Kayıt Ol

Lise Anıları

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Lise Anıları
« : 11 Ağustos 2012, 03:36:39 »
Lise Anıları

Bu dünyada “En yakın arkadaş” kavramına uygun bir şekilde dizayn edilmiş iki kadın tanıdım…

Hani kadın olacak kadar yaşlı değiller ama cümlenin bu şekilde daha bir çarpıcı olduğunu düşünüyorum. Eğer “En iyi arkadaşlarım iki kız” diye başlasam, yazıyı kimse okumazdı büyük ihtimalle. Tabi bu noktada aklıma Fiddler’in geçen günlerde okuduğum ve ismini şu an hatırlamadığım post modernite ile ilgili yazısı aklıma gelmiyor değil.

Velhasıl, iki en iyi arkadaşım var ve ikisi de kız. Bir dakika sakin olun, cinsiyet ayrımcılığı yapıyorum diye üstüne basa basa kız olduklarını belirttiğimi sanmayınız. Tam tersine halkımız cinsiyet ayrımcılığı yaptığı için üstüne basa basa kız olduklarını yazıyorum. Yazının ilk cümlesinden sonra, “Bir dakika yahu, Raisor erkek, ama en yakın arkadaşları kız!” diyerek cinsiyet ayrımcılığı yaptıysanız kaybettiniz.

Ya da bir kısmınız homofobik bir özellik gösterip “Bir dakika yahu, Raisor’un en yakın arkadaşları kız! Demek ki adam gay!” demiş de olabilirsiniz. Bu noktada sizi önyargılarınızla yalnız bırakıp yazıma sizsiz devam edeceğim.

Toplum dedik. Önyargı dedik. Cinsiyet ayrımcılığı dedik. Ne de çok şey söyledik. Daha bu noktada belli bazı soru işaretleriyle donatıldığınızı hissetmekteyim. Daha doğrusu, umuyorum hissetmişsinizdir desem daha yerinde olur. Şüpheci ve akılcı benliklere sahip bir gurup insanın hala oralarda bir yerlerde olduğuna olan ümitlerimi kırmayınız.

Her neyse. Konuya dönecek olursak, bahsettiğim en yakın arkadaşlarımdan bu sene ÖSS vesilesiyle ayrıldım ve bunun içimde yarattığı boşluğu ise Dünya yüzeyinde başka hiçbir olayın yaratamayacağını fark etmiş bulunduğumu anlamanız gerek. Ama durun duygusala bağlamadan anlatayım en iyisi.

Cinsiyet ayrımcılığı.

Türkiye’nin ve tabi Kıbrıs’ın kaderi. Yobaz bir gurup beyin erkekler ile kızlar arasındaki samimiyeti hep yanlış yorumlar. Bunu abartıp savunma mekanizmasına hatta yalan mekanizmasına döken ebeveynler vardır. Bir kızın gece dışarı çıkması kesinlikle fahişelik yaptığı anlamına gelir. Bu bahsettiğim en yakın arkadaşlarımdan bir tanesinin babasıyla çok yakın ilişkiler kurduğuma inanıyorken bana güvenmemekte eşsiz bir düzeyde direttiğini fark etmem beni sükut-u hayale uğratmıştı. Fakat gece evden çıkacak olan erkek çocuksa iş değişir. “Git babam, sik babam”a döner iş. Kendimden biliyorum.

Gece dışarı çıkmak. Neden gece dışarı çıkmak bu kadar önemli ki?

Gece dışarı çıkmak önemli değil. Önemli olan dışarı çıkmak. Hani kızın aklında fahişelik varsa fahişeliği gündüz de yapar. Okulda da yapar. Ebru adında bir arkadaşım vardı ki teneffüslerde kontör parasına çirkin şeyler yapardı. Kıbrıs’ta 100 kontör 5 tl idi bir zamanlar. 5 liraya ihtiyaçlarınızı kolayca karşılardınız. Tabi kontöre gelen 1 liralık zam ve kontör fiyatlarının artık 6 tl olması ile birlikte, kız da kendine 1 liralık bir zam uyguladı.

Önemli olan gece dışarı çıkmak değildi. Önemli olan dışarı çıkmak da değildi. Önemli olan, birlikte zaman geçirmekti. Peki neden birlikte zaman geçirmek önemliydi? Çünkü gün gelir yollarımız ayrılacaksa arkamızda güzel anılar bırakmak istedik. Ki ne yalan söyleyeyim, gerçekten güzel anıları arkamızda bırakıverdik. İşte şimdi işi mizaha çevirme vaktidir!

Okulun arkasında ‘orman’ olarak nitelendirdiğimiz ve sekiz – dokuz ağaçtan oluşan oldukça nahoş bir bölge vardır. Belki de ona taktığımız isim yüzündendir, sanki orada bir şeyler yapılırsa kimse görmeyecek gibi bir yanılsamaya çok kapıldık. Fakat hemen yanınızda otoyol varken ve okulda Fatma adı verilen, insanları iş üstünde yakalamayı seven cadı bir müdür muavininiz varken ne kadar profesyonel de davransanız yakalanırsınız. Porno çekerken yakalanan bile olmuş orda. Otoyolda arabasıyla bir aşağı bir yukarı giden, Ramiz kod adlı Fatma ismindeki müdür muavinimiz, çalıların arasında bir hareketlilik sezmiş olacak ki kendisi, bir diğer müdür muavini ve özel tim görevlisi iki beden eğitimi hocasıyla mekanı basmış, zavallı çocukları ele güne rezil etmişti. Biz daha masumane bir suçtan yakalandık. Sigara.

Bir diğer müdür muavini Sonay hocamız, çekirdek çıtlatarak uzaktan bizim sigaralarımızı bitirmemizi beklemiş, biz sigaraları içip mekandan iç rahatlığı ile ayrıldığımızda ve mekandan yüz metre uzağa gidip “Şükürler olsun yakalanmadık” nidalarıyla çığlık attığımızda ensemizde bitip “sizi gördüm lanet pislikler” demiştir. Parmaklarımızı köpeğe koklatır gibi Hüseyin adlı hadememize koklatmıştı ve sonunda suçlu olduğumuza hüküm vermişti. Soluğu müdürün bekleme odasında aldık. Önümüze bomboş bir A4 kağıdı koydular ve “suçumu itiraf ediyorum yazıp imzalayın, ailelerinize göndereceğiz” dediler.

Eve gittiğimde babamın bana söylediği şuydu:

“Lan gerizekalı madem sigara içiyorsun yakalanmadan içmeyi de öğren”

Evet babam yakalanmadan içme konusunda ikinci dereceden uzmandır.

Hali hazırda konu Ramiz Fatma’dan açılmışken, geçen dönemin sonlarına doğru yaşadığımız bir diğer yakalanma olayını anlatayım size. Bahsettiğim en yakın kız arkadaşlarımdan daha şişman ve daha namussuz olanıyla öğretmenden izin alıp internet kafeye fotokopi çektirmeye gittik. İzin verdiler çünkü tüm sınıfa vermemiz gereken bir ders notu vardı. Yanlışlıkla internet kafenin arkasına girdik tabi biz. Orası da çölü aratmaz. Bir güzel cebimdeki sigarayı çıkartmaya hazırlanıyordum ki, siyah bir arabanın imkansıza yakın bir biçimde yanımızda durduğunu fark ettik ki internet kafenin arkasına arabayla gelebilecek ne insan ne de araba pek bulamazdınız. Arabanın camı açıldı ve Ramiz Fatma gözlüklerini burnunun ucuna çekerek kafasını eğdi ve üst boşluktan bizi seyre daldı.

“Arabaya binin sizi lanet olasıcalar”

O çok yakın arkadaşımın, elinde sigara, “Hocam yeminle fotokopi çekmeye geldik” diye haykırdığını, velhasıl sözlerinin etkisiz kaldığını dün gibi hatırlıyorum. Bir diğer yazılı uyarı aldık. Diğer kız arkadaşın o gün hasta olup okula gelmemesi de ayrı bir ironidir tabi.

En azından bizi okula yürütmedi, arabasıyla gittik.

Bir diğer olay pazartesi öğleden sonra oldu. Normalde saat öğlen 1.05’de okul biter. (Ki bu ilginçtir, neden 1.00 değil de 1.05? 5 dakika daha fazla eğitim vermenin bir boka yaramadığını hepimiz bilir.) Fakat pazartesi günleri okul akşam 16.00’da biter ve öğlen 1.00dan sonra bir saatlik bir ara vardır. Yemek arası. Öğrencilerin kantinde yemek yemek zorunda bırakıldıkları an. Kantinin bok gibi yemeklerini yemek yerine kara listedeki en büyük yasak olan dışarda yemek yeme işini gerçekleştirirdik biz. Ormanımızın köşesindeki delikten otoyola atlardık ve birkaç metre ilerdeki Yeliz kafede, arzum kafede ya da birkaç yüz metre ilerideki californian’da yemek yerdik. Neden yemek yemek için dışarı çıkmak yasaktır diye sormayın, bu, müdürün kantincilerle olan anlaşmasıydı.

Yüzlerce kişi dışarı akın ederdi. Bazı öğretmenlerimizi bu kafelerde yemek yerken görürdük, yani kaçan bir tek öğrenciler değildir. Öğretmenler ve öğrenciler arasındaki bu anlaşma da, kantinci ve müdür ittifağına karşı en büyük engeldi tabi.

Bazen de çulsuz ve parasız bizler yemek yiyemezdik dışarıdan. Sigaraya anca paramız yeterdi. Böyle zamanlarda iki seçenek vardı. Ya yemek getirmesi için ailelerimizi arardık, ya da okula geri döndüğümüzde ki saat 2.00da kantinde kimse kalmazdı, kantindeki artıkları yerdik. Evet bunu yaptık. Yarım kalmış dönerler, kolalar v.s olurdu masanın üzerlerinde ve biz yerdik onları. İngiliz marka owish trash bins’lerin yerini aratmazdık.

Ve bir gün dışarı çıkarken yakalandık. Çok sayın Ercan adlı kimya öğretmenimizin, duvardan atlamaya çalışan iri bir nesne görmesiyle – ki o bendim – duvarın öteki tarafına yumulmam bir oldu. Bu sırada da koşmaya başladım tabi. Neyse en azından o gün yırtmıştım.

Bizdeki Ramiz Fatma korkusu o kadar maksimumlaşmıştı ki, bir defasında Girne’ye kaçtığımızda – ki okuldan 40 kilometre uzaktaydık – limana gemiyle çıkarma yapabileceğini bile düşündük. Otobüsle kaçmıştık limana. Girne limanı, oy, sen ne güzel bir yersin! Biraların ve sakızların apahalı olduğu, turistik bir yer. Ramiz Fatma’nın gemiyle limana çıkarma yapması pek muhtemeldi. Çok güzel çıkarma yapma potansiyeli olan bir kadındı. Atatürk’ü bile aratmaz, o derece.

Bir de Arzum kafe hikayelerimiz vardır ki, ne siz sorun ne ben anlatayım. Ya da vazgeçtim lanet olasıcalar. Siz sorsanız da sormasanız da anlatacağım.

İnsanların sigara sömürme yarışına girdikleri bir yerdir burası. Her gün mutlaka bir sazan igara getirirdi ve tüm okul ondan otlanırdı. Ne çok espriler yapıldı orda, bir bilseniz?

Madam Vio: Mükemmel! Mükemmel! Oha! Şuradaki Gül kurusu kırmızısı arabanın rengine hayran kaldım!
RoberNecro: Lan renkleri evirip çevirmeyin! Ne gül kurusu lan? Bildiğin kırmızı o!
Raisor: Hahahahha yarıldım.
(Evet sıkça yarıldığım bir dönemdi.)
Raisor: Şu da sıçtım mavisi mi?
Madam Vio: Hayır o Turkuaz seni salak!

Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, yatın kalkın, benim gibi potansiyel bir yazarı Kayıp Rıhtım’a kazandırdığı için Madam Vio’nun ellerini öpün.

Bu ve bunun gibi pek çok espri oldu orada:

Raisor: Üstünü seven Allah’a çimento atsı... (?!)
Madam Vio: Çarpılacağız!
İşin tuhaf kısmı o anda bir fırtına çıktı ve benim donum götümde kurudu, o derece. Böyle dil sürtüşmelerinden uzak durun, her an biri ölebilir.

Arda adlı bir arkadaşımızın yolda yürürken elinde sigarayla yakalanması sonucu, Arzum hayatımıza da neredeyse elveda demek zorunda kaldık. Müdür, akıllılık edip Arda’ya reddedemeyeceği bir teklif sunmuştu. “Mekanınızı söyle seni serbest bırakayım.”

Evet Arda hepimizi sattı. Fakat serbest kalmadan önce 12 yerinden bıçaklandı, ailesine yazılı uyarı gitti ve okuldan üç gün uzaklaştırıldı. Zaten uzaklaştırılmasa bile okula gelebilecek bir durumda değildi. Ama en azından bizi uyarmayı da bildi. “Beyler sizi sattım, dikkatli olun.”

Bir keresinde ise Madam Vio’muzu evden kaçmaya teşvik etmiştim.

“Lan babanı niye çekiyorsun bu kadar, kaç bize, rahatla!”

Yoğun felsefik gücümü kullanarak onu bize kaçırdım. Sonunda ise internet için kavga eden, evi temizlemek üzerine nutuklar atan, sonradan görme biri olduğunu öğrenmiş oldum. Birlikte yemek yaptık. Hani yemek de mükemmel olmuş diyemem, bir salak makarna yaptık, bir de üstüne salçalı sos döktük. “Bu sosu iyi bilirim, mükemmel yaparım” falan diye övünmüştüm de, o an uydurduğum bir tarifti ve ikimiz de zıkkımlandık o makarnayı. Bir de annemi arayı kremalı mantarlı tavuk yapmayı öğrendim. Yarattığımız şey neydi bilmiyorum ama annemin kremalı mantarlı tavuğuyla alakası yoktu. Onu da yedik. Hala yaşıyoruz.

Mercimek çorbası. İçinde pirinç bile yoktu. Bambaşka bir şey yapmış olduk, onu da yedik. Fazla acıydı, onu hatırlıyorum. Birlikte çıktık tatlı aldık, hepsini ben yedim. Anlatılmaz yaşanır.

Babasının “Where is our Fucking Namus?” nidalarıyla – İngilizceyi katlediş level 99 – çıkagelip onu götürmesi de gecikmedi tabi. Uzunca bir süre dışarı çıkamadık sonrasında.

Bu olaydan sonra Madam Vio kendi apartmanlarında farklı bir daireye taşınınca “yaşasın özgürlük” dedik ziyarete gittik. Çok pis planlarımız vardı. Uzun eşek, evcilik, şişe çevirmece gibi kaliteli(?!) oyunlar oynamak gibi.

Neyse, sonucu iyi olmadı. Ne zaman oyuna başlasak annesi kapıyı çaldı. Dondurma, dolma, değişik erzaklar… Bizler oyunu bırakıp kül tablasını kaldırarak kapıyı açıyorduk. Neden sonra kül tablasını kaldırıp sigarayı kaldırmadığımızı fark edince, boku yediğimizi anladık ama sallamadık.

Güzel günlerdi.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lise Anıları
« Yanıtla #1 : 11 Ağustos 2012, 14:50:07 »
Eh, çok samimi bir yazı olmuş. Yazıya puan verebilseydim, verirdim. Hani tıpkı şeye benziyor bu yazın, talk-show sunucularının tam onu çeken kameraya bakıp da sanki direk seyircilerle konuşuyor gibi görünmesine. Bu yazı da öyle içten olmuş ki...

Hikaye olmadığı için "Eline sağlık" diyemeyeceğim, ancak olayları bu kadar güzel bir biçimde yansıttığın için teşekkürler.