Kayıt Ol

Donu Kaybettik!

Çevrimdışı Dumrul

  • *
  • 15
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Donu Kaybettik!
« : 01 Nisan 2013, 22:13:52 »
DONU KAYBETTİK!
[/b]

Yaşadığı dünyanın içinde kaybolup gitmiş, geleceği olmayan basit bir muhasebeci parçasıydım. Sanki başarısızlığa susamış biriydim. En kötüden daha kötü, en acınası olandan daha acınası bir durumdaydım. Bu arada mevcut durumum o kadar kötü olmamasına rağmen niye kendimi bu kadar çok aşağıladığımı bilmiyorum. Galiba zaman zaman kendimi ne kadar ezersem, sonradan gaza gelip ilerde çok başarılı olacağım gibi bir hisse kapılıyorum.
Uzatmayayım da öykünün konusuna gireyim, biraz uzattım mı çok uzun diye yazılarımı kimse okumuyor. Bu yüzden iki sayfadan uzun yazmamaya çalışıyorum.
Bu sabah yağmur yağmadığı halde, erken saatlerde yağmurluk giyen, şemsiye tutan bir adam eski Kent Sineması’nın önünden hızlı bir şekilde geçip Zafer tarafına doğru gidiyordu. Hikâyelerde ve romanlarda gerçeğe uzak karakterler sunulması hiç hoşuma gitmez. Yazarların gerçekçilik yönünden zayıf hayal güçleriyle bir de takdir edilişleri yok mudur? Ne kadar da iğrenç bir şey. Belirtmeliyim ki bu öyküye konu olan o yağmurluklu hıyar bendim. Neden böyle giyindiğimi bilmiyorum.
O sabah büyülü bir hikâyenin tam da ortasına düşmeyi beklemiyordum. Bir dükkânın vitrinindeki, heykelsi bir siluetin üzerinde krem rengini anımsatan sıra dışı bir parıltı görmüştüm. Vay canına, hayatımda hiç bu kadar güzel bir şey görmemiştim. O an bambaşka bir alemde, bambaşka şeyler düşünüyordum. Kendime sorduğum bazı sorular vardı. Ne kadar zamandır tutkularımı bir kenara atmıştım ve ne kadar zamandır hayallerimden vazgeçmiştim? Hiç düşünmeden içeri girdim.
Tesadüf bu ki dükkânda karşıma eski mahallemden tanıdığım, benden yaşça biraz küçük bir arkadaşımı görüyordum. Gördüğüm kişi mahallenin eski ayakkabıcısı Kerim Efendi’nin oğlu Mümtaz’dan başkası değildi. Mümtaz beni tanıdığını ifade eden bir bakış atıp, cana yakın bir şekilde hoş geldin, dedi.
“Buyur Sercan Abi, dükkân senindir, buradan istediğini al. Hiçbir şeye para ödemek zorunda değilsin.” Bir an hiç farkına varmadan bakışlarım dükkânda onun olduğu tarafa yöneldi. Mümtaz durumu anlamıştı. “Buraya neden geldiğini şimdi anladım Abi. Bulutların üzerinde uçuyorsun, sil o düşünceyi aklından ağabey. Davul bile dengi dengine çalarmış. Bu arada günlük hayatta ağabey lafını kullanmak ne kadar saçma oluyor değil mi? Neyse, bi de sabahın köründe felsefe yapıp milletin kafasını zambuldatmanın bir manası yok. Kısacası kafanızdan o düşünceyi silin. Yoksa bedelini ödeyemeyeceğiniz bir şeyi şimdiden sahiplenmenin getirdiği yükün ağır hayal kırıklıklarını yaşarsınız. O sizin ve benim gibilerin asla elde edemeyeceği bir şey.
“İpeksi görüntüsü, çocuksu hali sizi kandırmasın. Bizlere yakın gözüktüğü kadar uzaktır. İhtişamına kanmayın, hayallerinize girmesine asla izin vermeyin. Size zannettiğinizden çok pahalıya mal olur. Tutku ve hayallerin her zaman yükseklerde durmasına inanmama rağmen, böyle bir durumda gerçekten yana bir tavır takınmak gerektiğine inanırım. Çok konuştum sabahın köründe. Ben depoya inip eşyaları çıkartacaktım yav! Dükkânın sahibi tüm mal depoda kalıyor, diye kızıp duruyor. Aptal herif, ben mi sana küçücük dükkâna fabrika deposu tut, dedim? Neyse, sonra görüşürüz Sercan Bey.”
Mümtaz gittikten sonra ben de fazla durmadım, işler beni bekliyordu. Gün boyunca masa başında ne zaman boş bir anım olsa onu düşünmüştüm. Bir yandan da Mümtaz’ın sözleri kulaklarımda yankılanıyordu. Sonraki gün vitrinden geçerken ona baktım. Ertesi gün ve ondan sonraki gün aynı şeyi tekrarladım.
Bir akşam vakti eve geldiğimde başım gün boyu hesaplarla uğraştığım için ağrıyordu. Çok geçmeden yattım. Rüyamda Mümtaz’ın çalıştığı dükkândaydım. Aynı yere, aynı şeye bakarken buluyordum kendimi. Sonra Mümtaz karşıma çıkıyor, bu sisli rüyada benle konuşmaya başlıyordu.
“Sercan Abi, bugün patron dükkânı dandik diziler çeken bir yönetmene kiraladı. Bu beceriksizlerin sis makinesi bozulunca her tarafı duman basmış, bu sis yüzünden dükkânda sigara içirttiğimizi sanıyor herkes, sakın sen bizi yanlış anlama, bizlik bir durum yok. Anasını satıyım, sinemacılıkta çok gerideyiz! Ne olacak bu dükkanın hali? Pardon, ne olacak bu ülkenin hali, demek istemiştim.” Bu rüyayı hiç hayra alamet görmedim. Ertesi gün yolumun üstündeki dükkâna gelip, vitrine baktığımda rahatladım. İçeri girip Mümtaz’la konuşmak istedim.
Mümtaz birkaç malı yerleştirmekle meşguldü. İçimi rahatlatmak için bir anda konuya girdim. Rüyamı anlatıp aslı çıkmadığı için ne kadar rahatladığımı söyledikçe sanki Mümtaz’ın yüz ifadesi de bir o kadar karanlık bir hal alıyordu.
“Görüntüsü sizi aldatmasın, onu kaybettik.”
“Ne? Ne kaybetmesi lan? Dalga mı geçiyorsun, işte orda duruyor, nasıl onu kaybederiz?”
“Durun, önce bir sakin olun. Size her şeyi başından anlatacağım Sercan Bey. Birkaç ay önce bize yeni açılmış bir fabrikanın ürettiği, nano teknolojik kendi kendini temizleyen, daima parlak ve ışıltılı gözüken bir ürün tanıtım amacıyla verilmişti. Onu ilk gördüğümüzde o kadar güzeldi ki hepimizin hayallerini süslemişti. Sizin gibi bizde çok etkilenmiştik, sizin gibi biz de onu düşlerimizde sahiplenmiştik. Bunun yanında ilerde neler olacağını merakla bekliyorduk. Daha seri üretime geçmediği halde herkesin gözü bu ürünün üzerindeydi. Sanki düşlerden daha güzel, hayattan daha gerçekti. Ne gariptir ki fabrika bir türlü üretime geçemedi. Tüm bunlar olurken bu ürün başka mağazalara verildiğinde, müdürlerinden tutun da çalışanlara birçok kişi bu ürünü o kadar beğenmişti ki böyle bir hakları olmamasına rağmen vitrinde sergilemek yerine kendilerine saklamışlardı. Henüz böyle bir ürün piyasada olmadığından kimseye satmamak için yüksek bir etiket fiyatıyla malı vitrinde sergilemeye karar vermiştik. O paha biçilmez şey bir gece dükkâna gizlice giren bir eşşolueşşek tarafından çalındı. Hayvan herif, çalacaksan bir sürü şey var, ne yapacaksın vitrindeki donu? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Yanlış anlama abi, sözlerim meclisten dışarı. Hayvan herif! Bu arada belirmeliyim ki senin onu ne kadar önemsediğini o ilk gün en başından anlamıştım. Bunların olacağını ilk günden bilseydim, hiç düşünmeden aranızdan çekilir, onu sana verirdim.
“Neler söylüyorsun Mümtaz? O maldan bir tane daha getirtemez misin? Gerekirse sana milyarlar veririm. Hem şu vitrindeki benim tam da aradığım şey değil mi?”
“Kusura bakma Sercan Abi. Daha firma seri üretime geçmeden bu Çinliler çakmasını piyasaya yaydı. Adamlarda nasıl bir sahtecilik, nasıl bir çakmacılık var anlamıyorum. Dikkat edersen mankenin üzerindeki senin aradığın şeyin yakınından geçemeyecek kadar kalitesiz bir ürün. Bizimkiler ertesi gün hem donun kaybolduğunu, hem de kasadaki paraların soyulduğunu patrona söyleyememişler. Şimdilik durumu idare ediyoruz, ama ilerde ne bok yiyecekler bilmiyorum. Bunlar bir kenara ben senin için üzülüyorum. İnan bana her şeyin bitmediğini bir şansın daha olduğunu söylemek isterdim. Sana bizzat fabrikaya gidip şansını denemeni önerirdim, fakat şu an için böyle bir şey de mümkün değil. Artık fabrikanın varlığından söz etmek de imkânsız. Henüz yeni kurulan bir iç giyim firmasıydı, çok büyük hedefleri vardı. Geçenlerde fabrikanın sahibinin damadı, fabrikanın kasalarını patlatıp kızla beraber yurt dışına kaçmış. Hayvan herif, bari kayınvalideni soy. Ne istiyorsun lan adamcağızdan? Eşşolueşşek! Abi, bilseydim o donu en başından sana verirdim. Her şey dün netliğe kavuştu. Dün gece adamcağız bir açıklama yapıp iflas ettiğini açıkladı. Daha öncesinde senin buraya sürekli geldiğini fark ettiğim bir gün fabrikayı arayıp, üründen bir tane daha istemiştim, ama bana bunun mümkün olmadığını söylediler. Bunun ne demek olduğunu biliyorsun. Sercan Abi, lütfen beni affet.”
Mümtaz her şeyi düzgün bir dille ve olabildiğince kara bir gerçeklikle izah etmişti. Hüzünlü bir şekilde boynumu bükmüştüm. “Senin yapabileceğin bir şey yoktu Mümtaz. Her şey benim suçumdu. Hiçbir zaman hayallerime yeterince değer vermemiş, onlara tam olarak inanmamıştım. Fakat bu yanlışımdan bir ders çıkardım. Bu olayı unutmaya çalışarak arkamda bırakmayacağım. Kendi hikâyemi bu akşam kâğıda döküp nerede yanlış yaptığımı yazacağım, aynı hatayı başka insanların yapmasına engel olacağım. Popülist kültür bizleri ne hale getiriyor? Bizleri yalanlarla, boş şeylerle oyalıyor. Zihnimize dayattıkları fikirlerle yıllarca ne kadar boş şeylerle uğraştık.”
Mümtaz sözlerimden etkilenmiş, o da benim gibi duygulanmıştı. “Sercan Abi, tamamen haklısın. Seni hep bir yazar olarak hayal etmiştim. Popülist kültüre bizler için de bir tokat vur ki basitliklerden ve kendimize söylediğimiz yalanlardan, her gün izlediğimiz Hollywood yapımı beş para etmez filmlerden, ardı arkası kesilmeyen dizilerden, hatta insanlara sürekli tükettiren modadan bir anlığına uzaklaşalım. Bak ne diyeceğim, bu hikâyeye vereceğin isim Donu Kaybettik, olsun. Bu kadar çıplak bir gerçeklik anlatmak istiyorsan insanların karşısına soyunup kendi doğrularınla çıkmasını bilmelisin. Gerçi bu isim son zamanlar piyasaya çıkan genç bir yazarın sürrealist bir tarzda yazdığı bir hikâyenin adına çok benziyor ama o herifi kimse tanımıyor. Zaten yazdığı hikâyeden bi bok anlamamıştım. Hikâyenin isminin sonuna da ünlem koy!” Mümtaz’la sarılıp vedalaştım. Ne kadar üzülsem de, ne kadar dayanılmaz olsa da acılarımı içime gömmeyecektim.
İşte Mümtaz’la konuşmamdan kısa bir süre sonra ofisime gidip bu hikâyeyi karaladım.