Kayıt Ol

Baba

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Baba
« : 03 Temmuz 2010, 13:24:08 »
Elinde ki şişeyi sıkıca tuttu ve duvara fırlattı. Şişe duvara çarparak parçalandı ve içerisinde ki sidik renkli asitli sıvı dört bir yana dağıldı. Duvardan yere akarak akan köpüklü içkiye bakarken; Yeter artık diye düşünüyordu. Bu kadar acı yeter. Bu kadar kayıp yeter. Çok az şeyi kalmıştı elinde ve onlarda bir bir gidiyordu. İşini kaybetmişti.  Arabasını ilk iflas belirtisinde satmıştı borçlarının bir kısmını kapatmak için. Evi de gidiyordu şimdi elinden. Çok üzülmüyordu bunlara. Yüreğini parçalayan ailesinin dağılmasıydı. Karısı oğlunu da alıp kiralık bir eve çıkmıştı. Bırakmıştı onu. Çocuğu görmesine izin vermiyordu. Tek oğlunu. Ne yapmıştı ki? Sadece şansı yaver gitmemişti ve para kaybetmişti. Ne olmuştu yani para bitince aşkı mı sönmüştü kadının?

Oğlunda suç bulmuyordu. Çok küçüktü daha. Olanların farkındaydı tabi ama gene de ne annesine nede ona bir şey söyleyecek durumda değildi. İzliyordu her şeyi. Hep öyle yapardı. Sessiz sakin bir çocuk olmuştu hep.  Ama gitmişti şimdi, karısı götürmüştü onu da. Artık onun bile olmayan boş evde kala kalmıştı. Eşyalar yoktu. Bir taşıma şirketi tutup hepsini götürmüştü karısı. Alsın tabi bir şey demiyordu. Oğlu rahat etsin yeter ki. Oğluna iyi baksın yeterdi. Ama onu görmesine de izin vermesi gerekliydi. O onun babasıydı. Kendi kanında ve canından bir parça.

Doğru düzgün düşünemiyordu. İçtiği onca rakı, üstüne cila niyetine içilen bira etkisini göstermişti. Zihni bulanıklaşmıştı. Oğlunu düşünüyordu sadece. Yeterdi bu kadar. Ayağa kalktı. Şöyle bir silkinerek yerde duran arkadaşının arabasının anahtarları aldı ve çıktı evden. Asansörleri kullanmadan indi aşağıya. Yüzlerce arabalık otoparkta biraz dolandıktan sonra arabayı buldu ve çalıştırdı. Nereye gideceğini iyi biliyordu. Buraya gelmeden önce oradaydı. Arabanın içinden izlemişti biraz. Perde aralığından görmüştü oğlunu bir kere. Kitap okuyordu. Çok severdi kitap okumayı. Ona bir kütüphane alacağım diye düşündü. Yeter ki o mutlu olsun.

Arabadan inerek apartmana girdi ve karısının yeni evinin zilini çaldı. Oğlu açtı kapıyı. Simsiyah gözleriyle baktı ona. “Baba” dedi. “Oğlum” dedi oda. Bir adım attı ve eğilerek sarıldı oğluna. Sımsıkı. Bir daha bırakmayacakmış gibi.
Sonra omuzlarından tutarak geriye çekti oğlunu biraz ve gözlerine baktı. “Eşyalarını topla oğlum. Gidiyoruz.” Çocuk hiçbir şey demeden içeri gitti. Ne yapacağını bilmiyordu belki zavallım. İki arada bir derede kalmıştı. Onu kurtaracaktı bu ikilemden. Tam doğrulmuştu ki karısı girdi içeri. Ne kadar kavga ettiklerini bilmiyordu. Böyle durumlarda zaman kavramını şaşırırdı. Ama diğer apartman sakinlerinin bunu bildiğini biliyordu. Umurunda değildi. İstediklerini düşünebilirlerdi.
“Hayır onu hiçbir yere götürmüyorsun. Yediğin haltları karıştırmadan önce düşünecektin bunları” diye bağırdı kadın ona. Sinirlenmişti. Elini kaldırdı ve avucunun içiyle tokatladı kadını. Düşünmemişti bunu yaparken. Doğruydu belki kadının söylediği ama yüzüne vurulması sinirlendirmişti onu. Başını çevirdi o sırada. Salonun kapısından onları izleyen oğlunu gördü. Fark etmemişti onu. Ne kadar zamandır izliyordu acaba.

Çocuk ürkek adımlarla annesinin yanına geldi. Kadına sevgi dolu bir bakış attıktan sonra öfkeyle doldu gözleri. “Yeter artık baba. Seni sevmediğimiz, senden nefret ettiğimizi görmüyor musun? Git artık” diye haykırdı ağlayarak.

Bir babayı öldürmeye yetecek sözler. Bacakları boşaldı ve dizlerinin üzerine düştü. Gözlerinden akan iki damla yaşı silerek gülümsedi “Peki oğlum. Sen yeter ki mutlu ol” dedi. Aniden yerinden kalkarak arabasına girdi. Oğlunun sözleri kulağında çınlıyordu hala. Arka koltukta ki viski şişesini kaptığı gibi kafasına dikti. Yakıyordu boğazını, oğlunun sözleri ise yüreğini. Böyle hissetmemişti daha önce. Acı çekmemişti bu kadar.

Gaza basarak şaha kaldırdı arabayı. Delicesine sürüyordu bu kış ayında. Buz kaplıydı zemin. Umurunda değildi hiç biri. Nereye gittiğini bile bilmiyordu. Sürüyordu sadece. Yarım depo benzini vardı ve bitene kadar durmayacaktı. Yüklendi gaza. Bir eliyle hem şişeyi hem direksiyonu tutuyor, diğer eliyle de vites değiştiriyordu. Hızlıydı artık. Otoban’a çıkmıştı. Boştu yollar. Olanları da soluyordu birer birer.

Ama buz kaplı yollar düşmandı ona. Bir virajda arabanın kontrolünü kaybetti ve dönmeye başladı fırıldak gibi. Döndü, döndü, döndü… Ne kadar döndüğünü bilmiyordu ama uyandığında arabanın dışındaydı. Araba bir konserve gibi ezilmişti. Yolu aydınlatan direk arabanın çarpmasıyla devrilmiş kıvılcımlar saçıyordu etrafa. Doğrulmaya çalıştı. Bir santim kalkamadan bir acı saplandı beline. Elini götürdü ve ılık bir sıvı geldi eline. Kan. Kendi kanı.

Daha sonra bilincini kaybedecek, yoldan geçen biri arabasından inip ambulans çağıracak, o ambulans ile hastaneye gidecek, omurgasının ciddi bir biçimde zedelendiğini öğrenecek ve felç riski taşıyan bir ameliyata girecekti. Ameliyatta biraz kamburlaşmış şekilde çıkacak bir iki ay sırtının dik durmasını sağlayan bir korse takması gerekecekti. Ama oğlu altı yıl boyunca bunların hiçbirini bilmeyecekti.