuz vardı. Kim bilir, belki gökyüzünü izleyebilirdim. (Bazen kendimi sinir bozucu derecede romantik ve duygusal bir erkek olarak görüyorum. Ve bu benim sinirlerimi bozuyor!)  En sonunda çürümüş tahta bir sandalyenin olduğu balkona çıktım. Bu gece teyzem bizim evde kalıyordu. Onun en sevdiği hobilerinden biri de bu balkonda oturmaktı. Gece yarısı hep buraya otururdu. Huzur bulduğunu söylerdi. (bu, yerdeki sigara izmaritlerini açıklıyor.) Büyük ihtimalle birkaç saat önce o, benim oturduğum sandalyede oturup kutup yıldızını seyrediyordu. Bir an bile olsa bu düşünce içimi ısıttı, ama kuzeyden esen soğuk bir rüzgar tekrar üşümeme neden oldu. Peki şimdi ne olacaktı? Ne halt yemeye ben buraya çıkmıştım? Evet hatırladım. Yıldızları seyretmeye.

   Gökyüzüne baktım, ancak hiç yıldız göremedim. Sanırım hava kapalıydı. İşte bu, şanssızlığıma iyi bir örnek olmuştu. Evet, gerçektende şanssızdım. Kırk yılda bir gökyüzünü seyretmek istedim, şimdide gökyüzü kapalı!!

   Belki başka gece bunu yeniden denemeliydim. Ama şimdi birkaç saat uyursam iyi olurdu.

   Ya da, belki de anneannemin hiç kullanmadığı çatı katına çıkarsam, gökyüzünü daha iyi göreceğim bir pencere bulabilirdim. Tavan arası, ( en azından son iki ayda) ne benim ne de büyükannemin asla girmediği bir yerdi. Aslında içi nasıldır tahmin edebiliyordum. Tam bir ambar işte. İstenmeyen eşyaların kaldırıldığı, örümcek ağları ile süslenmiş bir yer.

   Nedense birden oraya karşı bir merak hissettim. Evet, önümüzdeki beş dakika içinde mutlaka oraya girmeliydim. Ve öylede oldu. Beş dakika sonra çatı katındaydım..
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #2 : 07 Mart 2011, 18:37:50 »
                                                           Bölüm 3 – Çatı Katı

   İçerisi tam da tahmin ettiğim gibiydi. Toz ve örümcek ağları ile kaplanmış birçok pis eşyanın bulunduğu sıradan bir tavan arasına gelmiştim. Küflü mantar ve ekşi kokuyordu. Gerçekten rutubetli bir yerdi. Bir düzine kadar çerçeveli resim, üst üste dizilmiş bir şekilde kenarda duruyordu. Bu tavan arası, farklı bir kötülük hissi uyandırmaktaydı. İşte ismimi, tam da bu düşüncelere dalmışken duydum:

  “Aaron!”

   Bu, bir çağırma değil, bir fısıltıydı. İnsanoğlunun çıkarabileceği bir fısıltı değildi üstelik. Böyle bir ses, ancak korku filmlerinde insanların beynine konuşan yaratıkların fısıltılarına benzetilebilirdi. Korkmadığımı hatırlıyorum, ama fısıltının hemen arkasından, korku filmlerinde olduğu gibi, loş ışığın da söneceğini sandım. Ama öyle de olmadı.

  “Sanırım rüya görüyorum!” dedim kendime.

   Çok aradım, ama yıldızları seyredebileceğim bir pencere bulamadım. Artık bu kasvetli yerden gitmeliydim. Oysa tam yüzümü kapıya dönmüşkenn, ismimi fısıldayan bir ses duydum yeniden.

  “Aaron! Yanıt ver!”

   Evet, bu kez korkmuştum artık. Aynı fısıltıyı iki kez duyduğuma göre, ya delirmiştim ya da gerçekten bu odada bir şey vardı. Ve ben ne olduğunu bilmek bile istemiyordum. Kapıya doğru koştum.

  “Aaron, Hayır! Gitme!”

  “Kes sesini!” dedim “Rahat bırak beni!” Artık ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Gitmem mi gerekiyordu, kalmam mı?

   Kendi içimde, bu fısıltının kime ait olabileceğini tartışmaya başladım. Doğrusunu söylemek gerekirse, iç açıcı bir şey bulamadım. Sanki kim olduğunu sorguladığımı duymuş gibi cevap verdi:

  “Ben eski bir ruhum. Bana RON-Tİ derlerdi.”

   Ruh mu? Buna inanmamı mı bekliyordu? Sanmıyorum.

  “Tabi, tabi,” dedim. “Ben de üç yüz kırk sekiz metre uzunluğunda almanca konuşabilen bir Afrika filiyim.”

   Fısıltı güldü. Kötü olmadığına nedense inanmaya başladım. Sanki iyiliğim için çaba gösteriyordu.

  “İnan bana küçüğüm, çok daha büyük bir şeysin sen.” dedi. Bu sözlerle gururum okşandı, ama üç yüz kırk sekiz metre uzunluğunda bir filden daha büyük bir şey olduğumu sanmıyorum.

  “Nasıl?” dedim

  “Artık öğrenmelisin.”

  “Neyi?”

  “Kitabı.”

  “Hangi kitabı?”

   Artık yalvaran ben olmuştum. Ama bu RON-Tİ ruhu, beni meraklandırmaktaydı. Ya da hala rüya görüyordum.

  “Bu odada gizli.” Dedi “O, kitaplardan sadece biri. Senin gibi olan herkes o kitaplardan en az bir tanesine sahip olmalıdır.”

  “Benim gibi mi?”

  “Evet. Fej-jy ırkı.”

  “Fej-jy ırkı mı?”

  “Çok soru sorma! Vakit doluyor. Güneş doğacak! Kötü Güneş! Güneşten nefret ediyorum!” dedi. Söylediklerine anlam vermiyordum. Ama bu işte bir iş vardı.

  "Kitabı bul. Yarın gece görüşürüz." dedi.

   …

   Ünlem mi yoksa soru işareti mi koyacağım, bilemiyorum. Tek bildiğim, garip bir geceydi. Yatağıma döndüm. Belki biraz daha uyumalıydım. Bu esrar, yarın geceye kadar beklemeliydi.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Aaron
« Yanıtla #3 : 08 Mart 2011, 21:52:31 »
Ve evet hatalarını tekrar gözden geçireceğini biliyordum da bu kadarını beklememiştim. Dili diğerine nazaran daha güzel olmuş. Olaylar daha öz işlenmiş. Ama keşke bir iki de resim atsan görselliği arttırıp yazıları daha da cazip hale getirmek için. Ama her şeye rağmen Harunun(Aaronun) maceraları devam ediyor izlemedeyim.
Not: Neden Harun dedin diye dava çıkarma espri olsun diye dedim. :D

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #4 : 08 Mart 2011, 23:15:43 »
  Aslında resim olayını düşünmüştüm, Fakat uygun resim bulamadım. O konuda çok seçiciyim sanırım. :D Evet, yazının kaliteli olması açısından bunu yapmak şarttı. Az sonra bir sonraki bölümü ekleyeceğim. :)
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #5 : 08 Mart 2011, 23:59:05 »
                                                          Bölüm 4 – Kuzen Oron
 
   Tekrar uyanmamı sağlayan, büyükannem oldu.

   “Aaron, Uyan!”

    Lanet olsun! Normalde büyükanneler uyandırmaya kıyamazlar torunlarını. Benimki öyle değil malesef! Uykumun içine etmesine rağmen yüzündeki sırıtma, ona acımamı sağlıyordu. Evet, bu yaşlı kadına acıyordum. Ne kadar da tuhaf bir durumdu.

    Odanın henüz çözemediğim bir noktasından garip bir rüzgar estiğini hissettim. Ya birisi penceremi açmıştı – büyükannem bunu hep yapardı – ya da ben saçmalıyordum!

   “Ne oldu büyükanne?” dedim uykulu sesimle. On dört saattir somut hiçbir şeyle konuşmamış olmanın acısı içinde, saatin on biri çeyrek geçtiğini fark ettim. Uzunca bir süre uyumuşum. Belki de büyükannem beni uyandırmakta haklıydı.

   “Kuzenin Oron geldi.”

   Kuzenim Oron mu? Bu kişi her kimse kim olduğunu bilmediğim biriydi.

   “Onu çok severdin, hatırlıyorsun değil mi? Senin yaşıtın tek erkek kuzenin oydu.”

    Boş boş bakıyordum…

    Hala susmalı mıydım? Elbette kuzenimi hatırlamıyordum. Onu bana anlatma nezaketini gösteren kimse olmamıştı. Ama daha fazla isyan edip büyükannemi üzme niyetinde değildim. Belki ‘O’ çok sevdiğim kuzenim bana her şeyi anlatırdı. Tabi onun da aklı silinmediyse ve o gün o sırada ordaysa. İşin ironik kısmı da şu ki: kuzenim geliyordu, ama ben onu kullanıp hayatımı ondan öğrenmeyi planlıyordum.

   Çabucak üzerime bir şeyler giydim. Oturma odasına gittim. Benim yaşlarımda,  bana çok benzeyen yakışıklı bir çocuk gördüm. Saçları benim gibi açık kumraldı, ama kısa kesilmişti. Gözleri benim gibi mavi değil, kahverengiydi. Ama onun dışında her şeyimiz benziyordu. Boyumuz, zayıf oluşumuz, beyaz renk tenimiz… Tıpa tıp aynıydık.

   Yanında annesi olduğunu tahmin etmiş bulunduğum bir kadın vardı. Beyaz saçları olan müthiş güzel bir kadındı. Yüzü ve vücudu bir bebek gibiydi adeta…
   “Merhaba Aaron” dedi oğlan. Sanırım o Oron’du. Sesimiz bile benziyordu.

   “Merhaba.” dedim utangaç bir ifade ile. Böyle güzel iki insanı tanımamam kim bilir onları ne kadar üzmüştü.

   Büyük teyzem kenarda tek kişilik bir koltuktaydı. Bana ve büyükanneme oturacak yer kalmamıştı. Küçücük evde, bir iki kişilik, bir de tek kişilik koltuklar dışında hiçbir şey yoktu
   “Ben iki sandalye kapıp geliyorum” dedi büyükannem

   “Gerek yok” dedi ve kalktı Oron. “Biz biraz Aaron ile dışarıda yürüyelim”

   “Eski günlerdeki gibi…” dedi büyükannem.

   “Eski günler…” diye tekrarladım, sessizce.

   …

   Dışarıya, bahçeye çıktık. Arka bahçemiz bir orman gibiydi. Büyük bir yerdi ve birçok ağaç, mükemmel bir düzen içinde dizilmişti. Zaten bahçenin bittiği yerde gerçek bir orman vardı. Ağaçlardan gökyüzü görünmüyordu ve gerçekten de insanı ferahlatan bir havası vardı.

   Ev görünmeyecek kadar uzaklaştığımızda, Oron bir sigara yaktı. Bir an bu durumu garipsedim. Sonra bana da sigara uzattı. O saate kadar hiç konuşmamıştık.
 
   “Üzgünüm, kullanmıyorum” dedim

   “Aslında büyükannenden gizli gizli kullanırdın;” dedi.

   Yıkılmıştım… Cidden mi kullanıyordum? Tanrım! Ama en azından ondan çok şey öğrenecektim.

   “Artık kullanmıyorsan boş ver, içme” dedi

   “Ver şu lanet sigarayı." dedim ve sigarayı elinden kaptım. Güldü.
   
   Sigarayı yaktım. Sanki daha önce defalarca içmişim gibi deneyimli bir biçimde sigarayı içmeye başladım ve hiç öksürmedim bile. Sanırım gizli gizli içtiğim konusunda haklıydı.

   “Senden bir şey istiyorum” dedim. Hala Ormana benzeyen garip bahçede yürümeye devam ediyorduk.

   “Tahmin ediyorum.” dedi “Sana seni anlatmamı isteyeceksin.”

   “Aslında evet.” Diye yanıtladım utanarak. Gözleri boşluğa kaydı.

   “sana o gün ne olduğunu söylersem, seni öldürürler.”

   “Eğer söylemezsen de ben seni öldürürüm!” dedim
     
     Güldü.

   “Cidden hiç değişmedin.”  dedi. “Ama senin ölmendense ölmeyi tercih ederim.”

   “Kimse bildiğimi bilmeyecek.”

   Gerçekten de beni o kadar seviyor muydu? Benim ölmemdense ölmeyi tercih mi ediyordu? Ayrıca söyleyince seni öldürürler derken neyden bahsediyordu? Hayatımı bilirsem beni öldürecekler miydi? Öldürecek olan kimdi ya da ne idi? Belki de mecaz anlamda söylemişti. “Ailemiz sana çok kızar’ gibi bir anlamı vardı belki.

   Yürümeye devam ediyorduk.
   
   “Off,” dedi “Seni çok seviyorum. Lütfen bana güven. Öğrenmemelisin. En azından şimdilik”

   Ona güvenmek zorundaydım. Başka çarem de yoktu zaten.

   "'Jurimia’ ne demek biliyor musun peki?” dedim.
   
    Bir an durdu.

   “Bu kelimeyi nerden hatırlıyorsun?”

   “Hatırlamak mı? Önceden biliyor muydum?”

    Sustu…

   “O kelime ne? Ne anlamda? Hangi dilde? Lütfen, senden başka kimsem yok.”
   
   Sanki bu son cümlelerim ona bir şey hatırlatmış gibi sustu. Yüzünde korku dolu bir bakış vardı.

   “Sen o kelimenin anlamını bildiğin zamanlar, senin yanında o kelimeyi söylemememiz için bize yasak koymuştun”

   “Her şey ne çok değişti” dedim “Son iki ayda neden beni görmeye gelmedin?”

   “İnan gelmek istedim, ama annem bir türlü bırakmadı. En son senle olduğum gece, o geceydi” dedi. “Anca kendime gelebildim. O olayın tek görgü tanığı benim. Benim aklım silinmedi çünkü gizlice bir bü..”

    Ansızın sustu.

   “Büyü... Büyü diyecektin.” Sigaramdan bir fırt daha çektim, sonra sigarayı attım. “Bana başka ver.”
     
   Ters ters baktı.

   “Lütfen….” dedim.

   Biraz naz etse de sonunda bir sigara daha verdi. Kendi de bir fırt çekti ve “Evet, büyü diyecektim. Sende yapabilirsin. Fey-jy ırkındansın.” dedi

   Aklıma ruh geldi. Neydi adı… ımmm... Hatırladım. RON-Tİ. Bu durumda o gerçekti… Fey-jy ırkından olduğumu o da söylemişti. Neydi bu Fey-jy ırkı? Daha doğrusu kimdi? Uzunca bir süre yanıt veremedim, dalıp gitmişim.. Sonra birden kendimi ona sarılıp ağlarken buldum.
   “Ben neyim, Oron?” dedim. “Biz neyiz?” Tam bir duygu değişimi yaşıyordum.

   “Sanki ailenin diğer üyeleri senden çok farklı! Ben de başka bir ırktanım. Karo-Tri halkından. Ailedeki en güçlü kuzenleriz. Karo-Tri ve Fey-ji ler gerçekten akıl almaz büyücülerdir.”

   "Hangisi daha güçlüdür?”  Tanrım… O kadar konu arasında bunu mu soruyordum yanı?

   Oron güldü.
   “Hep bu konuyla ilgili olarak kavga ederdik biz” dedi.

   Sanki hatırlamış gibi güldüm ben de. Biraz daha yürüyünce, ilerdeki bir çınar ağacının altına oturdum. Çok büyüktü, ve kalın bir gövdesi vardı. Ağacın üzerinde kuş yuvaları görünmekteydi. Çok ironik bir ses çıkararak, adeta havada süzülen kuşları dinlemek, ayrı bir haz vermişti bana.

   “Bu ağacı hep çok sevmiştin.” Dedi Oron. Kendimi sanki daha iyi hissediyordum. Bir an, Oron'un hep yanımda olmasını istedim.

   “Gitme” dedim “Bir süre burada kal” O, bir şeyler öğrenebilmem için tek silahımdı. “Çok yalnızım. Öyle ki, dün gece bir ara bir ruhun çatı katında bana konuştuğunu sandım’ dedim. Ama Oron’un yüzündeki alaycı ifadeyi görünce, pişman oldum. Sonra nedense Oron kahkahayı bastı. O kadar utandım ki.

   “Çok kötüsün!” dedim “Gülme!”

   “sen RON-Tİ’den bahsediyorsun!” dedi…
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #6 : 09 Mart 2011, 21:18:01 »
                                                    Bölüm 5 - Değişen Hayatlar

    Bu çocuk çok şey biliyordu. Tam olarak ne soracağımı bilemiyordum. Ama her şeyden önce onu, daha fazla burada kalabilmesi için ikna etmeliydim. Böylece hem yalnız hissetmez, hem de kendimle ilgili bir şeyler öğrenirdim.
   
   “Onu biliyor musun?” dedim “En azından delirmemişim.” Oturduğum yerden kalktım.
   
   “Cevap vermedin… Burada kalacak mısın?”
   
   “Nasıl kalırım?” dedi “Nasıl bırakırlar?”
 
   “Senin annen benim neyim oluyor?”
 
    “Teyzen…”
   Zor olsa da güldüm…
   
   “Demek ki benim annem ve senin annen kardeşti. Ben teyzemi ikna ederim. Burası senin de anneannenin evi. Arada bir kalabilmelisin.”

    Bir an durup düşündü. Sanırım onu ikna etmeyi başarabilmiştim. Ama hemen ardından yüz ifadesi tuhaf bir hal aldı.

   “Aslında annem evleniyor. Yeniden. Burada kalıp bir daha dönmemek istiyorum. Ama anneannem hem sana hem bana bakamaz.”

   Herkesin sorunları vardır. Sorunsuz insan yokmuş gerçekten de. Kuzenimin o haline öyle çok üzüldüm ki. Sanki onun hiç sorunları yokmuş gibi, acınası şeyler söylüyordum. Oysa şimdi BEN ona destek olmalıydım.

   “Anneannem mi bize bakacak biz mi ona?” dedim gülmeye çalışarak.

    O da gülümsedi. Ama cevap vermedi. Konuşmasını beklemeye karar verdim. Ağaçların yapraklarının arasında az görünen gökyüzüne baktım. Işık çok azdı. Tuhaf, ılık bir hava vardı. Yaklaşık beş dakika konuşmadan yürüdük. Ne ben ne kuzenim konuşmayı pek sevmiyorduk sanırım. Sonunda;

   “Evet,” dedi “Artık büyükanneme yük olmayacak kadar büyüdük. Sanırım burada kalabilirim.  Annem bir şey demez. Hem dese de umurumda değil artık…”

  …

   Eve geri dönmeye karar verdik. Geri dönüş yolunda pek bir şey de konuşmadık zaten. Ağaçların arasında huzur içinde yürüyordum… Göz açıp kapatıncaya dek eve döndük.
   
  İçerisi her zamanki gibi sıcaktı. Herkes bir şeyler konuşuyordu, ama biz girince sustular. Bizimle ilgili doğru yanlış şeyler konuştuklarına eminim. İki sandalye kapıp oturduk. Kafam konuşamayacak kadar doluydu. Önce kimse konuşmadı, sonra arka fondan konuşma sesleri gelmeye başladı. Ben ise sadece düşünüyordum: Ron-ti neydi? Ya da kimdi? Fey-jy ırkı ve Karo-Tri ırkı neydi? Ben büyü mü yapabiliyordum? Peki nasıl yapacaktım? Belki de Ron-ti’nin bahsettiği kitap, bir tür büyü kitabıydı. Aileden başka böyle olanlar var mıydı? Başka ırklar da mı vardı? Oron, bizim diğer ırklar arasında en güçlüleri olduğumuzu söylemişti. O zaman vardı.

   “Aaron?”

   O sırada bana seslendiklerini fark ettim… Afallayarak başımı kaldırdım:

   “Efendim? Ben mi?”

   “Evet. Nasılsın canım?” dedi Oron’un annesi olan teyzem

   “İyiyim teyze, sen nasılsın?”

   “İyiyim gülüm… Daha iyisin umarım?”

   “Ne olduğumu bilmemem dışında iyiyim, evet.” Dedim.

   “Üzülme, her şey yoluna girer”

   “Umarım...’ dedim Oron’a bakarak. O da bana bakıyordu. Annesine döndü

   “Anne, eğer büyükannem için bir sorun olmayacaksa ben artık burada kalmak istiyorum.”

   Oron, büyükannesine baktı…

   “Tabi ki kal.” dedi büyükannem.

   “Ama nasıl?” dedi teyzem “Neden?”

   “Aaron’a destek olmalıyım” dedi. “Lütfen.”

   “Tamam ama haftaya gelir seni alırım…”

   “Hayır... haftaya eşyalarımı getir. Artık beni görmek isteyince gelir görürsün…” dedi.

    Bir an herkes şok geçirdi.

    “Ne demek bu?” dedi teyzem

    “Dördüncü üvey babayı çekemem. Lütfen anne.” dedi Oron. “Ayrıca müstakbel kocanla beni yatılı okula göndermekle ilgili yaptığınız plandan haberim var.”

    Herkes ikinci bir şok daha geçirdi.

    “Bu doğru mu?” dedi büyük teyzem.

    “Ama o iyi bir okul teyze.” dedi teyzem. “Onu göndermek gibi bir düşüncem yok. Sadece iyi bir okulda okuması iyi olur diye düşündüm.”

    “Hemen, bu evi terk et Adon!” dedi büyükannem. Cüzdanını çıkardı ve bir miktar para uzattı. “Yarın çocuğun kıyafetlerini gönder. Bu da kargo parası.”

    Teyzem, -bunu söylemeye utanıyorum- hışımla parayı kaptı

    “Buraya ne zaman gelsem kavga ediyoruz anne…” dedi “En başından beri Aria’yı hep benden daha çok sevdin...” ve bana kötü kötü baktı. Aria kim biliyordum. O annemdi. Onunla ilgili tek bir anım vardı. O anıda, ona anne demememe rağmen, annem olduğunu biliyordum. Teyzemin Aria olarak bahsettiği kişi ise, o olmalıydı. Böylece annemin ismini öğrenmiş oldum.

    “En azından o senin gibi sürtük değildi!” dedi büyükannem.

     Teyzem, hışımla kalktı. Koşar adım kapıya koştu ve kapıdan çıkar çıkmaz kapıyı arkasından çarptı. Oron ise öylece bakakaldı… Gözlerinden bir damla yaşın aktığını gördüm ve içim parçalandı… En başından beri hiçte farkımız yokmuş meğer. Ne kadar inanılması zor değil mi? Ama öğreneceğim daha çok şey vardı. Ve bu konularda bana bir tek kuzenim yardım edebilirdi. Belki de kuzenimin gelmesi, henüz hikayenin başlangıcıdır.

     Büyükannem Oron’un omzunu okşadı. “Gördün mü?” dedi “Her şey iki dakika içinde değişiyor. Fazla üzülme bence. Annen hatalarını kabul edip onları düzeltmeye çalışır.”

    “Buna sen inanıyor musun Rose?” dedi büyük teyzem.

    “Kes sesini Fin…” dedi büyükannem.

    “Çocuğu kandırmaya çalışıyorsun. Ona doğruları söyle ki ilerde ümit gibi gereksiz bir şeyden dolayı acı çekmesin”

     Büyükannemin yüzü soldu. O da büyük teyzemin haklı olduğunun farkındaydı. O yüzden sustu. Ama onun gibi duygusal bir insan çok üzülmüştür diye düşündüm. Herkes tam bir keder torbası gibiydi ve özellikle son iki gündür, bazı şeyler değişmeye başlamıştı. Bu değişimin iyi mi yoksa kötü mü olacağını ilerde görecektik.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #7 : 20 Mart 2011, 18:33:56 »
                                                    Bölüm 6 - Yeniden Çatı Katı
   
   Oron için, büyükannem odama bir yatak daha yerleştirmişti. (Aslında Ben ve Oron onu odaya taşımıştık. Teknik olarak biz yerleştirdik sayılırdı) Anneannemin ve benim olmak üzere iki oda olduğundan, bulduğumuz en mantıklı çözüm odama bir yatak koymaktı tabi. Büyük teyzem televizyon odasında yatacaktı. Evi ayrı olmasına rağmen sıkça bizde kalırdı. Kocası ölmüştü ve hiç çocuğu yoktu. Sanırım yalnızlık onu sıkıyordu.

   O gece, hissettiğim bir dürtülme ile ayağa kalktım. Oron yatağında yoktu. Bir an korktum, sonra aslında onun tam yanımda yattığını fark ettim. O dürtülme sanırım Oron’un ayağıydı. Gözünde yaşlar vardı. Uzunca bir süre ağlayıp yanımda uyumuş olmalıydı.

   Bir mont giymişti. Belli ki çok üşüyordu. Sonra montunda kan gördüm. Ve gözleri! Gözlerinden kan akmaya başladı.

    “Tanrım!”
     
   Sonra yeniden aynı dürtülmeyi hissettim.

   “Aaron?”

   Ve uyandım…

   “Aaron, ne oldu?” dedi Oron.. “Ne görüyordun? İsmimi haykırıp duruyordun.” Bir an duraksadı. Korkunç bir yüz ifadem olmalıydı. “İyimisin?” dedi.

   “Evet, iyiyim.” dedim heyecanla. “Sen yanımda yatıyordun. Sonra şey oldu…”

   “Ne yani?” dedi “Ben yanında yatıyordum, sonra şey yaptık ve sen adımı mı haykırıyordun? Bu ironik. Açıklamazsan farklı yorumlayacağım.” Dedi kahkaha atarak. Kafamı dağıtmaya çalıştığı belliydi.
 
   “Hayır” dedim. “Her tarafında kan vardı..!”

   “Boş ver…” dedi. “Olur böyle şeyler.”

    Sonunda kalbim eski atışlarına geri döndü. Saate baktım. Üstü kırmızı motiflerle bezeli duvar saati, 01.45'i gösteriyordu.

   “Vakit geldi!” dedi. “Güneş çıkana kadar Ron-Ti ile görüşebilirsin. Bunu hep yapardın...”

   ***

   Çatı katında hala farklı bir koku vardı. Kenardaki eski bir koltuğun üzerinde garip garip eşyalar fark ettim, daha önce dikkatli bakmamıştım. Ayrıca bir çatı katına göre biraz da büyüktü, ama oksijen alacak havası yoktu. Penceresiz, karanlık, tuhaf bir yerdi. Belirsiz yerlerden belirsiz gölgeler, belirsiz noktalardan belirsiz cisimler, belirsiz herhangi bir şeye benzetiliyor ve tüm bu belirsizlikler aklımı karıştırıyordu.

   Oron’un yüz ifadesine baktım. Hala uykuluyduk, ancak merak ettiğim için buna dayanıyordum. Geçen gece gördüğüm üst üste dizilmiş çerçevelere bakma gereksinimi buldum. Çoğu kırıktı, ama içinde fotoğraf olduğu belliydi. Karanlıkta pek görünmüyorlardı. Onlara bir gün de güneş ışığı beraberinde bakmaya karar verdim ve yerlerine koydum. İşte fısıltı tam o sırada konuştu.

   “Aaron, Oron... Hoş geldiniz” dedi “Sizin gibi iki güçlü büyücü, iki düşman ırk, birlikte dost olduğu andan itibaren, güçlü bir meraka kapılmıştım. Sizi iki ayı aşkın bir süredir birlikte bu odada göremediğimden, daha da meraklanıyordum.”

   “Bazı şeyler değişti.” dedi Oron.

   “Her şey değişir” dedi fısıltı. “Kimisi iki dakikada değişir, kimi aylar sonra fark edilir. Peki değişen nedir?”

   “Aaron’un hafızası silindi” dedi Oron.

   “Tahmin etmiştim. Ancak nedenini bilmiyordum. Zevkle dinliyorum.”

   “Bir kızıl büyü.” dedi Oron. “Midejekl tarafından yapıldı.”

   “Midejekl mi?” dedi fısıltı. “O büyücü benim zamanımda bile ismi ile dehşet uyandırırdı. Sanırım Aaron’un kaderi en başından itibaren onunla bütünleşmişti.”

    Sanırım bu odada birçok yeni şey öğrenecektim. Anlatma işini fısıltı ve Oron’a bıraktım. Bugün soruları ben soracaktım.
 
    “Bana anlatın” dedim “Büyü nasıl yapılır? İki ay önce ne oldu? Annem ve babam kimdi? Ben kimim?” dedim. “Bunları öğrenmeyi hak ediyorum”

   “Sen, olduğunu hissettiğin şeysin. Bir Fey-jy’sin: kadim bir karanlık büyücü. Ancak, karanlık kelimesi seni korkutmasın. Karanlık büyüler korkunç büyüler değildir. Ama kızıl büyüler! Onlardan korkun.” dedi ve ekledi. “Annen uzun zaman önce öldü. Babanı hiç tanımadın. Hiç kimse tanımadı. Annen onu bir sır olarak tutmuştu. Ve sırrı şu an onunla beraber toprağın altında.”

   Annemin öldüğünü çoktandır hissediyordum, ama kesinlik getiremiyordum. Bu duyduklarım içimdeki son umut parçasını da yok edince, ağlamaya başladım. Hıçkırmıyor, sadece ve sadece gözyaşı döküyordum. Oron hemen kolunu bana doladı.

   “Otur istersen” dedi. Eski bir koltuk üstündeki her şeyi dikkatlice yere koydu. Beni oturttu ve yanıma oturdu. Bana sarıldı.

   “İnsan olduğum zamanlar bende duygusaldım” dedi fısıltı. “Acı çekmek bu kadar da gerekli bir şey değil oysa”

   “Yine de insan olduğun zamanları hatırlayıp azıcık daha duygusal davranamaz mıydın?” dedi Oron.

   “Ama bu saçma!” dedi Ruh

   “Ama bize öyle gelmiyor!” diye yanıtladı Oron.

   “Peki, peki” dedim. “Bir önemi yok. Zaten annemi bilmiyordum, görmemiştim… Sadece umutlarım söndü, hepsi bu.”

   “Umut saçma bir şeydir.” dedi fısıltı.

   Oron, kötü bir bakış attı. Herhalde fısıltı bizi görüyordu. İşte tam bu sırada, kitap aklıma geldi. “Kitap. Kitap ne kitabıydı? Dün neyden bahsediyordun?” dedim.

   “Bir kupon kitabı” dedi. “Bunların on beş farklı türüne de sahip olan büyücünün ruhlar geçidine gidip sihirli kelimeleri söylemesi ile, Jneer geçidi açılırmış diyorlar” diye devam etti. “Midejekl, dokuz asırdır o kitapları arıyor. Henüz dokuz tane buldu. Her asır için bir tane. Sanırım iki ay önce senin aklını silmesi bununla bağlantılı.”

  “O kitap nerede? Onu yanıma mı almalıyım?’ dedim.

  “Bu odada. Evet onu almalısın. O kitapta bazı büyü sözcükleri var. Yeniden büyü yapmana yardım edecekler. Ama o kitabı, başka hiçbir varlık bilmemeli. Sadece bu odadaki 2 kişi”

   “Bir tane kitap da bende var” dedi Oron. “Her kitapta bölümler var. Karo-Tri ve Fey-ji gibi. Sadece kendi ırkına ait bölümdeki büyüleri yapabilirsin. Ben sana kitabımdaki Fey-ji bölümünü ödünç veririm. Daha önce de vermiştim. Sen de bana senin kitabındaki Karo-Tri bölümünü okutmuştun. Ben tümünü ezberledim. Ama sen Fey-ji büyülerini tekrar ezberlemelisin. Bu da pratik ile beraber aylarını alır. Ama sana bu konuda yardım edeceğim” dedi.

   “Başka ırklar da var mı?” dedim.

   “Büyükannemiz gibi Herojh’lar var. Midejekl gibi Kionr ırkı ve büyük teyzem gibi Lru’lar var. Herojh’lar şifacı, Kionr lar kızıl büyücü, Karo-Triler ak büyücü, Lru’lar geleceği görenler olarak da bilinir.” dedi Oron. “Bu kadar da değil. Daha çok çeşit var.”

   “Şimdi sen bana büyükannemin ve teyzemin de mi büyücü olduğunu söylüyorsun?” İşte bu garipti. Yıllarca düşünsem bile aklımın ucuna gelmezdi. Bunca zamandır hiç şüphe uyandırmamışlardı bile. Ya onlar profesyonel bir yalancıydı, ya da ben profesyonel bir salaktım.

   “Evet. Genetik ile alakalı. Annesi ya da babasından biri büyü yapabilirse, çocuğu da büyü yapabilir. Ama senin ve benim hem annemiz hem babamız büyü yapıyordu. O yüzden biz bu kadar güçlüyüz. Onlarca ırk arasından, ak büyücü, kara büyücü ve kızıl büyücüler, en güçlü olanlarıdır. Çünkü herhangi bir değil, birçok büyü yapabilirler. Bu onların sözcük dağarcığına bağlıdır” dedi.

   “Bazen kelimelerin gücü, aklın gücü olmadan bir hiçtir!” dedi fısıltı “Kelimeyi kuru kuru söylemek yetmez. Öyle olsa, diğer ırkların büyü kelimeleriyle bile büyü yapabilirdiniz”

     …

    Aklım allak bullaktı. Tanrım! Ne oluyordu? Annem ölmüştü. Babamı bilmiyordum, bir karanlık büyücüydüm ve etrafımdaki herkes son iki aydır nasıl benden sakladılar bilmiyorum ama onlar da büyücüydüler… Neler diyeceğimi bilmiyordum. Üstelik neden kimse iki ay öncesinde olan şeyden ve öncesinden KESİN olarak bahsetmiyordu? Onlarca kez sorgulamama rağmen neden herkes susuyordu? Sanırım bir de Midejekl isimli çok güçlü bir düşmanım vardı. Kimdi o? Ne istiyordu?

   “Dün, benim gibi her büyücüde mutlaka bir kitap vardır demiştin.” dedim. “Şimdi ise ender olduklarını söylüyorsun!”

   “Haklısın.” dedi fısıltı. “Ama büyücü olan herkese aynı kitap verilir. Diğer on dört taneyi bulmak zordur. Ve emin ol diğer on dört tanesi herkeste olan o sıradan kitaptan yüzlerce kat güçlü büyüler içerir. İşte sende de o on dört taneden biri var”

   “O yüzden peşimde Midejekl isimli bir psikopat var…!” dedim.

   “Evet. Yavaş yavaş anlıyorsun.”

   “Peki Oron’daki kitap?”

   “O da herkeste olan kitabın aynısı”

   “Neden bende herkeste olan yok da 14 ender olandan biri var peki?” Bu garipti.

   “Sen gizli yetiştirildin. Sana herkeste olan normal kitap verilemezdi. Kadim büyücüler senden haberdar değildi çünkü! Sende olan o ender diğer kitap ise annen tarafından sana bırakıldı. Neden diğer sıradan kitabı da sana bırakmadı bilmiyorum”

   “Benim hayatımla ilgili nasıl bu kadar şey biliyorsun?”

   “Yıllarım bu evde geçti. Ben de bir şahidim”

   “Peki Midejekl? Tekrar gelecek mi?”

   “İşte onu bilemem. Ama iki ay önce olanlar bu evde olmadı. Bu evi bilmiyor. Zaten bilse kitabı bulurdu. Seni başka yerde bulmuş olmalı” dedi.

   “Doğru.” dedi Oron. “O gün bu evde değildik.”

   “Neredeydik?”

   “Boşver. Uzakta bir yerde.” Dedi Oron.

   Evet.. Gerçektende tuhaf olmaya başlamıştı her şey. Sorularımın cevaplarını buldukça başka sorular çıkıyordu..
 
   “Benden sakladığına göre çok önemli bir şey olmalı” dedim.

    İşte, birisinin içeri girdiğini o sırada fark ettim.

   “Oron? Aaron?’ dedi büyük teyzem.

   “Teyze?” diye cevap verdik Oron ve ben bir ağızdan. Bir an ödümüz kopmuştu.

   “Ne yapıyorsunuz gecenin bir vakti burada?” dedi.

   
Spoiler: Göster
 Son birkaç bölüm diyalog ağırlıklı oldu. Kusura bakmazsınız artık :)
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #8 : 25 Mart 2011, 15:43:11 »
                                                      Bölüm 7 - Silahlı Saldırı

   Kısa bir sessizlik oldu ve bu sessizliğin dikkat çekici olduğunun farkındaydım. Suç işlemişiz imajı vermemek için seri cevap vermeli ve inandırıcı bir yalan bulmalıydık. Üstelik tüm bunları sanki profesyonel bir suçlu gibi düşünebilmem bir an için canımı sıktı ve ‘Acaba önceden bir katil miydim?’ diye düşünmeden edemedim.
   ‘Kendine gel Aaron!’ dedim içimden. ‘Zaman aleyhinde! Bir şey düşün!’

   Bir şeyler düşünüyordum, evet, ama hiç biri içinde bulunduğumuz duruma çare aramakla ilgili değildi. Eğer biraz daha sessizlik olursa hiç iyi olmayacaktı. Oron’a şöyle bir baktım. Onun da yüzünde çözüm bulmuşçasına bir ifade yoktu hani… Gecenin bir vakti iki genç oğlan çatı katında hayırlı bir iş için bulunamazdı. Ya bir şeyler çalmak için ya bir ceset saklamak için orda oldukları bile düşünülebilir! Teyzemin de konuyla ilgili olarak hayırlı bir şey düşündüğünü sanmıyordum. Tam umutsuzluğa kapılıp pes ediyordum ve gerçekleri anlatıyordum ki, Oron benden önce davrandı.

   “Aaron’un kupon kitabını bulmaya geldik” dedi.

   “Kupon kitabı mı? Annesinin ona bıraktığı yasak kitaptan mı bahsediyorsun?”

   Teyzemin, Oron’un söylediklerini bu kadar normal karşılayacağını tahmin etmemiştim. Ama Oron'da ona tam olarak gerçeği söylemiş sayılmazdı.

   “Evet, ondan bahsediyorum.” Diye yanıtladı Oron.

   Teyzem kısa bir an duraksadı. Sonunda kızıl saçlarını arkaya doğru atarak cevap verirken sesinde bir hüzün, gereksiz bir sessizlik saklıydı. Buraya konuşmaya değil de, susmaya gelmişti adeta.

   “Aaron’a  her şeyi anlattın mı Oron?” dedi.

   “Evet. Hem de her şeyi…”

   Teyzem sessizce kapıya doğru bir adım attı. Kızacağını sanmıştım ama öyle olmadı. Tam tersine üzülmüştü. Neden üzüldüğünü bilmiyordum, ama bu günden sonra her şeyin daha farklı olacağı kesindi. Teyzem dışarı adımını attıktan sonra arkasına bir kez daha döndü. “Yarın sabah gidiyorum” dedi. “Eve dönmem ve bazı işleri halletmem gerekiyor. Siz iki yaramaz fazla sevinmeyin, çünkü iki gün içinde döneceğim. Kendinize dikkat edin ve sakın bir yaramazlık yapmayın. Siz bu dünyanın son umudusunuz. Geleceğinizi gördüm çocuklar ve olması gerekenden farklı bir yol çizmezseniz dünyada büyük tehlikeler süre gelecektir” dedi ve gitti. Oysa o anın, büyük teyzemi son görüşüm olacağını bilseydim, ona son bir kez sarılmayı isterdim. Ama sarılmadım ve o gitti…

  ***

    Ertesi sabah uyandığımda, Oron’un yatağında olmadığını fark edip saate baktım. Saati görünce ‘lanet olsun!’ diye düşündüm ‘Öğlen olmuş!’

    Kabul ediyorum, geç kalktığım çok oldu ama daha önce hiç öğlen 1:30 gibi kalktığımı hatırlamıyorum. Neden anneannem beni uyandırmamıştı ki? Kendi bedenimden oldukça büyük pijamalarımla aşağıya inmeye karar verdiğimde hala gözlerimi ovuşturuyordum.
 
   Önce lavabodaki aynanın önünde dikildim. Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve hemen aşağıya indim. Uykusuzdum. O kadar uyumama rağmen hala nasıl bu kadar uykusuzdum bilemiyorum.

   Evde kimse yoktu. Ev hiç bu kadar sessiz olmamıştı ve bu benim için garip bir durumdu. Odaya çıkıp düzgün kıyafetler giymek tembel aklıma esince, usulca merdivenleri çıkıverdim, giyindim ve hemen sonra mutfağa giderek kendime bir sofra hazırladım. Güzel bir sofra olduğunu söyleyemem.  Peynir ve ekmekten oluşuyordu ama tanrıya bin şükürler olsun yanında domates de vardı. (tabi ki hormonlu)

   Midemin de ihtiyacını giderdikten sonra endişelenmek için koltuğuma oturabildim. Doğrusu tüm bu zaman zarfı içerisinde büyükannem ve Oron’un döneceğini sanmıştım ama saat 3 olmuştu ve ben hala yalnızdım.

   ***

   Oron ile buluştuğumuz ilk gün altına oturduğum büyük ağaç hala büyüleyiciydi. pencereden bakıldığında, diğer ağaç, ot ya da çayırlardan çok daha büyük olduğunu daha iyi gözlemleyebildim. Belki orada biraz zaman harcarsam evde beklemekten dolayı duyduğum can sıkıntısı biter diye düşündüm, zira öyle de oldu. Kapıdan dışarı fırladım, yürüdüm ve ağacı bularak gölgesinde uzandım. Büyükannem ve Oron neden habersiz gittiler ve neden gittiler bilmiyordum ama bana bir açıklama borçluydular. Kısa zaman içinde bedenimin huzur bulduğunu hissettim. Ve huzur bulan bedenim uykuya daldı.

   ***
 
   “Uyan!” dedi tanıdık bir ses. Dürtüldüğümü hissettim. “Uyan!” dedi bir kez daha ve ben tatlı uykumdan uyanıp olduğum yere oturarak, sağa sola bakmaya başladım.

   “Aaron! Ne arıyorsun burada?” dedi Oron kızgın bir sesle. “Kaç saattir seni arıyorum”

   “Söyleyene bak!” dedim alaycı bir dille. “Bende uyanınca sizi bulamamıştım!”

   “Teyzemin seyahat ettiği trendeki bir grup terorist silahlı bir saldırı yapmışlar. O yüzden gittik” dedi Oron başını öne eğerek. Morali bozuk gibiydi.

   “NE!” dedim ayağa kalkarak. “Silahlı saldırı mı?” yüzümde oluşan panik ve endişe ifadesini hissedebiliyordum.

   “Evet”

   “Teyzem iyi mi peki? Nerede o?”

    Oron gözlerini yere dikti. Sabit bir bakışla yere bakıyordu. Yüzünde bir hüzün, bir perişanlık vardı ve bu hüzün ile perişanlık üzerimde hiç hoş bir etki bırakmamıştı. Tüm tüylerim diken diken oldu. Korku beni benden alıverdi. Sonunda söylemesinden korktuğum şeyi söyledi.

   “Öldü…”
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #9 : 26 Mart 2011, 10:45:50 »
Bütün yorumlarımı ilk paragraf hariç yapacağım. Çünkü resmen ilk paragrafı sen yazmamışsın gibi duruyor. Hikayenin geri kalanı ne güzel oysa. Başlangıçlar önemlidir ve sırf ilk paragraf yüzünden yazıya zor başladım. Kesinlikle onu düzeltmen gerekiyor.

İsim çeşitliliği ve özgün ırk isimlerinin kullanılması hikayeye renk katmış. Yavaş yavaş bir sır perdesinin aralanması, ipuçlarının bölümlere serpiştirilmesi güzel olmuş. Ayrıca olayları aceleye getirmeden normal bir tempoda anlatman ve hikayeye her bölümde yeni karakterler katman zenginlik katmış. Eleştirilerim ise karakterlerin Türkçeye özgü şive ile konuşup isimlerinin farklı farklı olması. Teyzenin 'Gülüm' demesi filan garip kaçıyor yani. Bir de sigara içme bölümü gereksizdi :)

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #10 : 26 Mart 2011, 14:41:37 »
                                              Bölüm 8 - Ormandaki sesler

                                                         3 AY SONRA…

       
    “Hadi ama dostum! Dalga geçiyor olmalısın!” dedi. “Büyü diye bir şeyin olmadığını herkes bilir. Bu uydurulmuş masallarda mümkün olan bir şeydir!”

    “Dalga geçmek mi? O adam nasıl oldu da kadının anahtarını şapkasından çıkardı?”

    Anlam veremeden kulak misafiri olduğum konuşma, ilginç bir tartışmaya dönüşüyordu sanki. İsmi Roy’s cafe olan bir kafede, Oron ile karşılıklı oturmuş dış dünyanın gizemli yönlerini konuşuyorduk. Şehre inip hava almak tamamen Oron’un fikriydi, ama doğrusu mantıklı bir fikir olduğunu inkar edemem. Hava artık sıcaktı. Özellikle şehrin ağır endüstri atıkları yüzünden çevresel bir sıcaklık hissedilebiliyordu. O yüzden üzerinde kurukafa olan bir T-shirt tercih etmiştim. Oron ise renkli bir şeyler giymiş, olduğundan küçük görünmeye çalışmıştı. Sevinç dolu bakışlarının, yan masada büyü ile ilgili konuşan iki gence yöneldiğini gözlemledim. O da benim gibi bu gençlerin konuştuğu konuyla ilgilenmiş, olayı izlemeye koyulmuştu. Sanırım bu gençler izledikleri bir sihir gösterisinden bahsediyordu.

   “Bilemiyorum dostum. Bana bu bir aldatmacaymış gibi geliyor”

   “Nasıl bir aldatmacaymış bu?”

   “Bilemiyorum. Kolunda anahtarı saklamış olabilir.”

   “Hayır. Öyle olsa fark ederdim! Gözlerim Tanrı'nın gözleri kadar keskindir.”

   Bu gençlerin sabaha kadar bu konuyu konuşabileceğine yemin edebilirdim. Güzel bir tartışma yapıyorlardı.

   “Çoktandır böyle bir tartışma görmedim” dedi Oron “Keşke yanımızda ay çekirdeği olsa. Çekirdek çıtlatarak tartışmayı izlemek, tartışmayı daha zevkli kılardı”

   “Dalga mı geçiyorsun?” dedim “Çekirdek çıtlatarak insanların tartışmalarını izlemek çok ayıp! - Ben fıstık tercih ederim”

   “Fıstık mı? O lezzetsiz ufak çerezden nasıl tat alabiliyorsun?”

   Kahvemden bir yudum daha aldım. “Çerezi boşver şimdi. Hava kararıyor. Eve dönelim”

         ***

   Bizi eve geri getiren Taxi’ye yüklü bir para ödedikten hemen sonra eve girebildik. Yemek istemediğim bir sebze yemeğini yedim ve odama çıkıp okumayı neredeyse bitirmiş bulunduğum ikinci kupon kitabını alarak eskiden teyzemin oturduğu balkona çıkıp oturdum. Tablada hala eskisi kadar sigara izmariti vardı ama bu kez bu izmaritlerin sorumlusu o değildi.

   “Her şey değişir. Kimisi bir dakikada, kimisi yıllar içinde” dediğini hatırlıyor gibiyim. Teyzem bunu ölmeden bir ay kadar önce söylemişti, ama ne demek istediğini daha yeni kavrıyorum.

   Kendimi kitabın son sayfalarına gömdüğüm bir sırada bir çatırtı duydum. Hava tam da ayaza gömüldüğünden bu ani çatırtı ürkmeme neden oldu. Oron, kitabı rahat okuyabilmem için yanıma gelmemişti. Yani yalnızdım ve korkmam normal sayılabilirdi. Sesin ev ile bir ilgisi olmadığını biliyordum. Ses ormandan geliyordu. Duymazdan geldim, fakat sonradan bu çıtırtılar yılan tıslamasına dönüşünce, duymazdan gelemeyecek bir şey olduğunu fark ettim.

    Kimseyi tedirgin etmeden ormana girmem için ikinci katta oturduğum balkondan atlamam gerekiyordu ve bu da pek mümkün değildi. – En azından ayağımı kırmadan mümkün değildi. Bir şey yapmayarak duymazdan gelmek ise kesinlikle kişiliğime aykırı bir davranıştı. Ne olduğuna bakmak için herkesin uyumasını beklemeliydim. Kitabı kapattım ve odama götürmeye gittim.
 
   ***

   “Şu polisiye filmlerinde hiç mi hırsızlar kazanmaz?”
     
   Konuşan büyükannemdi. Onları Oron ile televizyon odasında polisiye bir film izlerken buldum. Büyükannem gerçek hayatta bazen hırsızların kazandığını anlatıyordu. - Gördüğü filmi eleştirmeden filmi izleyemezdi zaten.

   “Bu bir film, büyükanne. Yani iyilerin galip gelmesi gerekiyor” dedi Oron.

   “Saçmalık…”
   
   “Bu hangi film?” diye sordum geldiğimi belirtmek için. Yoksa sabaha kadar orada olduğumu fark etmeden konuşmaya devam edeceklerdi.

   “Bir polisiye filmi. Polisler Ninja gibi oradan oraya sıçrayıp duruyor” dedi büyükannem
     
   “Harika! Ninjalara bayılırım!” diyip yerimi aldım. Oysa şimdi ne kadar saçma bir şey söylediğimi fark ediyorum.

          ***

   Onlar uyuyunca her şey kolaydı. Kolaydı derken, cidden kolaydı. Kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Hepsi bu…
     
   Ormanın içi geceleri öylesine korkutucuydu ki, yürürken arada bir dönüp arkama bakıyordum ama tek gördüğüm az önce yanından geçmiş olduğum ağaçlar oluyordu tabi ki. Sıra dışı bir şey yoktu. “Sanırım sen hayal görüyorsun Aaron” dedim. “Yaz mevsimine yaklaşmışken ormandaki yılan sesi kadar normal bir şey yoktur” Oysa bir yılanın tıslamasını o kadar uzaktan duymam mümkün değildi. Ya 30 metre büyüklüğünde bir yılandı ya da ben bir şizofrendim. Doğrusu ikinci seçenek gözüme daha iyi geldi.
     
   Çalıların içinde derin bir ayak izi bıraktığımdan emindim. “ben onu bulamazsam o beni bulur” diye düşündüm. Gerçi bir yılanın ayak izini takip edebilmesi mümkün değildi ama o tıslamanın bir yılandan gelemeyeceği gerçeği de bana korku veriyordu. O şeyin beni bulması çok şey değiştirebilirdi. - Ya da hiçbir şey olmazdı, bunu görecektik. Sıra dışı bir şey bulana kadar devam etmeliydim.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı suphi

  • **
  • 53
  • Rom: -2
  • En KöTüLeRiN bİlE iYi NeDeNlErİ vArDıR
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #11 : 26 Mart 2011, 19:59:59 »
Çok güzel devamını merakla bekliyorum
En KöTüLeRiN bİlE iYi NeDeNlErİ vArDıR

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #12 : 26 Mart 2011, 21:16:59 »
                                              Bölüm 9 - Tünelden Kesitler
   
   Karanlığın içinde parlayan şey, ormanda o kadar net fark ediliyordu ki onu görmemek imkansızdı. Yaklaşık 50 metre ilerideydi. Yanına yavaşça yaklaştım. Diğer her şey ona gitmemi engelliyormuş, ama buna rağmen o şeyi görmek zorundaymışım gibi bir hisse kapıldım. İşte sesi o zaman duydum. Yılan tıslamasını.
   
   “Kokusu çok yakından geliyor!” dedi bir ses. Bir yılan konuşacak olsa böyle konuşurdu her halde. Tıslamadan tek farkı içinde insan dilinden kelimeler olmasıydı.
   
   “Sus Aja! Bizi duyacak” dedi bir diğeri.
   
   “Aja benim!” dedi öteki “O Loojh”
   
   “Her neyse... Sessiz olun!” dedi.

   Karşımdaki şey her neyse yarı insan yarı yılan olmalıydı. Çok garip bir sese sahiplerdi ve yalnız olmadıklarını anlamıştım. Her birinin sesi diğerinden farklıydı ama temelde tıslamaydı işte. Sonra bir hareket sezdim ve bir şey karşımda belirdi.
   
   “Tanrım!” dedim içimden panikleyerek. Sözcüğü o zaman duydum
   
   “Gajh!”
     
   Onu gördüm. Yılanla alakası yoktu. Tamamıyla normal bir insan, yüzünü bana dönmüş bakıyordu. Bilincimi kaybetmeye başladım. Söylenen sözcüğün etkisi ile dizlerime çöktüm
   
   “Bizi gördü!” dedi arkadan gelen bir diğeri
   
   “Sus!” diye tısladı büyüyü okuyan kişi. Ve iki kelime daha fısıldadı. “gajh hun nerdejh!” dedi.
   
   Biri kalbime bıçak saplasa daha iyiydi. Büyük bir acı ile yere yıkıldım. Yerde kıvranarak çığlık atıyordum. Acı çok fazlaydı! Hayatımda bu denli güçlü bir fiziksel acı duymamıştım. Çığlıklarım çok güçlü, istem dışı bir biçimde yükseliyor, bunların ardından gece yaratıkları ötüşleriyle cevap veriyordu. Özellikle bir baykuş sesi vardı ki… Hüzün dolu sesi ile olayı dramatize etmekteydi. Düşündüğüm son şey de bu oldu zaten: Baykuşun dramatize sesi. Tüm bu acının içinde, gözlerim karardı ve olduğum yere çöktüm.

   ***
   
   Yaşamak ve ölmek ile ilgili her düşünce tomurcuğu, beynimin içinden ani bir hızla geçip gitti. Birkaç küçüklü büyüklü kabus gördüğümü hatırlıyorum. Sonra uyandım. Uyandım ama bir şey göremiyordum. Her yer karanlıktı. Her şey ürkütücü ve pis kokuyordu. Nerde olduğumu bilmemem ve neden burada olduğumu bilmemem beni sinir ediyordu.
 
   İlk başta ne olduğunu hatırlayamadım. Ama hemen sonra yılan gibi tıslayan adamlar ve orman maceramı hatırlayıverince korkum iki katı arttı.

   “Lanet olsun!” dedim “hiçbir şey göremiyorum!”

   “Karanlığa alışırsın” dedi bir diğer ses. Bir insan sesine benziyordu.
 
   “Bayım?” dedim. “Kimsiniz?”
 
   “Korkma” dedi bir diğer insan sesi. “Bizde senin gibi insanız.”  Hmm… İnsan. Bu iyi haberdi.
 
   “Ne arıyorsunuz burada?”
 
   “Onlar bizi buraya hapsettiler.”
 
   “Onlar mı? Onlar kim?” Çok mu soru soruyordum nedir?
 
   “Onlar işte. Gece beslenenler.”
 
   “Evet.” Dedi öteki. “Efsanevi gece beslenenler.”

   İsimleri onlardan da korkunçtu. Bu gece beslenenler, hiç kuşkusuz gece besleniyordu. (ironik; değil mi?) İnsanlar bile gece yemek yerler ama bu onlara gece beslenen dememizi sağlamamıştı. Tüm enerji akışımı topladım ve “truuk!” diye bağırdım. Bir ışık huzmesi etrafımızı aydınlatıverdi. Ama bu aydınlanmanın ardından öteki insanların çığlıklarla gözlerini kapattığını gördüm. Onlarcası vardı. Onlarca insan! Kafatasları, kemik parçaları ve dar tüneller gördüm. Birçok hayvan, burada can vermiş olmalıydı.
 
   Beş dakikalık bir sersemlik halinden sonra insanlar ışığa alışabildi. “Uzun bir süredir, aydınlık görmemiştik” dedi birisi.
 
   “Ne kadar oldu?” diye sordum istem dışı merakımla.

   “Tüm samimiyetimle bilmediğimi söyleyebilirim.” Dedi. İhtiyar bir adamdı. “Günler, haftalar, aylar oldu. Hatta yıllar bile olmuş olabilir.”
 
   Mağara gibi bir yerdeydik. Tüneller görüyordum. Birçok tünel arasındaki yuvarlak bir boşluktaydık şu anda. Yeraltında ya da bir dağın içinde olabilirdik. Ama bu o kadar da önemli değildi. Önemli olan tam bir çıkmazdaydık.
 
   “Bu yaptığın bir büyü müydü ?” dedi bir genç.
 
   “Evet, öyleydi.”
 
   “Kurtuluşumuz olabilirsin” dedi bir diğeri.
 
   “Evet! Yıllardır işlev görmeyen gözlerimiz sayende artık huzur buldu.”
 
   “Ya da ölümümüze sebep olur.” Dedi bir ihtiyar. Sinir bozucuydu.

   Bu bir grup zavallının, benim aramda, benimle ilgili arkamdan konuşmaya başladıkları zaman; konuşmaya fırsat bile bulamamaya başladım. İhtiyarın söylediği bana çok gıcık gelmeye başladı. Yüzyıllardır büyücülerin insanları katlettiğini falan söylüyordu.

   “Yaşlısınız ama yüzyıllar kadar yaşlı değilsiniz. Bunu da nereden çıkardınız?” diyiverdim.

   “Sadece çoğu kaynakta bunların yazdığını söylüyorum.”

   “Kaynakların canı cehenneme! Pamuk prenses masalı da bir kaynak ama doğru olduğuna inanasım gelmiyor”

   “Bu karanlık dipsiz kuyuda başka kim lanet okuyabilir ki ?” dedi. “Canı cehenneme diyen bir büyücüye nasıl güveneceğim?”

   “Güvenmek zorunda değilsin. Ben bu çukurdan çıkacağım ve eğer sen burada kalmak istiyorsan, buyur kalmaya devam et” Ötekilere döndüm. “Kim benimle?”

   Sadece birkaç tanesi öne çıktı. Onlar da en genç olanlardı. Bu ihtiyarlar arasında, akılları kötü düşüncülerle soyutlanmamış bir grup olması, bir yaz sabahı çölde su bulabilmiş bir ceylan kadar sevinmemi sağlayıverdi.

   “İyi o zaman. Bırakalım bu bir grup ihtiyar burada ölsün…” dedim ve tünellerden birine girdim. Bir gurup genç de peşime düştü tabi. Gittikçe incelen ve tüm adrenalin hormonumu vücudumda hissetmeme neden olan, pis kokulu bir tüneldi. Fare sesleri dışında sessizdi. Önceden yaktığım ışık gittiğim yerde beni izlediği için, büyük ihtimalle arkada kalanlar çoktan yeniden karanlığa bürünmüştü.

   Mecbur kalmadıkça büyü yapmıyordum. Amatördüm ve yanlış bir kelime ya da yanlış bir telaffuz, yanlış bir olaya sebebiyet verebilecekti. Büyükannem gibi bir iyileştirme büyücüsü olsaydım, her şey daha kolay olurdu. Ezberlemem gereken birkaç kelimeden başka bir şey olmazdı. Oysa benim büyü kelimelerini ezberlemekten kafam şişmişti ve bir kelime yerine başka bir kelimeyi söylemem olağandı. Özellikle de bu ruh halimle.

   Saatler mi geçti yoksa birkaç dakika mı bilemiyorum ama sonunda bir sona varabildik. Ama bu son gerçekten bir sondu; duvar.

   “Lanet olsun!” dedim. “Geri dönüyoruz. Öteki tünellere bakacağız.”

   “Bu şekilde bir sonuca varamayız ki!” dedi en genç olanımız. 17-18 yaşında olduğunu tahmin ediyordum. “Buradaki her tünele girip baktık. Gerçi karanlıktı, ama hepsine baktık. Hiçbir çıkış yolu yok.”
 
   “Sizi de buraya onlar mı getirdi?” dize sordum.
 
   “Evet.”
 
   “Peki neden?” dedim “Neden bizi buraya gelip bırakıyor ve ortadan kayboluyorlar?”
 
   “Kaybolmuyorlar. Bizimle birlikteler. Avlanmaya gittikleri zaman dışında hep bizimleler. Yemek getiriyorlar”
 
   “Bunu neden yapsınlar?”
 
   “Sanki bunu bilmiyorsun! Üreyemedikleri için tabi ki. Bize çocuklarımız diyorlar. Bizi çocukları belliyorlar. Yeterince olgunlaşanlar, onlardan biri haline dönüşüyor. En son Bay Hamond onlardan biri olmuştu.”
 
   “Biz onların neslinin devam etmesi içiniz!” dedim. Acaba bu bilgiyi bilmem gerektiğini de nerden çıkarmıştı? Sanırım Bir büyücünün bunları bilmesi gerektiğini düşünüyordu.
 
   “Evet. Aynen öyle”
 
   “Tanrım!”

   Neden yaşlı olanların geride kaldığını anlamıştım. Gece beslenenlere karşı, belli etmeseler de bir sevgi duymaya başlamışlardı. Eve döner dönmez araştıracağım şey, bu yaratıklar olacaktı. Tabi çıkış yolunu bulabilirsem…
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #13 : 27 Mart 2011, 19:33:42 »
                                                Bölüm 10 - Acımasız Gerçekler

   Hava ve zamanla ilgili hiçbir şey somut değildi. Gece miydi, gündüz müydü; bugün günlerden ne idi; hiçbir bilgimiz yoktu. Gece Beslenenlerden de bir iz yoktu. Belki de günlerdir o tünellerin içindeydik ama bizi henüz bulamamışlardı, ya da aramaya çıkmamışlardı bile.
 
   Sonradan isminin Jason olduğunu öğrendiğim genç olmasa; çoktan delirirdim herhalde. Kafa dengi bir oğlandı. Demek istediğim; iyi bir dost niteliğindeydi. Erken bir zaman içinde kaynaşıp, sohbet etmeye başlamıştık onunla. Sonradan 17 yaşında olduğunu öğrendim. Gerçi 16’dan fazla göstermiyordu. Diğer insanlar biraz daha soyutlamışlardı kendilerini. Yapılan konuşmalara katılmayı reddediyorlar, kendi hallerinde sadece takip etmekle yetiniyorlardı.
 
   ***

   Tam olarak kestiremediğim bir zaman zarfının sonunda, tanıdık bir ses ile irkildim. Duvarların arasından bir yerden, Oldukça benimsediğim bir fısıltı kulaklarımın zarına çarpıyor, kendisine odaklanmamı sağlıyordu. Sesin kaynağını sonradan algıladım. Duyduğum ses, Oron’un sesine çok benziyordu. Aslında benzemek yetmezdi, ta kendisiydi.

   “Yani siz o kadar insan arasından onu mu aldınız?” diye fısıldıyordu Oron “Size yüz kere söyledim kaçıracağınız insanların önce geçmişini araştırın diye”
 
   “Ama efendim, onun bir karanlık büyücü olduğunu yüz yıl düşünsek tahmin edemezdik!”
 
   “O bir karanlık büyücü ve bizim son şansımız. Kaçıracak başka adam mı yoktu? Aja, Loojh, Layn nerde?”
 
   “Hala o karanlık büyücüyü arıyor.”
 
   “Neden sizin tarafınızda olan birini yakalıyorsunuz; bilmiyorum!”

   Ciddiyetle olayları dinliyordum. Oron, bu Gece beslenenleri tanıyordu. Hatta onlardan daha yüksek bir mertebedeymiş, sanki bu ikisi onun adamıymış gibi konuşuyordu. Üstelik benim onun tarafında olduğumu söylemişti. Acaba olabilir miydi? Bu gece beslenenler aslında iyi tarafta mıydı? Ya da belki de ben, en başından beri kötü taraftaydım!
 
   Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüşçesine titredim. Anlam veremiyor, sorguluyor, sonra tekrardan anlam veremiyordum. Ve kararımı verdim; sesin geldiği yere gidecektim. Sonuçta Oron oradaydı. Tek sorun, sesin geldiği yer, duvarın arkasıydı. Birkaç adım geriye çekildim ve ellerimi duvara uzattım.
 
   “Lij amu etanore; Mi kjipsi itupsa!” diyerek bir büyü okudum ve önümdeki duvarın moleküllerine ayrılmasını izledim. Zor bir büyüydü. Birkaç büyü sözcüğünü birleştirmem gerekmişti.

   Siyahlara bürünmüş iki adamın başında durup sinirle köpüren Oron’un yüzünü ve dar bir kapıdan içeriye sinirle girmekte olan öteki siyah, sinirli silueti gördüm. Bilmedikleri şey, benim daha da sinirli olduğumdu…

   “Kahrolası!” dedim “Bu anlam veremediğim anlamsızlığı, bana içinizden hangi sadist psikopat anlatacak?”
 
   “Aaron! Sakin dur!” dedi Oron. “Lanet olsun! Sen nerden çıktın böyle!”
 
   “Annemden çıktım; seni salak!” dedim. Sinir krizi mi geçirmekteydim, bunu hala düşünüyorum.
 
   “Tamam, sakinleş; Gözlerinin rengi döndü! Birine zarar vereceksin!”
 
   “Amacım nedir sanıyorsun? Beni bu anlamsızlık içine hapseden hanginizse, ölmeyi hak ediyor.”
 
   Sonra bana Gajh büyüsünü yapan kişinin, arkadaki siluet olduğunu hatırladım. Ellerimi kaldırdım ve bağırdım
 
   “Beni buraya hapseden cani yaratık sen miydin? Belki sen de bir büyücüsün, ama benim kadar iyi değil! Jurimia!*”

   Kelimenin etkisiyle, yaratık anında yere yıkıldı. Sonra ellerimi indirdim ve yavaş yavaş kendime geldiğimi hissettim. Arkamdaki bir grup gence ve isimlerinin Aja ile Loojh olduğunu hatırladığım iki diğer yaratığa aldırmadan, doğruca Oron’un yanına yürüdüm.
 
   “Burada neler olduğunu anlat” dedim.
 
   “Burada neler olduğunu anlatmak mı?” diye bağırdı Oron. “Az önce en iyi arkadaşımı öldürdün!”
 
   “En iyi arkadaşın benim sanıyordum?” dedim sinirle.
 
   “Sen sadece bir piyondun! Emrime katmak istediğim bir asker!”

   Yaşadığım şok ve hissettiğim acı ile yere yıkıldım. Gözümden aktığını hissettiğim iki damla yaş ile kafamı kaldırıp Oron’un sinirli yüzüne baktım. Sonra onun da, Bir Gece besleyene dönüşmesini izledim.

    “Bu isyanı başlatan kişi olarak sen, Aaron, öleceksin!” dedi. Gözleri kırmızı bir hal alarak yüz ifadesi değişmeye başladı. Şoklara uğramış bir halde Oron'a yeniden baktığımda, bir gece beslenen gibi kırmızı gözlere sahip, siyah bir silüet gördüm karşımda. Meğer onca zamandır Oron; bir gece beslenenmiş. Ellerimi kaldırıp büyü okuyacak gücü kendimde bulamadım, Ama o bir yerlerden güç bulup, ellerinden birini bana uzattı. Eski kehanetlerden birini okumaya başladığı bir sırada, Jason’un bağırdığını gördüm:
 
   “Pit piroj!”
 
   Beyaz bir güç dalgası, Eskiden Oron olan Gece beslenene çarptı ve Oron’un kendiliğinden yere yıkıldığını gördüm. Merak duygusu içinde Jason’a baktım. Etrafında beyaz bir ışık belirdi. Öyle ki, bir an hiçbir şey görünmüyordu. Sonra ışık sönüp yeniden görünür olduğunda, karşımda Oron vardı.
 
   “Kuzen!” dedi. “Uzun zaman olmuştu! Belki 2 ay, belki 2 aydan da fazla…”
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aaron
« Yanıtla #14 : 29 Mart 2011, 21:15:33 »
                                             Bölüm 11 - Acımasız Gerçekler 2

   İnsanların hayatları her zaman değişiyor; ama o gün bir dönüm noktasından da öteydi. Demek istediğim Oron’un aslında Oron’un yerine geçmiş bir Gece beslenen olduğunu öğrenmem ve gerçek Oron’u bulmam arka arkaya, bir anda oldu. Ya da yanlış tahmin ediyordum. Olay daha farklı olmuş da olabilirdi. Sahte Oron’un şimdiye kadar anlattıkları yalan mıydı? Başa dönmüştük…

   “Buradan çıkmalıyız, Aaron. Bu arada Ölüm büyüsü yapmanı gerektirecek bir şey yoktu. Daha hafif bir büyü seçmeliydin.” Dedi Jason. (yani Oron)
 
   “O da benim sorunum” dedim. “İstediğim büyüyü kullanırım. En azından senin kadar yalancı değilim.”
 
   “Yalan mı? Ne zaman sana yalan söyledim?”
 
   “O kadar saat Jason olduğuna beni inandırdın.”
 
   “İyide Oron olduğumu anladığını sanmıştım.”
 
   “Nasıl anlayabilirdim? Kahin miyim ben?”
 
   “Ne alakası var Aaron… Tünellerde çıkış yolunu ararken konuştuğumuz sırada hayatımı anlattım. Hayatımı anlatırken bunu anlamadın mı?”
 
   “İyide senin anlattığın hayat, Oron’un hayatı ile alakasızdı. Büyüden yoksundu”
 
   “Şaka yapıyor olmalısın, tıpatıp aynıydı. Sadece büyücü olduğum kısmını atlamıştım!” Bir an durdu. “Bu işte bir iş var. Bunca zamandır benim yerimde bir başka Oron mu vardı?”

    ***

   “Sen! Salak yaratık?” dedi Oron. “Burada neler döndüğünü biliyorsan anlat.” Kenara sinmiş, efendilerini kaybetmenin acısıyla ne olduğunu şaşıran iki Gece Beslenenden birine sesleniyordu Oron. Yaratık deli gibi bir bu yana, bir diğer yana bakıyor, öylece duruyordu.
 
   “Tamam, bu yaratıklarda ümit yok… En baştan başlayalım. Ben kimim?”
 
   “Oron?”
 
   “Tamam, o yaratıklar kimler?”
 
   “Gece Beslenenler.”
 
   Güldü. “Gördün mü; tüm hayatını biliyorsun zaten” dedi ve kahkaha attı.
 
   “Tüm hayatım sen ve Gece beslenenler mi yani?”
 
   “Evet, sayılır. İkimizde Aynı kentte doğduk. Senin annenin ve benim annemin evleri yan yanaydı. Tabi o ikisi kardeşti. Bizde kardeş gibi büyüdük. İkimizin de babası yoktu. Birbirimize hem baba, hem kardeş olduk. Sonra yeteneklerimizi fark ettik. Ailelerimizden gelen yetenekler. Hepsi bu. Gece beslenenler bunları aklından silip, benim yerime geçmiş olmalılar.”

   “Peki sana nasıl güveneceğim? Lanet olsun! Burada kime gerçekten güveneceğim?”
 
   “Eve gidip konuşalım Aaron;” dedi. “Burada olmaz. Annem beni özlemiştir.”
   
   “O uzun bir konu.”

   “Uzun mu? Ne oldu Aaron?”
 
   “Sonra konuşuruz o konuyu.”
 
   “Peki senin annen?”
 
   “Öldü.”
 
   “Ciddi olamazsın! Dalga mı geçiyorsun?” yüzündeki şok hiç de yapmacık değildi. Sonra birden duraksadı ve gözünde bir damla yaş gördüğümü sandım. “Şimdi nerede yaşıyorsun?”
 
   “Büyükannemde. Ama o da bir şey anlatmıyor.”
 
   “O zaman anlatacak! Yürü, gidiyoruz!”
 
   “Nereye?”
 
   “Büyükanneme.”
 
   “Buradan çıkmamız lazım o zaman.”
 
   Oron, Gece Beslenenlerden birine döndü. “Ya bize çıkışı gösterirsin, Ya da Ötekilerle aynı kaderi paylaşırsın!”

   Yaratık korkudan tüm gururunu yerlere sererek bize çıkış yolunu gösterdi. Çıkış yolu, duvarlardan bir tanesine söylenen büyüyle açılıyordu. Açılan kapıyla, içeriye ay ışığının girmesi bir oldu. Neticede, arkada kalmayı tercih edenleri bırakarak, yeni bir Oron ve birkaç masum kaçırılan ile beraber, biraz daha aydınlık olan bir karanlığa adım attık. Dışarı çıkar çıkmaz “jipistic” diye fısıldadı Oron ve öteki iki Gece beslenen de hayata gözlerini yumdu sözlerinin gücüyle.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.