Kayıt Ol

Kızıl Şebeke - Ayfer Kafkas

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Kızıl Şebeke - Ayfer Kafkas
« : 29 Kasım 2016, 21:50:11 »

Kızıl Şebeke
Bir Osmanlı Polisiyesi / Eşrefzade İdris Bey'in Maceraları


Ayfer Kafkas
Portakal Kitap
(Timaş Yayınları)
432 s.
2016
   

Tanıtım haberimiz için tıklayınız.


“Bir solukta okuyacağınız bir roman değil. Nereden baksan 75.000 kelime...
Kimse nefesini o kadar tutamaz.”
-Mecmua-ı Konstantiniyye-


Yukarıdaki ifade arka kapakta yer alıyor. Yabancı gazeteler üzerinden esprili bir yorum. Gülümsetiyor ama tüm roman boyunca beni sarmalayan sıkıntıyı da ele veriyor: Roman gereğinden fazla uzun.

Romanın hemen girişinde (s. 16) Kadı'nın da belirttiği gibi bu bir "kilitli oda muamması". Yani cinayet içeriden kilitli bir odanın içinde işlenmiş. Gaston Leroux, Edgar Allan Poe, Arthur Conan Doyle, Agatha Christie gibi büyük yazarların da eser verdiği önemli bir polisiye durum. Cinayet var ama katil yok, kapı ve pencereler içeriden kilitliyse katil nasıl çıkmış olabilir, intihar ihtimali de yok, tanıklar hiçbir şey görmemiş; tam bir muamma, çık işin içinden çıkabilirsen.

Kızıl Şebeke'de işlenen cinayetlerin hepsi böyle. Maktullerin boğazları kesilmiş, ağızlarına hemen katılaşan bir yağ dökülmüş ve alınlarında bir not: "Sultanım çok yaşa!"

Kilitli oda muammasını temel alan romanların sunduğu zeka dolu çözüm heyecan vericidir çünkü dedektif üstün gözlem gücü ve çıkarımlarıyla olayı çözer. Bu kitaplar çoğunlukla kısadır. Bir çırpıda hayranlıkla okuruz. Uzun olduğu zaman okur olarak sabrımız taşar, canımız sıkılır.

Kızıl Şebeke'deki dedektifimiz Eşrefzade İdris Bey de olayı layıkıyla çözüyor; getirilen açıklama da gerçekten tatmin edici. Ama hafiyemiz bunu akıl yürüterek değil, bildiğin soruşturma yaparak buluyor. Şüpheli şüphesiz herkesi sorguluyor, delil topluyor, gözlem yapıyor, yem atıyor, takip ediyor, iz sürüyor. Dahiyane çıkarımlarla değil odanın dışında başka meselelerle uğraşarak hasbelkader keşfediyor çözümü.

Buna da diyecek bir şey yok belki de. Her ne kadar kapalı oda polisiyesi gibi sunulsa da ismindeki "şebeke" sözcüğüyle işin içinde başka meselelerin olduğu da ima ediliyor aslında. Bu açıdan cinayetlerin nasıl işlendiği değil de neden işlendiği sorusu daha önemli hale geliyor. Dedektif de bu soruya yöneliyor. Böyle olunca roman da uzadıkça uzuyor. Nedene giden yolda nasıl sorusuna da cevap bulunuyor ama böyle olunca kapalı oda muamması romanda ikincil konuma düşüyor. Okur olarak bunu doğru bulmadım, kandırılmış hissettim.

Tabi okur beklentilerime uymuyor diye bir kitabın iyi olmadığını söyleyemem. Kandırılmış hissini kenara attığımda romanı iyi bulduğumu söyleyebilirim. Keşke saha kısa olsaydı. Sürekli tekrarlanan ifadeler, hikayeye hizmet etmeyen ayrıntılar, olmasa da olur diyebileceğimiz roman kişileri...

Mesela Ali Cengiz. İdris Bey'in Kütahya'ya ayak basar basmaz kullandığı bir yöntemle bulduğu zeki bir sokak çocuğu. Ali Cengiz, isminin işaret ettiği üzere uyanık bir çocuk, İdris Bey onun bu yönünü soruşturmada kullanabilir. Harika diyorsunuz, Sherlock Holmes'ün sokak çocuklarından oluşan çetesi ve onların lideri Wiggins geliyor aklınıza.

İkisi birlikte harika işler yapacak diyorsunuz. Ama daha tanışma faslından başlayarak Ali Cengiz karakteri o kadar eğreti duruyor ki. Hikayenin önemli hiçbir yerinde yok, çözüme hiçbir faydası yok. Sadece yemek yiyor ve uyuyor. İdris Bey'i sürekli şunu söylerken buluyoruz: "Ali Cengiz dışarıda bekle ama fazla uzaklaşma, bir yere kaybolma." Bu roman kişisi hep orada bir yerlerde uzaklaşmıyor ama hikayeye de dahil olmuyor. O kadar sinir bozucu ki.

Sonra araba ve arabacılar. İdris bey soruşturma için şüpheli gördüğü insanların evlerine gidiyor sürekli. Bu evler birbirlerine ve İdris Bey'in kaldığı yere bir hayli uzaklar. Hal böyle olunca atlı arabalara biniyorlar. Kitabın ana karakterlerinden rol çalacak kadar çok bahsediliyor bu arabacılardan: Arabacıya parasını verdik, beklesin diye yüklü bahşiş verdik, arabacı akşam oldu diye isteksizdi, araba aradık, arabacı korkmuştu, arabacı olayı gördü mü, araba çok sallanıyordu, arabacıyla pazarlık yaptık, ah arabacı vah arabacı... Bıktım desem abartmış olmam. Bir yerden bir yere gidilecekse ve gitme yöntemi hikayeye hizmet etmiyorsa bahsetmeye değmez. Roman kişileri bir yerden çıkarlar bölüm biter, diğer bölüm başında onları yeni mekanda buluruz. Bu böyle olur benim bildiğim. Sadece bir yerde arabacının teki biraz sorgulanıyor bunun dışındaki tüm araba ve arabacılardan beyhude bahsediliyor.

Ve hava. Off. Anlatıcı yerli yersiz havadan sudan bahsediyor. Vallahi. Bir ara gerçekten Kütahya'nın suyundan bahsedildi. Hadi burayı yazarın Kütahya'lı olması hasebiyle tatlı bir gönderme sayalım ama sürekli havadan niye bahsediliyor. E bu kadar havadan bahsedilince ne oluyor?

İdris Bey hasta oluyor. Soğuk algınlığı mı grip mi bilmem kitabın bir bölümünde hafiyemiz yataklara düşüyor. Bu neden oluyor bir türlü anlamıyorum. Hastalığı o denli gereksiz ki "e şimdi ne oldu?" diyiveriyorsunuz. Günlerce bilinçsiz yatıyor, daha evvel gördüğü rüyaların yoğunluğu hastayken artıyor. Ama ne rüyalar ne de hasta olduğundaki bilinçsizlik hali veya soruşturmadan uzak kalışı hiçbir şeye hizmet etmiyor.

Klişeler. Kesik parmaklardan tutun dedektifin mercek kullanmasına kadar. Bunlar eğer klasik dedektif hikayelerine göndermeyse affedin ne olur, ben anlamadım. Basit akıl yürütmeler, dedektifin unutamadığı aşkı, karanlık geçmişi...

İdris Bey'in kendisi. Akıllı, hazırcevap, ciddi, komik, yakışıklı, sempatik, çekici, kuvvetli, kıvrak, hissiz, iletişim becerileri yüksek, sert yahut gizemli değil hafiyemiz. Hiçbir çekici, akılda kalıcı, hayranlık verici özelliği yok. Ali Cengiz'e şevkatle yaklaşan İdris Bey, gencecik bir kızın canice öldürüldüğünü duyunca o denli hissiz davranıyor ki. Hatta romanın bir yerinde (s. 227) cinayet mahalline ilk o varıyor ve bu olaydan daha sonra bahsettiğinde "Nihayet kan görmek nasip oldu." diye saçmalayabiliyor.

İdris Bey’e yardım etti diye Subaşı tarafından Kütahya kolluk kuvvetlerinden kovulan ve o vakitten sonra her türlü işte İdris Bey'e yardım etmeyi onur sayan Musa Bey bile daha ilginç bir roman kişisi.

Bunca fazlalığa rağmen kitap kendini okutuyor ve merak duygunuzu diri tutuyor. Sona doğru olayların seyri daha büyük çapta (Kızıl Şebeke) bir meseleye yöneliyor olsa da hikaye mantıklı bir şekilde sonuca bağlanıyor. Cinayetlerin neden kilitli odalarda işlendiğine dair mantıklı bir açıklama da getiriliyor. Her şey açıklığa kavuşuyor anlayacağınız. Tabi bunu bir kurgu başarısı mı yoksa başta ortaya atılan kilitli oda cinayetine sunulan dolambaçlı bir çözüm mü saymak lazım, bilemiyorum.

Romanın "Osmanlı" kısmı pek yoğun olmasa da eski sözcükler, kimi tarihi mekan ve geleneklerle bu doku az çok yansıtılıyor. Keşke bu yoldan gitseymiş yazar. Yani batının cinayet çözme teknikleri ve Osmanlı'yı birleştirmeye değil de saf bizden bir polisiye yazmaya odaklansaydı o zaman bambaşka bir tadı yakalardı belki.

Keşke...