Kayıt Ol

(Dio hiliades): Chester Kanneva Oyun Sayfası

Çevrimdışı Dúrgonath

  • ***
  • 680
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
(Dio hiliades): Chester Kanneva Oyun Sayfası
« : 05 Temmuz 2011, 14:01:39 »


Chester Kanneva, 29, Hava durumu sunucusu. (KoyuBeyaz)
Envanter:
-Spiral bantlı kağıt
-Anahtar

5. ve 10. caddelerin köşesindeki yerde küçük bir dairede yaşıyor, iş yerine metro ile üç durak.

Takım elbiseyle pijamalarıyla olduğu kadar rahat edebilir. Özel günleri, bir kaç kez karşılaşmadığı insanların isimlerini, önceki akşam yemekte ne yediğini ve maaşına en son ne zaman zam aldığını hatırlamayan/umursamayan bir tip. Fazla gülmeyen, fazla sosyal olmayan, patronunun doğum günü kutlamasına katılmayan bir tip. Uyku hapı bağımlısı diyebiliriz, lakin içmeden uyuyamıyor. Açık kahverengi, hafif uzun, yayında olmadığı anlarda sabah kalktığı haliyle duran saçları var. İnce uzun bir adam; 1.83 boy ve 68 kilo. Gözleri ela renkli fakat yalnızca güneşte yeşile çalan ilginç bir yapısı olduğu için insanlar kahverengi olduğunu sanıyor. Yüz hatları keskin.


Yetenek Seviyesi: 0

Fiziksel Durum: Sağlam

Zihinsel Durum: Sinirli



Çevrimdışı Dúrgonath

  • ***
  • 680
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
1
« Yanıtla #1 : 05 Temmuz 2011, 14:06:51 »
Koordinatör sağ kulak deliğine hafifçe bastırdı ve yönetmenden direktifleri aldı. "Son üç dakika Ches, ve Tanrı aşkına, sana şu kravatını değiştirmeni söylemedim mi?"

''Ben de sana yüzüncü kez hava durumu spikerinin nasıl göründüğüyle kimsenin ilgilenmediğini söyledim.'' diye söylendi saçlarını düzeltmeye çalışırken Chester.

"Tamam, tamam, her neyse. Dik dur. Saçların da gayet düzgün." Başını hafifçe öne arkaya hareket ettirdikten sonra kulağındaki cihazdan son kez durumu kontrol etti ve saymaya başladı. "Son on saniye. Dokuz. Sekiz. Yedi. Altı. Beş. Dik dur dedim. Üç." Son iki saniyeyi de parmaklarıyla işaret ettikten sonra spot ışığı ve prompter Chester'ın gözüne doğru parladı. Chester ekrandan kayarak geçen 100 puntoluk satırları okumaya başladı: “İyi akşamlar, Ana Haber Bülteni'nden sonra YYA Hava Durumu'ndasınız. Günlük sıcaklık mevsim normallerinin üzerinde seyretmeye devam ediyor. Yarın ve ertesi gün de sıcaklığın en fazla 1 veya 2 derece farkla benzer yükseklikte olması, ertesi hafta ise düzenli olarak düşmeye başlaması bekleniyor. Ayrıca Perşembe günü öğleden sonra şehrin kuzey kesimlerinin yağış alabileceğini de hatırlatalım. Yarın kuzeydoğudan gelen alçak hava basıncı şiddetli rüzgârlara yol açacak, özellikle denize açılmak isteyenlere dikkatli olmaları gerektiğini söyleyelim.”

''Bültenimiz yol durumu ile devam edecek.'' diyerek kameraya yapmacık bir biçimde gülümsedi Chester. Koordinatör mahkeme duvarı gibi bir suratla ikinci kameramana bir işaret çaktı ve sonra Chester'a ufak bir bakış atıp ağırdan almasını ifade eden bir el işareti yaptı. Chester haritanın yansıtılacağı mavi perdenin önüne geçti.

''Güneydoğu otoyolunun 60. kilometresinden itibaren kaza nedeniyle oluşan yoğun bir trafik gözleniyor. Akşama doğru 5 gibi olduğu tahmin edilen kaza araç geçişini yavaşlatmış durumda. Ayrıca şehir içinde günlük iş çıkış trafiğinden ayrı olarak 12. ve 6. caddelerin köşesindeki yol bakım-onarımı sebebiyle yavaşlama olduğu gelen haberler arasında. Bu istikamette seyredecek olan kişilere 10. ve 13. caddeleri tercih etmelerini tavsiye ediyoruz. Ayrıca başbakanın şehri ziyareti sebebiyle alınan güvenlik önlemleri bazı yerlerde tıkanmalar olmasına yol açıyor. 14. ve 15. caddelerde ve Greenhelm bulvarı civarında sivil araç geçişi geçici olarak durduruldu. Şehir merkezindeki tıkanıklığın çözülmesi için vatandaşların metroyu tercih etmeleri tavsiye ediliyor.''

Prompter'dan akan son satırları da okudu: "Genel durum bu akşam için böyle görünüyor. YYA ve kendi adıma hepinize iyi akşamlar ve verimli bir hafta diliyorum. Ben Chester Kanneva. Saat 20:45, ve sırada yeni yarışmamız 'Kim Bir Ördek İstemez Ki?' var."

"Üç, iki, bir, ve kestik. Güzel iş Ches. Yine de, şu kravatı takmasaydın keşke." Chester 'kestik' lafını duyar duymaz yüzündeki yapmacık gülümsemeyi sildi ve elini saçlarına atarak eski dağınık haline geri döndürdü. Bıkkın bir şekilde bir fincan kahve almaya giderken koordinatöre elini öylesine sallayıp ''Evet, evet. Gözlerimi ortaya çıkarmadığının ben de farkındayım Bill.'' dedi. Teknisyenler etrafı toparlıyor, kabloları sarıp yarınki yayına kadar dolaplara kilitlenmeye götürüyorlardı. Stajyerlerden biri asistanlardan birine asılıyor, Bill ise her an bir sinir krizi geçirecek gibi görünüyordu. Kısacası, tamamen normal bir iş günü dahaydı.

Chester stüdyodan çıkıp karşı duvardaki kahve makinesine ulaştı. Heybetli mekanik yığın her zamanki alçak uğultusuyla selamladı onu. ''Ben de seni özledim.'' diyerek elini her zamanki kahvesinin sarı renkli tuşuna götürüp sertçe bastırdı. Kâğıt bardağın mekanik bir ses eşliğinde alttaki küçük boşluktan çıkıp içine hiç bir zaman sıcak olmayan kahvenin doluşunu izledi elleri cebinde. Kahveden aldığı ilk yudum her zamanki gibi tatsızdı, işin kötü yanı her zaman en sıcak kısmın en üst kısmı olması ve bunun asla yeterli olmamasıydı.

Makine homurdandı, ufak bir cızırtı kopardıktan sonra sessizliğe gömüldü. Üzerindeki bütün ışıklar söndü. Chester ikinci yudumunu aldıktan sonra kahve makinesine şöyle bir baktı. 'İlginç.' diye düşündü. 'Ben kahveyi aldıktan sonra bozuldu. Başımıza taş yağacak sanırım bugün.' Arkasını döndü ve koridorun karşısından yaklaşan Ana Haber Bülteni sunucusu Sally Behari'yi gördü. Uzun boylu, iri yapılı bir kadındı, ancak zayıftı. Kahverengimsi kızıl saçları, koyu kahverengi gözleri ve çok hafif kemerli bir burnu vardı. Alnında, kaşlarının arasında üzeri pudra ve fondötenle kapatılmış kırmızı nokta dövmesinin silueti görünüyordu. Yanına vardığında durakladı. "Selam Chester."

''Selam Sally.'' diye karşılık verdi ilgisiz bir tonda, bir yandan son yudumunu içmek dahi istemediği kahvesinin bardağını atacak bir çöp için etrafına bakınıyordu. Sally biraz olduğu yerde sallanarak bekledi, kahve makinesinin birkaç düğmesini kurcaladıktan sonra "Neyse, sonra görüşürüz o zaman." diyip koridordaki yolculuğuna devam etti.

''Evet, tabi.'' diye söylenerek koridorun sonundaki çöp kutusuna elindeki kağıdı attı Chester, ve ceketini omzuna asıp eve gitmek üzere çıkışa ilerledi. Kapıyı açtığında serin rüzgar tenini yalayıp geçti. Ocak aylarının hep sıcak geçtiği bu şehirde, hem de sıcaklık mevsim normallerinin üstündeyken, birden bu soğuk hava dalgası Chester'ı hem fiziksel hem de zihinsel olarak ürpertti. Dışarısı karanlıktı, normalde ışıl ışıl olan şehir manzarası olması gerekenden biraz daha sönüktü bu akşam. Sokakta gezen fazla insan da yoktu, bir iki sarmaş dolaş çift ve hemen karşıdaki ara sokağın köşesine çökmüş, demlenmekte olan bir akşamcıdan başka. Kapının önünde şöyle bir titreyip ceketini sırtına geçirdi. Kafasını kaldırıp etraftaki yüksek binalara bakası gelmiyordu artık, öylesine sıkılmıştı ki bu manzaradan. Hava durumu sunucusu olarak havayı dahi doğru tahmin edebilme gücü olmayışı ona haksızlıkmış gibi geliyordu. Aklında bu ilginç düşünceler ile, etrafındaki farklılığı -yaşamındaki bir çok olay gibi- göz ardı ederek metro istasyonuna doğru yürüdü.

Sokaktan yukarı yürürken yanından geçtiği bir İtalyan restoranının duvarına tek ayağını dayamış duran bir adam ufak bir ıslık çaldı ona doğru. "Hey, hey, beyaz yakalı. Patlıyorum. İlgileniyor musun?"

'Patlıyorum mu? Yatak arkadaşı aramak için ne saçma bir tabir bu böyle?' diye düşündü kaşları çatık bir biçimde adama bakarken. Yavaşlattığı adımlarını normal tempoya geri döndürdü ve adamın yüzüne bakmadan -biraz da tiksinmiş bir şekilde- ''Hayır dostum, ilgilenmiyorum. Mümkünse başka bir yere patla.'' dedi. Adam dayandığı yerden ayrılıp sırtını dikleştirdi, başındaki kasketi yana çevirdi ve "Senin kaybın dostum. Saf, Küba. Hem de çok uygun bir fiyataydı." diye söylendi. Sonra burnunu çekip "Haydi, toz ol şimdi." dedikten sonra bir ara sokağa dalıp gözden kayboldu. Adamı görmezden gelmenin kendisi için daha kolay olacağını düşünerek dediğini yaptı, -aslında yolunda yürümeye devam etmişti- yani toz oldu.

Metro istasyonuna girerken uyku ilacının bitmiş olduğunu hatırlayarak ufak bir lanet savurdu. Şimdi hastane durağına gitmesi ve tıkış tıkış olan metroya iki kez in-bin yapması gerekecekti.

Biletini basıp turnikeden geçti, her akşam bu saatte olduğu kadar boş olan metronun son vagonuna bindi. Vagonun öbür ucunda gürültüyle gülüşüp eğlenen bir grup gençten başka kimse yoktu içeride. Metronun kapıları kapandı, istasyon pencerelerden tıslayarak kaymaya başladı. Sonra, pencereler tünelin içinde tamamen karardı.

Öbür uçtaki gençler Chester'ın anlayamadığı bir dilde konuşuyorlardı, dört erkektiler. İkisinin uzun, vahşi ve karmakarışık sakalları vardı.

En köşedeki oturağa oturup kafasını arkaya yasladı Chester. Artık gün ve saat kavramları öylesine birbirine girmişti ki metronun bu saatte dahi dolu olacağını düşünmüştü bir an gerçekten. İş saatlerinin yayın akışı ile birlikte değişmesine bir türlü alışamamıştı, üstüne üstlük zaten dengesiz olan uyku düzeni daha da bozuluyordu. Kafasını çevirip metrodaki diğer yolculara şöyle bir baktı, fakat bir kaç saniyenin ötesine geçmedi bu bakış. Tek istediği bir an önce ilacını alıp eve gitmekti.

Metro normalden biraz daha şiddetli sarsılınca ışıklar titredi. Öbür uçtaki grup bir an gülüşmelerini kesip etrafa baktıktan sonra biraz daha sessiz bir biçimde devam ettiler. Chester bu titreyişle birlikte kafasını yasladığı cama çarptı. ''Hay, lanet...'' diye söylenerek kafasını kaldırdı ve oturuşunu daha dik bir hale getirdi. Vakit geçirmek için göz bebeklerini oynatmaya ve etrafa bakmaya başladı. Tam karşısındaki tekli oturakta oturan adamı fark edince başından aşağı doğru bir soğukluk yayıldı. Görünüşü dışında, eğer ki vagonun diğer ucundan gelmediyse, birden ortaya çıkmış olması ihtimali oldukça rahatsız edici bir etkiye yol açmıştı. Adam keldi, kaşları yoktu, gözleriyse çukurlarının gölgelerinde kaybolmuş gibiydi. Yine de normalden uzun kirpikleri belli oluyordu. Siyah bir deri ceket, siyah kanvas pantolon ve kahverengi botlara bürünmüştü. Dimdik Chester'a bakarken çok hafif gülümsüyordu. Elinde de beyaz bir torba vardı.

Chester kafasını kaldırıp karşısındaki adamı gördüğünde kısa bir süre istemsizce gözlerini adamdan alamadı. Başta görünüşü değildi onu rahatsız eden, gerçekten duyularını bu denli kapatmış olması ve karşısında bir adamın oturduğunu dahi fark edememiş olmasıydı. Belki de uyku haplarını azaltması gerekiyordu artık, kim bilir. Fakat normalde yaptığı gibi adamdan gözlerini kaçırmak ve yere bakmaya devam etmek istese de bunu yapamadı. Bu garip görünüşlü adamın kendisine bakmakta olduğunu fark etmesi canının iyice sıkılmasına sebep oldu. Refleks olarak gözlerini adamın gözlerine kısa bir süreliğine çevirdi ve gülümsemesine karşılık vererek kafasını yeniden çevirdi.

Adam önce bacak bacak üstüne attı, sonra tek kelime etmeden Chester'ın yanına gelip yere çömeldi. Botlarının uçlarıyla birkaç saniye oynadıktan sonra yüzünü Chester'a çevirdi ve gülümsemeye devam etti, ağzının kenarları elmacık kemiklerine biraz daha yakındı bu sefer. Chester 'Bir günde hem uyuşturucu satıcısı, hem de eşcinsellerle uğraşmak zorunda olmak... Üstelik bugün şanslı olduğumu düşünmüştüm.' diye düşündü. Adam dibinde duruyor olmasına rağmen ısrarla kafasını öbür yana çevrili şekilde tuttu, bir yandan da elini cebinin üzerine koydu herhangi bir hırsızlık denemesine karşı. Adamı gözü tutmamıştı, gözü olan hiç kimse tutmazdı gerçi ya. 'Bir an önce varsam şu durağa artık!' diye düşünerek rahatsız bir şekilde kıpırdandı.

Metro yavaşlayıp Chester'ın ineceği duraktan bir önceki durağa yaklaşırken kel adam ayağa kalktı, hafifçe kıkırdayıp "Yeni evin için ufak bir hediye." dedikten sonra torbayı Chester'ın kucağına bıraktı. Tam o sırada kapılar açıldı, ve adam metroyu hızlı adımlarla terk etti.

''Ne? Hey, bir dakika. HEY!'' Adamın arkasından ayağa kalkarak metrodan dışarı fırlamaya çalıştı. Tam kapılar kapanırken aradan sıyrıldı, fakat adam geldiği gibi yok olmuştu. Karşı peronda diğer yönden gelecek olan treni bekleyen birkaç kişi meraklı gözlerle onun olduğu tarafa baktılar. İndiği tren cayırtılar çıkararak hareket etti, soğuk bir rüzgarla beraber tünele girip yok oldu. Yerdeki broşürler bir an havalandı ve tekrar yere indi. Chester elinde torbayla AVM Metro Durağı'nda kalakaldı.

Kafasını hızlıca hareket ettirerek metro istasyonunda gidilebilecek olan her yere dikkatlice baktı adamı görebilmek umuduyla. ''Nasıl ya?'' diye istemsizce mırıldandı adamı gözleriyle ararken. 'Beni biriyle mi karıştırdı acaba? Ya da...' Elindeki poşete korkulu bir biçimde baktı. 'Ya bir çeşit teröristse ve suçu benim üzerime atmak istiyorsa?' Elindeki poşeti yere düşürdü. Bir an paniğe kapılacaktı, ama sonra bu saatte kimin terörist saldırı yapmak isteyeceği sorusu geldi aklına. Sonuçta akşamın bir vaktiydi, metronun en boş olduğu saatlerdi.

Kendisiyle çelişmeye ara verdiğinde gözü gene poşete çevrildi. Madem bu adam ortadan kaybolmuştu -daha doğrusu bir şekilde onu gözden kaçırmıştı, öyle olmalıydı- yapabileceği bir şey yoktu. Hem bu olay yüzünden bir durak yürümesi ya da bir kez daha bilet alması gerekecekti. Poşeti biraz da korkarak yerden aldı ve en yakın oturacak yere gidip üzerine koydu. Bir süre endişeli bir şekilde bakıştılar, sonunda cesaretini toplayabildiğinde yavaşça poşeti açtı. Poşetten kullandığı uyku ilacınınkine benzer plastik bir kavanoz çıktı. Aslında, neredeyse aynısıydı. Sadece etiketteki yazılar ters çevrilmişti. Kapağın üzerindeki beyaz etikette de kendi adının aynı şekilde ters çevrilmiş bir şekilde yazılı olduğunu fark etti.

''Bu ne saçma bir şaka böyle?!'' diye kendi kendine söylendi plastik kutuyu elinde çevirirken. Bu şeyin anlamı adamın kendisini kimseyle karıştırmamış olduğuydu, 'Serinu' isimli bir ilacı 'Retsehc' isminde birine vermeye çalışmadıysa tabi. Kafasını tekrar kaldırdı ve etrafa baktı dikkatlice. Şu saçma kamera şakası yapan programlardan birine mi kurban oluyordu acaba? Şu an yüzlerce kişi ekranları karşısında onu seyredip kahkahalarla gülüyorlar mıydı? Bu ihtimal akla yatkın görünüyordu aslında, ama adamın yeni evle ilgili söylediği şeyler geldi aklına bu kez de. Yani, bu durumu atlatabilirse yeni bir ev mi kazanacaktı? Aklında öyle çok düşünce oluşmuştu ki hangisinin daha mantıklı, hangisinin daha saçma olduğunu ayırt edemiyordu. Bir kaç dakika boyunca elinde kutu ile öylece durduktan sonra avucunun içini kutuya bastırarak kapağı açtı. Bir yandan da içinden herhangi bir böcek veya korkutucu bir nesne çıkıp kendisini televizyonda rezil edeceğini düşünüyor, temkinli ve tetikte olmaya çalışıyordu.

İçeride her zamanki sarı, deliksiz ve rüyasız uyku taşıtları vardı. Üzerlerinde herhangi bir damga ya da kazınmış bir sembol de yoktu. Haplardan birini eline aldı ve gözüne yaklaştırarak elinde çevirdi. Kendi kullandığı haplara benziyorlardı, hatta o haplardı büyük ihtimalle. Fakat bu gerçekten ilginçti, doktorundan başka hiç kimse hangi uyku ilacını kullandığını bilmiyordu ki. Ayrıca evinden dışarıya da hiç çıkarmamıştı ilacı; daima başucunda, kutusunun içinde dururdu. Ne yani, evi izleniyor muydu? Elindeki kutuyu kapattı ve cebine attı. Bu ilaçtan içmeyecekti pekâlâ, ayrıca burada durup olası bir şakanın kurbanı olmaya da niyeti yoktu. Kendisini takip eden bir kameraman var ise, elbet bunu fark ederdi. Ellerini cebine attı ve metrodan çıkmak üzere yürümeye başladı.

Çıkış turnikelerinden geçip merdivenlerden yukarı tırmandı, tekrar açık havaya çıkmıştı. Şehir halen karanlıktı. Sokak lambaları da tam randımanda çalışıyor gibi görünmüyordu. Merdivenin iki ucunda duran iki irikıyım adam Chester yanlarından geçerken kıpırdandılar. Birkaç adım sonra da onu takip etmeye başladılar. Birden birisi gür bir sesle "Hey, şemsiyekafa!" diye bağırdı. "Sen şu hava durumu sunucusu değil misin? Yağmur adam?"

Yanındaki adam ceplerini karıştırıyordu, bir şey arıyor gibiydi.

Chester yutkundu ve adımlarını hızlandırmayı düşündü. Her şeyin üzerine bir de soyulmak veya dayak yemek istemiyordu. Fakat adımları bir an hızlandıktan sonra yeniden yavaşladı. Acaba bu da şakanın bir parçası mıydı? Bugün başına üst üste tuhaf olaylar geliyordu, Sally'nin kendisine selam vermesi bile başlı başına tuhaf bir şeydi örneğin. Tüm bunlar bir şakadan ibaret olabilirdi elbette, ve şu yeni ev meselesi. Bir cesaret sınavı, komedi ile karışık. Kurban dik durmayı başarırsa büyük ödülü alıyor. Mantıklıydı aslında.

Kafasını sağa sola salladı hızlıca, çok derin düşünmüştü gene. Başını çevirip olabildiğince sakin kalmaya çalışarak adamlara cevap verdi; ''Bu şekilde çağrılmayı tercih etmiyorum ama evet, benim bayım.''

"Hey, harika. Sana... sana bir şey vermemiz gerekiyormuş. Bugün bu saatte buradan geçeceğini söylemişlerdi. Hadisene Mert, bi' bulamadın şu zamazingoyu.!" Tam o sırada Mert söylene söylene ceketinin iç cebine uzandı. "Hah, buradaymış." dedikten sonra küçük, kahverengi bir zarf uzattı Chester'a. Diğer adam da "Şey, sanırım hepsi bu." dedikten sonra arkasını dönüp Mert'in omzundan ittirerek yürümeye başladı.

“Hey, bir dakika, nedir bu?” diye seslendi Chester ve adamların arkasından koşturdu. Mert dönüp açıklamaya başladı. "Kadının biri gelip elimize tutuşturdu. Yuppie tiplinin tekiydi, topuzlu kafa, kalın çerçeveli gözlükler, elde bir dosya falan, bilirsin işte. Parası iyi olmasaydı gülüp geçerdik ama hakikaten iyi mangır verdi karı." Diğer adam "İşleri yoluna koymana mı yarayacakmış neymiş, öyle bir şeyler geveledi işte." diye tamamladı. "İstersen burada aç, ama bizim içindekine bakmamamız gerekiyormuş. Nedir anlamadım açıkçası. Ve görmek de istiyorum. Belki öyle demeseydi umurumda bile olmayacaktı."

Kuşkuyla adamlara baktı. İnsan ilişkilerinde pek iyi değildi, analiz etmede de öyle. Fakat şu an karşısındaki bu iki genç adam yalan söylüyormuş gibi gelmemişti ona. Tüm bunların ardında tek bir kişi olduğunu düşünmeye başlıyordu aslında. Adamları dikkatle dinledikten sonra kafasını yukarı aşağı salladı ve ''Ee... Peki. Teşekkürler öyleyse. Evimde açmayı tercih ederim bunu.'' dedi ve arkasını dönerek hastaneye yöneldi. Bir yandan da zarfı inceliyordu. Zarf herhangi bir devlet dairesinde kullanılan zarflardan farklı değildi, kahverengi saman kâğıttan ve uygun boyda. Kapağı yapıştırılarak kapatılmıştı.

Hastaneye kadar sorunsuz bir yürüyüş geçirdi, eczaneye girip ilacını aldı ve tekrar dışarı çıktı. Başına olağandışı hiçbir şey gelmemesini dileyerek evine gitmek üzere bir kez daha metroya yöneldi. Aslında asıl olağandışı olan, başına olağandışı bir şey gelmemesini diliyor olmasıydı. Yol boyunca düşüneceği bir paradokstu bu.

Kendi durağına da yine sorunsuz bir şekilde vardı, dışarı çıkıp yolun karşısına geçti, apartman bloğuna girip asansörle dairesinin bulunduğu kata çıktı. Cebinden anahtarlarını çıkarıp kapıyı açtı, ve kel adamın "yeni ev"den bahsederken ne demek istediğini anladı. Evinin iç dekorasyonu tamamen değişmişti.

Eli halen anahtarın üzerinde, kapıdan içeriye bir adım atmış bir halde öylece kalakaldı. Kafasını çevirip evin odalarına şöyle bir baktı, ardından attığı adımı geri çekerek kapıyı kendi üzerine geri kapadı ve kapı üzerinde yazan daire numarasını kontrol etti. Kendi dairesiydi bu evet, zaten elindeki anahtarla başka birinin dairesine giremezdi ya. Gözlerini bir kaç kez kırpıştırdı, derin nefes aldı ve anahtarı bir kez daha çevirip tekrar açtı. Bu kez içeriye girmeden önce yalnızca kafasını uzatıp etrafa baktı. Bu iş giderek saçma bir hal alıyordu. Önce ilaç olayı, sonra bu zarf ve şimdi de evine mi girilmişti yani? Ne saçma bir şakaydı bu böyle? Kim bir hava durumu sunucusuna böyle bir şey yapardı ki? Böyle bir eşek şakası yapacak bir arkadaşı yoktu, dahası evine nasıl girildiğini de anlayamıyordu. Evin içine girdi ve aklında yüzlerce düşünce ile etrafı dolaşmaya ve çevreye bakınmaya başladı.

Evdeki hiçbir eşya dikkat çekici bir tarz ya da renk değişimine uğramamıştı, profesyonel bir iç mimar dokunmuş gibi görünmüyordu yani. Aynı ortalama düzeydeki bir evi eşyaları gibiydiler. Chester'ınki gibi. Ancak farklıydılar. Mutfak masasının üzerindeki takvim ise baştan aşağı değişmişti. Cart sarı renkte bir arka fon üzerinde siyah sayı ve numaraların bulunduğu bir ajandaya dönüşmüştü eski NatGeo imalatı manzara fotoğraflarıyla süslü takvim. Bugünü gösteren kısım kırmızı bir kalemle çizilmişti, ve tanıdık olmayan bir el yazısı "Yatmadan ilacını almayı unutma. (Serinu.)" şeklinde bir not düşmüştü. Chester gözlerini kısarak takvime baktı. Hiçbir şeye anlam veremiyordu artık.

Kendisini salondaki kanepelerden birinin üzerine bıraktı ve hiçbir şey, hatta üzerinde oturduğu koltuğun nereden geldiğini bile düşünmeden zarfı açtı. Tüm bu olaylar yüzünden başı ağrıyordu, artık bir açıklamaya ihtiyacı vardı ve elindeki zarf bunu sağlayabilecek tek şey gibi görünüyordu. Zarfın içinden iki parça kâğıt ve bir anahtar çıktı. Kâğıtların ilkinin üzerinde kare spiral şeklinde siyah bir şekil vardı. Yakından bakınca bunun oraya yapıştırılmış bir bant olduğunu fark etti. Diğer kâğıttaysa hızlı bir şekilde karalanmış gibi duran bir yazı vardı: "Bu gece yatmadan o ilacı al. Yarın sabah saat 10.00'da şehir kütüphanesinde ol. Ana merdiveni beş kez inip çık. Anahtarı kullanacağın yeri göreceksin."
Zarfın içindekileri eliyle evirip çevirdi, yazıyı üç kez okudu, anahtarı elinde çevirdi fakat sonunda hepsini önündeki cam sehpanın üzerine fırlatarak hışımla ayağa kalktı. Hayatının sakin olmasını seviyordu ve böyle kalmasını istiyordu Chester. Bunu bozan kişinin, kendi isteği olmadan ona karışan kişinin kim olduğunu mutlaka öğrenecekti. Bu işler sinir bozucu bir boyut kazanıyordu artık, hem ne olduğunu bilmediği bir ilacı neden içsindi ki? Sizin burnunuza aynı bir elmaya benzeyen ama nereden geldiğini bilmediğiniz bir meyve sokulsa, bunu yer miydiniz yani? Otomatın altındaki küçük kırmızı tuşa bastı ve kapıcıya seslendi.

''George. Ben 44. daireden Chester Kanneva. Ben yokken daireme kimse geldi mi, ya da beni soran kimse oldu mu?''

Cevap olarak sadece tiz bir vınlama sesi aldı. Sonra da tam bir sessizlik. Elektrikler gitmişti, ve jeneratörün çalıştığını belirten bir homurtu da yoktu.

''Hay lanet olsun böyle işe.'' diyerek sertçe kapının kolunu indirdi ve kapıcının yanına inmek üzere harekete geçti. On bir kat aşağı doğru hışımla indikten sonra George'u üzerinde ekranların bulunduğu masaya kafasını dayayıp uyumuş halde bulunca sinirleri iyice tepesine zıpladı. ''GEORGE!'' diye bağırdı kapıcıya doğru bütün günün siniri ile. Kapıcı zıplayarak uyandı. "Heh, neh, ne, ne oluyor? Ne oldu?"

''Bugün benim daireme kimse geldi mi? Kimse beni sordu mu? Daha da önemlisi benim kim olduğumu hatırlıyor musun be adam?''

George sersem sersem Chester'ın yüzüne bakındı. "44 numara, evet, hatırlıyorum." dedikten sonra kısa bir süre soluklandı ve "Hayır, gelen giden kimse olmadı." diyip etrafına bakındı. "Burası neden bu kadar karanlık?"

''Gelen giden kimse olmadı mı? Emin misin, bugün masa başında daha önce de uyudun mu? Kimse geçmiş olamaz mı buradan? Bir kamyon, yük taşıtı falan gelmedi mi kapının önüne?''

George "Hayır, hayır, kesinlikle eminim! Gün boyunca gözümü bile kırpmadım. Ama bu akşam azıcık başım ağrıyordu, şöyle bir kafamı yaslayayım demiştim, işte gördüğünüz gibi." dedikten sonra kasketini çıkarıp başının arkasını sıvazladı.

''Neden bir şey çıkacağını düşündüm ki?'' diye mırıldandı sadece kendisi duyabilecek bir sesle. Ardından sinir ve yorgunluk karışımı bir duygu ile derin bir nefes koyuverdi. ''Tamam, pekâlâ. Bugünlerde taşınan kimse oldu mu apartmana?''

George ayaklandı ve "Şeey, 11. daire halen satılık sanıyorum, onun dışında da taşınan ya da ayrılan yok bu aralar. İzninizle, gidip şu jeneratörlere bakmalıyım." diye mırıldandıktan sonra masanın çekmecesinden bir el feneri çıkarıp bir alt kata giden merdivenlere doğru yöneldi.

Chester ''Evet, tabii.'' diye cevap verdi kapıcıya ve buradan da bir sonuç alamamış olmasının siniriyle dairesine geri çıktı. Kapıyı açarken hala eski dairesiyle karşılaşacağına dair ufak bir umudu vardı. Karanlıkta dairesi eski halindeymiş gibi görünüyordu, bu da onu biraz yatıştırdı.

Tüm bunlardan bıkmış bir şekilde eskiden yatak odasının olduğu yere doğru ilerledi. Yolda küçük bir sehpaya çarpıp tökezledi, az kalsın yere düşüyordu. Kendisini yatağa attı ve tüm günü unutmak isteğiyle, hatta şanslıysa tüm bunların bir rüya olmasını dileyerek gözlerini kapadı. Eli refleks olarak başucundaki şişeye gitti, fakat eline aldığında şişenin boş olduğunu hatırladı. Küfrederek yataktan kalktı, karanlıkta salona gidip bugün aldığı ilacı eline aldı ve kapağını açıp ağzına iki tane hap attı.

Farkında olmadığı şey ise, yanlış kutudaki hapı aldığıydı.