Kayıt Ol

Aşk Konçertosu

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Aşk Konçertosu
« : 25 Eylül 2010, 01:48:02 »
Hani herkesin aşka dair benzetmeleri vardır ya; “Kuştur, uçar tutamazsın.”, “Böcektir, ezer kurtulamazsın.”, “Çiçektir, koparırsın, solmaktan kurtaramazsın.”, “Platoniktir, ağlar, kudurur, ulaşamazsın.”, “Ansızın bir deli çaydan içersin de, kanamazsın.” gibi. [*]cem karaca evet[/*]

Duygusal telleri titreten manevi piyanomun tuşlarıdır, yukarıda saydıklarım.
“Bana göre aşk” a gelince sevgili okuyucularım,
Yaz akşamında Rachmaninoff’dan üçüncü konçertoydu sanırım.

Madem buraya kadar okudunuz, sizden küçükçe bir ricam olacak;
Plağın narin iğnesini üçüncü konçertonun üzerine hafifçe bırakın,
Madem aşk, hayatın monotonluğunu ertelemek, işinizi gücünüzü de bırakın.
Geçmiş aşklarınızı düşünüp, arkanıza yaslanın,
Tasvip etmemekle beraber içiyorsanız bir dal da sigara yakın.
Bir de sonu çirkin güzel hikayeme bakın, ama sakın
Müziği unutmayın !


Derler ya, kadınlar önce kendileri için süslenirler. Büyük bir yalan bu. En azından, erkeksi düşünceme bir adet kadın şahidim var.
Erkek tarafı için amaç karizmatik görünmektir yahu. Eh, kısıtlı zihnimize göre bu durum kadın için de aynı olmalı diye düşünüyorum. Şahsen, evde tek başına, makyaj yapıpta oturan bir kadın görmedim henüz. :) Herkes birilerini etkilemek için güzel giyinir, hoş kokular sıkar diyerek önsözümü de bitiriyorum.

Efendim yazlık muhitteyiz, hoş bir temmuz akşamı. Bulunduğum yerin bir ada olmasından dolayı, yaz akşamları teninize deyen hafif meltem, günün boğucu sıcaklığını unutturuveriyor. Ama delikanlıyım ya, bana bir şey olmaz ya, şort-tişört-terlik modum sahile inince, kısa sürede, sevgilim olsa da sarılıp ısınsam moduna dönüşebiliyor.

Bir davet üzerine, duş alıp, sıcak bahanesiyle bizimkilerin tasvip etmeyen bakışları arasında ıslak saçlarımla evden dışarı çıkıyorum. Davet dediğime bakmayın, yazlık yerde ne daveti olacak, tabii ki de arkadaşlar tarafından sinema daveti. Dışarı çıkar çıkmaz belirli aralıklarla, bir metronom kusursuzluğunda hapşırmaya başlıyorum. Hem geç kaldığımdan, hem de hızlı yürürsem vücut ısım artar diyerekten, adımlarımı koşmanın bir kademe altındaki hıza yükseltiyorum. Tabii bu görüntüm bacağımın sakat olmasından dolayı aslan tarafından kovalanan yaralı bir ceylanı andırıyor.

Nihayet sinemanın önüne geldiğimde beni hoş bir kalabalık bekliyor. Zaten kalabalık olan arkadaş grubumuz, “kuzenim”, “kuzenim ve arkadaşı”, “lise arkadaşım” mazeretleriyle yirmi, yirmi beş kişiye varıyor. Biletlerin tükenmesi riskini almayarak arkadaşlarımla selamlaşmadan doğruca gişeye yöneliyorum. Gişede, kendine koca adayı aradığı için süslendiğini itiraf etmiş (demiştim :)) olan yakın arkadaşım Merve bilet almakla meşgul. Kuyrukta bekleyen insanlar gişeye yürüdüğüm için bana kızmasınlar amacıyla “Merve” diye bağırıyorum. “Telefonuna bak.” Merve dönüp gülümsüyor, her zamanki gibi ukala bir biçimde “Asıl sen bak.” diyor. Elimi cebime götürüyorken Merve’nin yanındaki kız dikkatimi çekiyor. Kız da gülümsediğine göre Merve’nin arkadaşı olduğunu tahmin ediyorum.

Beynim, “Bana da bilet almasını söylemiştim, muhtemelen onaylayan bir mesaj atmış olmalı.” diye düşünürken, kalbim narin piyanomun bütün duygu yüklü tellerine acımasızca vuruyor. Karnımdan başlayan derin soğukluk ellerime, ayaklarıma dalga dalga yayılıyor.

“İlk görüşte aşka inanıyor muyum?”,

“Evet, evet, evet kesinlikle inanıyorsun, sus şimdi.”


Kalbim beynime sessiz olmasını söylüyor. Merve, kalbimin beynimden daha hızlı çalıştığı o kutsal anlara şahit olmuş olacak ki, gülümsemesi daha da artıyor. Ben ise, bir eli hala cebinde telefonu arıyormuş gibi yaparak zaman kazanmaya çalışan, bir yandan sırıtmasına hakim olamayan, dışarıdan normal görünmeye uğraşan ama iç dünyasında fırtınalar kopan biri olarak, Merve’nin ve yanındaki kızın bana yaklaşmalarını izliyorum. Kalbim konçertonun en hareketli yerindeyken Merve elini uzatıp kolumu sıkıyor. Kahkaha atmanın eşiğine gelirken keyifle söze başıyor. “Tanıştırayım, kuzenim .......” Kızla gözgöze geliyoruz. Bir süre sonra kulak çınlamalarımın arasından, derinliklerden gelen ismimin söylendiğini duyuyorum. Kuzeni gülümsüyor, memnun olduğunu belirtmek adına elini uzatıyor. Gözümü kızdan ayırmadan boşlukta elini arıyorum. Merve’nin kolumu sıkan elinin yardımıyla tokalaşmayı başarıyoruz. Kış soğuğunda bile soba gibi olan elim, bu hareketli yaz gününde nedense buz kesiyor.

“Kıza belli mi ettim acaba?” diye söze başlayan beynim, kalbim tarafından son kez, sert bir şekilde uyarılıyor.

“Kapa çeneni, bu gece benim gecem! ”

Kalbim ve beynim iktidar savaşı verirken alana yavaş yavaş insanlar doluyor. Merve’ye “Bizden kimse gelmedi mi? ” diye soruyorum. Cevabını bildiğim halde gerginliğim geçsin diye acemice sorulmuş bir soru bu. Cevap gelmeyince arkamı dönüyorum, Merve’nin az önce durduğu yerde kuzeni duruyor. Arkaplanda ise gülmekten iki büklüm olmuş Merve, eliyle arkadaşlarıma beni gösteriyor, bir yandan da alaycı öpücükler yollayıp, diğer eliyle havaya kalpler çiziyor. Merve’nin bu şebekliğine gülmeden edemiyorum. Kuzeni neye güldüğümü görmek için arkasını dönüyor.
“Ah işte oradalar.” diye bağırıp, Merve’nin havaya çizdiği kalpleri kızın görmemiş olmasını umuyorum.
Dar koridorda “Önden buyurun.” diyerek centilmenliğimi konuşturuyorum, tabi asıl amacım kız bana bakmıyorken kendimi toparlayabilmek. Hemen arkasından takip ediyorken, uzun saçlarından burnuma, cennetten bir çiçek bahçesini andıran kokular geliyor. Tabii kokular kendimi toparlayamadan daha beter dağılmama sebep oluyor. Ayaklarımı güç bela sürüyerek Burak’ın yanına geliyorum. Bu sefer ustaca tokalaştıktan sonra kulağına, Merve’nin kuzeni hakkında ilan-ı aşkta bulunuyorum. Burak aniden kafasını kaldırıp “Merve, yanıma gelsene sana geçen akşamki olayı anlatayım.” diyerek bir şeyler zırvalıyor, abartılı bir de göz kırpması gönderiyor. Amacı Merve’yi yanına çağırarak Merve ile kızın arasına beni oturtmak. İşbirlikçi Merve durumu anında kavrayıp “Zevkle Burakcığım” diyerek sırtıma şaplakla teşvik eşliğinde bir kez daha kuzeniyle beni yalnız bırakıyor.

Boş kalan sandalyeye el mahkum oturuyoruz. Sıkıntıyla etrafıma göz gezdirmeye başlıyorum. Kızla konuşsam sesim hangi perdeden çıkacak bilmediğim için kalbimin yavaşlamasını bekliyorum. Soluma baktığımda, Merve’nin sandalyesinde tamamen bana arkasını dönmüş, Burakla derin sohbete dalmış numarası yaparak bize kulak kesildiğini görüyorum. Yani kısaca Merve'den "sırt çevirmek" deyiminin uygulamalı açıklamasını görüyorum. Sol tarafımda Merve’nin sırtından bir duvar olduğundan ve benim o duvarı seyretmek gibi bir fantezim olmadığından mecburen sağa dönüyorum. Kulağıma gelen ani hışırtıdan ve kızın önüne bakarak dik oturmasından az önce aynı doğrultuya baktığımızı kestiriyorum. Bu sefer zaman kazanma sırası kızda olacak ki, “Hangi film oynuyormuş, biliyor musun? ” gibi cevabı herkesçe bilinen bir soru sorarak gülümsememe sebep oluyor.

“The Shine”

Beynimi devreye sokuyor, ünlü bir piyanistin –David Helfgott- hayat hikayesi diyerek bildiklerimi anlatmaya başlıyorum. Rachmaninoff’un üçüncü konçertosunu hatasız çalan sayılı piyanistlerden diyip hafızasına sağlam bir de spoiler kazandırıyorum.

Film başlıyor. Karşıdan yüzüme vuran spotlar kapanıyor nihayet. Işıktan nefret ediyorum, zaten yüzüm yanıyor. Karanlıkta rahatlamanın etkisiyle yüzüme hücum etmiş olan kan, yavaş yavaş ellerime ve ayaklarıma yayılarak, beni “kangren olmuş” görüntümden kurtarıyor.

Filmin ortalarına doğru hafif rüzgar, ara ara şiddetlenerek, tepemizdeki çınar ağacını dans ettiriyor, benimse ıslak saç köklerimi donduruyor. Bunun doğal bir sonucu olarak tekrar hapşırmaya başlıyorum. İlk başta yirmi otuz kişi “Çok yaşa” diyor. Ben Guinness’in dikkatini çekmeye başladıkça, rekor hapşırıklarımdan sıkılanların arasına, ağzımı eliyle sıkı sıkı kapatan Merve de ekleniyor. Sağımda ise hayatımın potansiyel aşkı sabırla, sıkılmadan “İyi yaşa” diyor. Tatlı tatlı “Hepbirlikte! ” diyorum.
Sonra Merve’nin, nefes alamadığım için işe yarayan bu hareketine gülmeye başlıyoruz. Gülmemiz geçince kız kulağıma eğilip “Hırkamı verebilirim.” diyor. Hırkasına ilk defa göz attığımda kızın aşırı güzel giyindiğini farkediyorum. Sonra gözlerim kendi kıyafetime kayıyor, utanıyorum. Yanında güzel bir kızla geleceğini haber vermeyen Merve’yi tokatlayacağım anın huzurunu düşünerek kendimi rahatlatıyorum. Kızın teklifi, beynimde başka şeyleri kurcaladığım için havada kalıyor. Bir kendisine bir de kendime baktığımı gören kız “Bu hırkadan sana sanırım sekiz on tane anca yeter” diyerek ortamı daha da yumuşatmanın ötesine geçip, kıvama gelmiş gülme sinirlerimizi tetikleyerek, hem kendisini hem de beni kahkahaya boğuyor. Sessiz ortamda gülmemeye çalışmanın zorluğunu farkedip dışarı çıkmak için ayağa kalıyoruz. Aralarından iki gürültü makinesi ayrılacağından, ayağa kalkıp filmi bölmemiz seyircilerin pek de umurlarında değil.

Nefes nefese dışarı çıkıyoruz. İstemsiz gülüşlerimizin arasından fırsat bulup, kıza “Bu hırkaya başka neler ekleyebiliriz, bir bakalım” gibi bir şeyler söyleyip, yoldan geçenlerin hırkalarına abartılı şekilde göz dikmem, bizi gülmenin doruk noktalarına ulaştırıyor.

Ortalık durulduğunda kaldırıma oturuyoruz. Tekrar sinemaya giripte bu anı bozmak aklımın ucundan bile geçmiyor. Zaten açık hava sineması, film de müzikal tarzda olduğundan içeri girmeye çok da lüzum yok. Platonik olduğunu düşündüğüm aşkımı açıklığa kavuşturmanın merakıyla ve arkaplandan gelen piyano sesinin gazıyla deli cesaretimi kullanarak kıza kendisinden çok hoşlandığımı söylüyorum. Gözlerim kızaran bir yüz, kulaklarımsa kem-küm duymayı beklerken, aradan sıyrılan dudaklarım muhteşem ödülünü alıyor. Beynim “o an”ın etkisiyle duyularını kontrol etmeyi bırakıp sadece kendi aldığı zevkle meşgul oluyor. Kalbim bile yerinde değil, atardamardan fırlayıp bütün vücudumu turluyor, kılcal damarlarıma bile girerek sevinç içinde aşık olduğunu haykırıyor, adeta konçertonun her notasını tüm hücrelerime tek tek işliyor...

Ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyorum. Telefonuma gelen mesaj hala dünyada olduğumu bana hatırlatıyor. Aşkımı bir kez daha öpüp elimi cebime götürüyorum. “2 mesaj alındı.” Biri Burak’tan “Bu ne hız oğlum, nerdesiniz? ” diğeri Merve’nin bilet gişesinde bakmamı söylediği eski mesajı: “Hızlı gel, nerdesin? ” Merve’nin tekil olan mesajı, ruhumun kayıp eşini bulmasıyla, Burak’ın çoğul mesajına dönüşüyor. Bu hoş tesadüf aslında her şeyi açıklıyor. “Aşk insanı tamamlar, gerekli hıza da ulaştırır.” :D

Hem yazı fazla uzadığından, hem de bu kısım beni üzdüğünden son kısmı hızlı geçeceğim.

Temmuz-Ağustos-Eylül derken, ilişkimizi sonlandıran bir haberle yıkılıyorum. Müstakbel kayınvalidem, müstakbel kayınpederimden boşanmış, kızını da yanına alıp Fransa’ya gidiyor.
Kendisinden bir daha haber alınamıyor.

Bu haberi bana aşık olduğum kız değil de kuzeni Merve veriyor. “Üzülmemek için veda etmedi.”, “Seni hala seviyor, perişan oldu kız.” gibi tesellilerle beni daha çok üzüyor ama bir yandan da aklımı yitirmeme engel oluyor. Peki ya kalbim? Kalbim olmadan aklımın ne önemi var ki? Derin düşüncelerimi Merve tekrar bölüyor, bana dönüp “Biliyor musun o gün kuzenim seni iskeleden eve giderken görmüştü, sinemaya gelecek mi diye bana sorduğunda, gelecek tabii demiştim. O gün o yüzden o kadar şık giyinmişti.” diyor. Merveden susmasını rica edip o ana kadar tuttuğum gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, içten içe eriyorum. Teselli etmenin yollarını arayan Merve eliyle gözyaşlarımı silerek sıkı sıkı sarılıyor “Kardeşim” diyor.

Bana da geriye müstakbel kayınvalidemin narin piyanomdan tek celsede kopardığı bütün telleri tamir etmek kalıyor...

Çevrimdışı Nirnaeth

  • ***
  • 848
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk Konçertosu
« Yanıtla #1 : 26 Eylül 2010, 00:38:14 »
Eheh, çok güzel, hoş bir öykü. Hoş dediysem yaşanan olay değil tabii ki, kullandığın dil, sözlerin, olayı ele alışın. Aşkı müzikle birleştirmen özellikle hoşuma gitti, en sevdiğim kısmı buydu diyebilirim. Hüzünlü bitmiş ama biraz hüzün olmadan da aşk olmuyor ki. Biraz huzur biraz hüzün, biraz kahkaha biraz gözyaşı. Karışık bir şey aşk.

Neyse, uzattım. Güzel olmuş, hoşuma gitti. Başka varsa böyle yazılar -ki eminim vardır- okumak isterim :)

Not: Üçüncü konçerto nefismiş. Bilmiyordum, ona da ayrı bir bayıldım :)

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk Konçertosu
« Yanıtla #2 : 27 Eylül 2010, 02:36:17 »
Teşekkür ederim, her şey zaten o üçüncü konçertonun başının altından çıktı.

5-6 yıl geçmiş olmasına rağmen etkisi hala geçmemiş olacak ki, güzel anlatabilmişim. Beğenmene sevindim. :)

"The Shine"ın marifeti, film raflarımı karıştırırken karşıma çıktı aniden. Oturup tekrar izledim, hazır hüzünlüyken bu yazıyı yazayım dedim.

Genel Not: Yazıda yazdıklarım haricinde açıklama yapmaktan hoşlanmıyorum. Söylemek istediklerim vardı, yazının altına not düşmek yazının atmosferini bozardı. Bu mesajı o yüzden yazdım. Sadece teşekkür etmek de gereksiz olacağından, buraya başka yazı yazmayacağım. Teşekkürü özel mesajdan da edebilirim. Anlayışınız için teşekkür ederim.

Çevrimdışı Hurin

  • ****
  • 1478
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk Konçertosu
« Yanıtla #3 : 27 Eylül 2010, 03:17:20 »
Şimdi bu yazı için ya hakkını vererek uzun uzun bir eleştiri yazmak gerekir yada susup bir kenara çekilmek gerekir. Ben kenardan saygıyla selamlamayı seçiyorum sadece. Çünkü ne kadar güzel şeyler söylemek istesemde kifayetsiz kalacak sözler havada uçacak. Düşüncene sağlık diyeyim burda bitireyim.
Lacho Calad!, Drego Morn!
Flame Light! Flee Night!

Çevrimdışı Deadman107

  • **
  • 347
  • Rom: 3
  • ---AmOrTeNtİa---
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk Konçertosu
« Yanıtla #4 : 27 Eylül 2010, 11:41:25 »
Clorus, bu güzel yazınla yer yer beni güldürdün, hecanlandırdın, 'hadi be! Bu kadarıda olmaz' dedirttin.

Gerçek yaşanmış hikayeleri birinci ağızdan dinlemeyi çok severim. Tabi başlangıçta herşeyin güzel olduğu bu hikayenin sonunun kötü bitmesi beni baya bir üzdü. Bazen hayatın insana ne getireceği ne götüreceği belli olmuyor. Bu çok kötü bir durum.

Hurin'inde dediği gibi ;

Şimdi bu yazı için ya hakkını vererek uzun uzun bir eleştiri yazmak gerekir yada susup bir kenara çekilmek gerekir. Ben kenardan saygıyla selamlamayı seçiyorum sadece. Çünkü ne kadar güzel şeyler söylemek istesemde kifayetsiz kalacak sözler havada uçacak. Düşüncene sağlık diyeyim burda bitireyim.
Güneş doğacak, açacak çiçek...

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk Konçertosu
« Yanıtla #5 : 27 Eylül 2010, 14:10:33 »
Yalnızca bir şekilde ifade etme ihtiyacı duyduğum için yazıyorum bu yorumu; herşeyiyle bugüne kadar okuduğum en duygu yüklü yazılardan biri. Sizi yazınız için, Hurin'i yapılabilecek en uygun yorumu bizler için de yaptığı için saygıyla selamlıyorum.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk Konçertosu
« Yanıtla #6 : 27 Eylül 2010, 23:42:50 »
Aslında yorum yapmayacaktım. Ama bazı nedenlerden ötürü [*]yazarımız biliyor[/*], yazmamın daha iyi olacağına karar verdim.

Yorum yapmayacaktım çünkü benden önce herkesin dediği gibi yorum yapılması çok zor bir öykü. Öykü demem bir kurguyu ifade etmiyor ki, bu daha da zorlaştırıyor her şeyi.

Öncelikle yazınızı müzik ile okumadım. Kelimelerinize sevinci ve hüznü, heyecan ile karmaşayı katışınızı müziğin etkisi olmadan sizden dinlemek istedim. Çünkü müzikler insanın ruh haline yön verir. Ben zihnime yön vermeyi yazara bırakmayı tercih ettim. Çok da iyi yapmışım.

Açıkçası kelimelerinize yüklediğiniz anlamlar, sevinçli olduğunuz anlarda okuyucuyu da o sevince dahil etmeniz, üzülünce üzmeniz ve heyecanlanınca okuyucuyu saran bir telaş yaratmanız takdire değer. Gerçekten samimi ve bir o kadar da güçlü bir anlatımdı. Sizden okuduğum en iyi yazı buydu kesinlikle.

Olayın gerçekliğine gelecek olursak, telaşlı, romantik ama sonunda bir kelebeğin ömrü gibi kısa ve hüzünlü olan bu yazı beni çok etkiledi. Bunu da anlatım tarzınıza borçluyum. Ancak olayın gerçekliğinde bir de eleştirim olacak, bu hikayede uğruna bunca şey yazılmış bu önemli bayan bir veda etmeliydi. İnsan sevdiğine kendi söylemeli. Söylemese bile böyle bitmemeli... Hanımefendiye biraz kızdım bu konuda. Yanlış buldum davranışını. Gidiyor olması, size verdiği değer karşılığında onun dudakların dökülmeliydi. Evet, belki zehirli bir hançer gibi karşısındakinin kalbine saplanacaktı ama... İşte öyle :)