3. Bölüm- Gerçek

Gerçek; şu acı gerçek...
Danton
Uykum yoktu. Yatağın içinde dört dönüp durdum. Tam altı saattir sabah olmasını bekliyordum. Ama hiç güneş doğmayacak gibiydi. Bu bir kabus olmalıydı.
Bir tabutun içinde yatıyormuşum gibi hissediyordum. Böyle hissetmeme neden olan şey, küçücük ve dar bir odada yatıyor olmamdan kaynaklanıyordu. Odanın içi havasızdı. Toprak ve küf kokusu bir birine karışmıştı. Pencereyi açmayı denemiştim ama açılmıyordu. Sanki çok güçlü bir kuvvet tarafından tutuluyordu…
Odanın içindeki tablolar korkunç ötesiydi. Hepsi aynı ressam tarafından yapılmış manzara resimleriydi. Yataktan kalkıp ışığı açtım. Böylesi daha iyiydi. Karanlıkta her eşyanın görünüşünü değişiyor ve hepsi korkunç yaratıklara dönüşüyordu.( Karanlık hiçbir zaman güvenilir değil, sizi yutar ya da saklar.)
Kahvaltı yapmak için mutfağa doğru yürümeye başladım. Koridor uzadıkça uzuyordu. Ve ne kadar gidersem gideyim yerimde sayıyormuşum gibi hissediyordum. Sonunda mutfağa ulaştım.
Işığı açıp içeri girdiğimde mutfakta binlerce karasinek vardı. Çok pis kokuyordu. Ceset gibi. Buzdolabını açtığımda, bir canavarla karşılaşmaya hazır bir şekilde geriye sıçradım. Ama ne canavar vardı ne de yemek.
Sadece bozulmuş bir pasta, , iki dilim bayat ekmek ve kan kırmızı renginde çilek reçeli. Çileğe karşı alerjim vardı. Ve bayat ekmeği de yiyemezdim. Mecbur pastayı yemek zorunda kaldım. Yedikten sonra kusacağımı biliyordum. Ama tahmin ettiğim gibi olmadı.
Karasinekler saçlarımın arasına giriyor beni rahatsız ediyorlardı. Kafamı sallayınca pencereye doğru kaçıştılar. Kalkıp balkon kapısını açtım. Sürü halinde dışarıya kaçtılar.
Bu evde daha fazla duramazdım. Üstümdeki pijama takımını değiştirmeden üzerime portmantoda ki gri renk hırkayı giydim. Kapıyı arkamdan yavaşça kapattım. Apartman çok sessizdi.
Bahçeye çıktığım zaman, sinir bozucu şişko kediler gözlerini bana diktiler. Bende başka dışarıda kimse yoktu. Etraf fazla sessizdi. Sessizlik uyuşturucu gibidir. Dozu kaçırdığınız zaman sizi öldürebilir.
Siteden çıkmaya karar verdim. Sitenin kapısı açılmıyordu. Biri büyük demir kapıyı kilitlemişti. Siteyi yapan kimse çok salak olmalıydı. Kapıdan çıkmaya gerek bile yoktu. Çitler alçak ve dardı. Üstünden kolaylıkla atladım.
Bu sefer önümü göremiyordum. Her tarafı sis her yanı kaplamıştı. Bir zombi gibi ellerimi öne doğru uzatarak yürümeye başladım. Önüme çıkabilecek her hangi bir nesne, ne olursa olsun fark etmez, kesinlikle tutunacaktım.
Bir saattir yürüyordum. Bir hiçliğin içindeydim sanki. Önüme ne bir insan ne de bir araba çıkmıştı. Kesinlikle eve geri dönmeyecektim.
Dizlerim ve eklem yerlerim çok kötü ağrıyordu. Sis olmasına rağmen etraf çok sıcaktı. Sis ve sıcaklık, garip bir tezat oluşturuyordu…
3 SAAT SONRA
Su sadece bir bardak su…
Boğazım alev alev yanıyordu. Yere oturdum. Yerlerde saydam ve ıslaktı. Kesinlikle asfalt ya da toprak yol yoktu. Köşeye sıkışmıştım.
O an unuttuğum şeyi hatırladım. Acı gerçeği… Böyle bir şeyi nasıl unuturdum? Kendimi asla affetmeyeceğim…
Be… Ben ölmüştüm. Bu bir rüya değildi. Rüyalarda her zaman kendimizi olayın ortasında buluruz. Ama ben başlangıçtan ortaya ve sona ulaşmıştım. Her şey bitmişti.
Bir daha asla annemi göremeyecektim, güneşi yüzümde hissedemeyecektim, rüzgar saçlarımı okşayıp içimi serinletmeyecekti, bir daha asla Beethoven en sevdiğim müziği olan ‘‘Moonlight Sonatını’’ dinleyemeyecektim. Ama en kötüsü hayallerimi gerçekleştirememiş olmamdı.
Tekrar yaşamak için her şeyimi verebilirim. Kendimi kandırmaya çalışmak boşuna. Ama anlamadığım nokta ne yapmıştım da cehenneme gönderilmiştim? Peki ya ruhum?
Hiç bekleme salonunda beklemiş miydim? Hani şu karar anı vardır ya…
Aslında istasyon gibi bir yer hayal etmiştim. Tıpkı Stephen king’in en sevdiğim hikayesi olan ‘‘Willa’’ da ki gibi.
Stephen King’in bir sözü geldi aklıma; ‘‘Ölümden sonra hayat devam eder.’’ Görüşünü hala benimserim. Bu kadar karmaşık ve ara sıra harika sayılabilecek varlıkların, sonunda yol kenarına atılan çöpler gibi harcandığına inanmakta zorlanıyorum. Ama sonraki hayatın nasıl bir şey olduğu konusu… bunu öğrenmek için beklemekten başka çare yok.’’ Demişti. Bekledim ve gördüm…
Evet, artık neyi unuttuğumu ve nasıl öldüğümü biliyorum.
En kötüsü de sonsuza kadar babaannemle bu kısır döngüyü sürdürmek zorunda kalışım. Benim cehennemim bu. Ya sizinkisi?