Kayıt Ol

bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı

Çevrimdışı purple sky

  • *
  • 3
  • Rom: 0
  • siyah beyaz bir dünyada kaybolmuş
    • Profili Görüntüle
    Bunaldım. "Ne yapıyorum?", "Kimim ben?" gibi sorular sormaya başladım. Bu dünya zaman zaman bana çok renksiz geliyor. Pastelle boyanmış çimler, iki tane güneşi olan masmavi bir gökyüzü, kızıl-turuncu günbatımları istiyorum, hem de her gün iki tane günbatımı. “İçinde yaşadığınız evren ile içinizde yaşattığınız evren arasında kurabildiğiniz bağ kadar mutlu olursunuz.” -Anton Çehov.

    Ne demek istiyor Çehov? Hepimizin aslında varolmak istediği, içinde yaşamak istediği dünyaların farklı farklı olduğunu biliyor. Mesela benim bu dünyada kendimi hapsolmuş hissettiğimi biliyor Çehov. Ben klasik ortaçağ avrupası gibi ama tabi kilise ve otoriter rejimler haricinde, teknoloji düzeyi ve yaşam tarzı olarak o standartta bir hayat isterdim. Gün boyu çiftliğimde çalışayım, yorulayım ve akşam evime gidip şöminenin başında şarkılar söyleyeyim, savaş zamanıysa gidip toprağımı koruyayım, elimde kılıç ve kalkan ile... Karnımı doyurmaktan ve evimin verandasında oturup pipomu tüttürmekten başka hiç bir derdim olmasın. Her gün yorularak çalışırken akşam günbatımını sallanan bir sandalyeye çöküp izlemenin hayalini kurayım. Ekinlerin büyümesini iple çekeyim. Ankara'da her gün bir sonraki günü bekleyerek yaşarken heyecanla iple çektiğim bir şey yok ki. Belki Buzkurtları klanından bir ork olabilirdim. Eteklerinde yaşadığım Büyükbaba Dağı'na şöyle bir bakar, dünyanın ne kadar büyük olduğunu düşünüp huşu duyardım. Klanın yeni doğmuş bebeklerini izlerken veya bir kışın ardından açan ilk çiçekleri görünce yaşamı hisseder, o dünyadaki varlığımdan keyif alırdım.

    Varlığımdan keyif alsam zaten muzdarip olduğumu düşündüğüm "Weltschmerz*"i, varoluş sancısını yenerdim. Yarından tezi yok bir kabın içinde pamuğa fasülye ekiyorum. Çocukluğumdan hatırlıyorum, her gün okuldan çıkınca eve dönüp fasülyemin büyümüş olmasını görmeyi sabırsızlıkla beklerdim. Ayrıca ev hanımı teyzelerin neden bitkilerle, çiçeklerle uğraşmayı bu kadar sevdiklerini de anladım ve kendimce aydınlandım bunları yazarken.

    Şu kapkara Ankara'da nereye bakayım? Dünyanın hastalığı olan insanlar bir tek gökyüzüne beton dökememişler, zincir vurup bir tek gökyüzünü öldürememişler ve benim de bakabildiğim, bakarken görünmez parmaklıklardan kaçabildiğim tek şey gökyüzü içinde yaşadığım şehirde. Kaçmaktan bahsetmişken, Tolkien'in fantastik edebiyata "kaçış edebiyatı" demesi basit görünmesine rağmen bunun arkasında ne kadar da büyük bir birikim ve düşünce var aslında, değil mi?

    Yoksa insan yapımı neon tanrının gösterdiği güzel ama sahte manzaralara mı bakayım? Ne ölçüde tatmin eder beni? Aslında epey tatmin edip oyalıyor beni şarkılar ve resimler ama problem de tam olarak burada yatıyor. Zaman zaman bunların beni gerçekte oyaladığının farkına varıp böyle bunalımlara giriyorum.

    Her neyse, Çehov'un sözüne dönelim. Bu söz bana aynı zamanda beş en iyi dostumun neden yakınlarımda bulunmalarından en çok keyif aldığım insanlar olduğunu da hatırlatıyor (Bana okuduğum ilk fantastik romanı vererek fantastik diyarların kapısını açan eski dostum Kaf Dağı'nın ardına yolculuğa çıktığından beri aylar geçmiş olsa da her altı yerine beş diyişimde içim yanıyor.). Bu en iyi arkadaşlarımla her birimizin içinde yaşattığı evren diğerlerininkilere çok benzer çünkü, beraber şekillendiler birlikte okuduğumuz kitaplarla, dinlediğimiz müziklerle, oynadığımız oyunlarla… Hayattaki en önemli derdimin Age of Empires 2'de güzel taktikler bulmak olduğu dönemleri özlüyorum. Bu konuda demek istediğim, ruhunuz tek dolaşmasın hayallerinizdeki evrende, o diyarları beraber dolaşacak ruhlar bulunca çok daha güzel oluyor. Parmaklıkları daha çok aralayabiliyorsunuz bu sayede.

    Uzun lafın kısası, şarkılarda dinlediği, masallarda okuduğu şeylerin gerçek olduğuna inanmak isteyen, oralarda duyduklarını görmeyi, onlara dokunmayı arzulayan bir çocuğum ben hala. İçimde büyüyen hikayeleri günün birinde şiirlere, romanlara, şarkılara döküp kendim gibi çocuk kalanları mutlu etme hayalimse tutulduğum hapishanede azami keyfi almaya çalışarak devam etme sebebim.

    Anton Çehov beni hiç görmeden, tanımadan hatta varlığımdan bile haberdar olmadan içimi bilmiş. İnsanın ihtiyaç duyduğu empatiyi, anlaşılıyor olma hissini yüzyıllar önce bu dünyadan göçmüş yazarların verebilmesi edebiyatın büyülü yanlarından biridir. Kimse bu dünyada büyülü kahramanlar yok demesin, varlar işte. Hoşçakalın, hayalperest kalın. Benim gibi nadiren de olsa bunalımlara girmeyin; ayın parladığını görmesek de bilmesek de olur, kırık camdaki parıltı da yeter hayalleri kucaklamaya ve varlığımızı sevmeye.
I'm here to paint the void.

Çevrimdışı

  • **
  • 82
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı
« Yanıtla #1 : 05 Eylül 2016, 17:23:13 »
Bir kaç paragrafın yardımı olurdu :)

Ankara nefretini paylaşıyorum. Buraya Sakarya'dan gelmiş birisi olarak, burayı ancak içinde doğup büyüyen birinin sevebileceğine inanıyorum. Onların da hepsi değil, bir kısmı sadece.

Mevlana bu dünyada çektiğimiz çileleri, gerçek aleme doğuşumuzun sancıları olarak yorumlar. Senin içine düştüğün karamsarlık ve bunalım çukuru da, pek tabii muhteşem bir şeylerin doğum sancısı olabilir. İçine düştüğün dipsiz kuyudan çıkıp yıldızlara uzanmak biraz da sana kalmış.

Kendini kötü hissediyor olabilirsin, ama unutma, her zaman senden daha kötü durumda olan birileri olabilir. Beş can dostum var dedin ve ben kıskandım mesela. Züğürt tesellisi olsa da, bu bakış açısı tamamen kendini kaybetmene mani olmaya yeter.

İnsan eskiden yaşadıklarını yalnızca "güzel" olarak hatırlamaya programlanmış bir mahluk. Bu yüzden, hafızan taraf tutuyor, ona güvenme. Çok fazla geriye bakarsan önünü göremezsin.

Herşey bir yana, bir çadır, bir tulum ve tercihen iyi bir arkadaş alarak Kızılcahamam'ın çam ormanlarında ya da Karagöl'ün kıyısında bir gece geçirmeni engelleyen tek şey yine sensin. İnan bana, bazen tir tir titreyerek geçen ve sırt ağrılarıyla biten bir gece, zaman zaman hepimizin şikayet ettiği o rahat yatağın kıymetini çok hızlı bir şekilde hatırlatabiliyor insana.
"Demire şeklini veren demircinin iradesidir, çekicin darbesi değil." - Turram oğlu Kopram, Hakon'un demircisi

Çevrimdışı ryuk

  • ***
  • 497
  • Rom: 25
  • ne değiştirebilir bir insanın doğasını?
    • Profili Görüntüle
Ynt: bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı
« Yanıtla #2 : 06 Eylül 2016, 18:34:23 »
Hayal gücü ve şartlanma ile ilgili bazı şeyler.


Hayal Gücü

Ankara'nın atmosferi, insanı kendi içine döndürür. Böylece daha yaratıcı, daha hayalperest olursunuz zamanla. Çünkü bakan her gözün görebileceği açık bir güzellik yoktur dışarıda, sadece görmeyi bilenlerin görebilecekleri vardır.

Uçsuz bucaksız bozkıra bakarak geçti çocukluğum. Fantastik hikayelerdeki uçsuz bucaksız çöller gibiydi gün batımında.

İnsanların denizi göremedikleri için yakındıkları ufukta ben ve diğer fantastikseverler Dark Sun'ı, Al Qadim'i, Dune'u görürdük. Bozkırın ortasında yürürken ve kamp yaparken Arrakis'deki Fremenler gibiydik :)


Şartlanma

İnsanlar Ankara'dan nefret etmeleri için şartlanmışlar. Bu yüzden daha görmeden nefret ediyorlar şehirden.

Ankara'nın sevilmeme nedenleri arasında sayılanlar:  

1- Denizinin olmaması: Az önce internetten yaptığım araştırmaya göre Türkiye'de 26 şehirde deniz var. Yani ülkedeki 55 şehirde de tıpkı Ankara'daki gibi deniz yok.

2- Gri olması, her yerin beton olması: Bu da sadece Ankara'da görülen bir şey değildir. Çünkü Türkiye'deki şehircilik anlayışı genel olarak boş görülen yerlere beton doldurmaktan ibarettir. Gerçekten de, Türkiye'de aslında şehirler yoktur; mega köyler vardır ve betonlaşma-grileşme tüm ülke için geçerlidir.

Ek bilgi: Türk fantastik edebiyat yayıncılığında ve metal müzik kültüründe Ankara'nın yeri büyüktür. Eskiler bilir.




O yüzden her şey size kalmış.



Fikirlerim için ölmeyi göze alamam çünkü yanılıyor olabilirim - Bertrand Russel

İyi bir fikir üretmek için, pek çok fikir bilmek gerekir:

* Yeni başlayanlar için FRP

* Fantastik edebiyata yeni başlayanlar ve bu türde ilerlemek isteyenler için

* Kılıçlar ve diğer eskiçağ silahları hakkında

* Dark Sun


* Distopya Korkuları

Daha fazlası için: Index

Çevrimdışı

  • **
  • 82
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı
« Yanıtla #3 : 07 Eylül 2016, 09:30:46 »
Ankara insanının inanılmaz derecede soğuk ve kaba oluşunu söylemeyi unuttunuz :D Dışarıdan bakanların Ankara'yı sevmemesinde en önemli etkenin insanı olduğunu düşünüyorum.
"Demire şeklini veren demircinin iradesidir, çekicin darbesi değil." - Turram oğlu Kopram, Hakon'un demircisi

Çevrimdışı purple sky

  • *
  • 3
  • Rom: 0
  • siyah beyaz bir dünyada kaybolmuş
    • Profili Görüntüle
Ynt: bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı
« Yanıtla #4 : 07 Eylül 2016, 12:10:03 »
Merhabalar. Düşünceler geldiği gibi yazdığım için hiç paragraf kullanmamıştım yazarken, sonradan da ayıracaktım ama açıkçası aklımdan çıkmış :( Bu akşam paragraflara ayırıp biraz daha okunabilir hale getireceğim. Daha önce de paragraflara ayırma konusunda uyarılmıştım :D Yürüyüş ve kamp güzel bir fikir ve fırsat buldukça yaptığım aktiviteler. Işık Dağı boyunca yürüyüp Karagöl'e varmak herhalde Ankara'da yapılabilecek en keyifli ve en huzur verici şeylerden biridir. Ankara nefretine gelince, söylenmesi gereken her şeyi söylemişsiniz. Ankara'ya özel bir sevmeme durumu değil benimkisi de zaten, genel olarak beton sevmiyorum ve betonlar arasında boğulduğumu hissediyorum. Bu arada, instela sitesinde wondrous nickli kullanıcının "ankaralı müzik grupları" başlığına yaptığı yorumu buraya kopyalıyorum :) "istisnaları bir kenara bırakırsak genel anlamda klostrofobik şehirlerinin bunalım havasını bizzat üstlerinde taşıyan gruplardır. manga var gündemde sadece bol bol hoplayıp zıplayan ama onların da içlerinde sakladıkları hüzünleri....."
I'm here to paint the void.

Çevrimdışı Bay_Karamsar

  • ****
  • 865
  • Rom: 12
    • Profili Görüntüle
Ynt: bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı
« Yanıtla #5 : 07 Eylül 2016, 17:11:04 »
Ankara'ya çocukken gelenlerin yaşadığı kültür şokları da var.

Herkesin birbirine "bebe, bebe," diye hitap etmesine bir sene alışamadım :).

Çevrimdışı purple sky

  • *
  • 3
  • Rom: 0
  • siyah beyaz bir dünyada kaybolmuş
    • Profili Görüntüle
Ynt: bir fantazya aşığının bunalımı ve bunalımdan çıkışı
« Yanıtla #6 : 08 Eylül 2016, 11:47:45 »
"la bebe" :D Lisede ilk geldiğim zaman gerçekten ben de hiç alışamamıştım ama itiraf etmek gerekirse şimdi ben de kullanıyorum "la" ve "bebe"yi sıklıkla :D
I'm here to paint the void.