Kayıt Ol

Beyin ve Gölge

Çevrimdışı Acmert

  • **
  • 268
  • Rom: 24
    • Profili Görüntüle
Beyin ve Gölge
« : 23 Ekim 2012, 00:05:43 »
Ellerimi önümde kavuşturdum. Upuzun zamandır bu anı bekliyordum. Onu yıllardır görmemiştim. İstanbul’da üniversitede okumuştu ve artık evine geri dönüyordu. Tıp fakültesini bitirmişti ve artık Ordu’da doktorluk yapacaktı. Bu benim hayatımdaki en iyi gelişmeydi. Hatta tek gelişmeydi. Çünkü benim hayatım tamamen gerilemeydi.
Otogarda onu beklerken bir sigara yakmaya karar verdim. Binanın dışına çıkmadan önce onun arabasının gelmesine ne kadar olduğunu sormak için otobüs firmasının standına gittim. On dakika içinde geleceğini söylediler. En azından bir dal içmek için vaktim vardı.

Cebimden Marlboro paketini ve kırmızı, ejderha işlemeli çakmağımı çıkarttım. Paketten bir dal sigara çıkarıp dudaklarımın arasına götürdüm. Ardından çakmağı ateşledim. Tütünü süngerin arasından içime çekerek sigaranın yanmasını sağladım. Her içişimde hissettiğim boğazımdaki yanma duygusunu bu sefer de hissettim. Sigaramı içerken onu düşünmeye karar verdim ancak odaklanamadım. Bu son üç aydaki en büyük problemimdi. Sigaramı bitirdim. Gelmek üzere olmalılardı. Hemen oradaki büyük aynanın önüne gittim. Yüzümü çevreleyen simsiyah saçlarımı ve sakallarımı düzelttim. Gözlerimin etrafı mosmordu. Bu son zamanlarda kullandığım eroinlerden olmalıydı. Zararını bile bile kullanmıştım. Ancak o geldiğine göre artık kullanmayacaktım.

Tekrar dışarı çıktım ve buz gibi havanın yüzüme çarpışını hissettim.  Arabalara baktım ve önünde Ulusoy yazan iki katlı bir otobüsün otogardan içeri girdiğini gördüm. Orada beklemeye başladım. Arabanın kapısı yavaşça açıldı ve birkaç yaşlı kadının ardından dışarı o çıktı. Çok değişmişti. Ancak onu tanımamam elde değildi.  Kumraldı. Bembeyaz yüzü ve yeşil gözleri vardı. Saçları biraz daha koyulaşmıştı geçen yılda. Ancak bu onun güzelliğinden bir şey kaybetmesine neden olmamıştı.

Etrafına bakmadan doğrudan otobüsün yanındaki kapı açıldı ve hostes oradakilere çantalarını vermeye başladı. Onu orada bekledim. Çantasını aldı ve kapılara doğru yürümeye başladığında bana doğru geldi. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Ancak bana bakınca gülümsemesi yok oldu. Bunun nedenini merak etmiştim, ancak sormadım.

“Hoş geldin,” dedim sesim elverdiğince.

“Hoş buldum,” dedi. Yüzüne gülümsemeyi tekrar oturttu. Bir anlık duraklamadan sonra ona sımsıkı sarıldım. Sıcacıktı. Sonra ayrıldık.

“Acıktım,” dedi.

“Şurada bir kafe var, gidebiliriz,” dedim ve birlikte oraya yürümeye başladık.

Vardık ve camın hemen kenarındaki masaya karşılıklı oturduk. Biz konuşmaya başlamadan garson ne yiyeceğimizi sordu. O kendine bir yemek ısmarladı fakat ben sadece bir bardak çay istedim. Garson gitti ve o tekrar bana gülümsedi. Sora otobüsten ilk inişindeki gibi gülüşü tekrar kayboldu.


“Uyuşturucu mu kullanıyorsun?” dedi bir anda. Bu beni oldukça şaşırtmıştı. Konusunun açılacağını biliyordum; fakat bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.

“Şey, evet am-” cümleyi bitiremeden gözleri ağlamaklı oldu.

Ayağa kalktı ve “bir daha beni arama,” dedi ve dışarı çıktı. Şok olmuştum. Sadece bir hafta önce onun geri döneceğini öğrenmiştim. O andan itibaren bırakmaya çalışmıştım fakat başaramamıştım. Önceki gece sondu ama.

Bir daha içmeyecektim. Bu canımı çok sıkmıştı. Ağlamakla ağlamamak arasında kaldım. Parayı ödeyip kalktım kafeden.

O gitmişti. Bir daha aramamı istemiyordu. Üniversiteye gitmeden önce telefon numarasını alamamıştım. Sesini uzun zamandır duymamıştım. Bir daha duyamayacaktım.

Dar sokaklardan geçtim. Şehrin tam merkezinde, köprünün karşısında evim vardı. Eve vardığımda içerisi berbat kokuyordu. Bunu dışarının temiz havasını uzun süre içime çektikten sonra anlamıştım. Bir an durdum. “Elimde ne kaldı?” diye sordum kendime. Cevap belliydi. Üstümü değiştirmeden mutfağa gittim. Tereğin çekmecelerinden birkaç malzeme çıkarttım ve odaya gittim. Karşı apartmandan insanlar evimin içini görebileceği için, mumla aydınlattım odayı.

Bir peçeteye sarılmış ot kümesini masanın üstüne bıraktım. Ardından pipoya benzeyen tüpün ucuna koydum bu ot kümesini. Hepsini koydum, daha etkili olacağı kesindi. Çakmağımı yaktım ve cam tüpün içindeki otları koyduğum yeri yakmaya başladım. Daha sonra küllüğün kenarındaki deliklerden birine, cam tüpü koydum. Ardından cıvık bir maddeyi suyun içine attım. Çay kaşığı ile cıvık maddenin suyun içine iyice karışmasını sağladım. Bu sıvıyı ejektöre koydum. İçi dolu enjektörü masanın üstüne bıraktım.  Uzun lastiği koluma bağladım ve damarımın yerinin iyice belirginleşmesini sağladım.

Ardından ilk hazırladığım cam tüpün ağız kısmını ağzıma aldım ve artarda içime çektim. Hala ayıktım. Bu iyiydi. Beynim yerindeyken, enjektördeki sıvıyı bedenime aktarmalıydım. Hızlıca aldım enjektörü ve açıkça belirgin damarıma batırdım ucunu. İki saniye bekledikten sonra tüm sıvı içimdeydi. Bağladığım lastiği kolumdan çözdüm.
Birkaç saniye sonra tamamen yok oldum…



Uyandım. Her taraf karanlıktı. Karşımda bir adam oturuyordu. “Hayır, bir adam değil!” diye bir ses duyuldu. “Nesin
sen?” dedim ancak sesim çıkmadı. Ses tellerim zarar görmüş olmalıydı.

“Ben bir gölgeyim,” dedi adam. Ardından ekledi. “Hayır, bir adam olduğumu düşündüren ne?”

“Konuşuyor olman,” diyemedim. Ancak bu onun duymasına engel değildi. “Neden beni kullanmadın?”

“Gölgemi mi?”

“Hayır,” dedi. “Beynini.”

İstemsiz olarak başımı yokladım. Saçlarımın olduğu yer boştu. Bu benim kafayı yememe neden olmuştu.

“Olmayan kafanı yiyemezsin,” dedi.

“Beynim olmadan, düşünemem, göremem ya da konuşamam,” diyemedim.

“Düşünmeni kalbin sağlıyor. Ve o zehri kanına sokarken de kalbin düşünüyordu. Beni kullansaydın, o şu an yanında olurdu!” dedi. “Göremiyorsun da. Sadece benim sayemde hissediyorsun.”

“Ama bunlar mantıksız!”

“Son yıllardaki hangi hareketin mantıklıydı?” dedi.

Korkuyordum. Hayır, korkmuyordum. Beynim olmadan korkamazdım. “Kalbin korkuyor,” dedi.

“Bana ne yapacaksın?” diyemedim.

Kahkaha attığını duydum. Gölgemin…

“Ne yapacağımı biliyorsun,” dedi. “Eğer ölümden sonra hayat varsa dua edelim de tanrı sana akrabalarımda birini vermesin.”

Ardından kalbimin olduğu yere doğru hızla geldi gölge. Ve keskin bir acının hissettirdiği sert ama tatlı bir hisle beynimin gönderdiği yere gittim. Ölüme…