Kayıt Ol

Çalar Saat Sabahın Beş'i

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Çalar Saat Sabahın Beş'i
« : 27 Kasım 2012, 22:15:46 »
   Sen bir çalar saatsin ve ben sarhoşum diye düşündü adam.

   Saatler boyunca yatağında bir o yana, bir bu yana dönmüş; ama bir türlü uyuyamamıştı. İki haftadır sık sık karşılaştığı bir sorundu bu. Bir türlü uyuyamıyordu. Bunu bilerek, ertesi gününü daha uzun,  daha dolu geçiriyor, yatmadan önce içiyordu; ama hiçbir şey değişmiyordu.

   O gün de yeterince uykusu gelmiş olduğuna inanarak girdiği yatakta bir türlü gözlerini kapatamamış, sağına, soluna dönmüş, yastığını ters çevirmiş, sağ bacağını pikeden dışarıya çıkarmış, geri sokmuş, yüz üstü dönmüş, sırt üstü dönmüştü. Onu kandıran uykunun geldiği gibi gittiğini farkedince yanında, komodinin üstündeki saate bakıp, sabaha karşı beşe yaklaştığını görmüş, oflayarak diğer yanına dönmüştü.

   İşte tam o anda "Uyumaya çalışıyorum. Biraz sessiz olur musun?" diye bir ses duydu kulağının dibinde. Şaşkınlıkla yatakta doğruldu. Etrafına bakındı. Kapının aralığından antreye, solundaki pencereden dışarıya baktı. Hiçbir şey yoktu.

   "Buradayım" diye ikinci bir ses geldi. Bu sefer sesin hemen yanından geldiğinden emindi. Kafasını çalar saatin olduğu komodine döndü tekrar.

   "Biraz sessiz ol. Sayende kaç gündür adam gibi uyuyamıyorum" dedi ses. Çalar saatten geliyordu. Kolları hala dört buçuğu biraz geçe gösteriyordu; ama nasıl oldusa çalar saatin içinden iğneleyici, düzgün diksiyonlu bir ses konuşuyordu adama.

   "Affedersiniz." dedi adam, ne demesi gerektiğini bilemeyerek.

   "Sorun değil. Hadi uyu!"

   Kafası karışmış bir şekilde saatten diğer yana döndü, dirseğini yastığın altına aldı. Duvarı izlemeye başladı.

   "Bacağını sallama!" dedi aynı ses.

   "Pardon. Farkında değildim."

   Adam şimdi kaskatı durmaya çalışıyordu yattığı yerde. Ses çıkarıp çalar saati rahatsız etmek, onun tekrar konuştuğunu duymak istemiyordu. Birkaç dakika nefes alış verişlerine bile dikkat ederek bekledi.

   "Yok. Uykum kaçtı. Çok sağol." diyerek tekrar konuştu çalar saat.

   Adam dayanamayarak tekrar çalar saatten yana döndü.

   "Kusura bakma; ama sen bir çalar saatsin." dedi.

   "Sen de bir insansın." diye karşılık verdi çalar saat beklemeden.

   "-ve ben sarhoşum." diye tamamladı adam sözünü.

   "Sarhoşsun."

   Adam bir süre çalar saatin gözlerinin içine bakmak istedi; ama neresine bakması gerektiğini anlayamadı. Çalar saati kız kardeşi almıştı bir ay önce. Adamın uyanamamasından yakınırdı hep. Ne telefonunun, ne saat yedide bir radyo kanalını açan o dijital saatlerin işe yaramadığını görmüş, bu büyük, yuvarlak, gümüş çalar saati getirmişti. Tepesinde iki koca, gümüş çan vardı ve kurduğu saatte inanılmaz bir gürültü çıkarıyordu. Uyandırabiliyordu adamı.

   "Çok başarılısın" dedi çalar saate.

   "Anlamadım?"

   "Ben hiç uyanamazdım. Sen geldiğinden beri uyanabiliyorum... Gerçi, şu son iki haftadır kurmadım ama."

   "Teşekkür ederim. İstediğin zaman buradayım. İşim bu."

   Adam gözlerini kapattı. Birkaç dakika sonra tekrar açtı.

   "Uykum kaçtı. Belli ki o konuda da iyisin." dedi gülümseyerek.

   "Sen de hiç fena değilsin! Uyutmuyorsun beni ne zamandır."

   "Özür dilerim." dedi adam.

   "Aman, sorun değil. Benim de uykum kaçtı. Ee, anlat bakalım."

   "Neyi?"

   "Kendini. Kimsin? Ne yaparsın? Neden uyuyamıyorsun?"

   Adam bir süre baktı çalar saate. Gözlerinin tam 12'yi gösteren nokta olması gerektiğine karar verdi. Yatakta doğruldu, bağdaş kurdu.

   "Ressamım ben." dedi. "Çizerim daha doğrusu. Çocuk kitaplarına resimler çiziyorum."

   Hiçbir zaman kendini bir ressam olarak görmemişti aslında. Yaptığı şeyin, yapmayı sevdiği şeyin çizmek olduğunu düşünürdü hep. Kız kardeşi eskiden çok üstüne giderdi kendi için bir şeyler çizmesi konusunda. Kendi resimlerini yapmasını, sergiler açıp insanlara göstermesini isterdi. Belki sonra derdi adam, belki yaşlanınca... belki bu bana yetmezse artık...

   "Sen ne yapıyorsun?" diye sordu çalar saate, sorduğu anda sorunun saçmalığını farkederek.

   "Pek de akıllı değilsin ha? Ben çalarım, tiklerim, ilerlerim. Bir yandan da işte... Ne bileyim, burada dururum. Yılda iki kez bir saat ileri-geri giderim. Başka da pek bir hareket yok hayatımda."

   "Hiç fıkra biliyor musun?"

   Hiç sevmezdi adam fıkraları aslında; ama çalar saatiyle nasıl konuşması gerektiğini bilmediğinden, aklına gelen ilk soruları soruyordu.

   "Çok bilmem; ama kısa fıkra koleksiyonum var benim" diye cevapladı çalar saat onu. "Koleksiyon dediysem, öyle büyük değil; ama sıkıntıdan kendime böyle bir uğraş edindim. Dünyanın en kısa fıkralarını biriktiriyorum. Duymak ister misin birini?"

   Adam kafasını salladı.

   "Bir sadistle bir mazoşist küçük bir adaya düşmüşler. Mazoşist sadiste sürekli 'Bana işkence et! Bana işkence et!' diyormuş, sadist ise cevap veriyormuş: 'Hayır!'".

   Kısa bir sessizlik oldu.

   "Anladın mı?" diye sordu çalar saat. "Mazoşist canının yanmasını istiyor; ama sadist onun istediği şeyi yapmayarak zevk alıyor... Yani aslında o da ister işkence etmeyi; ama biliyor ki işkence etmeyerek aslında daha fazla- aman boşver. Espirisini anlatınca tüm tadı kaçıyor zaten."

   "Başka bir tane daha anlat." dedi adam.

   "Hayır." dedi çalar saat keskin bir sesle. "Ne içtin sen? Ağzın fena kokuyor."

   "Şarap."

   "Kırmızı mı beyaz mı?"

   "Kırmızı."

   "Ucuzdu galiba..."

   "Niye aşağılar gibi söyledin onu?"

   "Neyi?"

   "Ucuzdu galiba dedin ya. Kaliteli şarap alamıyormuşum gibi."

   "Evet. Alabilirsin halbuki."

   "Alabilirim. Param var."

   "Çok paran yok aslında. Bir süredir iş de yapmıyorsun. Pek para kalmadı hesabında. O yüzden en ucuz şarabı aldın bakkaldan. Tadı için almıyordun zaten."

   Adam gözlerini uzun uzun dikti yine çalar saate.

   "Nereden biliyorsun bunları?"

   "Hakkında bazı şeyler biliyorum. Çoğunu... hepsini değil ama."

   "Dişlerimi fırçalamamı ister misin?"

   "İyi olur."

   Adam ayağa kalktı. Birkaç saniye oda etrafında dönüyor mu diye kontrol etmek için ayakta bekledi. Dönmediğini farkedince yavaş adımlarla banyoya doğru gitti. Diş fırçasını ıslatmak için musluğu açmışken çalar saat seslendi arkasından.

   "Şurada aynı evi paylaşıyoruz. Yatmadan önce dişlerini fırçalamayı alışkanlık haline getirsen ne iyi olurdu aslında!"

   Aynadan yüzüne baktı adam dişlerini fırçalarken. Üzerindeki tişörtü çıkartıp göğsüne baktı. Sağ omzunda eski bir çürük yeşile yakın bir renk almış, neredeyse ten rengine dönmüştü. Sol kaburgalarının hemen ardında dikiş izleri duruyordu. Boştaki eliyle dokundu izlere. Hala sızlıyordu dokununca. Ağzındaki diş macununu lavaboya tükürürken cevap verdi çalar saate.

   "Evi paylaştığımız yok. Sen bu evin bir eşyasısın. Satın alındın."

   Havluyla ağzını kurularken çalar saatin kalbini kırıp kırmadığını düşündü. Banyonun ışıklarını söndürüp yatak odasına geri döndü.

   "Bir eşya olabilirim; ama senin eşyan değilim. Sen satın almadın beni. Ben gelene kadar beni istediğini bile sanmıyorum."

   Adam yatağa tekrar oturdu.

   "Burada olduğun için mutluyum yine de. Çok işime yaradın."

   "Seni sadece işine yarayan şeyler mi mutlu eder?" dedi çalar saat. Yine o üstten bakan ses tonu vardı.

   "İşime yarayan şeyler de mutlu eder diyelim."

   "Peki bir işe yaramıyor olsam mutlu edemez miydim seni?"

   Adam düşündü.

   "Kız kardeşim aldı seni. Yine de mutlu olurdum herhalde."

   "Kız kardeşin sana işe yaramaz bir hediye alsa mutlu olur musun?"

   Adam güldü. Kız kardeşinin sıklıkla yaptığı bir şeydi bu. Yurtdışı gezileri sonrasında, adamın doğumgünlerinde, yılbaşlarında hep en saçma hediyelerle gelirdi. Çoğu zaman çerçeve getirirdi adama. Dünyanın en kötü hediyesi! Onlarca çerçevesi olmalıydı kız kardeşinden gelen. Çerçevelerin nerede olduğunu düşündü bir an. Çıkarıp içlerine fotoğraf koymalıyım diye düşündü. Çalar saatin yanındaki kırmızı kısa Marlboro paketinden bir sigara çıkardı, hemen yanında duran sarı, silindir, Clipper çakmağı aldı, çaktı ve sigarasını yaktı. Paketi diğer eline alıp çalar saate uzattı.

   "Sağ ol kullanmıyorum." dedi çalar saat.

   Adam kullanıyor olsa bile çalar saatin sigarayı nasıl içebileceğini düşündü. Yanıt bulamadı.

   "Eskiden neredeydin?" diye sordu. "Buraya gelmeden önce yani."

   "Bit pazarından aldı kız kardeşin beni. Söylemedi mi?"

   "Hatırlamıyorum. Oraya nasıl gittin peki?"

   "İkinci dünya savaşı sırasında İstanbul'a kaçan bir aileyle geldim buraya. Varşova'da harika bir konakta yaşıyorlardı. Sekiz odalı. Yok denecek paraya sattılar. Burada iki odalı küçük bir evi anca alabildiler. Artık kaç haftadır kırmızı et yemiyorlardıysa, bir gün beni satıp parasıyla kuşbaşı aldılar. O günü hiç unutmam- Şaka şaka. Yok heyecanlı bir hikayem. Bir saatçinin elindeydim, sonra bir ailenin, sonra bir çocuğun, sonra bir büyüğün, sonra bit pazarında bir adamın."

   "Sesin birine benziyor; ama çıkaramıyorum" dedi adam. Gözlerini kapatıp sesin sahibini aradı. "Geleceğe Dönüş filmlerini izledin mi hiç? Ya da Red Kit... ya da Şirinler..."

   "Hayır. Doksanlarla aram iyi değildi".

   Sessizce oturdular bir süre. Adam sigarasını bitirdi, eline döktüğü küller ve izmarit için bir küllük aradı. Yatağın diğer yanında, yerde buldu küllüğü, ellerini silkti.

   "Hala çok garip geliyor bir çalar saatle konuşuyor olmak." dedi arkasını dönmeden.

   "Ben de her gün birileriyle sohbet ediyor sayılmam; ama ne fark eder. Aynı gün ikimiz için de yirmi dört saat!"

   "Ne bileyim... sonuçta sen yaşamıyorsun."

   "Sen de yaşıyor sayılmazsın son zamanlarda." dedi çalar saat.

   "Nefes alıyorum."

   "Ritm tutuyorsun."

   "Çalışıyorum."

   "İçimde kaç farklı çark çalışıyor biliyor musun?"

   Abartılı hareketlerle kol ve bacaklarını oynattı adam. "Hareket edebiliyorum hiç değilse."

   "Şimdi bel altı vurmaya başladın işte!"

   Adam çalar saatin eğer hareket edebiliyor olsa kollarını kavuşturup arkasını döneceğini düşündü. Gücendirmişti onu.

   "Bozulduysan özür dilerim."

   "Bir kez bile bozulmadım ben. Hala ilk günkü gibi işliyorum. Bir keresinde bir adamın içimi açtığı doğrudur; ama sırf nasıl çalıştığımı merak ettiği için. Bir de yağlamıştı çarklarımı. O da gerektiğinden değil ha!"

   Güldü adam. "Yaptığın işi takdir ettiğimi daha önce de belirtmiştim" dedi.

   "Evet; ama ben takdir, teşekkür, iltifat ve özürlerin bir kereye mahsus olmaması gerektiğini düşünürüm. Çoğu insan için bunlar fazla kolay. Yolda önüme bakmadan yürüyüyordum ve sana çarptım, hop özür dilerim! Bitti. Rahatım. Bugün giydiğin kıyafet ne kadar da yakışmış. Bir iltifat. Sadece bir kez! İnsanlar böyle şeyleri duymayı sever. Söylemesi de o kadar zor şeyler değil. Neden tek kullanımlık oluyor ki?"

   Adam aynı şeyleri bir insandan duysa bu kadar mantıklı bulup bulmayacağını düşündü.

   "Haklısın." dedi. "-ama şunu da düşün. Diyelim ki o kızın kıyafetine iltifat ettin. Sonra bunu tekrarladın, bir daha iltifat ettin, sonra bir kez daha. Akşam olduğunda bir de bakmışsın savcılığa başvurmuş taciz ettiğin için."

   Saat ikna olmamış mırıltılar çıkardı.

   "-Ya da özrü düşünelim. Yanlış bir şey yaptığını biliyorsun ve yanlışı yaptığın adamdan özür diledin. Karşındaki de kabul etti. Sonra sen tekrar tekrar özür diledin. Adam her defasında kabul ediyor özrünü; ama git gide gözünde değerin düşüyor. Birini çok takdir ediyorsun, onu o kadar yüceltmiş oluyorsun ki artık kendiyle eşit görmemeye başlıyor seni... veya onca teşekkür ettikten sonra ortada büyük bir şey yokken karşındakine borçlu hissetmeye başlıyorsun kendini."

   Çalar saat birkaç saniye sustu. Adam tartışmadan galip gelmiş olmanın keyif verip vermediğini tarttı. Çalar saat tekrar konuştu:

   "Asıl ilginç olan şey senin bu varsayımsal örneklerinde iltifat ettiğin kişiyi doğrudan bir 'kız', özür dilediğin kişiyi de 'adam' olarak belirtmiş olman. Bence bunun üstüne yoğunlaşmalıyız."

   "Lütfen hiçbir şeye yoğunlaşmayalım."

   Bir süre durdular. Adam çalar saati izledi. Perdelerini izledi. Pencerenin dışından, yan apartmanın duvarlarını izledi. Çalar saatse hiçbir şeyi izlemedi. Saniyeleri saymaya devam etti tik-tak ederek.

   "Senin sesinden niye rahatsız olmuyorum acaba?" diye sesli düşündü adam.

   "Bir yerden tanıdık geldiğini söylemiştin. Belki ondandır."

   "Hayır o sesini değil."

   "Hangi sesimi?"

   Adam parmağını dudaklarına götürerek susmasını işaret etti. Tik. Tak. Tik. Tak.

   "Yeni mi farkettin? Artık hiç uyuyamazsın."

   "Herhalde. Salona mı koysam seni acaba?"

   "Rahatsız olduğun insanları hep uzaklaştırır mısın kendinden?"

   "Senin insan olmadığın konusunda anlaşmıştık diye hatırlıyorum."

   "Yine konuyu değiştiriyorsun. Hep konuyu değiştiriyorsun. Gerçi ben de değiştirmiştim galiba. Özellikle o özür ve iltifat olayında."

   Adam başını salladı. "Acıktın mı?" diye sordu. Çalar saat cevap vermedi.

   "Acıktın mı?" diye yineledi adam. Yine cevap gelmedi.

   Bu kadarmış diye düşündü adam. Ayılmış olmalıyım diye düşündü. Ayılmıştı ve artık çalar saatin konuştuğunu düşünmüyordu. Bu durumun hoşuna gitmediğini farketti. Uykusu yoktu, tik-tak sesleri her zamankinden gürültülü geliyordu ve konuşacak biri olmasını aslında sevdiğini farketti. İki haftadır kimseyle konuşmamıştı.

   "Acıktın mı?" diye tekrar sordu umutsuzca.

   "Hayır dedim ya!" diye patladı çalar saat bir anda.

   "Demedin!"

   "Deminden beri kafamı sallıyorum görmüyor musun?"

   "Sen hareket etmiyorsun..."

   Çalar saat durumun farkına vardığını gösteren bir şaşkınlık nidası attı. Yine sustular.

   "Bazen unutuyorum hareketsiz olduğumu..." dedi çalar saat. "Sanki eskiden olduğum yerde saymıyordum gibi geliyor. Saymak... Herhalde kendimle ilgili her şeyi saymaya, ilerlemeye bağlıyorum... Sahi, bana kaça kadar sayabildiğimi sorsana."

   "Kaça kadar sayabiliyorsun?"

   "Yirmi dört. Hahaha. Anladın mı? Çünkü benim için yirmi beş yok! Niye her seferinde espirilerimi açıklıyorum?"

   "Aslında altmışa kadar sayabilmen gerekmez mi?"

   "Sen sayabildiğin sürece gerek yok."

   Yine durup birbirlerine baktılar. Adam çalar saate baktı ve çalar saatin de ona bakıyor olduğunu varsaydı.

   "Hareket edebiliyor olmayı ister miydin?"

   "Evet. Emin değilim. Bana soracak olursan zamanımızın büyük bir kısmını sahip olmadığımız şeylerin özlemiyle geçiriyoruz; ama ona sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğimiz için sahip olduktan sonra bu kadar çabuk bıkmamıza da anlam veremiyoruz. Bu özlem, şaşkınlık, mutsuzluk, kızgınlık, özlem döngüsü de devam ettikçe bizi sonu gelmez bir depresyona sokuyor. Anlatabiliyor muyum?"

   "Hayır."

   "Yani şimdi bir anda hareket etmeye başlasam, gezebilsem, dolaşabilsem belki çok güzel olurdu; ama belki de benim varoluşum hareket etmeye göre yaratılmamış ve o yüzden de hiç hoşuma gitmeyecek. Özlemini duyduğum tek şeyin aslında onu içimde büyüttüğüm kadar güzel olmadığını görürsem ne yapacağım? Hayalini kuracak yeni bir şey bulmam gerekecek ve yine aynı şeyler."

   "Bence fikirlerini anlatmak için yanlış sözcükler kullanıyorsun. Özlem diyorsun; ama kaybettiğimiz birine duyduğumuz özlemi düşün. Hiç kimsenin ölen biri geri döndüğü zaman mutsuz olacağını sanmıyorum."

   Çalar saat yine hareketsiz duruyordu; ama adam hareket edebiliyor olsa kurduğu cümleler boyunca onun kafasını hışımla sallıyor olacağını düşündü.

   "Tam da bundan bahsediyordum. Özlediğin birinin geri gelmesini neden istersin? Onunla yapamadıklarını yapmak, söyleyemediklerini söylemek için, daha çok yanında olabilmek için..."

   Adam kafasını salladı.

   "Ama burada iki soru var. Birincisi, neden tüm bu yapamadıklarını, yapabiliyor olduğun sırada yapmadın? İkincisi ise kafandaki şeyleri gerçekleştirdikten sonra ne olacak? O, seni rahatlatma görevini yerine getirmiş olarak geri mi dönecek geldiği yere?"

   Adam ayağa kalktı. Çalar saatin saçma düşüncelerinin dayanılmaz bir raddeye geldiğini düşündü.

   "Belki de zamanları yoktu, zamanları yetmedi yapmak istediklerine. Sırf bu yüzden, erken gittiğini düşündükleri birini özleyemezler mi?"

   Çalar saat de sesini yükseltti.

   "Hep aynı şeyi söylüyorsunuz. Erken gitmişmiş. Her şeyi saat cinsinden ölçerek hayatına devam edemezsin ki?"

   "Dedi çalar saat!"

   "Ben dediğim için bu kadar önemlidir belki. Hiç hayatı matematik hesaplarıyla ölçmek zorunda olmadığını düşündün mü?"

   "Eğer hayat ne kadar sevdiğinle ölçülür gibi kişisel gelişim zırvalarına gireceksen yemin ediyorum kırarım seni!"

   "Hayır tabii ki! Ölçmemekten bahsediyorum..."

   "Nasıl yani?"

   "Bir haftanın yirmi dört saatlik yedi gün yerine, yirmi sekiz saatlik altı gün de olabileceğini farketmiş miydin hiç? Yine haftada kırk saat çalışarak; ama her gün daha çok eğlenip daha çok uyuyarak, haftasonlarını yarım gün daha fazla geçirerek de aynı zamanı dilimleyebileceğini? Neden zaman konusuna bu kadar takılıyorsun?"

   "Yine konuyu değiştiriyorsun. Daha fazla konuşmak istemiyorum." dedi adam tersleyerek. Arkasını döndü.

   "Değiştirmiyorum. Sadece diyorum ki şu anda geçirdiğimiz saniyeye gelene kadar olan her şeyi açıkça bilebilirken sırf bir saniye sonrasını bilmiyorsun diye zamanı suçlamak çok saçma. Hayat dediğin şey için neyin geç, neyin erken olduğu önemli değil ki. Neyin gerçekleşip neyin gerçekleşmediği de önemli değil. Hatta herhangi bir şeyin hayat için önemli olduğunu sanmıyorum."

   "Susar mısın artık?"

   "Susunca da tik-taklarımdan rahatsız oluyorsun."

   "Salonda uyuyacağım o yüzden."

   "Uyuyamayacaksın."

   "Neden?"

   "Çünkü hala kız kardeşinin ölümünden kendini sorumlu tutuyorsun."

   Adam arkasını döndü. Çalar saati eline aldı ve odadan dışarıya, koridora doğru fırlattı. Çan ve cam kırılmasının çınlayıcı sesiyle yere düştü çalar saat.

   "Bu gerçekten çok olgun bir davranıştı!" dedi çalar saat.

   Adam çalar saatin susması için ne kadar parçalaması gerektiğini düşündü. Yanına gitti. Çalar saatin kırık parçalarına baktı.

   "İşte hareket etmek de böyle bir şey..." dedi.

   "Çok komik."

   "Niye susmadın?"

   "Sesimin kafanın içinden geldiğini farketmedin mi hala?"

   "Kırılınca susarsın diye ummuştum."

   Adam çalar saatin kırık parçalarının yanına bağdaş kurdu.

   "Senin yüzünden ölmedi kız kardeşin."

   "Arabayı ben kullanıyordum."

   "Ve kazayı o kadar iyi planladın ki o öldü, sadece sen kurtuldun. Öyle mi?"

   "Tabii ki planlamadım."

   "O zaman niye kendini suçluyorsun?"

   "Daha dikkatli olmalıydım çünkü. Benim hatam yüzümden öldü."

   "Olmalıydın değil... Olsaydın... Belki de ona bir şey olmazdı. Belki de ertesi gün ikiniz birden ölürdünüz. Belki bilmemkaç yaşında kolon kanserinden ölürdü, belki yarın ölümsüzlüğü bulurlardı, derin bir oh çekerdiniz. İnsanların yarısı suçu hep kendilerinde aradıkları için mutsuzdur, diğer yarısı ise hep başkalarında..."

   "Daha iki hafta oldu. Üzgün olmaya hakkım yok mu?"

   "Üzgün olmaya hakkın var; ama kendini zaman hesaplarının arkasına gizlemeye hakkın yok. Öleli iki hafta oldu diyorsun, az geliyor; ama başka bir hesapla baktığında, kız kardeşin öldüğünden beri üç yüz kırk iki bin yedi yüz yirmi altı kere nefes alıp verdin. O kadar da az değil bence."

   "Hani sadece yirmi dörde kadar sayabiliyordun?"

   "Yalan söyledim. Hayat yalancıdır. Alış buna."

   Alışmanın nasıl bir şey olduğunu düşündü adam. Bir insanın yeni bir durumu kendine kabullendirebilmesi için nasıl şekillere girmesi gerektiğini, nelerden fedakarlık etmesi gerektiğini düşündü. Alışmak denen şeyin gerçekleşmesi için anıların, duyguların, düşüncelerin ne kadar hissizleşmesi gerekeceğini hesaplamaya çalıştı. Kızkardeşinin gerçekten onun yüzünden ölüp ölmediğini hesaplamaya çalıştı. Hesaplamaya çalıştığı için kızdı kendine, ve düşüncelerini dillendirmediği için içi rahatladı. Çalar saate hesaplamalarından bahsetseydi yine çıldırtırdı onu.

   "Alışmaya çalışacağım." dedi çalar saatin kırık parçalarına dönerek. "Özür dilerim seni kırdığım için."

   "Önemli değil. Zaten bir daha konuşacak değiliz." diye cevap verdi çalar saat sıkkın bir sesle.

   "Benim yüzümden  mi?"
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #1 : 28 Kasım 2012, 03:08:22 »
Şimdi sen bu öyküyü buraya koyuyorsun ve bana bundan sonra sürekli örnek gösterebileceğim bir yazı kazandırıyorsun. Öykünün, kurgunun, akıcılığın ve muzipliğin ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyorsun. Okurken sesli tepkiler verdiğim öyküler kafamın içinde uzun süre yer ediyorlar, bu da öyle oldu. Dönüşleriyle ve sürpriz olan sürprizleriyle çok başarılı olduğunu düşündüğüm bir öykü olmuş bu.

Çok ufak tefek çelişkiler ve dilde yer yer monotonluklar var; ama kesinlikle rahatsız etmiyor. Bu tarz öyküleri çok daha fazla okumak istiyorum.
try again fail again fail better

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #2 : 29 Kasım 2012, 15:53:13 »
Sevdiğim insanların öykülerini bastırıp da okuyorum artık. (Yazıcının keşfi, 2012 Sonbahar)

Altını çize çize.

Okurken çok fazla şey hayal ettim. Çocuk kitaplarına resimler çizen insanlar gibi. O insanlarla birlikte yaşamak istedim ya da en azından bir tanesiyle. Sonra çocuk kitabı yazmak istedim ama Winnie the Pooh gibi. Christopher Robin gibi bir karakterim olsun; tüm karanlığı bilgece dağıtabilsin istedim. Çocuk kitaplarına resim çizenin de bunu o kadar güzel çizmesini istedim ki yazdığımın, çizimin altında ezilip un ufak olmasını görmek istedim. Hayatıma un ve ufak olarak devam etmeyi de istedim. İstediğim şeylerin bahsine burada ara veriyorum.

Alıntı
"... Birini çok takdir ediyorsun, onu o kadar yüceltmiş oluyorsun ki artık kendiyle eşit görmemeye başlıyor seni... veya onca teşekkür ettikten sonra ortada büyük bir şey yokken karşındakine borçlu hissetmeye başlıyorsun kendini."

Oluyor böyle şeyler.

Alıntı
"Özlemini duyduğum tek şeyin aslında onu içimde büyüttüğüm kadar güzel olmadığını görürsem ne yapacağım?"

Bilmiyorum.

İyi bir hikâye anlattın bana. Sağ ol.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #3 : 30 Kasım 2012, 15:13:47 »
Teşekkür ediyorum ikinize de. Beğenileriniz çok şey ifade ediyor.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #4 : 21 Nisan 2013, 03:44:36 »
Okurken gerçek anlamda keyif aldım ve bazı cümlelere gecenin bu saatinde sesli tepki verdim.

Ve bu duygu sanırım her şeyin özeti.

Ellerine sağlık.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #5 : 29 Nisan 2013, 00:44:53 »
Çok sağol, senin düşüncelerini, daha doğrusu kapsamlı yorumlarını almak her zaman çok güzel..

Sesli tepkiler de ayrıca mutlu ediyor insanı.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #6 : 01 Temmuz 2013, 19:13:26 »
Teşekkürler. Bana yalnızca bir öyküyle çok fazla şey anlattığın için.

Alıntı
Özlemini duyduğum tek şeyin aslında onu içimde büyüttüğüm kadar güzel olmadığını görürsem ne yapacağım?

Bu cümleyle bana bir şeyler hakkında fazla heveslenmememi tembihlediğin için teşekkürler. Teşekkürler Fiddler.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Çalar Saat Sabahın Beş'i
« Yanıtla #7 : 04 Temmuz 2013, 18:20:44 »
Teşekkürler. Bana yalnızca bir öyküyle çok fazla şey anlattığın için.

Alıntı
Özlemini duyduğum tek şeyin aslında onu içimde büyüttüğüm kadar güzel olmadığını görürsem ne yapacağım?

Bu cümleyle bana bir şeyler hakkında fazla heveslenmememi tembihlediğin için teşekkürler. Teşekkürler Fiddler.

Ben teşekkür ederim, bir metnin iki tarafından böyle bir iletişim kuabildiğimiz için.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..