Kayıt Ol

Zeplin - Karin Tidbeck

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Zeplin - Karin Tidbeck
« : 11 Haziran 2015, 13:15:48 »

Tanıtım:

Alıntı
İsveçli yazar Karen Tidbeck’in tekinsiz, ama tekinsiz olduğu kadar da olağanüstü dünyasına hoş geldiniz. İskandinav kültürünün alacakaranlığından ve melankolisinden doğan bu öyküler, güneşin dönmeyi bıraktığı bir dünyanın büyülü atmosferine sahip: Fantazyadan, büyülü gerçekliğe, bilimkurguya ve hayalî bir yaratığın Borgesvari taksonomisine kadar uzanıyor. Bu öyküler rahatsız edici; bir o kadar da kara mizahın engin zekâsını içeriyor. Tidbeck, bildiğimizi sandığımız dünyadan güçlü bir kopuş duygusu yaratarak, akla hayale sığmaz çok sayıda şeyin ortaya çıkabildiği bir yarığa yönlendiriyor bizi.

“Daha önce Zeplin gibi bir şey okumadım. Belirgin bir şekilde Kuzeyli oluşunu saymazsak Karin Tidbeck’in hayal gücü hiçbir sınıfa girmiyor -usul usul, zekice, anlatılamayacak kadar tuhaf… Ve çeşitli. Ve tedirgin edici. Ve eğlenceli. Ve gizemli biçimde dokunaklı. Bunlar şahane hikayeler.”
– Ursula K. Le Guin-

“Sade ve canlı, temkinli ve tuhaf… imkânsızlıkların harmonisiyle Tidbeck, esaslı bir ses.”
– China Miéville-

“Tidbeck’in tekinsiz ve rahatsız edici yazma yeteneği adeta tanrı vergisi. Bu harika, ustaca yazılmış öykülerde büyü usulca ortaya çıkıyor. Ormanlardan ya da topraktan geliyor veya kendi içinizde hep var ya da tamamen başka bir diyarda mevcut… insanı biraz sersemlemiş ve daha da fazla efsunlanmış halde bırakıyor.”
– Karen Joy Fowler-



Kitabın İncelemesi - Onur Selamet

Yorumum:

Bu epeydir geciktirdiğim bir yorum olacak. Oysa ben kitabı öyle sevdim ki...

Kitap hakkında fikir belirtenler arasında tuhaf kurgunun yeni yüzünün (new weird) ustası ve bir nevi atası olan China Miéville'i de görüyoruz. Fakat görünce hiç şaşırmıyoruz, çünkü benim için bu kitap tuhaf kurgunun harika bir örneğiydi.

Elbette çağdaş İsveç edebiyatı olarak da okunabilir bu kitap. Bence her kesimden okura hitap ediyor. Ancak Miéville diyor ya hani,

Alıntı
Sade ve canlı, temkinli ve tuhaf...

O da beni destekliyor yahu.

İsveç, edebiyat bakımından daha önce hiçbir eserini okumadığım bir kültür. Bu kültürle bu kitap sayesinde tanışmam ne de güzel oldu. Kalıplara sığmayan bir zihin Karin Tidbeck ve her bir öyküsü derin bir hayal gücü ve edebi yeteneğin karışımı.

Bu küçücük kitap bir de üstüne cici bir cilde sahip. Sadece ciltli seçeneği var. Ne de güzel olmuş. Çok da yakışmış. Kütüphanenizde içerdiği sıra dışı öyküler kadar, cildi ve kapağıyla da ayrıksılığını gösterecek. Baskı kalitesi de aynı şekilde ziyadesiyle güzel.

Elbette aralarında beğenmediğim öyküler de var. Ancak "hmm" diyerek okuduğum öykülerdi onlar. Fazla etkilenmeden, ama sıkılmadan da. Oysa az sonra sayacağım favorilerimi okurken yazarı oldukça kıskandım.

Portalda incelemesi olduğu için tüm öykülerin konu özetine oradan ulaşabilirsiniz. Benim değinmek istediğim sadece favorilerim olacak.

Kitabın açılış öyküsü ve aynı zamanda da konusuyla kitaba adını veren Beatrice isimli hikaye esere güzel bir başlangıç yaptırıyor. Hele o giriş cümlesi yok mu,

Alıntı
“Doktor Franz Hiller bir zepline âşık oldu.”

Nesnelere aşık olma (neydi o hastalığın adı?) hastalığı olarak başladığımız öykü, aslında sadece bizim öyle sandığımızı gösteriyor. Kısacık hikayede "hastalık" diye nitelendirdiğimiz şeyin iç yüzü çok başka.

Gayet zekice bir öykü.

Rebecka tüyler ürpertici güzelliğe sahip bir öykü. Çok kıskandım bu öyküyü, çok.

Düşünün ki Tanrı ölmenize izin vermiyor. Oysa bu durumdan muzdarip Rebecka'nın hayatında intihar etmek için o denli yaşanmış acılar ve travmalar var ki... Siz olsanız ne yapardınız? Peki ya Rebecka ne yapıyor?

Okuru sorgulatan, sonuyla dehşete düşüren, Tanrı kavramını ve gerçek merhameti, sevgiyi bir daha düşündüren bir öykü.

Arvid Pekon Kim? isimli öykü açıkçası beni kitaba bağlayan öykü oldu. Aslında düşünmesi zor bir öykü olmayabilir, fakat işleniş açısından gayet yerindeydi.

Arvid Pekon, bir santral görevlisi. Telefon eden kişileri sözde ulaşmak istedikleri kişilere bağlıyor. Ancak o ve arkadaşlarının asıl işi ulaşılmak istenen kişiyi taklit etmek. Böylece adeta sesli bir tiyatroya dönüşüyor öykü.

İşin ilginci, Arvid ve arkadaşları tanımadıkları insanları taklit ederken bir anda o kişi oluveriyor, karşısındakiler hiç şüphelenmiyor, sorulara verdikleri cevaplarda hiç hata yapmıyorlar. Ama (AMA) bir gün dünyada var olmayan kişilerle konuşmak isteyen bir kadın Arvid'e dadandığında işler çok farklı yerlere gidecek.

Norveç Böğürtleni Reçeli oldukça kadınsı bir öyküydü. Adettinden gelen kanla can verdiği tuhaf bir çocuğa sahip olan kadının hüzünlü öyküsü. Ama bir o kadar da sevgi dolu yahu.

Augusta Prima adlı öykü, sözüm sana: Seni ben yazmış olaydım, ne olurdu sanki? Benim zihnimden çıksaydın keşke :(. İsveç'e kadar niye gittin?

Bir yandan hedonist, ciddi bir ana-erkil ve bir o kadar Viktoryen bir dünya var. Hizmetkar peri çocuklar da cabası. Diğer yanda insan soruyor: Zaman nedir?

Çok başarılı, hayli kıskandığım bir öyküydü. Üstüne demek istediğim çok şey var, ama okuyup kendiniz görün.

Jagannath ise kapanış öyküsü. Bir doğumla başlıyor her şey. Dev bir Anne'nin bedeninde erkekler zihni yönetir, kadınlarsa (erkeklerden fiziki açıdan daha güçlüler) Anne'nin her tür ihtiyacını karşılar, işçileri olur. Ancak buna rağmen bu bir kadın-erkek eşitsizliği öyküsü değil (tam olarak). Her ne kadar sonlara doğru olanları oldukça sembolik bulmuş ve kitabı kapattığımda uzun uzun düşünmüş olsam da, böyle de bir durum var.

Bu öyküyü, "annelerden anneler doğurmak" diye özetlemek istiyorum.


Kitaptaki öyküler bu kadarla sınırlı değil. Bunlar sadece benim favorilerim.

Öyküleri elimden geldiğince yüzeysel anlatmak istedim. Özellikle Augusta Prima'yı. Bu kitaba bir şans verin derim. Hem tuhaf kurgu adına çok değerli, hem de çağdaş İsveç edebiyatı ile tanışmak için harika bir fırsat.

Çeviri: Eserin çevirisini gayet başarılı buldum. Bir iki tane yazım hatası vardı, ama sorun değil.

Çevirmen Tülin Er ve editörünün eline sağlık.

Sıra dışı, daha önce okuduklarınıza benzemeyen şeyler görmek, duymak ve koklamak için bu kitaba bir şans verin :). Benden söylemesi.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Zeplin - Karin Tidbeck
« Yanıtla #1 : 23 Ağustos 2015, 02:48:16 »
"Tuhaf" kurgu sözü bir esere ancak bu kadar yakışabilirdi. Çünkü bu kitabı tanımlayabilecek en isabetli sözcük bu: tuhaf.

Ama kesinlikle yanlış anlaşılmasın; akıldan kolay kolay çıkmayacak, benliğinize işleyecek ve daha fazlasını arzulamanıza neden olacak bir tuhaflık bu. Hikayelerin pek çoğunu tamamladıktan sonra "Ben ne okudum?" diye sordum kendime. Ama "Niye okudum?" demedim asla...

Karin Tidbeck gerçekten de çok yetenekli ve farklı bir yazar. Anlatmayı seçtiği hikayeler alışık olduğumuz şeylere hiç benzemiyor. Klişeleri yıkıyor, kendi kurallarını yazıyor ve çoğu zaman da sizi afallatıyor. Gerçi kapağında hem Ursula Le Guin'den hem de China Mieville'den birer övgü koparan bir kitaptan daha azı beklenemezdi zaten.

Kitapla ilgili beni en çok etkileyen ve şaşırtan şeylerden biri öykülerin bitiş şekli oldu. Neredeyse hepsi en ummadığınız anda, pat diye bitiyor ve sizi serseme dönmüş bir halde bırakıyor. Bazı öykülerinde ciddi ciddi kapağı yavaşça kapatıp ne okuduğunuzu düşünmeniz gerekiyor. Öykülerde derin anlamlar yok, anlatımı son derece sade ve akıcı... Yine de bunu yaptırmayı başarıyor. Anlatılmak istenileni kavradığınızda (ya da öyle sanıp kendinizce bir anlam çıkardığınızda) aldığınız keyif ikiye üçe katlanıyor.

Yine de "keşke devamı olsaydı" demeden de edemiyorsunuz, "burada bitmesin" diyorsunuz, daha fazlasını okumak istiyorsunuz. Karin Tidbeck harika arka planlar ve kurgular yaratıp size sadece ufacık bir parçasını sunuyor ve çoğu şeyi açıklamaya bile yeltenmiyor. Hayal gücünüze bırakıyor. Ki bu da öykülerin tuhaflık derecesini biraz daha arttırıyor. Zaten ne demiş çok ünlü bir radyo programcısı? "Yazar her şeyi anlatmakla yükümlü değildir."

Beatrice:

Kitabın açılış öyküsü. Zeplin'e âşık olan bir adam ile bir baskı makinesine sevdalanan bir kadının hikâyesini konu alıyor. Klişe bir şekilde bu ikilinin sevgili olacağını sanıyorsunuz ama yazar farkını ilk öyküden belli ederek çok pis ters köşeye yatırıyor sizi. Okudukça "Nasıl yani?" diyor, sonunda da boğazınızda bir yumruyla tamamlıyorsunuz kendisini. Bu kadar kısa olmasına rağmen içinde aşk ve sevgi üzerine çok sağlam iki mesaj da var. Kitapta en sevdiğim dördüncü hikâye.

Ove Lindström İçin Bazı Mektuplar:

Yazarın tekinsiz havasını ve ani bitirişlerini ilk kez tattığımız öykü bu. Bir kızın merhum babasına yazdığı mektuplar tadında ilerliyor ama satır aralarında bir şeylerin ters gittiğini ince ince veriyor size Tidbeck. Sonunu çabuk tahmin etmem ve ilk öykünün biraz gölgesinde kalması dışında hoş bir okumalıktı.

Bayan Nyberg ve Ben:

Tuhaftı... Biliyorum, (Onur gibi) bu kelimeyi çok kullandım ama inanın anlatabilecek daha iyi bir kelime bulamıyorum. "Esmer" adlı karakter cidden ilginçti. Bununla birlikte okurken bir zaman-mekan karmaşası yaşadım. Çeviriden mi bilmiyorum ama anlamakta biraz zorlandığım bir hikaye oldu. Yine de güzeldi.

Rebecka:

Dehşet! İntihara meyilli bir kadının ve arkadaşının başından geçen dramatik bir hikaye okuduğunuzu sanırken son cümleleriyle size tokat üstüne tokat atan bir öykü. Öyle bir yerde öyle bir şekilde sona eriyor ki bir anda neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Anlamak için şöyle bir durdum, ardından hemen hikayenin başına geri döndüm ve nereden nereye bağlandığını çözdüğümde gözlerim hayranlıkla yuvalarından uğradı. En sevdiğim üçüncü öyküydü.

Herr Cederberg:

Tatlı, küçük ve sevimli bir geçiş hikayesi. Beklenmedik bir anda sona erme alışkanlığını sürdürmesi dışında sizi pek de şaşırtmıyor, ama o amacı da gütmüyor zaten. Hatta bir sonraki hikayenin etkisini arttırmak için bilerek araya sıkıştırıldığından şüphelenmiyor değilim...

Arvid Pekon Kim?

Açık ara farkla favorim! Kısaca özetlememi isteseydiniz söyleyebileceğim tek şey "MUH-TE-ŞEM-Dİ!" olurdu. Ki okumayı bitirir bitirmez sarf ettiğim laf da tam olarak buydu. Daha ilk satırlarından itibaren sizi ilginç fikirleriyle sarıp sarmalıyor ve son ana kadar da bırakmıyor. Şimdiye dek okuduğum en iyi hikayelerden biriydi kesinlikle. Fark ettiyseniz konusuyla ilgili bir şey söylemekten kaçınıyorum çünkü kendiniz görün istiyorum. Hazal yeterince güzel özetlemiş zaten :) Mutlaka okunmalı. Bir de... Keşke benim aklıma gelseydi!

Brita’nın Tatil Köyü:

Onur'un da incelemesinde yazdığı gibi ben de yazarın kendi öyküsünü okuyormuş gibi hissettim kendimi. Zaten hikayelerin çoğunun (bir-iki tanesi hariç) böyle bir havası var. Sanki gerçek dünyadaki gerçek bir olayı anlatıyormuş gibi başlıyorlar. Gerçeğin nerede bitip kurgunun nerede başladığını merak ediyorsunuz bu tip öykülerinde.

Rengeyiği Dağı:

Bir önceki gibi gerçekle efsaneleri başarıyla harmanlayan bir hikaye. Fantastik değil derken acayipleşen, sınırları zorladığında birden normalleşen bir aile hikayesi. Sonunda içim cız etmedi, kendimi ana karakterin yerine koymadım desem yalan olur. İstenmeyen kişi olmak, kardeşlil ve kıskançlık üzerine sorgulatan bir öyküydü.

Norveç Reçeli:

Kitapta hiç sevmediğim tek hikayeydi. "Bayan Nyberg ve Ben" adlı ikinci öykünün kötü ve karamsar bir tekrarı gibiydi. Ne konusunu ne de "reçelin hazırlanış şeklini" sevdim.

Pyret

Tuhaftı desem? Ve de ürkütücü... Bir tür araştırmacının, belki de gazetecinin ağzından yazılmış ve Pyret adındaki efsanevi bir canlının izini sürüyoruz o kişiyle beraber. (Benimkiler kadar etkileyici olmasalar da) Her şey belgelere dayandırılmış gibi anlatılıyor. Gayet de ilginç ilerliyor. Yine de sonunu pek tatmin edici bulmadım. Nedeniyse anlatıcıyla aynı fikirde olmamam sadece.

Augusta Prima

Çok acayipti! Kitapta en sevdiğim ikinci hikayeydi aynı zamanda. Yazarın oluşturduğu arka plan başlı başına bir roman olabilecek kadar ilham vericiydi. Tuhaf âdetleri olan asilzadeler, Alica Harikalar Diyarı'nın karanlık bir versiyonunu andıran kroket oyunu, zaman kavramı üzerine edilen beylik laflar, sert yapısı ve sonuyla beni benden aldı. O dünya katmanlarıyla ilgili kısım hele... Yazar kurgu içinde kurgu yazmış sanki. Harikaydı.

Teyzeler:

Bu hikaye de çok ilginç ve güzeldi. Sonunu tam sevmedim diyebilirim. Ancak hem giriş ve gelişme olarak, hem de başka bir açıdan vurdu beni. O da Augusta Prima ile bağlantılı olması. Tüm kitap boyunca yazar kendine bir gönderme yapsın, tüm bunların aynı evrende geçtiğini gösteren bir ipucu versin isteyip durmuştum okurken. O da bu öyküde oldu ve beni çok mutlu etti.

Jahannath:

Son öykü. Bu da başından sonuna dek tuhaf bir hikayeydi. Yavrularını içinde saklayan bir "anne," fiziksel açıdan güçlü olan kızlar, zayıf ama beyinsel fonksiyonlar için gerekli olan erkekler, yaşananlar... Malum bir bilimkurgu filmi ile TRT'deki anatomi çizgi-filminin arasında gidip geldim okurken. Anladım mı? Sayılır... Beğendim mi? Kesinlikle. Yine de Hazal'ın yorumunu okuduktan sonra bir şeyler kaçırmışım gibi bir izlenime kapıldım :)

Son olarak kitabın bende çok hafif de olsa Alacakaranlık Kuşağı etkisi yarattığını da söylemeden geçemeyeceğim. Benim gibi dinazorların çok iyi hatırlayacağı üzere Alfred Hitchcock'un o meşhur dizisinde birbirinden tuhaf, açıklanamaz ve ürkütücü bir sürü şey olur, bizleri hayretler içinde bırakır, ama hiçbir şey tam anlamıyla açıklanmazdı. Olanları olduğu gibi kabul etmek zorunda kalırdık. Bu da daha tekinsiz ve sevilesi bir tat katardı şova. İşte Zeplin de onun gibi, ama daha fantastik. Daha Avrupalı.

Kitabın kapağına âşık oldum. Kapaktaki her sembolün hikayeyle bir bağlantısı var. Bu da her seferinde kapağı kapatıp ona bakmanıza ve biraz daha sevmenize neden oluyor. Aylak Kitap'ın baskısı cidden çok kaliteli. Çevirmen ve editör de neredeyse kusursuza yakın bir iş çıkarmış. Hepsine buradan teşekkürler.

Yorumumu Hazal'ın bu kitap için sarf ettiği bir sözle bitirmek istiyorum: "Uzun zamandır "farklı" kisvesi altında bize bir sürü şey sunuldu ve hep hayal kırıklığına uğradık. Ama sonunda aradığımız özgünlüğü Zeplin'de bulduk."

İyi ki okudum!
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı -Kötü karakteR-

  • **
  • 157
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zeplin - Karin Tidbeck
« Yanıtla #2 : 20 Ekim 2016, 21:14:53 »
En sonunda bitirdim. Gerçekten adına yaraşır şekilde tuhaf bir kurgu. Tuhaf yani biri anlatmamı istese başka cümle kuramam kitap hakkında ama kesinlikle oku derim. Buraya da yazacak pek bir şey bulamıyorum. Öykülerin hepsini aynı derecede beğenmemiş olsam da okumaktan pişman olmadım.
Biraz bahsetmem gerekirse sanırım aklıma gelen ilk öykü Teyzeler olacak. Zamanla ilgili kurgular çok hoşuma gider bu öykü de güzel olsa da yeğenler teyzelerin etlerini ayırırken -daha detaylı anlatmak isterim ama okuyup kendiniz görün :D- irkilmeden edemediydim.
En beğendiğim öyküden bahsedecek olursam Rebecka ya da Augusta Prima derim. Gerçi Beatrice de beni onlar kadar etkilemişti. Beatrice'den sonraki öykülerde Arvid Pekon'a kadar hepsinin geçiş olduğunu düşündüm. Rengeyiği Dağı da bana çok etkileyici gelen bir başka öyküydü. Kardeş çekişmeleri olan kurguları seviyorum bir de Tidbeck'in sade ama her nasılsa sıkıcı olmayan cümleleri biraz da fantastik olan bu öyküyü nasıl güzelleştirmişti.

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zeplin - Karin Tidbeck
« Yanıtla #3 : 08 Aralık 2016, 22:01:32 »
Zeplin’i bitirdim ve kısa öykü okumaktan pek hoşlanmadığımı iyice anladım. Ben muhtemelen bu kitapla ilgili çok büyük beklentilere kapıldım ve biraz buruk geçti okuma evrem. Hatta kitabı bitirdiğimde tam olarak “Overrated,” diye geçirdim içimden ve üzerinden bir gün geçmesine rağmen hala aynı fikirdeyim.

Çok tutarsız, demiştim öyküler kalite bakımından ve Fırtınıkıran da yayında “Hangi öykü kitabında her öykü iyi çıkıyor ki, ben hiç karşılaşmadım,” gibisinden bir cevap vermişti ben de bunun üzerine beğendiğim öyküleri işaretlemeye başladım. Aşağı beğendiklerimi yazacağım ama önce biraz genel bir fikir beyan edeyim. (Haklarında tek tek yorum yapmak gelmedi içimden, sadece isimlerini yazdım.)

Yazar ait olduğu İskandinav kültürüyle bezemiş öykülerini. Öyle ki kalemine işlemiş gibi iklimin soğuğu. Duyguların daha çok aktarılması gerektiğini düşündüğüm öyküler donuk tasvirlerle ve diyaloglarla geçti biraz. Bu da belki de daha çarpıcı olması gereken sonları ya da olayları normal karşılamama sebep oldu. Buna örnek olarak da Rebecka öyküsünü vereceğim. Çok güzel bir konusu vardı gidişatı da iyi ama o duygusal tattan yoksunluk, soğukluk bende hikayeyi bitirdiğimde istediğim izi bırakmadı. Beğenmediğim öykülerin hakkı sayılır bir kısmını bu yüzden beğenmedim. Kalanları ise konusunu basit bulduğumdan. Tuhaf olmasını beklediğim öyküler benim tuhaf sınırımın altında kalınca basit birer kurmacaya döndü, bir benzerine kolaylıkla rastlayabileceğimiz türden ama sadece konu itibariyle. Buna da örnek olarak Rengeyiği Dağı’nı vermek istiyorum. Öykünün bilindik havası, o kullanılmaktan yıpranmış fikirler ama neyse ki içerik olarak en yoğun İskandinav havasını yakalamış öykülerden -bir Pyret değildi tabii- biri oldu benim için, keyifsiz bir okuma da olmadı.

Beğendiğim öyküler: Beatrice, Arvid Pekon Kim?, Norveç Böğürtleni Reçeli, Augusta Prima, Teyzeler ve Jagannath

Nihayetinde 13 öyküden sadece altısını beğendim ve gerçekten sevdiğim bunlardan sadece dördü oldu. İlk öykü ve son üç öykü gayet iyiydi. Güzel başladı, güzel bitti en azından. :) Tuhaf Kurgu da okurum, İskandinav edebiyatına da aşinayım -severim de- ama elektrik alamadım bu kitaptan.  Uzun süre bir öykü kitabına daha girişebileceğimi sanmıyorum. (3/5 puanlamak gerekirse)


Spoiler: Göster