Kayıt Ol

İkinci Yüz

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
İkinci Yüz
« : 20 Ocak 2012, 00:42:13 »
''Ne olduğunu biliyorum.''

''Söyle.''

''Vampir!''

''Korkuyor musun?''

''Hayır.''

''Siktir lan oradan!'' diye bağırarak dizüstü bilgisayarın ekranını sert bir biçimde kapattı Kerim. Sınıfındakilerin sürekli konuştuğunu duyduğu filmi merak etmiş ve hazır işi de yokken izlemeyi düşünmüştü ama daha ilk dakikadan yüzü ekşimiş ve yarım saat dahi dayanamadan sadece filmi değil bilgisayarı da kapatmak zorunda kalmıştı. Sinirle ayağa kalkıp oturma odasının penceresini açtı, içine bir bıkkınlık çökmüş, içerideki hava onu boğmuştu sanki. Hiç izlememiş olmayı dilediyse de daha fazla ilerlemediği için kendisini kârda saymayı tercih etti. Kafasını camdan çıkarıp sakin mahallenin sessizliğine şükrederek sokağı izledi bir süre. Öğrenci evlerinin çoğunlukta olduğu mahalle genellikle ölü gibi dururdu; akşamları iki tane sokak lambası sokağın başıyla sonunu aydınlatır, kalan kısmının sokaktan geçenler için korkutucu bir atmosfere bürünmesine sebep olurdu. Kerim'in tek başına kaldığı 2+1 daire de sokağın tam ortasında bulunuyor, oturma odasının camından baktığında iki ucu da rahatça görebiliyordu. Kimi geceler sıkılıp pencerenin kenarına oturur, kolu dışarıda kalacak şekilde sokağı izleyerek sigara içerdi. Düşünmek için güzel bir noktaydı burası, ilham vericiydi. Sessiz, kendine ait bir yer.

Soğuk rüzgarın yüzüne vurmasıyla birlikte akşam havasından derin bir nefes çekip kafasını yeniden içeri çekti Kerim. Az önce şahit olduğu saçmalığın yarattığı can sıkıntısını üzerinden atmak için bir sigaraya ihtiyacı vardı. Ders notları, silgi artıkları, boş bardaklar ve kalemlerle kaplı masasının bir köşesinde ezik büzük duran sigara paketine uzanıp eline aldı. Rahatsız edici hafiflik bir an için yüreğinin sıkışmasına sebep olduysa da son bir sigara dalının kalmış olduğunu görerek sırıttı. Pijamasının cebinde duran çakmağı eline alıp sigarayı da ağzına götürdü ama yakmadı; odayı daha da boğucu hale getirmek istemiyordu. Ağır adımlarla ilerleyerek önce ışıkları söndürdü ve perdeyi sonuna kadar çekip sırtını pencerenin yan tarafına yasladı. Sigarasını yakıp da nefesi içine çektiğinde midesinin bulandığını hissetti. Açtı.

Kafasını pervaza dayayarak dışarıyı seyretmeye koyuldu Kerim. Canı sıkılıyordu, her zamanki gibi. Bu şehre geldiğinden beri pek çok şey sıkıyordu canını. Derslerin yoğunluğu, günlerin monotonluğu, sınıf arkadaşlarının aptallıkları... Ama en çok da hayatının sıradanlığı sıkıyordu canını. Üniversite hayatının kimsenin dilinden düşmeyen partilerden, arkadaşlıklardan, sıkı dostluklardan, eğlenceli vakitlerden ibaret olduğuna hiçbir zaman inanmamıştı zaten, ama bu kadar monoton olmak da fazla geliyordu artık. Yalnız ya da ezik bir adam değildi aslında, her zaman bir arkadaş çevresi, güvenebileceği dostları olmuştu. Tabi bu güvenin sonu nereye varırdı hiç bilmiyordu. Her şey o kadar yalandı ki.

'Yalnızsın Kerim.' diye düşündü. Gülümsedi. Yalnızdı, geldiğinden beri kızlara hiç o gözle bakmamıştı ve bundan memnundu. Etrafında çok fazla 'aşk hikayesi' görmüştü ve samimiyetine zerre kadar inandığı tek bir sevgi bağı yoktu. Belki bir tane, o da oldukça samimi olduğu iki arkadaşı arasındaydı zaten. Ama bunun dışında gördükleri, şahit oldukları ve hatta olması gerekenden çok daha yakından gördükleri onu pek çok şeyden soğutmaya yetmiş ve artmıştı bile. Arkadaşlarının bu eve geldiği o yılbaşı partisini hiç unutmuyordu mesela. O günden beri bir daha evinde iki sevgilinin gece kalmasına hiç izin vermemiş, dahası salondaki çekyatta da bir kez bile uyumamıştı. Şimdi bile gözü oraya kaydığında o gece duydukları aklına geliyor, soğuk rüzgarla hiçbir alakası olmayan bir ürperti vücudunu sarıyordu.

'Olay sadece sevgililerde değil.' diye düşündü sigarasından yeni bir nefes çekerken. Her şey böyleydi. Her şey yapmacıktı. Her şey popüler olduğu için yapılıyor ve seviliyor, herkes yaptığı için popüler kalmaya devam ediyordu. Söz gelimi bugün ciddi anlamda merak ederek açıp izlemeyi düşündüğü filmin sadece yarım saati bile olayın aslını anlamasına yetmişti. Övgüyle bahsedilen, üzerinde konuşulan, tartışılan, sevinç çığlıkları ve heyecanlı fısıldaşmalara sebep olan neredeyse tüm eserler birer çöpten ibaretti artık. Müzik, film, kitap, dergi, moda, hiç fark etmiyordu. Sadece ünlü olan, reklamı çok yapılan virtindeydi artık, herkes bunu giyiyor, diğerlerinin ne kadar iyi zevklere sahip olduğunu söyleyerek yapmacık gülüşlerini sergiliyordu. Gerçek düşüncelerini söylemekten bile aciz haldeydi tanıdığı çoğu kişi.

Buna da tanık olmuştu Kerim. Metal dinlemekten hoşlandığını bildiği sınıftan bir çocuğun muhabbet ortamında normalde belki de hiç dinlemediği şarkıcıları övdüğünü, sadece ortamdaki kızları güldürebilmek için bilgisizce, savsakça espriler yaparak kendisini şaklaban durumuna düşürdüğünü görmüştü. Yemekte boş masa kalmadığı için yanına oturup da muhabbet etmeye başladığı kızın okumakta olduğu fantastik kitabı sakladığına şahit olmuş, arkasından atıp tuttuğu komedyenin şovuna 'arkadaş zoruyla' gittikten sonra onu öve öve bitiremeyen kişilerin muhabbetlerini dinlemişti. İnanmıyordu artık sözlerdeki samimiyete, inanması yanlış geliyordu. Bir kaç kişiye yaranmak adına ne palavralar, ne yalanlar söyleniyordu her gün. Bıkkınca iç çekti Kerim. İçinde yaşadığı zamandan nefret ediyordu.

Sigaranın izmaritini 3. kattan boş sokağa fırlatıp içeri girdi ve içeriyi daha da soğutmasın diye camı sıkıca kapattı. Midesi artık iyice isyan ederek büzüşmüştü ve gurulduyordu. Yüzünü buruşturdu, buzdolabında yiyecek bir şey kalıp kalmadığından emin değildi Kerim. Öğrenci evinde kalmak ve dahası yalnız kalmak yanında avantajlar da getiriyor olsa da çoğunlukla zor bir işti, bir kere ev arkadaşınız olmadığında her şeyi siz yapmak zorundaydınız. Yemek yapar, bulaşıkları yıkar, kirlilerinizi yıkar, ütüler, etrafı dağıtır ve toplar, tüm bu süre içinde bir de kendisine vakit ayırmaya çalışırdı. Çoğunlukla meşgul olmak hoşuna gidiyor, vaktini boşa harcadığını hissetmesini engelliyor olsa da bazen çok sıkıcı olduğu da kesindi. Tıpkı buzdolabının karşısında bomboş bir halde durduğu bunun gibi durumlarda. Bir parça ekmekle kavanozun dibindeki nutella açlığını bastırabileceğinden emin olamayarak boş dolabın kapağını kapatıp yandaki kiler dolabını açtı Kerim. Bir karasinek, kenara ağ yapmış küçük bir örümcek ve yarım paket spagetti karşıladı bu kez de onu. Sıkıntıyla iç çekerek uzandı makarnaya. Nedense her zaman elindeki en iyi seçenek bu oluyordu.

Bir tencerenin içini su doldurup ocağın üzerine koydu ve daha hızlı kaynaması için ağzını kapattı. Su kaynayana kadar oyalanacak bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünerek yeniden oturma odasına yöneldi. Işıkları açtı ve odanın bir köşesindeki eğik raflı kitaplığına şöyle bir göz gezdirdi. 40 kadar kitabı olmasına karşın hepsini bitirmişti, boş vakitlerinde sürekli okumayı seviyordu ama bir yerden sonra kitap dayanmamaya başlamıştı. Tüm masrafların yanında bir de kitaba para ayıramıyor, sınav dönemlerinde başını ders notlarından kaldıramayacak halde olsa bile bir kitabın tamamını ya da yarısını okumuşluğu oluyordu. Kendisi de yazmaya merak salıp bir kaç şey denemişti hatta ama düz yazıda hiç de etkili olmadığını görmüştü. Gene de şiir konusunda bir yeteneği olduğunu söylüyordu samimi arkadaşları. Sadece bir kez, boşluğuna gelmiş ve yazdığı şiirlerden bir tanesini bir arkadaşına göstermişti. Arkadaşı önce şaşırmış, sonra gülmüş, sonra şaşkın bakışlar eşliğinde 'Sen mi yazdın bunu?' gibi garip bir soru sormuştu. Bıkkın bir şekilde kafasını sallayınca 'Oha!' diye bir nida atmış, kendisine gülmekle takdir etmek arasında kaldığını açıkça belli eden mimikler sunmuştu Kerim'e. Büyük ihtimalle salakça ya da fazla romantik bulmuş ama bunu doğrudan söylemek istememiş 'Güzel olmuş ya, yazmaya devam et sen.' diyerek aradan sıyrılmıştı sonra. O gün bugündür arada bir şiir yazıp yazmadığını ona sorar, yeni örnekleri görmek isterdi; Kerim biliyordu ki yazdığı şey onun hoşuna gitmiş ama bunu itiraf etmekten çekinmişti.

'Bir de bu var işte.' dedi Kerim kendi kendine. Neden insanlar yaptıkları şeyden utanıyorlardı ki? Bir şeyden hoşlanıyorlarsa çevresindekilerin ona gülüp gülmeyecekleri neden umurlarında oluyordu? Alaya alınma korkusu bir toplumu nasıl yaratıcılıktan uzaklaştıracak kadar güçlü bir hale gelebiliyordu? Şiir yazmanın 'geyce' olarak tanımlandığına şahit olmuşluğu, romantik olmanın eziklikle bağdaşlaştırıldığı, sokak kavgalarının en büyük eğlence sayıldığı bir lise ortamından kopup gelse bile bunlar Kerim'e her daim anlamsız gelmişti. Romantizm konusunda çok da katılmıyor değildi aslında, bu günlerde elinde gülle serenat yapan erkek tanımı romantizm ile özdeşleştiği için onların yumuşaklık olarak tabir ettiği şeyin ne olduğunu iyi biliyordu. Ama bir kavram gey damgası yediğinde bunu her kademesinde yiyordu işte. Söz gelimi kız arkadaşına çiçek alan kaç erkek sokakta  göğsü önde, başı dik bir şekilde yürüyebiliyordu artık? Gerçekten karşısındakini sevdiğini göstermek bu denli aşağılanırken insanların birbirlerini sadece yatağa atmak için çabalaması çok doğal değil miydi? Üstelik bu büyük bir başarı öyküsü haline geliyordu, şevkle anlatılıyor, insanlar tek gecelik aşk hikayelerini ilgiyle dinleyerek 'hayvanlık' olarak görülmesi gereken bu eylemi takdir ediyorlardı. Her şeyden sonra 'sevdiğinden' ayrılıp aşk acısı çekmek niyeydi öyleyse? Kendi düştükleri duruma başkaları düştüğünde bu bir eğlenceyken başlarına geldiğinde felaket niteliği kazanıyordu birden bire. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktü?

Kanepesine oturmuş suyun kaynamasını beklerken telefonu çalarak düşüncelerinden sıyırdı Kerim'i. Olduğu yerde irkildi, ne olduğunu anlaması bir kaç saniyesini aldı ve bu sürede odanın ortasındaki sehpanın üzerinde bulunan telefon titreyerek çalmaya devam etti. En sonunda oflayarak kalktı ayağa, telefonu eline alıp arayana baktı ve tanımadığı bir numara olduğunu görerek cevapladı çağrıyı.

''Efendim.''

''Alo, Kerim. Naber abi? Nasıl gidiyor?''

''İyi. Sen kimsin?''

''Selçuk ya ben, tarih sınıfından hani. Beraber alıyoruz, konuşmuştuk bi' ara falan.''

Selçuk. İsim Kerim'e yabancı gelmese de yüzünü hatırlamıyordu çocuğun, belki bir kaç kez grup halindeki sohbetlerde görmüş, nadiren muhabbet etmiş olabilirdi, emin olamıyordu gene de. Bir saniye için sesi çıkarmaya, isimle uyuşan bir yüz anımsamaya çalıştı ama nafile, telefonun öbür ucundaki ses bir cevap beklerken çok da vakti olmuyordu. Bu yüzden hatırlamış gibi davranmanın en iyisi olacağına karar vererek sesinin bu şekilde çıkmasını sağladı.

''Haa, iyidir Selçuk, sağol, sen nasılsın? Çıkaramadım başta ya kusura bakma.''

''Önemli değil, olur öyle. Abi benim sana işim düştü be.''

Kerim bitkince gülümsedi. İşi düşmese neden akşamın bir saati arayacaktı ki onu zaten? 'Eee?' demek istemediği ve nazik olamayacak kadar sıkkın olduğu için beklemeyi tercih etti. Selçuk da zaten yaptığı şeyin farkında olacak ki çok bekletmeden konuya girdi.

''Ya sizin sınıfta şu kız var ya sarı saçlı böyle, uzunca biraz, renkli gözlü. Bizim arkadaşlardan bi tanesi onunla tanışmak istiyor ama... Utanıyor muymuş neymiş abi işte, anlarsın ya. Eğer sende numarası varsa verir misin diyecektim, bi' yardım edelim arkadaşa. Kaç gündür uyku girmedi gözüne ben şahidim yani.''

Kerim gözlerini yumarak baş parmağıyla işaret parmağını göz kapaklarının üzerine koydu ve bıkkınlıkla ovuşturdu. Şaşırmamıştı ama canı fena sıkılmıştı işte yeniden. Gamze'yi tanırdı, kendi halinde, eğlenceyi seven, hoş bir kızdı. Araları iyiydi, bolca muhabbet eder, bazı şeyler üzerinde tartışırlardı. Çoğu kez karşısındakine itiraz etmeden önce dinleyen bir kızdı, bu özelliği sayesinde de Kerim'in bir yere kadar saygısını kazanmıştı içten içe. Bazen sınıftan hiç kimsenin katılamayacağı tartışmalara girerler, sonunu getiremeden Gamze işi şakaya vurarak konuyu değiştirir ve aradan sıyrılırdı. Dinlenebilir ve dinleyebilir bir insan olmasına rağmen sabırsızlık ve lakayıtlık gibi iki sinir bozucu özelliği de baskındı kızın, buna rağmen Kerim için bir arkadaş sayılırdı ve Selçuk'un arkadaşının -ki buna inanmak da güçtü- amacı her neyse ona yardım ederek tanımadığı bir adama arkadaşının numarasını verecek değildi.

''Numarası yok onun bence maalesef.'' dedi sahte bir üzüntüyle.

''Yaa.'' Selçuk'un sesi hiç de inanmış gibi çıkmamıştı, hatta bunu belli etmek ister gibi bir süre de hiçbir şey dememişti.

''Öyle.'' dedi Kerim hiç uzatmadan.

''Hmm. Peki abi, sağ ol gene de. Görüşürüz sonra o zaman. Hadi iyi bak kendine.''

Telefon yüzüne kapandı. Gözlerini devirdi Kerim, cep telefonunu kanepeye fırlattı ve kendisi de yanına bıraktı vücudunu. Bir saniye sonra mutfaktan gelen tencere-kapak ikilisinin sesi ise yerinden fırlayarak mutfağa koşmasına sebep oldu. Su koyduğunu unutmuştu, kaynamaya başlayan su kapağı hareket ettirince hatırlamıştı ancak. Aceleyle kapağı kaldırdı, ocağa biraz su dökülmüştü ama ocak sönmemişti neyse ki. Yarım paketlik makarnanın ağzındaki lastiği çıkarıp tencereye boca etti, bunu yaptıktan bir an sonra ise eliyle alnına vurarak küfür etti kendisine. Makarnaları ikiye bölmesi gerekiyordu, tencere yeterince büyük olmadığı için bu haliyle uzun makarnaların bir kısmı suyun dışında kalıyordu. Lanetler ederek makarnaların suyun dışında kalan kısmını tutmaya ve elinin yakmamaya çalıştı. Hızlıca tanelerin çoğunu sudan çıkardı ve tencerenin üzerinde kırarak ikiye böldü, geriye kalan bir kaç tanesini ise elindeki çatalla gelişi güzel kırdı. Sonunda kendi başlarına pişebileceklerini düşündüğündeyse ellerini yıkayarak yeniden salona geçti. Makarna pişerken biraz televizyon izleyebilirdi, hem belki kendisine izleyecek güzel bir şey bulur ve televizyon karşısında yerdi yemeğini. Sıkıntısını geçirebileceği umuduyla bastı uzaktan kumandanın büyük kırmızı düğmesine.

Çakma polisiye dizisi, evlilik programı, ikinci sınıf korku filmi, politika, politika, 1,5 saatlik 'ana' haber bülteni, tartışma programı, Türkçe pop adı altında cırlayan bir kadın ve yanında dans eden çıplak erkeklerden oluşan bir klip, daha çok tartışma programı, sağlık programı, aşk dizisi, politika, haber bülteni, evlilik programı... Böylece sürüp gitti kanallar. Tek bir kanalda bile iki saniyeden daha fazla durmadı Kerim, başparmağı ileri tuşuna basmaktan ağrıyacaktı neredeyse. Kanalların tamamı bitti ve başa döndü, bir kez daha geçti üzerlerinden. Ne kadar boştu hepsi. Oyunculuk ya da senaryo namına hiçbir yenilik barındırmaya diziler, her gün benzer saçmalıkları tartışan ve hiçbir zaman sonuç alınmayacağını ya da birinin televizyonda karşısındakinin fikrini kabul etmeyeceğini bile bile izlenen tartışma programları, dede-nine olacak yaşa gelmiş insanların kendilerinden 20-30 yaş küçük 'hayat arkadaşları' aradığı evlilik programları, sadece vakit doldurmak adına türlü saçmalık tıkıştırılmış haber bültenleri... Her gün, her akşam, her saat aynı şeyler vardı televizyonda. Milyonlarca insan oturup bunların başında saatlerini harcıyordu üstelik, boşa geçen yüzlerce saate acımıyordu hiç kimse. Aynı sözleri, her yıl tamamiyle aynı şeyleri dinleyip izlemek nasıl zevkli olabiliyordu ki?

Popüler olan bir dizinin her kanalda bir kopyası çıkıyordu. Aşk hikayelerinin modası hiç geçmezdi mesela. Dram ağırlıklı diziler her daim var olurdu. Sonra silahlı olanlar çıkmıştı şimdi, polisiye adı altında geçiyor ama içinde polis dışında her türlü şeyi barındırıyordu. İçlerinde her türlü pislik bulunmasına rağmen hiç kimsenin gözüne çarpamayan gereksiz diziler. Göz kırpmadan adam vuruluyordu örneğin, küfür ediliyordu, insanlar birbirlerini aşağılıyor, bir 'patron'un etrafında toplanıp onun uşaklığını yapıyor, hizmet ediyordu. Mafyalığa özenen ama bunun bilincinde olmayan sokak çocuklarından korkar hale gelmemiş miydi insanlar artık? Evinin önündeki sokaktan geçen kişilerin neredeyse tamamı tinercilerden ya da serserilerden korkmuyor muydu? Bunların özendirildiği onlarca şovda sansürlenen şey sigaralardı! 'Şaka gibi ya.' diye düşündü Kerim. 'Sanki sansür koyunca kola içiyorlar sanıyoruz da.'

Televizyonu boş bakışlar eşliğinde zaplamaya devam ederken bu kez Kerim'i düşüncelerinden uyandıran şey kapı zili oldu. Kaşları çatıldı, ayaklarının ucunda duran telefonuna uzanıp saate baktı. 11'e geliyordu artık, bu saatte kim gelirdi ki? Kapı kapı gezen satıcılardan mıydı acaba? Eğer bu saatte böyle bir şey için insanları rahatsız ediyorsa Kerim neler sayacağını çok iyi biliyordu gerçi, zamanında az kalaylamamıştı bu adamlardan. Rahatsız etmek için ellerinden geleni yapmaları dışında bir kez yapıştılar mı kolay kolay da gitmiyorlardı üstelik, adamı tutup kapının önünden sökmen gerekiyordu adeta. Gene de bu olasılık çok muhtemel görünmemişti Kerim'e. Belki de arkadaşlarıydı, ona tatsız bir süpriz yapıp ellerinde -Kerim'in alkol kullanmadığını bile bile- biralarla gelecekler, geceyi orada geçirmek, kendi tabirleriyle parti yapmak isteyeceklerdi. Daha önce bunun olmuşluğu vardı ve ertesi gün hiç biri evi toplamakla uğraşmamıştı bile, bu yüzden saatin kaç olduğuna umursamadan herkesi kapının önünde bırakmayı düşünüyordu Kerim bu kez. Kapı bir kez daha çaldığında ayağa kalktı ve içinde biraz da korkuyla antreye geçip kapının kolunu kavradı.

Kapıyı açtığında karşısında bulduğu manzara kesinlikle görmeyi en son beklediği şeydi. Bir kız, siyah saçları omuzlarından dökülen, kafasında mavi bir beresi, üzerinde kalın montu ve altında dar kotu ile kalın giyinmiş olmasına rağmen kollarını birbirine üşümüş gibi dolamış bir kız kendisine bakıyordu. Kerim tanıyordu bu kızı, hem de çok uzun zamandır tanıyordu; en yakın arkadaşlarından bir tanesinin sevgilisi Merve'ydi bu. Bu saatte burada ne yaptığını sormak geldi Kerim'in içinden ama bunu dillendirmesini engelleyen şey bir hıçkırık olmuştu. Kızın kara gözleri kocaman açılmış ve yanakları ıslanmıştı. Belli belirsiz bir burun çekişle dudakları titreyerek baktı Kerim'e Merve. Görünüşe göre hüngür hüngür ağlamıştı.

Kerim bir an ne yapacağını bilemedi. Daha önce buna benzeyen hiçbir durumla karşılaşmamıştı, pek çok arkadaşını zor anlarda teselli etmişliği olmuştu tabi ama kapısına hüngür hüngür ağlayan bir kızın, daha da kötüsü samimi bir arkadaşının sevgilisi olan  ve kendisinin de arkadaşı sayılabilecek bir kızın gelmesi çok yeni bir şeydi. Kısa bir müddet sadece orada dikilip kıza şaşkın bir biçimde baktıysa da yeni bir hıçkırık gözlerini kırpıştırıp harekete geçmesine sebep oldu.

''Merve? Ne oldu? Gel buraya, içeri gir. Bu ne hal ya?''

Kızın iki küçük adım atıp eşiği geçtiğinde Kerim onu kolundan tutup yavaşça çekti içeri. Kapıyı kapattı, kız başını yere eğmiş burnunu çekiyor, tek kelime etmiyordu. Bir şeyleri sindirmeye çalışıyormuş gibi gelmişti Kerim'e ama aklında oluşan düşüncelere aldırmadan ona döndü.

''Neyin var? Merve? Neden ağlıyorsun?''

Merve dudakları titreyerek kafasını kaldırıp baktı Kerim'e. Yüzü acı çekiyormuş gibi bir hal aldı, sanki konuşmakta zorluk çekiyor gibi görünüyordu. Sonunda bir kaç hıçkırıktan sonra zar zor ''A-ali, terk etti beni!'' diyebildi ve bu sözle birlikte bu sefer daha şiddetle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kerim ne yapacağını bilemedi bir an, hareketlerine bakacak olan bir insan annesini ya da babasını kaybettiğini falan düşünürdü ki Kerim'in de aklına ilk gelen şey buna benzer bir felaketti. Halbuki aslında her şey sıradan bir ayrılık davasıymış gibi görünüyordu. Kızın sarsılan vücudunu gördüğünde yapması gerekeni anlayarak ona sarıldı, Merve de bunu beklermiş gibi kollarını doladı ona anında. Montu soğuktu, yüzünden akan bir kaç damla yaş da Kerim'in üzerindeki siyah kazağı ıslatıyordu ama umursamadı Kerim. Ne yapacağını bilemez bir halde öylece sarıldılar bir süre, kız çenesini omzuna dayamıştı ve hüngür hüngür ağlıyordu. Arkadaşıydı Merve sonuçta, ona destek olmalıydı; ama saat 11 de hangi akla hizmet gelmişti Kerim'in evine onu da anlamak kolay değildi gerçekten. Hiç mi kız arkadaşı yoktu yahu?

Aklındaki düşüncelere zıt bir şekilde şefkatli bir babanın sesiyle konuşmuştu ağzı açıldığında Kerim. Arkadaşlarına gerektiğinde destek olmayı asil bir görev olarak gördüğü zamanlar vardı, sebepler ne kadar saçma olursa olsun. Ve işin aslı daha önce hiç bir kız omzunda ağlamamıştı ve bu onu hazırlıksız yakalamıştı. Ağlayan kızlara yabancı olmasa da -lise tayfası ve aylık sevgilileri sağolsu- bu kadarı fazlaydı.

''Gel, şu montu bir çıkar, geç bir otur önce. Anlat her şeyi.''

Merve kafasını bilinçsizmiş gibi salladı hıçkırmaya devam ederken. 'Gerçekten sarsılmış görünüyor.' diye düşündü Kerim, Ali ile neredeyse 3 yıldır çıkıyorlardı şimdi düşününce. Birbirlerine epey bağlanmışlardı, özellikle de Merve oldukça duygusal bir kızdı. Bir gün ayrılacak olurlarsa böyle bir hale geleceğini tahmin edebilirdi Kerim ama kendi evine gelmesini kesinlikle tahmin etmemişti. Kızın üzerindeki montu, bereyi ve şapkayı alıp kapının yanındaki portmantoya astı ve selini sırtına atıp onu salona geçirdi. Kız itaatkarce, dalgın dalgın yürüdü yanında, salona geçtiklerinde de az önce Kerim'in yattığı kanepeye oturup boş bakışlarını halıya dikti. Kerim televizyonu kapatıp yanına oturduğunda kendisini biraz daha toparlamış gibi görünüyordu. Hala ağlıyor olsa da artık sarsılmıyor, hıçkırıklarını ve burun çekişlerini belli bir seviyede tutuyordu. Küçük burnu kızarmıştı Merve'nin. Göz bebekleri büyümüş, dudakları sanki daha da incelmiş, hüzün ona ayrı bir hava katmıştı. Kerim gözlerini kırpıştırdı ve ayağa fırlayıp montunun cebinde olduğunu hatırladığı selpağını almaya gitti. Kısa bir süre araması gerekse de geri geldiğinde Merve'nin artık gözlerinden yaş gelmediğini görerek içinden oh çekti. Selpağı anlayışlı bakışlar eşliğinde uzattı ona, kız içinden bir tane alırken başını kaldırıp bir an gözlerinin içine baktı ve gülümsedi hafifçe.

''Anlatmak ister misin?''

Kız yüzündeki nemi sildikten sonra bir süre yere bakmaya devam etti. Ağladı ağlayacak bir ifade vardı yüzünde hala. Dudağını ısırdı, sertçe, bir süre böylece düşünürken yüzünün istemsizce ekşidiğini, her an yeniden ağlayabilirmiş gibi gerildiğini gördü Kerim. Ama en sonunda başını onaylar biçimde salladı. Kendisini toplamak çin biraz süre verdi ona Kerim. En sonunda da kız sesinin titremesini engellemeyi başarmış ve anlatmaya başlamıştı zaten.

Kerim dinledi. Dinlerdi o, her şeyi dinleyebilirdi. En saçma aşk hikayelerini, en uçuk düşünceleri, en paranoyak fikirleri dinleyebilirdi. Her türlü saçmalığa tahammül edebilirdi, eğer mecbursa. Dertleri dinlerdi, sevinçleri dinlerdi, heyecanlı hikayeleri, sevinçleri, üzüntüleri dinlerdi. Gerektiğinde konuşup karşısındakini teskin ederdi de. İyi bir dinleyiciydi, karşısındakinin sözü havaya gidiyormuş gibi hissettirmezdi. İyi bir arkadaş olmak için gerekli bir özellikti bu. Bugün Merve için de iyi bir arkadaş olması gerekiyordu, bu yüzden de dinledi. Ali'yle tartışmalarını, birbirlerine ettikleri hakaretleri, onu artık anlamadığını, son zamanlarda kendisinden çok uzaklaştığını ve sonunda onu aldattığını öğrendiğini, bunu ona söylediğindeyse inkar etmeyişini ve ayrılmak istediğini söyleyişini dinledi. Bunu dinlerken bir yandan da içi daralmıştı Kerim'in aslında, bunu belli etmese de. Hayır, olayın draması ya da Merve'nin anlaşılmaya muhtaç tavırları değildi onu asıl sıkan şey. Ali'nin onu aldatmayı düşündüğünü biliyor olmasıydı.

Ali yakın bir arkadaşı sayılırdı, bu yüzden pek çok şeyi anlatırdı ona. Sıkılmıştı Merve'den, söylemişti de bunu Kerim'e. Hatta ilk söylediği kişi de Kerimdi, çünkü iyi bir dinleyiciydi . İyi bir sırdaştı. Umursamadığı ya da umursamaz göründüğü için hiç kimseye sırlardan bahsetmez, ağzından laf kaçırmazdı, bu yüzden de tıpkı bu olayda olduğu gibi pek çok gizli şeyi öğrenen ilk kişilerden olurdu. Ali'ye bunun yanlış olduğunu, en azından önce Merve ile ayrılması gerektiğini söylemişti Kerim ama dinlememişti o. Günah da Kerim'den gitmişti o zaman. En azından şeytan geri getirene kadar...

''Ya, kusura bakma. Bilemedim kime gideceğimi, arkadaşlarıma falan gitmeyi düşündüm önce, Esralara gidecektim ama... Ne bileyim. Anlamazlardı beni. Sen tanıyorsun Ali'yi de beni de. Sanki sana anlatmak daha rahatlatır gibi geldi.''

Kerim anlayışla başını salladı ve gülümsedi Merve'ye. Nedense çok samimi görüyordu şu an onu.

''İyi yapmışsın, arkadaşlar ne içindir? Sıkma canını, atlatırsın. Ali seni hak etmemiş demektir, üzülme boşuna.'' Dostane bir şekilde omzunu sıvazladı kızın, ne var ki bunu yaptığından utanarak çekti elini sonra. Onu neşelendirmek için konuyu biraz dağıttı Kerim. Türlü şeylerle aklını karıştırmaya, konuyu değiştirmeye çalıştı ve başardı da, bir süre sonra çok daha iyi görünüyordu Merve. Kız kısa bir süreliğine Kerim'e anlaşılmaz ama korkutucu bir ifadeyle baktı bir ara. Kerim o bakışların altında kızardığını, içini alev bastığını hissetmişti. Kendi kendine 'Saçmalama!' diye bağırıyordu içinden, 'Yanlış falan anlamadı, hem o geldi buraya ve tatlı görünüyor olduğu hiçbir şeyi değiştirmez geri zekalı.' Onu düşüncelerinden ve Merve'nin içini delen bakışlarından kurtaran şey ise mutfaktan gelen su fokurtusu oldu. Saklayamadığı bir nida çıktı ağzından. ''Siktir.'' Ayağa fırladı, mutfağa koşarken bir yandan da kafasını çevirip bağırdı. ''Makarnayı unuttum.'' Merve'nin kıkırdadığını odadan çıkarken zar zor duydu.

Mutfağa girerken makarnanın lapa olmaması için dualar ediyordu Kerim. Ocağa ulaştığı anda ocağın altını kapattı, suyun içinde yüzen uzun hamur taneleri şişip kocaman olmuşlardı. Çatalını daldırıp birkaçını sardı ve lavaboya götürüp musluğun altına tutarak serinlettikten sonra ağzına attı. Oldukça iyi pişmişlerdi, üstelik dağılmamışlardı da. Memnun bir ifadeyle gülümsedi. Dolaptan biraz yaş ve salça aldı, makarnayı hızlıca süzdü ve yağı eritip salçayla karıştırarak tencerede hepsini karıştırdı. 5 dakika elinde iki tabak makarna ve iki çatal ile salona geri dönmüştü.

''Açsın di mi?''

Merve gülümsedi, Kerim'in kendisine uzattığı tabağı minnettarlıkla kabul edip kanepenin köşesine çekildi ve bağdaş kurup tabağı kucağına aldı. ''Teşekkür ederim Kerim.'' dedi gözlerinin içine bir kez daha onu korkutacak biçimde bakarak. Kerim yutkundu ve gülümseyerek kafa sallayıp kanepenin diğer ucuna geçti.

Yerken bir süre sohbet ettiler, bu esnada saat de 12'yi geçmişti artık. Merve ilk geldiği andakinin aksine artık çok daha rahat görünüyordu, hareketlerinde hala bir durgunluk, bir üzüntü hissedilebiliyor olsa da artık gülüyordu da. Kerim de rahatlamıştı bunun üzerine, daha çok konuştu, kafasını daha fazla dağıtmaya çalıştı kızın. Uzunca bir süre konuştular, sonunda Kerim'in sigara isteği hissedilir dereceye geldiğinde bir an duraksayıp cep telefonuna baktı. Saat 1e yaklaşıyordu. Görünüşe göre Merve bu gece burada kalacaktı.

''Gece gece kapına geldim Kerim ya.'' dedi Merve onun aklını okumuş gibi. Sesi utangaçca, mahcup çıkmıştı. ''Özür dilerim. Ben kalkayım en iyisi, bir taksi bulayım eve.''

''Bu saatte?'' Kerim bunun sadece nezaketen söylenmiş bir şey olduğunu bilmesine rağmen kızmamıştı. En azından bunu düşünüyordu kız. ''Saçmalama, misafirimsin bugün. Annenler falan endişelenmez di mi?'' Merve mahcup mahcup gülümsedi. ''Esralarda sanıyorlar beni. Teşekkür ederim, zahmet verdim sana da.'' Gülerek kalktı kanepeden Kerim. Sehpanın üzerindeki boş tabakları alıp mutfağa götürürken ''Ne zahmeti...'' gibisinden mırıldandıysa da kızın bakışlarını üzerinde hissediyor, geriliyordu. Mutfağa geçtiğinde de tabakları koyup derhal yıkamaya koyulması düşüncelerini toparlamak isteyişindendi.

Bir kere şu kesindi, Merve bu gece ondan destek almak için buraya gelmişti. Bu yüzden Ali konusunu açmamalı, şu an olduğu gibi gülmesini sağlamalıydı. Ali'nin yaptıklarından haberi olduğunu söylememiş, kendi düşündüğü dürüstlüğünü çiğnemişti Kerim aslında, ama bu şimdilik önemli değildi. Kendini daha iyi hissettiği bir zaman elbet söylenebilirdi bu. İkindi gerçek şuydu ki Merve çok da üzülmüş görünmüyor gibi gelmişti Kerim'e. Yani, ağlamıştı, bolca ağlamış, içini dökmüş, lanetler etmişti Ali'ye falan ama onun kadar duygusal bir insanın bu kadar çabuk sakinleşmesini de beklememişti Kerim. Bu kadar iyi bir teselli edici miydi yani? Sanmıyordu. Gene de paranoyaklaşmanın bir anlamı olmadığını düşünerek bunu da göz ardı etti. Üçüncü gerçek ise kendisine kesinlikle itiraf etmeye yanaşmadığı bir şeydi, o da Merve'nin çaresiz görünüşünün kesinlikle çekici olduğuydu. Aklında hiçbir zaman onun için haddinden fazla düşünce beslememiş olmasına rağmen kızarmış burnuyla, kocaman açılmış gözleriyle ve anlam veremediği o minnettar bakışlarıyla bir şekilde vücudunu ateş basmasına sebep oluyordu Kerim'in. Yüz yüze konuşurken sorun yoktu ama sessizlik hakim olduğunda sanki olaylar değişiyormuş gibiydi ve bu kesinlikle rahatsız ediciydi.

'Tek bir gece Kerim. Bir gece, ve yarın sabah yoluna gidecek. Sen de görevini yapmış bir arkadaş olarak kendinle gurur duyacak ve hayatına devam edeceksin.'

Derin bir nefes aldı ve duruladığı tabakları lavabonun yanındaki plastiğin üzerine koyup ellerini kuruladı. Sigaraya ihtiyacı vardı, sokağın ucundaki tekel hala açık olmalıydı bu saatte. Odasına geçip üzerini değiştirmeden önce Salona doğru seslendi. ''Sigara alıp geleceğim, istediğin bir şey var mı Merve?''

''Alkol fena olmazdı!''

Kerim yönünü değiştirip salona döndü ve kapının eşiğinden kafasını uzatıp kanepenin ucunda bağdaş kurmuş kıza baktı. ''Bence şu an alkol almasan daha iyi olur.'' dedi olabildiğince anlayışlı tutmaya çalıştığı bir ses tonuyla. Kız bir süre düşündükten sonra itaatkarca salladı kafasını. ''Haklısın sanırım. Hem evin de kokmasın, içmiyordun sen. Afedersin.'' Kerim gülümsedi, elini önemli değil dercesine salladı ve üzerini giyinmek üzere odasına geçti.

Tekele giderken de, sigarasını yakmış halde geri dönerken de aklında gecesinin ne hale geldiği döndü. Garip bir şekilde çok da şikayetçi olmadığını fark etmişti aslında. Dertli insanlar genellikle baş ağrıtırdı ama samimi olanlara yardım etmenin hazzı da bir başka oluyordu onun için. İnsanlar bazen iki yüzlü davranmadığında, gerçekten yardıma muhtaç olduklarında onların yanına durmak gerekiyordu. Merve bu desteğe muhtaçtı ve bunun için de Kerim'i seçmişti, hala anlayamadığı bir sebepten ötürü. Onun üzerine de bu güveni boşa çıkarmamak düştüğünden yaptığı şeyleri sorgulamamalı, aklına yanlış şeyler getirmemeliydi. İyi davran ki sana da iyi davransınlar hesabı.

Anahtarını daire kapısında çevirip eve girdi. Elindeki küçük tekel poşetinin hışırtısı ve kapının kapanma sesiyle Merve, geldiğini anlamış olmalıydı. Ayakkabılarını çıkarıp salona geçtiğinde kızı kanepenin ucunda gözlerini ovalarken buldu. Anlaşılan uyuyakalmıştı ama Kerim'in gelişiyle uykusu bölünmüştü. Mahcup oldu Kerim.

''Afedersin, uyandırdım mı?''

Kız elini boş ver dercesine salladı, gözlerini kırpıştırarak baktı Kerim'e. ''Ne aldın?'' Kerim bir tane çikolata çıkarıp fırlattı Merve'ye, kız beceriksizce ellerini kaldırdı ama son anda yakalamayı başardı paketi. Kocaman bir sırıtış oluştu yüzünde. ''En sevdiğim bu ya. Süpersin.'' Kerim de sırıttı ve yeniden odasına geçip pijamalarını giydi bir kez daha. Bu kez daha temiz bir tanesini giymişti elbette. Merve'nin de üzerine uyabilecek bir şey baktı, pantolonuyla yatması rahat olmazdı sonuçta. Boyları çok farklı olmasa da pijamaların beli konusunda sıkıntı yaşayacakları kesindi, bu yüzden lastikli ve daraltılabilir bir eşofman altı aldı eline Kerim. Elinde bir eşofman ve battaniye ile geldiğinde kız kanepenin köşesinde çikolatasını kemiriyordu.

''Biraz uzun gelecek ama idare edersin bugünlük.'' diyerek eşofman altını gösterdi Kerim. Kız hiç kafaya takmadan uzandı ve aldı, battaniyeyi de yanına aldı. ''Çok teşekkür ederim ya, çok zahmet verdim ben sana.''

''Takma. Ben çıkayım da üstünü değiştir, üzerine de bir şey vereyim mi diyeceğim ama uyacağını sanmıyorum.''

''Önemli değil, bu yeter. Teşekkürler.''

''Kerim.''

''Evet?''

Merve yüzünde anlaşılması güç bir ifadeyle elindeki eşofmanı kanepenin üzerine bıraktı ve üç uzun adımda Kerim'in dibinde bitti. Yüzünde tereddüt vardı. Kerim içinin yanmaya başladığını hissetti, aralarında sadece birkaç santim vardı ve bunun hayra alamet olmadığını düşünmesi için pek çok sebep vardı şu an. Ve neredeyse ilk defa hayatta bir şey tam düşündüğü gibi oldu. Merve hiç bir uyarı vermeden başını uzatıp Kerim'in dudaklarını buldu. Kısa, tereddütlü bir öpücük olsa da içinde pek çok şeyi de barındırıyordu bu. Teşekkür ediyordu, öyle olmalıydı. Ama ne garip bir yoldu teşekkür etmek için bu böyle? Kerim kendisini bir an onunla hayal etti, sadece o kısacık anda. Ali'ye asıl ihanet bu olmaz mıydı? Bütün düşündüğü şeyleri, etrafındaki yalanları, sıradanlığı, ikiyüzlülüğü bu kadar çabuk unutup onlardan biri haline gelebilir miydi? Daha önce hiç yanlış gözle bakmadığı bir kız tek bir gecede onu etkilemiş olabilir miydi?

Merve'nin öpücüğü son bulup da gözlerini yeniden açtığında kızın yüzündeki kızarıklığı, yaptığının sonuçlarına katlanmaya hazır bir çocuğun sahip olduğu bakışları gördü. Kerim böyle şeylerde iyi değildi. Amacını anlamıyordu. Sadece ayrılık acısıyla mı yağmıştı her şeyi? Ona karşı bir şeyler mi hissediyordu? Böyle aptal bir günü mü seçmişti bunu itiraf etmek için? Yoksa Ali'den ayrılışını fırsat bilip de mi gelmişti hemen? Sadece bir teşekkür ediş şekli miydi bu yoksa?

''Özür dilerim.'' dedi Merve titrek sesiyle. ''Sadece sana ihtiyacım var.'' Kerim'in gözlerini kırpıştırmasına ve ne olduğunu anlayamayan bakışlarına zıt bir kararlılıkla elini boynuna attı ve bir kez daha başını çenesine koydu. ''En azından sadece bu gece. Beni yalnız bırakma. Lütfen.'' Kızın fısıldayışı Kerim'in deli gibi atan kalbine ekstra bir hız kazandırmış, vücudunu alevlerin almasına sebep olmuştu. Ne yapacaktı? Bu doğru muydu? Onunla mı kalmalıydı? Onunla... Yatmalı mıydı?

Kerim bu işlerde iyi değildi. Hiçbir zaman olmamıştı. Ona göre insanlar ikiyüzlüydü, ona göre her şey saçma bir haldeydi bu devirde. Ona göre arkadaşlar birbirini sırtından vururdu, sevgililer aldatırdı, bitmeyeceğini düşündüğü tek aşkın üyeleri araya onu sokardı. Ona göre bu dünya yaşanacak bir yer değildi.

Kim bilir? Belki de ikiyüzlü olmanın vakti çoktan gelmişti.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Marius

  • ****
  • 1109
  • Rom: 31
  • poor misguided fool
    • Profili Görüntüle
Ynt: İkinci Yüz
« Yanıtla #1 : 20 Ocak 2012, 11:50:54 »
Başlarken Umut Sarıkaya'nın 'Benim de Söyleyeceklerim Var' köşesindeki yazıya benzettim ama hemen yazı o kadar ciddileşti ki, olamaz, dedim. Yine de yazı boyunca aynı şeyi düşündüm.

Uzun olduğu için korkmuştum ama "başına bakayım da bi, sonra okurum" dediğim halde bir anda kendimi sayfanın sonunda buldum. Çok akıcı, çok gerçekçiydi. Finalleri bırak da bir şeyler yazmaya devam et diyemiyorum ki :P
After I count down, three rounds, in hell I'll be in good company.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: İkinci Yüz
« Yanıtla #2 : 20 Ocak 2012, 12:25:07 »
Böyle karakterlerden kendinizde birşeyler bulabildiğiniz, zaten yazarın da büyük ihtimalle davranışları ve yaptığı hareketlerinin bazılarını kendinden kopyaladığı yazılar gerçekten çok samimi ve vurucu oluyor. Okuduktan sonra akılda kalan kısımlar da ilginç bir şekilde vurucu anlar değil samimi olan kısımlar oluyor. Mesela aklımda karakteri arayan yılışık adam, numarayı vermemesi, samimi olduğu kızı arkadaşça da olsa kıskanması veya koruması, beceriksizce makarna yapışı, arkadaşlarının çoğunun olmadığı kişiler gibi davranması ve üniversite birinci sınıfı çağrıştıran herşeye şaşırması kaldı. Daha sonradan bu şaşırmalar değişiyor bir şekilde ve karakterimiz de zaten değişmek üzere. Hikayenin bittiği yer de tam anlamıyla güzel ayarlanmış diyebilirim. Herkesin kendine göre bir çıkarım yapacağı ve 'yok canım ben olsam kendimi tutarım' diyecek yalancıların da bu çıkarım yapacak arkadaşların arasında olacağı bir yerde nokta bulmuş.

Gerçeklik ve samimi duyguları son zamanlarda bu kadar net hissetmemiştim okuduğum hikayelerde. Ellerine kollarına sağlık. Ayrıca Demir Yumruk gibi frp oyunlarda DM lik yapmak gerçekten yazım kabiliyetini oldukça geliştirir ve buna en iyi örneklerden biri de bu yazı olmuş. Oturup son yazdığın hikayeyle karşılaştırınca bir seviye atlamışsın gibi duruyor.

Küçük önemsenmeyecek derecede az olan hatalar:

Spoiler: Göster
''Numarası yok onun bence maalesef.''

-lise tayfası ve aylık sevgilileri sağolsu-

cebinde olduğunu hatırladığı selpağını almaya gitti.

Dolaptan biraz yaş ve salça aldı,