Kayıt Ol

Son Beste

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Son Beste
« : 13 Nisan 2012, 19:18:11 »
Son Beste

Bir zamanlar şarkılarını bestelerken sırtını bir ağaca verip oturan bir besteci vardı. Lir çalan bu besteci, bazı melodilerin ruhu dinlendirmek için, bazılarınınsa ruhu canlandırmak için olduğunu söylerdi ve bazılarıysa ikiye ayrılan ruhu tekrar birleştirebilecek kadar etkiliydi.  Ruh, müzikle beslenirdi, müzik ruhla bestelenirdi.

Ruhunu müzikle beslediğini söylerdi ama kalbinden beslenen ruhunu sadece birinin gözlerine baktığı zaman tatmin edebilirdi. Zamanı tatmin edebilir miydi? Zamanı tatmin etse, sevdiği kızla geçirdiği zamanları da uzunca yankılanan bir melodi gibi duyabilir miydi?

Kafası karışmıştı. Aşkla ilgili düşünmek karıştırmıyordu kafasını ama o kızla ilgili düşündüğünde hep böyle olurdu. Karışıklık ve dağınıklık onun yüreğinin iki temel taşıydı.

Sırtı yine bir ağaca dayalı, bir karış havada aklı, elinde liriyle notaları deniyordu. İstediği tizlikte bir tele dokununca da hemen yanındaki kağıda kaydediyor, gülümsüyordu sürekli. Her akşam, kasabadakiler toplanır ve hep birlikte besteci Alher’in şarkılarını dinleyerek eğlenirlerdi . O da gelirdi akşamları. Dudaklarını kırmızıya boyamadığı zamanlar pembesiyle bile gayet çekiciydi. Kadınların kirpiklerinin uçlaırnı boyadığı o ‘şeye’ de hiç ihtiyaç duymazdı, gözleri yeterince güzeldi. Saçları ne adi bir süpürge kadar düz ne de pis kokan bir koyunun tüyleri kadar kıvırcıktı. ‘Melodisi’ insanda yaşama sevinci uyandıran bir nehrin kıvrılarak uzaklara gitmesi, köpürerek aşağıya akması gibiydi.

Alher bütün şarkılarını ona yazmıştı. Zafer türküleri de onun için olmalıydı, neşe dolu şarkılar da. Yalnız ağıtlar hariç. Hiçbir ağıt bu güzelliğe yaklaşmamalıydı, hiçbir üzüntü bu güzelliğe dokunmamalıydı ona göre. Oysa bazıları, mesela köyün en yaşlısı Targut’a göre ağıtlar ancak böyle güzelliklere yazılmalıydı. Çünkü yaşlılar güzel şeylerde yeni bir umut değil, bitecek bir şarkı görürlerdi. İnsan ömrünün şarkısı bittiğinde yalnızca gözyaşları alkışlardı.

O gece, güneş ufuktaki sonsuz yeşilliklerin arkasında kaybolup, doğudaki nehir mor renge döndükten saatler sonra, dolunay tepeye çıkınca herkes yine şehir meydanına toplandı. İlk gelenler en yaşlı olanlardı çünkü yapılacak hiçbir işleri yoktu. En genç olanlar hep en son gelirdi. Alher, sahnede (yan yana koyulmuş iki ahşap masa) ismini bile söylemeye çekindiği o kızı beklerdi. O kız gelene kadar konser başlamazdı, o kız gelene kadar insanlar kendi aralarında sohbet eder, sahnedeki adam yalnız kalırdı. O kız geldikten sonra, insanlar onun müziğini dinlerken bile, yalnızdı o.

Sonra kız gelir, müzik başlardı. Alher ilk başta gözlerini kapatıp çalmaya başlardı, müziğin ahengi gecenin karanlığını dalgalandırarak ilerlerken yavaş yavaş gözlerini açardı, fakat seyircilerin hepsini bulanık gösterecek netlikte bir kızdan başka hiçbir şey göremezdi. Kız geceleri siyah giyinirdi, böylelikle beyaz yüzü daha belirgin, kaşları daha çekici bir hale gelirdi. Soğuk gecelerde kıyafetinin üstüne dudaklarıyla uyumlu kırmızı bir şal alırdı, Alher’in aklını başından alırdı.

Şarkılar ve alkışlar bittikten sonra kalabalık dağılırdı. Alher ve ‘kız’ baş başa nehrin üstündeki taş köprüye giderlerdi.  Orada aşka dönüşme ihtimali için, için için yalvarılan bir arkadaşlıkları vardı. Bütün geceyi birlikte geçirip, güneşin doğuşunu seyrettiği zamanlar bile olmuştu. Kız’ın ailesi yoktu, Alher’in ailesinin  ‘gece neredeydin?’ diyeceği.  

Böyle bir geceydi yine, son notanın ardından sessizlik kalabalığı dağıtmış, alkışlar kesilse bile o geceki melodi herkesin kafasında uykuya dalana kadar onlarca kez daha çalmış, insanlar büyülenmişti.  Köprüde tüm müziklerden daha güzel bir müzik dinliyorlardı. Yaratıcının elinden çıkan en harika şeyin yaşam kaynağını. Su.

Şırıltılar, kızın sesinde parçalara ayrılıp küçülürken kız hiç beklenmedik bir şey söyledi. “Benim için bir şarkı bestelesene?”



Alher o an kızı omuzlarından sarsıp “Senin için bestelemediğim tek bir şarkım bile yok ki!” diyebilirdi. Tabii ki demedi. Çünkü öykülerde bile olsa işler öyle yürümezdi, cesaret yalnızca korkunç canavarlar, alevlerini esirgemeyen ejderhalar karşısında gösterilirdi. Kırılgan bir kızın masumiyet maskesi cesaretten bile daha etkili bir silahtı. Alher sadece “Peki, nasıl bir şey olsun?” diyebildi.

“Bilmem, nasıl istersen. Bestelediğin şeyleri dinlemek iyi hissettiriyor.”  

Her aşık erkeğin düşüneceği saflıkta Alher de aynı şeyi düşündü. “Seviyor! Kesin o da beni seviyor!” O gece ayrıldıklarında, eve giderkenki karanlıkta tek duyduğu şey kendi ayak sesleri ve ağustos böcekleriyken tek düşündüğü şey seyirci karşısına çıkmaktı. Binlerce kez aynı kişiye konser vermiş olsa da bu özel bir andı. İlk kez sahneye çıktığı an kadar heyecanlıydı. Sahnede rezil olmaması gerekiyordu, hem bütün kasabanın hem de kızın beğeneceği bir şarkı bestelemeli, mükemmel sözler yazmalıydı.

Eve vardığında yatağına yatıp tavanı seyretti. Tavanın gıcırdaması bir ilham kaynağı olabilir miydi?  Rüzgâr, Midas’ın eşek kulaklarını ispiyonlayan rüzgar ona yardımcı olabilir miydi? İspiyonculardan nefret ederdi. Nefret... Nefrette de aşkta da insan aynı tutkuyu duyuyordu.

Aklına önceden tanıdığı İspanyol bir kaptan geldi. “la pasión” demişti denizci. “Bütün gün evin dışında ne yaşadığının önemi yok, önemli olan her akşam aynı tutkuyu eve getirebilmek, aynı ateşte yanmaya devam edebilmek...” Bunu söyleyen denizci üç yıldır karısını görmemişti bile.

Bir mum yaktı, çalışma masasındaki bütün kağıtları yere fırlattı. Boş bir kağıt ve lirini yanına alıp sabaha kadar çalıştı. Sabah güneş doğarken göğe çekilen meleklerle birlikte uyudu. O meleklerin içinde İlham Perisi de vardı. Yeni yazdığı şarkıyı bugün sahnede söylemeyecekti, sahneden sonra özel bir konser olacaktı bugün. Bugün herşey harika olmalıydı, bugün melodi onu sevdiğini söylemeliydi.

Hava karardığında yine ilk gelenler, takma dişleri olan insanlardı. Sonra çocuklar, gençler, orta yaşlı insanlar derken her geceki tablo tamamlanmıştı, biri hariç. Dudaklarını kırmızıya boyayan kız yoktu. Beklediler, gelmedi. Bu ilk defa oluyordu fakat gösteri devam etmeliydi. Alher en neşesiz, en duygusal şarkılarını çaldı o gece. Konser bittiğinde insanların gözyaşları, alkışlarından fazlaydı.

Alher, lirini aldı ve kızın evinin önüne gitti.Işık yoktu. Kapıyı çaldı, açan yoktu. Köprüye mi gitmişti acaba? Koşarak nehre yaklaştı, fakat köprüyü gördüğü anda onun için her şey anlamsızlaştı. O gayet iyi tanıdığı kızın siluetinin yanında bir erkek vardı. Hayır hayır yanında değildi, iki silüet birbirine karışmıştı. Sarılıyorlar mıydı? ‘İmkansız.’ diye düşündü. Biraz daha yaklaştı ve imkansız olmadığını gördü. Liri sıkıca kavradı, sesini duyurabilecek kadar yaklaşmıştı. Bestelediği son şarkıyı, son, mükemmel, kızın isteği üzerine yazmış olduğu şarkıyı okumaya başladı. Sarılan iki silüet birbirinden ayrıldı, kız suçlu suçlu saçını düzellti, köprüdeki diğer silüetle birlikte şarkıyı dinlemeye koyuldu.

Apollo bile bu kadar harika çalamazdı, yeryüzünün duyduğu en harika müzikti bu. Kalpsiz bir ejderhayı bile uysallaştırıp sevgi dolu hale getirebilirdi. İhanete uğramışlığın etkisiyle Alher’in sesi daha da yanık bir hale gelmişti. Ağustos böcekleri, rüzgâr ve hatta şırıldayan su bile susup onu dinlemeye koyuldu. Son şarkıyı, son melodiyi. Aşkın şerhini.

Şarkının sonu, bir güvercinin dala konuşu kadar hafif ve bir ağaç kabuğunun tecrübeleri kadar sakindi. Fakat şarkıyı söyleyen için aynı şeyleri söylemek doğru olmazdı. “İşte duydun!” diye bağırdı. “Senin için bestelediğim son şarkımı... Fakat bana ihanet ettin!”

Kız ihanetini inkar etti. Verdiği umutları da öyle... Ona göre sadece arkadaştılar ve Alher hayal dünyasında yaşıyordu. Evet, geceler boyu köprüde baş başa konuşmuşlardı ama bunların aşk ya da umut dolu konuşmalar olmadığını söylüyordu.

Alher daha fazla dayanamazdı. Belki ihaneti bile kaldırabilecekti ama kız ortada ihanet bile olmadığını söylerken daha fazla müzik yapamazdı.
Lirini suya attı. Lir suya daldığı an tabiat sessizliğini bozdu, nehir azgın azgın akmaya başladı, ağustos böcekleri sanki hiç susmamışlardı. Suya fırlattığı şey liri değil hayatıydı. Müzik hayat demekti, müzik sadece onun için yapılırdı. O ihanet etmişti, her şey bitmişti. Başka tek kelime bile etmedi, arkasını döndü, kendini azgın sulara bıraktı...

Lir’ik bir ölümdü onunki, ya da kim bilir belki de her fırsatta övdüğü doğaya dönüş. Kendini sulara teslim ederken anladığı tek bir şey vardı, hiçbir güzelliğe güven olmazdı.



Muhammed Alperen İmamoğulları
May the force, be with you.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Beste
« Yanıtla #1 : 13 Nisan 2012, 19:33:08 »
Çok beğendim , "Lir'ik Ölüm" kelime oyunu çok hoşuma gitti :) Keke biraz daha uzasaymış ama... Bir de şu cümleyi anlayamadım; "Kız’ın ailesi yoktu, Alher’in ailesinin  ‘gece neredeydin?’ diyeceği. "
Kalemine sağlık, diğer öykülerini de en kısa zamanda okuyacağım :)

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Son Beste
« Yanıtla #2 : 13 Nisan 2012, 20:34:56 »
Teşekkürler galaxie.

Oradaki cümlede 'yoktu' kelimesini ortak kullanmaya çalıştım. Yani böyle bir çabaya girmemiş olsaydım cümle şu şekilde olacaktı: "Kız’ın ailesi yoktu, Alher’in ailesinin de ‘gece neredeydin?’ diyeceği yoktu."

May the force, be with you.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Beste
« Yanıtla #3 : 13 Nisan 2012, 20:46:37 »
Hımm şimdi anladım. Belki orda "de" bağlacı olsaydı zorlanmazdım benim hatam :)
Ben de Gaziantepliyim bu arada, yaşına göre de güzel yazmışsın tebrikler :) Başarılar

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Son Beste
« Yanıtla #4 : 15 Nisan 2012, 20:50:24 »
Aslında -de olsa daha anlaşılır olur evet, bir hata değil de benim anlaşılırlıktan kısma isteğim söz konusu orada.

Tekrar teşekkürler. :)
May the force, be with you.