Efsane 1’in hemen bittiği yerden başlamaktadır. Son bölümü bir daha okumanız tavsiye edilir.
Bölüm 1 – Savaş EsnasındaNeinea, korku ile savaş alanında kayboldu. Devasa savaş alanında kardeşini arıyordu. Arama sırasında, Sugg Vua askerlerinin arasında kayboldu.
“AMEEETH!!!” Diye bağırdı korkuyla. Birkaç Dakika savaş alanında gezdikten sonra kardeşini orada gördü. Savaş alanında bir Sugg Vua askeriyle dövüşüyordu. Ameth’in elinden kılıcı uçtu ve asker az da kafasını kesecekti ki, Neinea mızrağını savudu ve askeri küle dönüştürdü.
“Kardeşim, Hazır mısın?”
Ameth beyaz gözleriyle ona baktı.
“Elbette!”
Hızla yerden kılıcını aldı ve ileri atıldı bir kez daha Ameth; Sugg Vua askerlerini öldürmek ve ülkesini korumak için, bir kez daha savurdu kılıcını! Bir kez daha o pis kanlar etrafa sıçradı ancak o sürekli devam etti savaşmaya. Hiç durmadı.
Bir yandan kanlar sıçrarken, diğer yerde küller havada uçuşuyordu. Neinea’nın mızrağının önünde hiçbir şey duramıyordu. O an Neinea bazı sözler söylemeye başladı. İlk yaptığı büyüyü tekrarladı.
“Et Sibrus Seabreus”
Bir ses dalgası etrafında dolaştı ve uzun menzildeki tüm düşmanlar yere serildi bu ses dalgasıyla. Ancak Neinea bu sefer bayılmadı çünkü o çok daha güçlü olmuştu uzun zamandır. Büyülerde çok gelişmişti. Tabii ki girdiği transında bunda etkisi vardı. Hatta oldukça güçlendiren şey olmuştu o trans.
Sugg Vua Askerlerinden ayakta kalanlar hızlıca saldırıya geçtiler. Ancak Neinea ve Ameth’in yarattığı ateş duvarından geçmeye çalışırken can verdi çoğu. Sonunda büyüyü kaldırdılar ve Yeni imparatorluğun tüm askerleri bir saldırıya geçtiler…
***
Savaştan Hemen Sonra, Şehir önüNeinea, Bir taşın üzerinde oturmakta olan kardeşinin yanına geldi. Aynı taşa oturduktan sonra Kardeşine bir süre baktı ama hiç konuşmadı. Sonunda Ameth sessizliği bozdu.
“Ne var?”
Neinea kardeşinin bu kadar sert olmasına anlam verememişti.
“Kardeşim, benim bir görevim var. Eon’u yani ilk Eun’u öldürmem lazım. Bunun için senden bir gemi istiyorum. Batıya yelken açacağım.”
Ameth ise anlamsız ve boş gözlerle savaş alanından taşınan cesetlere bakıyordu sadece. Halkından o kadar kişinin öldüğünü bilmek onu mahvetmişti. Şehrin içinde ağlayanların sesi oraya kadar geliyordu. Bu kadarı fazlaydı.
“Şu cesetleri görüyor musun kardeşim?” Dedi Ameth “O cesetlerin her birini kan kalmayıncaya dek sömürsem ve kanlarını emsem, hiç umurumda olmaz. Ancak gözyaşı, dayanamadığım bir şey. Bu kadar ağlamalara dayanamıyorum.”
Neinea garip bir üzgünlükle baktı ona. Bu düşüncelerde olduğunu bilmiyordu. Ancak bu yolculuğa çıkmalıydı bir an önce.
“Ameth anlıyorum ama gitmem lazım.” Dedi sakin bir sesle “Beni burada tutan sadece senin mutsuz olman. Gitmem lazım…”
“Gitmeyeceksin kardeşim. Seni bulmuşken bırakmayacağım bir daha asla. Çünkü seni kaybedersem mutsuzluğum katlanır. Sende beni bağlayan tek şeysin. Seni bağlayıp hapse kilitlemem ve zincirlemem gerekse de bırakmam.”
“Ameth anlamıyorsun! Her şeyi bitirecek bu! Huzur dönemi başlayacak!”
Ameth kılıcını sakince yere sapladı ve kafasını ellerinin arasına aldı. Bir süre düşündü ve ona umutsuzca bakan kardeşine döndü.
“Sen gideceksen, bende seninle geleceğim kardeşim.”
“Beni bırakmanın başka bir yolu yok mu?”
“Hayır. Ya birlikteyiz, ya da ikimizde burada kalacağız.”
“Pekâlâ, o zaman birlikteyiz kardeşim!”
***
Bundan altı bin yıl kadar önce…“Bir kehanet yapıldı Ellear! Bunu sende benim kadar iyi biliyorsun! Tanrı-Avcısı bu dünyaya geldiğinde ancak o zaman her şey durulacak. Dehşet ancak o zaman son bulacak. Efsaneyi unuttun sanırım? Tanrının ayaklarına kapanacağı, yalvaracağı Avcı buraya gelecek. O tüm Aesten’in tek kurtuluşu olacak!”
“Hayır, Deson, unutmadım efsaneyi, ancak ben tanrı’yı avlayabilecek bir adamın burada yaşayabileceğine inanmıyorum.”
“Göreceğiz Ellear, göreceğiz. Şimdi dünya yuvarlansın ve yücelsin! Çöllerdeki heykellerimizden biz izleyelim dünyayı. Haklı olduğumu göreceksin.”
“Göreceğiz Deson göreceğiz. Şimdi beni biraz yalnız bırak. Yeni yapılan kılıcımı test etmek istiyorum sadece.”
“Pekâlâ lordum! Kâhin Deson her zaman hizmetinizde!”
***
Bir adam dağın üzerindeki bir taştan hızlıca atladı. Elindeki balta ile hızla ilerledi ve en sonunda aşağıya inene kadar devam etti. Sonunda yere bastığında hızlıca baltasını çekti ve ormana daldı. Taşlık olan ve üzerinde bir tane bile ağacın bulunmadığı dağın hemen kenarından başlayan bu orman, pek çok varlığa ev sahipliği yapmıştı.
Adam hızla ilerlerken ormanın içinden hırlamalar duydu. Bu hırlamalara aşikârdı ve pek önemsemedi en başta ancak zamanla baltasını kavrayıp dikkatlice ilerlemeye başladı. Adımlarını yavaşlattı ve etrafını inceleyerek devam etti yoluna. Gökyüzüne kadar çıkan ağaçlar, ışığın girmesini büyük ölçüde engellediği için zar zor gördüğü yoldan devam etmesi de zor oluyordu tabi. Ancak bir şekilde yerdeki dallara takılmadan ilerlemeyi başardı ve sonunda bir açıklığa ulaştı bu ormandaki.
Ormandaki bu açıklıkta taş bir masa duruyordu. Bu yuvarlak silindir masa, yere doğru hiçbir çıkıntısız veya girintisiz olarak pürüzsüz bir şekilde uzanıyordu. Güneşin ışığı çok ferah bir şekilde oraya yansırken, bir yandan da, ortasındaki delik ve içindeki aynalar ile masayı sanki alevlenmiş gibi bir ayna oyununa getiriyordu.
Bu masaya “Karar Masası” denirdi.
Batıdaki bu sisli kıtada, bu masaya ormanın bekçileri ve ormanın sakinlerinin birer üyesi gelir ve karşılıklı gereken kararlar verilirdi. Doğanın düzenlendiği yer burasıydı. Şimdi ise, bir dağ adamı tarafından keşfedilmişti.
“Amma da zorluymuş be yolu!” dedi adam ve sakalını sıvazlayıp taş masaya doğru ilerledi. Baltasını daha sıkıca kavradı ve hızlı bir hamleyle masaya vurdu. Masanın içinden çatlama ve kırılma sesleri geldi birden. Sonra bir sessizlik ortamı oluştu. Hırlamalar, çoğaldı ve en sonunda kendilerini gösterdiler.
Elleri baltalı Minatorlar, ormandan yavaşça çıkıp adama doğu ilerliyorlardı. Bu kutsal şeye zarar verilmemeliydi çünkü. Onla bunun cezasını bu adam verecekler ve adamın hayatını alacaklardı. Adam ise kaçmadı ve sert bakışlarını masadan kaldırıp adamlara yöneltti.
“Sizin gibi bin tanesiyle dövüştüm ben! Gelinde ne olacağını görün! Ben kara Seukh ormanındaki örümcekleri de gördüm be! Sizin gibi küçük yaratıklar bana vız gelir!”
İki buçuk metrelik boyuyla bir Minator, kükreyip, hızlıca atağa geçti ve ilerledi. Tek bir amacı vardı. O adama cezasını vermek!
Sonunda hızlıca baltasını savurdu ama adam o kadar hızlı bir şekilde hareket etti ki, yaşına göre inanılmaz denilecek bir şekilde hızlıca, baltası ile Minator’un kafasını kesti. Akan kanlar, çimleri yıkarken, o bağırdı.
“Başka isteyen varsa bekliyorum?”
O anda, yüzlerce Minator adama doğru atağa geçtiler…
Yorumlaaar

tatile gidiyorum bi 15 gün yokum o yüzde yorumlarınızın bol olmasını diliyorum arkadaşlar

Elinizi korkak alıştırmayın

=)
