Kayıt Ol

Aşk ve Pencere

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Aşk ve Pencere
« : 20 Ocak 2012, 00:59:30 »
 Havanın soğuğuna aldırmadan kaldırıma oturan bir genç vardı. Kaldırım taşının tam karşısında diğer Nizip apartmanları gibi, vakti geldiğinde damından salçası, balkon demirlerinden kuru dolmalıkları eksik olmayan bir bina ve bu binanın dördüncü katında, şu bahsi geçen kaldırım taşının soğuğuna katlanılmasının tek sebebi yer alıyordu.
 
Bu binanın dördüncü katında, her sabah saat yediyi dört geçe okul servisinin dördüncü koltuğuna oturan, lise dördüncü sınıfa giden bir kız vardı.
 
 Beşinci kaldırım taşının, beş derece soğuğunda, beş adam boyu gölgesi olan, dördüncü kattaki kıza beş yıldır yanık olan genç oturuyordu.
 
Doksanlı yıllardan kalma ir adet sokak lambası, birkaç sokak köpeği vardı.  Sokak lambası göz mü kırpıyordu, oğlanın gitmesi için küfür mü ediyordu bilinmez ama konu aşk olunca, sokak köpeği insana sevgi kelebeği gibi görünürdü. Oğlanın oturduğu kaldırımdan dört, bilemedin beş metre ötede bir fırın vardı ki bu saatlerde ahali eline tepsisini alır, yemeğini fırında pişirtmeye gelirdi. Lahmacunların, tepsi yemeklerinin kokusu rüzgarda birbirine karışa karışa oğlanın burnundan girip, midesindeki boşluğu bir levyeyle ikiye ayırırcasına guruldatıyordu.
 
Hiçbir şeye aldırmadan, üşümüş, kızarmış ellerini ceplerinden çıkardı. Bir elinde kalem, bir elinde de buruşuk bir not defteri vardı. Tükenmez kalemle süslenmiş karton kapağında, zamanla yıpranan "Şiir Defteri" sözcükleri zar zor seçiliyordu. Özensizce yazılmış, hata yapılan yerleri hunharca karalanmış sayfaları birer birer geçti boş bir sayfa bulana kadar. Kalemini çenesine dayadı uygun sözcük aklına gelene kadar ve gözlerini dördüncü kata dikti sevdiği balkona çıkana kadar. Onu sevmeyen sevdiği, gölgesine bile muhtaç olduğu sevdiği. Gölge... Gölgeler... Sokaktan geçenlerin gölgeleri... İşte bu! İlham denilen şey bu kadar basitti aslında, çenesinden çekti kalemi, deftere dökmeye başladı içindeki bütün elemi.
 
Her köşe başında cisimsiz gölgeler,
Sahibinden çekinilen, senden düşmeyen gölgeler
Anlamaya cesaretim yok, sahibini gölgenin,
Ne diye kafamı kaldırıp yerden, başkalarını göreyim,
Bu, senin gölgeni izliyor olma ihtimalim...

Şiirine başlık koymamıştı. Hiçbir şiirinde de başlık olmazdı. "Başlığı aha karşımda!" derdi kendi kendine. Bütün şiirlerini bu kendisine kin güttüğü besbelli olan sokak lambasının altında; balkona, pencereye bir kez olsun çıkmayan sevdiğinin evinin önünde yazardı. Fırın, gencin sağ tarafında kalıyordu, sol tarafında ise belediyenin çöp tenekelerinden bir çift duruyordu. Meçhul birisi, meçhul bir sebepten ateşe vermişti onları; rüzgar vurdukça küller uçuşuyordu. Genç hiçbirine aldırmadı, ne rüzgara ne soğuğa ne de lambaya.
 
Lamba, lamba, lamba... Bu gece kafasına neden bu kadar takılmıştı bu huysuz ışık? Etrafında uçuşan böcekler bile daha dikkat çekiciydi sanki. Bu lambanın ışığı altında olan olayları düşündü. İhtimal, direğinin dibinde bu kadar uzun oturan tek kişi kendisiydi. Hiç ilginç bir olaya rastlamamıştı, sadece mahalle sesleri.
 
Evet, mahalle sesleri. O kaldırım taşında uzun süre oturduğu zaman duyduğu sesleri böyle adlandırıyordu işte. Genelde de bir kadına, muhtemelen evin annesine ait olurdu bu sesler. Şu sıralarda evin beyi ya da oğlu fırından yemeği alıp eve gelmiş olurdu.
 
"Ayşe, sofrayı silkele kızım!"
"Arif, balkondan turşu çıkarıver!"
"Akşam ezanı okunmadan evvel evde olacaksın demedim mi sana? Nerede benim terliğim!"
 
İkindi vakti yağmur yağmıştı, toprak hâlâ o aşk kokusunu kaybetmemişti. Gözlerini mahalle sesleri eşliğinde balkona dikti. Küçük bir çocuk balkona çıktı, elinde plastik bir su şişesi vardı. 'Kardeşi...' diye düşündü. "Elif'in kardeşi."
 
Gencin bir kulağında bir kulaklık vardı. Cebindeki müzikçalarında her türlü şarkı kayıtlıydı. Sarı Gelin türküsünden, Metallica albümlerine kadar çok geniş yelpazede şarkılarla doluydu. 'Karışık Çal' seçeneği her daim aktif olduğundan, kulaklık kendisine hangi müziği sunarsa onu dinliyordu. O sırada bir şarkı bitmiş, diğeri başlıyordu. Yusuf Islam/Cat Stevens - Thinking 'Bout You.Şu an dinlediği kısmın, şarkının başının Türkçesi 'Ellerini tuttuğumda, seninle birlikte milyarlarca mil öteye gidebilirim..." gibi bir şeydi.  Onun ellerini hiç tutmamıştı.
 
When I hold your hand I could fly a zillion miles with you.

Küçük kız, nereden aklına estiyse, bu saatte balkondaki çiçekleri sulamaya çıkmıştı. Elindeki şişeyi saksıların üzerinde dolaştırıyor, hızla döktüğü suyun etrafa çamurlar saçmasını umursamıyordu. Sonra bir ses duyuldu, fakat sesin sahibi görünmüyordu.Genç, kulaklığı kulağından çıkarmayı akıl etse de, müziğin bu ana çok uygun olacağını düşündü. Bu saatte sesleri duymak çok kolaydı, herkes evine çekilmiş akşam çaylarını içiyor, yahut yemek yiyorken, bütün arabalar park etmiş, herkes evindeyken ortalıkta fazla gürültü olması düşünülemezdi.
 
"Sümeyye!" diye bir ses duyuldu önce. Sonra balkona bir melek çıktı sanki. Esmerliği akşam karanlığında daha anlamlı, siyah saçlar toplanmış, koyu renk bir hırka almış sırtına...
 
 Kaldırımda oturan genç, ağzı bir karış açık bakarken, kulağındaki şarkı devam ediyordu. Sözleri anlamıyordu, sadece birkaç cümlenin anlamından haberdardı ama melodi hoşuna gittiği için dinliyordu.
 
Elif'i anlamıyordu, gözleri büyüleyiciydi  ve onu ne için sevdiğini kendisi de bilmiyordu.
 
"Bu soğukta balkonda ne işin var! Üşüteceksin yine yataklara düşeceksin de sana kim bakacak sonra? Ben mi? Geç içeri hadi geç ablacım geç güzelim..."
 
Sümeyye sarı saçlı, küçük, şeker bir kızdı. Balkon demirlerine yapıştı. "Gitmiycem işte, hepsini sulamadan olmaz!" diye diretmeye başladı. Ablası tatlı sözle yola gelmeyeceğini anlayan kardeşine bağırmaya hazırlanıyordu ki sokak lambası sönük kalmaktan sıkıldı, ışık verdi. Sümeyye "Aaaa... Abla bak!.." dedi. Kaldırımda oturan çocuğa bakıyordu. "O deli yine gelmiş!"
 
Deli mi? Elif şimdiye kadar hiç balkona çıkmamıştı. Gencin aşağıda, beş yıldır her fırsatta gelip oturduğu kaldırım taşında bekleyen gözleri bir kez olsun balkonda görmemişti onu. Fakat Sümeyye kah sofra silkelemek, kâh can sıkıntısından, geçen arabaları izlemek için hep çıkardı balkona. Bazen uzun uzun gence bakar, sonra içeri girerdi. Böyle durumlarda genç, kalkar giderdi. Bunca yıllık göz göze gelmişliğin ardından, tahminen sekiz yaşında olan bu çocuk tarafından, hayatının aşkına "Deli" olarak tanıtılmak adalet miydi şimdi?
 
Elif, bir elinde defter, bir elinde kalemle, uzun bir mont giymiş, yolun karşısında duran kıvırcık saçlı çocuğa baktı. Deli değil, Yusuf'tu bu.
 
Sümeyye, arkasında duran ablasından bulduğu güçle bağırdı. "Deliii, deliii, kulakları küpeli!"
 
 Yusuf yerin dibine girmişti.
 
"Aaablaa gitsin buradan bu! Pis deli!" Elif daha ne olduğunu bile anlayamadan, Sümeyye balkondaki patates çuvalından bir patates alıp Yusuf'a doğru fırlattı. Çelimsiz çocuğun attığı patates yolun ortasına bile ulaşamadı. Bu akşam sessizliğinde komşu kızının bağırdığını duyan ahali balkonlara, pencerelere çıkmış, 'mahalle sesleri' kesilmişti. Yusuf daha fazla rezil olmayı göze alamayacaktı, üstelik Elif de Sümeyye'yi kucağına alıp içeri girmişti. Böyle mi olacaktı aşkını bu balkonda görüşü?  Ayağa kalktı,elindeki defter-kalemi cebine özensizce koydu, fırına doğru yürümeye başladı. Bir kulağı hâlâ boştu ve balkonlardaki fısıltıları duyuyordu. "Kimmiş bu çocuk, ne demiş? Deli miymiş? Geçen de gördüydüm ben bunu, yine orda  oturmuş bir şeyler karalıyordu, deli galiba." fısıltılarını daha fazla duymak istemiyordu. Boynundan sarkan, boştaki kulaklığı da kulağına taktı. Şimdi ikisini birden takmış, dışarıdaki sesleri kesmişti. Sadece, artık sonu gelen şarkıyı duyuyordu. 
 
Whatever they say, whatever they do
I'll always love you...

Sıradaki şarkıya geçmeden önce yalnızca birkaç saniyelik sessizlik oldu.
 
Muhammed Alperen İmamoğulları
May the force, be with you.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #1 : 20 Ocak 2012, 12:39:25 »
Güzel bir hikayeydi küçük bir yer haricinde artık kelime tekrarlarını yapmadığını görüyorum. Güzel bir hikayeydi çünkü mekanı, mahalleyi ve insanları detaylı bir şekilde anlattıktan sonra sıradanmış gibi görünen bir olayı anlatmayı başarmıştı. Yine de hikayede eksik olan umuttu kanımca. Çocuktan bahsetmiyorum. Kardeşini içeri çeken kızın yaptığı masum bir hareketi çocuğun yanlış yorumlaması gibi birşeyler olabilirdi. Ama bu haliyle de gayet güzel olmuş. Ayrıca diyaloglarda hele ki küçük kızın konuşmalarında hiç yapaylık yoktu ki bir erkek yazar için küçük bir kızı canlandırmak biraz zordur. Ellerine sağlık.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #2 : 21 Ocak 2012, 00:00:26 »
Denge'nin yazarından yorum almak güzel.

O eksik umudu ben de fark ettim ve kendi kendime 'acaba nasıl biterdi?' diye sormayı bıraktığım an, oturup yazdığım alternatif sonu okuduğum andı. Gerçekten, bu halinin en iyisi olduğunu düşünüyorum. Bazen belirsiz olması daha iyi hissettiriyor sanırım.

Teşekkürler, uzun zamandır bir şeyler yazmamıştım, unutulmuş olma kaygım da yıkıldı böylelikle. :)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #3 : 21 Ocak 2012, 20:15:20 »
Kalemine sağlık. Çok beğendim. Gerçekten çok beğendim. Biçimbilimsel anlatım kullanmış olman özellikle hoşuma gitti. Daha en başta:

Bu binanın dördüncü katında, her sabah saat yediyi dört geçe okul servisinin dördüncü koltuğuna oturan, lise dördüncü sınıfa giden bir kız vardı.
 
 Beşinci kaldırım taşının, beş derece soğuğunda, beş adam boyu gölgesi olan, dördüncü kattaki kıza beş yıldır yanık olan genç oturuyordu.

kısmını okuyunca bir saniye durdum. Monitörün karşısında dikleşip daha dikkatle okumaya başladım. Farkettim ki karşımda aklına bir "fikir" gelen bir anlatıcı değil de yaptığı şeyin bir sanat olduğunu bilen, estetik kaygıları olan biri var. Helal olsun, öykünün sonuna kadar da keyifle okudum.

Galiba uzam betimlemelerinde kendi yaşadığın yer ya da benzer bir çevre kullanmışsın, ya da öyle yapmayıp her ne yaptıysan da iyi ki yapmışsın; zira çok işe yaramış. O bina, sokak lambası, çöp tenekeleri vs. öykünün geçtiği o aslında çok dar olan "tek" mekanı çok açık kazıdın zihnime.

Özellikle müzik olarak Sarı gelin'den Metallica'ya dinliyor olması, ve sonra öyküye koymak için onların tam ortasında Cat Stevens'ı seçmiş olman çok hoşuma gitti. Kaldı ki, anladığım kadarıyla bize betimlediğin çevre, atmosfer, yapı biraz daha geleneksel olmasına rağmen oğlanın aşkı hiç de öyle değil, o oldukça modern bir aşk. Bu da çok güzel. Bir yanda oğlanın kulaklıklarıyla, şarkılar dinleyerek şiirler yazarak kızı düşünüyor olması, diğer yanda sofraya turşu isteyen bir baba, çok geleneksel bir aile ortamı.

Diyaloglar çok doğaldı, hiç göze batan bir şey yoktu. Bir ara Sümeyye-Elif balkon olayının tam başında kafam karıştı neler oluyor anlamadım; ama hem çok kısa sürdü bu, hem de pekala senin anlatımından çok benim anlayamayışımdan olabilir.

İki olumsuz eleştirim olacak; ama bence onlar da küçük şeyler. Hani aslında herhangi bir antolojide, kitapta, dergide görüp de severek okuyacağım bir öyküye sadece biri illa "nasıl daha güzel olabilirdi?" diye sorarsa vereceğim zorlama cevaplar gibi. O yüzden bunları umursamasan da olur.

Birincisi, oğlanın sonda o stres oluşu, o durumda 5 yıllık aşkıyla kafasında canlandırdığı ideal ortamdan çok farklı şekilde karşılaşması, oradaki o yükselme her ne kadar çok sevmiş olsam da biraz daha büyük, daha geniş olabilirmiş. Oğlanın kendine, kız kardeşe, mahalleye, müzik çalarına hatta Cat Stevens'a kadar kızmasını istedim ben okurken biraz.

İkincisi de, öykünün adı daha farklı, alışılmadık olsa benim daha çok hoşuma giderdi. Bunun nedeni de bu kadar güzel bir öyküyü bu zamanda okumamın tek nedeni başlığının ilgimi çekmemiş olması. Daha ticari bir kaygı yani anlayacağın.

Tebrikler vallahi. Umarım en kötü öykün bunun gibi olur. Merakla bekliyorum yeni öykülerini.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #4 : 21 Ocak 2012, 20:51:12 »
Fiddler,

Her şeyden önce uzun bir yorum görmek sevindirici. Üstelik içi boş da değil. Beğenmenize gerçekten çok sevindim, üstelik en çok korkarak yazdığım yerleri beğendiğinizi söylemeniz benim için çok iyi oldu doğrusu.

Eleştirilerinizle ilgili:

Birincisi, evet belki Yusuf çok sinirlenmeliydi, Çöp kutusuna tekme savurabilir, en azından giderken yerde gördüğü bir taşa vurarak stresini duşa vurmalıydı. Fakat o an gerçekten sinirleneceği an olmamalı diye düşündüm. Çünkü karakterimiz anında sinirlenen birisi değil, hatta korkak birisi. Beş yıl bir kızı sevip elde edemediği için kendinden nefret eden bir insanın yapacağı şey bence olay olur olmaz sinirlenmek değil de, eve gidip aynaya bakınca kendisine küfretmek olur. Tabii ki yanlış düşünüyor olabilirim. :)

İkincisine gelince, sanırım en zor şey başlık bulmak. Öyküyü yazmaktan daha çok vakit alıyor ve çoğu zaman sırf başlık koyulmuş olsun diye koyuyorum genelde. Bundan sonraki öykülerimde daha ilgi çekici başlıklar deneyeceğim.

Okuduğunuz, eleştirdiğiniz, zaman ayırdığınız için çok teşekkürler. :)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #5 : 21 Ocak 2012, 20:58:51 »
evet belki Yusuf çok sinirlenmeliydi, Çöp kutusuna tekme savurabilir, en azından giderken yerde gördüğü bir taşa vurarak stresini duşa vurmalıydı. Fakat o an gerçekten sinirleneceği an olmamalı diye düşündüm. Çünkü karakterimiz anında sinirlenen birisi değil, hatta korkak birisi. Beş yıl bir kızı sevip elde edemediği için kendinden nefret eden bir insanın yapacağı şey bence olay olur olmaz sinirlenmek değil de, eve gidip aynaya bakınca kendisine küfretmek olur. Tabii ki yanlış düşünüyor olabilirim. :)

Beni ikna ettin. Gerçekten de senin söylediğin şekilde sinirlenmesi bu karaktere daha çok uyuyor gibi geldi şimdi sen söyleyince; ama ben de o zaman şımarık okuyucu şapkamı takıyor ve diyorum ki;

"Ah keşke eve gidip o kendine kızdığı kısmı da görebilseydik!"
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #6 : 21 Ocak 2012, 21:18:23 »
Şımarık yazar kazağımı giyip;
 "Öyle olsaydı ertesi gün okulda neler olduğunu merak etmeyecek miydiniz bu sefer?" diyorum. Sonu gelmiyor ki, Kurtlar Vadisi olsun istemeyiz. :)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Aşk ve Pencere
« Yanıtla #7 : 21 Ocak 2012, 21:44:46 »
Yok yahu demek istediğim ben okuyucu olarak karakterin o katarsisini görmek istedim. Bu ister o sırada sokakta, ister sonra evde ayna önünde olsun, ister 17 yıl sonra adam Dışişleri Bakanlığı'nda üçüncü zorunlu 2 yıllık yurtdışı görevini Taşkent'te falan bir yerde yaparken olsun.

Yine de tabii ilk söylediğim şeye dönüyorum ki bu şekilde de sonu fazlasıyla tatmin etti. Tekrar eline sağlık.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..