Not: Bu
müzikle okumanızı öneririm.
Tüm bunları, yaşanmışlıkları alımlı bir şekilde, süsleyerek anlatmayacağım. Oldukça saf ve içimden geldiği gibi kısaca değineceğim her şeye. Söyleyeceklerim olmadık zamanlardan kalan tuhaf bir hikâye olduğu kadar biraz da yaşamın derin bir parçası olan acı ve hüznün bitmeyen senfonisidir.
Bizimkinde her şey bir bakışla değil, aksine bir şarkıyla başlamıştı. Bir kadın sesinin gökyüzüne havalanmasıyla ortaya çıkan enstrümantal hale, herkesi çepeçevre sarıp sarmalayan, içkilerimizi masaya sabitleyen doğal bir oluştu, duyumsadığımız şarkı. Bize umut veren sözcükler, yüreğimizi birleyen, bizi bir arada tutup sıcak tutan o ses.
young lady, may I ask you
what can grow, grow without rain
what can burn, burn for ever
what can cry, cry without tears
Zalim bir rejimin ortasında kalan fakat kendi kurallarına tabi tavernada kadehler kaldırmış, ağıtlar dillendiriyorduk. Çalgısı olanlar hünerlerini, yaratımlarını doludizgin, bir âşık hülyasındaymışçasına sergiliyordu. Katerina yanıma geldi ve benimle gülmeye başladı. Güzel duygular beraber paylaşılınca arttığına göre kötü kâbuslar neden küçülerek bitmiyordu. Bugün kaçmamız gerekiyordu buralardan, buradaki herkesin de. Bir savaşın, çılgınlığın ortasında sanatkârın esas görevi nedir ki? Eline silah alan bir duygu adamının, yaşamının kalanında enstrümanını dost olarak görmesi ne mümkündür.
Kiminin çocukları, kiminin yaşlıları vardı, benim de Katerina’m, onun da Alekos’u. Kaybetmek hüzün, kazanmak da mutluluksa, hiçbir şeye sahip olmamanın bir duygusu olmasa gerek bu dünyada. Belki de yaşam, hiçbir şeye sahip olmayanların, çok şeye sahip olanların sevdasını ellerinden alabilme mücadelesidir.
Gecenin çökmesiyle düştük yollara. Silah sesleri, barut kokusu, feryatlar ve kahkahalar, olabilecek en kötü şeyler. Önümüz karanlık. Zorbaların ışığı arkamızdan vurdukça önümüzdeki gölge büyüyordu. Nehri aşabilmek için salları hızlıca harekete geçirdik. Kurşunlar, yok olasıca kurşunlar. Nehrin karşısına geçtiğimde bir benim salım vardı, bir ben vardım nefes alan, kollarımda Katerina, boynunda kolyesi, sıktım ellerim kanayana kadar.
Şimdi ise şerrin başka türlü hayat bulduğu, iltica ettiğim bu yabancı topraklarda çalgımla bir başımayım. Çaldıkça o sesi, melodiyi duyuyorum, duydukça çalmaya devam ediyorum. Duyumsadığım melodi ruhuma hüzün, çalgımdan çıkanlar ise tavernadakilere neşe saçıyor. Katerina, aşkım.
you stupid boy, why do you ask
a stone can grow, grow without rain
love can burn, burn for ever
a heart can cry, cry without tears