
Yıl 962. Yer: Çin İmparatorluğu
960 yılında Sung Hanedanı başa geçerek Çin imparatorluğunun bozulan birliğini bir araya getirmeye çabalamıştı. Ancak bu hususta pek de başarılı olamıyordu.
Halkın mucizeye ihtiyacı vardı ve shibal kuşları gökyüzünde belirdiğinde, herkes uydurmasyon olarak duvarlara çizilen “ejderha”ların geldiğini ve her şeyin iyiye gideceğini düşünmüştü. Shibal kuşlarına “Ejderha” dediler. Lakin Ejderha adı verdikleri Shibal kuşlarının amacı, daha farklıydı. Açtılar, susuzdular ve bir eve ihtiyaçları vardı. Bu yüzden de başkalarının evini çalmak zorundaydılar. İşgal, 962 yılında başladı.
Çin, yıkılıyordu. Ta ki karanlık güçlere sahip bazı insanlar bir silah olarak kullanılmaya başlanana kadar. Ejderhaların ateşi varsa, insanların da vardı. Büyük katliamın sonucunda, çok fazla insan ve çok fazla Ejderha katledildi. Ta ki 12 cesur Ejderha ayakta kalana kadar. Çin, belgeleri yaktı. Yeni nesillerin gerçeklerin ardındaki gerçekleri bilmesi yasaklandı. Bu olay, birkaç yüzyıl içinde tarih olacaktı.
Kalan 12 ejderhanın hepsi de dişiydi. Üremeleri mümkün değildi. Ancak Bir ejderha binlerce yıl yaşayabilir. İnsanlar için 100 sene, Ejderhalar için sadece birkaç haftaydı. 12 Ejderha Dünya’dan ayrılıp yaşam olan başka bir gezegene gitmeyi düşündüler, fakat başka bir gezegen var mıydı bu bir sır konusuydu. İnsanlara bir daha asla görünmeme kararı alarak, gizlenmeye başladılar. Kuzeyde, iki dağ arasına sıkışmış büyük bir mağara olan Triseni mağarasına saklandılar. Sadece avlanmak için dışarı çıkıp, oradaki büyükbaş ve küçükbaş hayvanları besin olarak kullandılar.
Ta ki…
Yıl: 2011 Yer: Sibirya
Yaşlı adam, ellerini arka cebine atarak purosunu çıkardı. “Bu dağlarda kimin ölüp kimin kalacağı hiç belli olmuyor, razoo”
İki karlı tepenin arasından Razoo adlı genç bir oğlan ve büyükbabası yürüyorlardı. Rezoo, gökyüzünde gezinen garip kuşların ve dağ keçilerinin dağların arasından yankılanan seslerini dinliyorken, büyükbabası ile sohbet ediyordu.
“Buraya ölüm tepesi demeleri bunun yüzünden mi?”
“Evet. Soğuk yüzünden her yıl burada birçok kişi ölüyor. Bunların başında dağ tırmanıcısı ve araştırmacılar geliyor”
“Neden buraya geliyorlar?”
“Burdaki canlı çeşitliliği ve Dağlar Dünya’nın başka hiçbir yerinde yok”
Razoo ve büyükbabası, yakındaki bir rus kasabasında yaşıyordu. Sürekli olarak bu dağların içinde gezinerek avlanırlardı. O ikisi ve köpekleri Bull, ki safkan bir Sibirya kurduydu, her zamanki gibi dağların içinde küçükbaş hayvan avlama çabasına düşmüşlerdi bugün. Bir yandan yürüyüp diğer yandan da sohbet ederlerken, soğuğa alışık olmanın getirdiği dayanıklılığın memnuniyeti içindeydiler.
Ancak onların av serüvenleri kısa sürdü.
Bull, birden havlamaya başladı. Olduğu yerde durmuş, yürümeyi reddediyor ve sahibinin ona yürümesini söylemesine aldırmıyordu bile.
“Yoksa etrafta vahşi kurtlar mı var?” dedi Razoo. Daha önce de bir kurt saldırısına uğramışlar ve Bull yine aynı hareketleri yapmıştı.
“Sanmıyorum” dedi büyükbaba. “Öyle olsaydı şimdiye kadar ortaya çıkarlardı.”
Bull, az ilerideki tepeye doğru koşmaya başladı birden. Razoo ona anlam vermeye uğraşırken, büyük bir gölgenin, üzerlerinde belirdiğini fark etti. Arkasını dönüp baktığında, hayatında görüp görebileceği en büyük kuş, turkuaz renginde kanatları ve mavi renk gövdesi ile, hızla kendilerine doğru uçmaktaydı. Ve Razoo da, Bull’un yaptığı şeyi yaptı.
“Büyükbaba! Koş!”
Bull’un peşinden ileriye doğru koşuyorlardı ancak, ne yazık ki bir ejderha kadar hızlı olmaları söz konusu bile değildi. Koşmak zor değildi ama, karların içinde koşmaya çalışmak zordu işte.
Bull’un sığınağını az ileride gördüler. İki tepe arasında tavşan deliğine benzeyen bir inin içinde tir tir titriyordu zavallı köpek. Ne yazık ki oraya saklanmanın genetik olarak insanlarca mümkün olmadığını düşünen Razoo, saklanacak başka bir yer aradı. İleride küçük bir mağara vardı.
“Büyükbaba! Oraya!” diye bağırdı. Onlar oraya doğru koşarlerken, birden bire arkalarında beliren ejderha ağzını açmış, hızla ilerliyordu. Mağaraya girdikleri an yenmekten son anda kurtulmuşlardı.
Derin derin nefes alırlarken, “O şey de neydi?” dedi Razoo.
“Bilmiyorum.” diye yanıtladı büyükbabası. “Ama iyi bir şey değildi, orası kesin.”