Kayıt Ol

True Detective'in Felsefesi

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
True Detective'in Felsefesi
« : 31 Ekim 2016, 23:26:40 »

"Bizler, doğa yasaları gereği var olmaması gereken yaratıklarız."

Yabancı bir sitede paylaşmış olduğum bu yazıyı, Türkçe ve biraz da düzenleme yaparak burada paylaşacağım. Genel anlamda, True Detective'in birinci sezonuna ve efsanevi Rustin Cohle'a esin kaynağı olan filozoflar konu alınacaktır.


"Bir orospu çocuğu olmanın Michael Jordan'ı gibisin."

Öncelikle, bu serinin ustaca kurgulanmış bir felsefi arka plana sahip olduğunu belirtmeliyim. Özellikle, varoluşçu konular güzel işlenmiş ve nihilistik bakış açısı oldukça iyi yakalanmış. Yazar, Nick Pizzolatto, ilk sezonu yazarken E.M. Cioran'dan esinlendiğini belirtmiştir. Ülkemizde kitapları yavaştan basılmaya başlanan Cioran, dünya genelinde de pek fazla adı sanı duyulmamış bir filozoftur. Bunun bir nedeni, epey bir pesimist olmasıdır. Öyle ki, bugüne kadar okumuş olduğum en karamsar filozof bile diyebilirim, ki özellikle ilgilendiğin bir gruptur kendileri.

Rust gibi, Cioran da hayattan nefret eder ve onda bir anlam görmez fakat yine de, yaşamaya devam eder. Her ikisi de ölüm konusunda takıntılıdırlar, ortalama insandan ve geleneksel değerlerden nefret ederler ve ürpertici aforizmalarla konuşan şairane kişilerdir. Cioran'dan bir alıntı, üslup ve içerik benzerliğini ortaya koyacaktır.

"Tanrının ve insanların adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez: Her fiil, kökendeki Kaos'un, görünürde örgütlenmiş, özel bir durumudur. Kökü çağların başlangıcına dayanan bir girdabın içinde sürükleniriz; o girdabın düzen çehresine bürünmüş olması da, sadece bizi daha iyi kapıp sürüklemek içindir..."

- Sf. 42, Çürümenin Kitabı, E.M. Cioran


"Zaman, düz bir halkadır. Yaptığımız veya yapacağımız her şeyi, tekrar ve tekrar yapacağız... ve tekrar... ve tekrar..."

"Time is a flat circle / Zaman, düz bir halkadır," lafı, Nietzsche'ye bariz bir gönderme. Bu kavramın adı sonsuz tekerrürdür ve Nietzsche'nin eserlerinde, çeşitli yerlerden görülebilir. Örneğin bilgi kavramından bahsederken; Nietzsche, araştırmaları sonucu yeni bir "bilgisel derinliğe" ulaştığını söyler. Bu durum, ona sevinç verir çünkü dünyanın bilgisinin temellerini keşfettiğini düşünür. Ancak bir süre sonra, yaptığı gözlemler onu şüpheye iter. Acaba bu seviyeden de derin bir bilgi mümkün müdür? Böylece, morali bozulur ve hüzne kapılır. Aynı zamanda, araştırmaya koyulur. Bir süre sonra yeni bir bilgisel derinliğe ulaşır ve yine aynı sevinci hisseder. Zaman geçer ve yine, daha derin bir bilgi ona göz kırpar... ve sevinç-hüzün-araştırma döngüsü kendini tekrarlar.

Nietzsche ya da Rust'ın sonsuz tekerrür hakkındaki laflarının birebir anlaşılması gerektiğini düşünmüyorum. Tamamen aynı olayları tekrar tekrar yaşadığımız kastedilmiyor. Benim yorumuma -ve bir zamanlar oluşturmuş olduğum bir felsefi teorime- göre, vurgulanmak istenen, hayatın döngü kalıplarından oluştuğudur. Örn. Kişi umut hisseder ve bu duygu, onu eyleme iter. Eylem, eninde sonunda acıya yol açar. Acı, çaresizliğe ve bu da, herhangi bir eylemden yoksun bir döneme; başka bir deyişle, sıkıntıya. Zaman geçer ve sıkıntı, insanın eylemsizliğe uygun olmaması sebebiyle, umuda kaynak olur. Ve böylece, döngü kendisini tekrarlar. İnsan yaşamı, kabaca bundan ibarettir.

Elbette, sonsuz tekerrürün yukarıdaki örnekteki haliyle TD ya da Nietzsche'de işlendiğini söylemiyorum. Ancak, birebir bir anlam kastedildiğini düşünmek yerine, verdiğim örneğe benzer temaların kastedilmesi akla çok daha yatkın.

Psikiyatride, bu "döngüsel yaşam" düşüncesini kısmen destekleyen kanıtlar var. Şema teorisine göre, sorunlarımızın bir çoğu belli duygu, düşünce ve davranış örüntülerinin tekrarlanmasından kaynaklanır. Bu örüntülerin kaynağı ise hayatımızın erken dönemleridir; yani çocukluk. Bu durumun ima ettiği şey, bütün hayatımızın değil fakat sorunlarımızın döngüsel olduğudur.


"Hepsi aynı rüyaydı. Kilitli bir odanın içinde gördüğün bir rüya. Bir kişi olduğuna dair bir rüya..."

Rust aynı zamanda bir materyalisttir. Ağzı iyi laf yapan bir materyalist. Rust'ın yukarıdaki sözü sarf etmesine neden olan düşüncelerin kaynağı nörobilimlerdedir. Bu alanda, gittikçe artan kanıtların işaret ettiği şey, özgür iradeye sahip olduğumuz fikrinin sadece bununla kaldığı, yani gerçek olmadığıdır.

Daha fazla bilgi için (İng); http://www.nature.com/news/2011/110831/full/477023a.html

Söze dönecek olursak, burada kilitli odadan kastedilen büyük ihtimalle insan beynidir. Sonuçta, materyalizme göre, dünyaya dair bütün tecrübelerini kafatası, yani kilitli bir oda içinde yaşayan beyinlerden ibaretiz.


Bu, özgür irade konusu, aynı zamanda benlik algımızla da alakalı bir durum. Kimi kişiler, psikiyatrist Bruce Hood gibi, ne özgür iradeye ne de bir benliğe sahip olduğumuz fikrinde. Eğer ilginizi çekiyorsa, Hood'un kitabı Benlik Yanılsaması'na (Ayrıntı Yayınevi) bakabilirsiniz. Bir popüler bilim kitabına göre oldukça fazla atıfa sahip.


Bir kişi pesimizmden bahsediyorsa, Schopenhauer'u atlayamaz. Ancak, onun düşüncelerinin True Detective'in üstünde bir etkisi olduysa, bu çok az olmalı çünkü Schopenhauer'un teorilerine ya da oluşturduğu kavramlara herhangi bir gönderme yok. Öte yandan, Schopenhauer'un Nietzsche üstünde bariz bir etkisi olduğunu biliniyor. Örneğin, aslında Hindistan kaynaklı olan sonsuz tekerrür kavramını batı felsefesine entegre eden Schopenhauer'dur. Bu yüzden, dolaylı da olsa, ona hakkını vermeliyiz.


Sınırlarını, vurulmuş olduğu "zincirleri" gördüğü halde inatla devam etmek ve eninde sonunda başarısız olacağının bilincinde olarak, asi bir şekilde yaşamayı sürdürmek... Rust'ın bu tutumu Albert Camus'ye atfedilebilir. Camus'ye göre yapacağımız ve yaşayacağımız her şey ölüm ile elimizden çekip alınacaktır. Ölümün zincirleri bizi bağlamıştır ve hayattaki her şeyin içindeki anlamı yok ederler. Eğer bu doğruysa, yaşamaya devam etmeli mi ve öyleyse nasıl etmeli, diye sorar.

Cevap evettir, sonucuna varır Camus, yaşamaya devam etmeli çünkü insan asla düşünsel sebeplerden intihar etmez. "Düşünsel intihar" dediği bir kavramı öne sürer ardından; bu "korkunç gerçekliği" görmüş kişinin, gerçekten kaçmak için kendini kandırması ve düşüncelerinin inkarıdır. Bu seçeneği bariz sebeplerden dolayı (amacımız gerçeğe uygun bir yaşamdır) sevmez ve şunu önerir; sonsuza kadar, bir kayayı bir tepenin üstüne çıkarmaya çalışmak fakat son anda elinden kaçırmakla lanetlenmiş Sisifos gibi olmalı. Kayanın yuvarlanacağını, yani öleceğimizi bilerek ve diğer zincirlerin de tamamen farkında olarak tepeden yukarı çıkmalı, yani yaşamalı. Bu şekilde, düşünsel olarak bir ödün vermeden ve kendimize ihanet etmeden yaşamış oluruz. Hayata bir anlam katacağından ya da benzer bir sebepten değil; insanın ilk koşulu isyan olduğundan.

Bu düşünceyi, cezalandırılacağını bile bile, yine de adil gördüğü bir işi yapan bir kişinin yaptığına benzeterek açıklayabilirim. Mantığını çok daha detaylı bir şekilde, Sisifos Söyleni (Can Yayınevi) adlı denemesinde işliyor Camus.


"Ben uyumam, sadece rüya görürüm."

Nietzsche, Camus, Cioran, Schopenhauer ve Rust. Bu adamların belli başlı ortak özellikleri var. Bir kere, hepsi epey bir zeki ve entelektüel birikime sahipler. İkinci olarak, hayatı sevmiyorlar. Üçüncü olarak, anti-sosyaller. Asosyallikten farklı olarak, anti-sosyallik insanlara karşı düşmancıl davranış, düşünce ve duyguları da içerir.

Bu son madde hakkındaki iki tane istisnadan bahsetmeliyim; Camus ve Schopenhauer. Camus, bu kritere uymaz. Evet, insanlara karşı belirgin bir yabancılık hissi vardır. Sonuçta, Yabancı adından bir roman yazmıştır kendisi. Ancak, hayattaki yegane mutlulukların, kişinin ailesine ve arkadaşlarına, yakın çevresine iyi olmasından geleceğine de inanır ve diğerlerinin aksine, (iki kere) evlenecek kadar birileriyle duygusal bağ kurabilmiştir. Schopenhauer da, Camus kadar olmasa da, küçük bir istisnadır çünkü anti-sosyal tarafı olmakla birlikte, dostluk kavramından gayet içten bir şekilde bahseder. Zaten, kalan iki filozof, yani Cioran ve Nietzsche en ağır basan esin kaynaklarıdır.

Yukarıda belirtilen durumlardan dolayı, bu adamlar, pesimistik enerjilerini beyinlerini kullanmaya yönlendirmiştir. Rust kendisini işe gömer ve kişisel hiç bir şey yapmazken bunu görebiliriz. Felsefi teorileri olan diğerlerine gelirse, Cioran'ın dediği gibi...

"Her zaman hüzünlü değilimdir, dolayısıyla her zaman düşünmem."

- Sf. 93, Çürümenin Kitabı, E.M. Cioran

Çevrimdışı JCDenton

  • **
  • 133
  • Rom: 1
  • Gökyüzüne bakıp o ışığı görememek de var.
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective'in Felsefesi
« Yanıtla #1 : 01 Kasım 2016, 00:39:38 »
En sevdiğim dizilerden birinin böyle bir konusunu gördüğüme gerçekten çok sevindim. Ama en sevdiğim dizilerden biri olduğunu söylerken kastettiğim sadece 1.sezonuydu. 2.sezonunda yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective'in Felsefesi
« Yanıtla #2 : 01 Kasım 2016, 00:53:59 »
En sevdiğim dizilerden birinin böyle bir konusunu gördüğüme gerçekten çok sevindim. Ama en sevdiğim dizilerden biri olduğunu söylerken kastettiğim sadece 1.sezonuydu. 2.sezonunda yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam.

Teşekkür ederim. Ben ikinci sezonu da seviyorum. Birinciye başyapıt, ikinciye oldukça iyi derim ve Rust'ın yeri benim için ayrıdır. Bu yüzden, bu yazıyı yazdım zaten.