Kayıt Ol

Baş Kaldırış [2/3]

Çevrimdışı Paul Gray

  • *
  • 3
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Baş Kaldırış [2/3]
« : 02 Ağustos 2012, 17:28:41 »
 Merhabalar. Bu siteye bir arkadaşımın tavsiyesi ile geldim. Daha önce sadece 1 forumda yayınladığım bir hikayeyi paylaşmak istiyorum...

----


BAŞ KALDIRIŞ

İki seçeneğiniz var önünüzde.. Ya pes edip köpek gibi yaşamak ya da köpek gibi mücadele edip masum insanları yaşatmak..

Karşınızda güçlü bir devlet.. Ya siz? 3-5 kişisiniz. Ama, ama yüreğiniz var. Savaşmaz mıydınız? Özgürlük denilen içeceği kana kana içmek sizin de hakkınız değil miydi?

Birbirinden farklı 5 insan.. Biri ücra bir köyden kopup gelmiş.. Biri gökdelenler arasında süren yoğun hayatından.. Biri gece diskolarından.. Bazıları yıllardır zorunlu olarak yaşadığı hayatından..

Çatışma. Evet çok basit. ÖLDÜRECEKSİN. Peki neden? Masumlar için.. Geyiğin yaşayabilmesi için tilkilerin aslanı öldürmesi gibiydi bu koşuşturmaca.

BÜYÜK BİR SAVAŞIN SON TIRNAK İZLERİYDİ BU BEŞ ADAM.

Acan Ayyıldız ve Eren Yetik sunar...



BÖLÜM -I-


’…ve savaşın gerektirdiği maddiyatı ülke ekonomisi daha fazla kaldıramayacağı için III. Dünya Savaşından çekiliyor İngiliz ve Amerikan amirlerinin adaletli kol..’’

‘’Lanet olsun! Kapa şu radyoyu!’’ diye bağırdı Acvilement. Siyah, uzun saçları ve çenesinde bulunan keçi sakalı ile ekibin en yakışıklı çocuğuydu. Siyah gözlerinde korkudan bir parça bile göremezdiniz. Bir köşede sıkışmış çaresizce bekliyordu o da diğerleri gibi. Yapacak hiçbir şeyi yoktu onun daha doğrusu onların. Bir süre sessizce oturdular. Sonra karşısında oturan Reance rehavetle ayağa kalktı. Herkes gözlerini ona dikmişti. Reance göz gezdirdi bu küçük mağaraya .‘’Evet..’’ diye başlayacaktı kalın sesi ile Reance ama Edviner köşesinde inledi ‘’Ah Ace! Çek şu koca patilerini götümden!’’. Hafif bir tebessüm oluşturdu bu söz suratlarda. Heyecan dolu bekleyiş 3 saniye daha uzamıştı bu hareketle. En uçta oturan 1.90’lık boyuyla mağaraya zor sığan Perkinsen girdi araya elin kaldırarak ‘’Devam et dostum.’’ dedi Reance’e. Ekibin en ağır adamıydı Perkinsen. 25 yaşında olmasına rağmen 50 yaşındaki bir adamın olgunluğuna sahipti. Sarı saçları ve mavi gözleri her ne kadar dışarıdan bakanlar için şirin bir izlenim verse de o içindeki acılarla savaşıyordu. Reance öksürdü ve devam etti :‘’ Evet… Şu an götümüzü bile zor sığdırdığımız bir mağaradayız. Ama çocuklar gün bizim günümüzdür. Biz burada acı çekiyorsak milyonlarca kişi içindir bu!...’’ ‘’Siktir oradan!’’ diye sözünü kesti Ace. Bu onun Edviner’dan yumruk yemesine neden olmuştu. Ne diye böyle bir küfür etmişti ki? Edviner gerçekten sinirlenmişti bir nefes aldı ‘’Ace! Burası her gece takıldığın disko değil. Öleceğiz ahbap! Bir it gibi geberip gideceğiz! Ve sen hala alay ediyorsun!’’ diğerlerine dönerek devam etti, beyninde biriktirdiklerini boşaltması gerekiyordu, ses tonu çatallaşmıştı. Bu onun sertliğinden bir tutam eksiltse de umursamadı. Gözleri Reance’deydi. Ayağa kalktı. Kafası neredeyse tavana çarpıyordu ama o duruşundan bir şey kaybetmedi. ‘’Sizler aziz dostlarım bir kurtuluş hikâyesi yazacaksınız. Reance! Acı dolu konuşmalar yapmana gerek yok! Bırakın artık şu Amerikan film klişelerini! Kanımızın son damlasına kadar çocuğumuz, eşimiz, dostumuz, herkes için..’’. Reance başını öne eğdi. Perkinsen’ın gözleri parlıyor, kazınmış kafası dimdik duruyordu.

***

‘’Ooh çok güzelsin..’’ dedi insanı gıcık eden ses tonu ile büyük muhbir Robert Acvilement. Yani Ace’in ‘O… çocuğu’ olarak nitelendirdiği ve bizzat Ace kadar çapkın olan Ace’in öz babası. Vatanına ihanet etmiş olan bu adam savaştan galip gelen tarafın yanında olunca hızını alamayarak Amerika’nın merkezine bir gece kulübü kurmuştu. Kız güldü ‘’Bay Acvilement! Oğlunuz nerede?’’ dedi. Adam bu soruya sinirlenmişti. O hergele umurunda değildi. Ne yaparsa yapsın! Sürünsün. Kaçarken yalvarmıştı ona kendisiyle gelmesi için ama milliyetçi damarı tutmuştu Ace’in. Kız mavi gözlerini Bay Acvilement’e yöneltmiş cevap bekliyordu. Mavi gözleri Robert’in umurunda bile değildi. Robert için büyük bir kalça ve göğüs yeterde artardı bile. Bay Acvilement gibi kel bir adama yetiyordu bu yani. Adam kıza yaklaşarak elini kızın kalçasına koydu ve yine o gıcık ses tonu ile ‘’Onu boş ver tatlım’’ dedi.

.***

Ace gülerek seslendi ‘’Garanti veriyorum o herif şu an her şeyi unutmuş bir orospu ile vakit geçiriyordur. Orospuyu bırak eski sevgililerimle yatıyor adam yahu!’’. Bunun üstüne koca bir kahkaha kopardı Maccon. Omzuna kadar gelen saçları dağılmış, kepeklenmişti. Perkinsen kulak misafiri olduğu bu pis sohbet üzerine Ace’e tiksinti dolu bir bakış attı.

***

Mağaradan 150-200 metre kadar açılmıştı Reancon ve Edviner. Keskin kayaların çevrelediği çakıl taşı yoldan ilerlerken bir yandan da konuşuyorlardı. Bir burukluk vardı içlerinde. Tamamen farklı olan bu iki insan omuz omuza çatışmak zorundaydı bugün. Bir süre susarak yürümeyi devam ettirdiler. Edviner’ın canı hayli sıkılmıştı. Az düşünür çok hareket ederdi. Daha fazla dayanamamıştı Edviner, yürümeyi durdurdu ve Reacon’a döndü, derin bir nefes aldı ‘’Daha düne kadar dostum…’’ cümlesini tamamlayamadı. Yeşil gözleri aniden dolmuştu. 3’e vurulmuş kahve saçları bu manzaraya eşlik edince dilencilerin zavallı görüntülerinden bir farkı kalmamıştı. Reacon soğukkanlılıkla cümleyi tamamladı ‘’Zafer naralarıyla ilerliyorduk.’’. O da üzülmüştü olaya bu şekilde bakınca ama belli etmemeye çalışıyordu. ‘İlerliyorduk’ derken alaylı bir vurgu katmıştı sesine. Bir süre beklediler. Reance her zamanki gibi gözlerini yere indirmişti. Evet! Bu dev adam umutsuzluğa kapılmıştı. Arkadaşların onu Che’ye benzettiği dev adam ilk defa ağlayacaktı belki de. Che ile sakalları, saçları bile bire bir uyuşuyordu. Reance’nin yıkıldığını gören Edviner yüksek bir ses tonu ile lafa girdi. ‘’Che sensin dostum! Pes etme, etmeyelim’’ dedi Edviner. Bu söylediklerine kendi bile inanmıyordu gerçi. O sırada mağaradan olabildiğince güçlü bir ses bağırdı. Ace’in sesiydi bu. ‘’Edd!’’. Ed hemen başını kaldırdı. ‘’Amerikan askerleri!’’. Reacon çoktan harekete geçmişti.

                                                             ...1. Bölümün Sonu...



Not: Küfürler var, sansürledim. İnşallah bir sorun çıkmaz, sorun olursa hemen düzeltirim. Saygılar.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Baş Kaldırış
« Yanıtla #1 : 02 Ağustos 2012, 17:31:30 »
Küfürleri sansürlemenize de gerek yok aslında :). Hikayelerde böyle şeyleri forum kurallarının dışında tutuyoruz.

Çevrimdışı Paul Gray

  • *
  • 3
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Baş Kaldırış
« Yanıtla #2 : 02 Ağustos 2012, 17:34:17 »
Küfürleri sansürlemenize de gerek yok aslında :). Hikayelerde böyle şeyleri forum kurallarının dışında tutuyoruz.

 Tamamdır o zaman, direk yazıyorum. Teşekkürler ilginiz için :)

Çevrimdışı Paul Gray

  • *
  • 3
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Baş Kaldırış
« Yanıtla #3 : 03 Ağustos 2012, 14:09:59 »
 
BÖLÜM 2



Şaşkınlarını gizleyememişlerdi bu baskın karşısında. Aslında bir yere gidip daha iyi saklanmayı planlıyorlardı ama bu yarının işiydi. Hepsi mağarada toplanmıştı ellerinde ya bir dakika ya da iki dakikalık bir süre vardı. Ekibin Reance' den sonraki bir diğer lider ruhlu adamı olan Ace diğerlerinden bir adım öne çıktı ‘’Beyler..’’ diye başladı. Hareketli ve enerji dolu bir insan olduğu için pratik zekasını iyi kullanıyordu. Kaşlarını çatarak kısa bir süre düşündü, aklına bir şey gelmiyordu bu sefer ama kurtulmak zorundaydılar. Reacon’a baktı ilk olarak. Onun da gözlerindeki umutsuz bakışları gördü. Daha sonra sıra ile herkesin gözlerine baktı. Zamanları tükeniyordu. Derin bir nefes aldı ve kısık bir ses tonuyla başladı ‘’Tek bir yol var..’’ dedi. Sabırsız bir kişiliğe sahip olan Perkinsen çıldırmak üzereydi ‘’Haydi artık söyle şu lanet planını!’’ diye bağırdı. Ace tüm gücünü topladı ve fısıldadı ‘’Birimiz kurban olacak. Amerikan askerleri ile tek başına..’’. Sözünü sinirlenerek kesti Reacon ‘’Biz bu yola hep beraber başladık olmaz bu!’’ diyerek öfkeli bir şekilde bağırdı. Ace sinirlenmişti. ‘’Ya hep ya hiç öyle mi beyefendi hazretleri! Burada kendimiz için savaşırsak kabul ama biz burada milyonlarca insan için savaşıyoruz. Ve biri ölmek zorunda bunu kafana sok lider bozuntusu!’’ . Bir hayli öfke birikmişti içine ve adeta kan kusmuştu bu sözleriyle. Perkinsen silahını eline aldı ve mağaranın çıkışına yöneldi. Reacon ‘’Dur dostum!’’ dedi. Perkinsen kurban olmaya kararlıydı. Kafasını çevirdi gözleri dolmuştu. Acılarını ustalıkla saklayan bu adam ölüm karşısında ağlıyordu. ‘’Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Ace haklı.’’ başka hiçbir söze kulak asmadan çıktı. Edviner en kısa sürede toparlanmayı başaran kişiydi. ‘’Haydi!’’ dedi ‘’Silahlarınızı alın, arkada bir delik olacak. Biraz canımız yanacak ama oradan çıkmayı başarabiliriz’’. Ace güven verici bir ses tonuyla ekledi ‘’Buraya yaklaşık 2 kilometre kullanıma yasaklanmış bir tren hattı var oraya gidelim.’’. Bu fikir herkesin hoşuna gitmişti. Gitmek zorundaydı. Başka çareleri yoktu. Tren hattına doğru gitmeye başladılar. Reacon’ın aklı havada, beyni donmuş şekilde sadece denilenleri yapıyordu. Ekibin suskun adamı Maccon’dan bile suskundu bu olay karşısında. Bir lider bu kadar duygusal olmamalıydı.
***
‘’Tanrım, tanrım bana yardım et’’ diye dua ediyordu Perkinsen titreyen elleri ve bu ellerin taşıdığı ağır bir tüfekle. Göz yaşlarına hakim olamıyordu.Ölecekti. Evet korkutuyordu bu düşünce onu. Ama bir yandan da ‘’Vatan için..’’ diyordu vicdanı. Her ne kadar bunu istemeyerek desede... Hayatın bütün zevklerinden mahrum geçirdiği bir ömrün ardından 25 yaşında ölmek fiyaskoydu. Amerikan birlikleri 100-150 metre ilerisindeydi...
***
‘’Yavaş ol yavaş’’
‘’Ah! Canımı acıttın dostum. Üniformam yırtıldı seni lanet yaratık’’
Maccon bu zor durumda bile arkadaşlarını güldürmeyi başarıyordu. Genelde suskundu fakat konuşuncada onu durdurmak imkansızdı neredeyse. Açıkçası garip bir insandı. Eğlenceli bir kişilikti konuşunca. Doğrusu ülkede asker olabilecek son kişiydi belkide. Ace ile iyi anlaşıyordu aslında ikisinin de aklı hep karıda kızdaydı. Ama Ace bu olayda adeta devleşmişti arkadaşları gözünde. ‘’Çabuk olalım beyler fazla en fazla 10 dakika kazanacağız Perkinsen ile’’. Reacon iki kat daha sinirlenmişti. ‘’10 dakika için bir insanı feda etmek?’’ diye düşünüyordu. Ace’e ‘’Dur!’’ diye bağırdı. Ace hızlı adımlarını durdurdu. Arkasına döndü ‘’Bu..’’ derken suratına sert bir yumruk yedi. Sinirlenmişti. Tökezleyerek ayağa kalktı. Reacon’a vurmayacaktı. Kendini kontrol etmeyi öğreniyordu son zamanlarda. Duygularına teslim olmuş bir insan hata yapabilirdi elbet. Böyle düşünüyordu Ace. Reacon hırsını alamamıştı. ‘’Sen aşağılık köpeğin tekisin!’’ diye inledi. Ace’in artık sabrı taşmıştı. Kendini daha fazla tutamayarak Reacon’a son beş gün çektiği acıların hırsını çıkaran bir yumruk indirdi. Reacon’un ağzı burnu kan olmuştu. Edviner ve Maccon araya girdi. ‘’Sakin olun’’ dedi Ed. ‘’Ölebiliriz!’’ diye inledi Maccon. Soğuk bir ifadeye sahipti Ace’in suratı hala. Ed ve Maccon, Reacon’u yerden kaldırdılar. İlk baştakinden daha yavaşta olsa ilerlemeye devam ediyorlardı.
***
‘’Beş serseri ha! Beş tane ite karşı mı savaşıyoruz şimdi biz? Ne demek bu şimdi?’’
‘’Ama efendim..’’
‘’Kes! Zevzek herif. İki gün içinde o adamları bulamazsanız o zaman göstereceğim ben sana efendiyi.’’
***
‘’İşte burası’’ dedi Ace. Gelmişlerdi tren hattına. Etrafı ağaçlarla çevrili çakıl taşlarıya dolu bir vahanın görünmeyen bir tarafındaydı girişi. Yakalanmaları bir hayli zor olacaktı yani. Reacon ve Maccon girişten aşağı doğru attılar kendilerini. Artık güvendeydiler. En azından öyle düşünüyorlardı. Ed, Ace’e döndü. ‘’Dostum..’’ dedi. Ace adeta beynini okumuştu ‘’Yemek konusu.. Onu ben halledeceğim. Çok uzakta değil 2 kilometre ileride bir yerleşim alanı var. Tehlikesiz. Yarına kadar sabretmeliyiz. Aydınlıkta gitmemiz gerek.’’
Konuşmaları sürerken aşağıda bir tüfek sesi duyuldu. İnletmişti her yeri. Bu cesur adamlar bile korkmuştu bu sesten. Ed, Ace’den önce davranarak delikten atladı. Tüfeği ile hazırdı ama birini öldürmekten daha çok acı veren bir manzara karşısındaydı. Ölü bir asker ve ölü bir küçük çocuk...