Kayıt Ol

Fantastik Şehrin Serüveni

Çevrimdışı Dumrul

  • *
  • 15
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Fantastik Şehrin Serüveni
« : 21 Nisan 2011, 10:17:22 »
Fantastik Şehrin Serüveni



   Ulu Kilgarvan'ın Fantastik Şehir'i yönettiği günler geride kalmıştır. Devrimci Falas halkı kandırıp şehrin başına geçmiş, Fantastik şehrin adını Kilgarvan ve şehre duyduğu nefret yüzünden etrafında en küçük su birikintisi bile bulunmadığı halde Kuşum Aydın Adası olarak değiştirmiştir.

   Şehre yeni gelen yabancı Çerlobin onurlu temiz ve aç bir adamdır. Çerlobin Kuşum Aydın Adası'nı geçmişiyle yüzleştirip refah dolu günlerine geri götürmek için her şeyi yapacak, gerekirse şehrin başkanı, yüce hakimi ve üniversite rektörü Yüce Falas'la kanlı bir mücadeleye girişecektir.

   Okuyacağınız hikâye bizler için unutulmuş değerlerin geçmişin tablolarındaki kıymetini yansıtmaya çalışacaktır.



Büyük Umutlar - 1. BÖLÜM

   Henüz bu tek göz eve yeni yerleştim. Penceremi kapatacak herhangi bir şey olmadığından küçük yuvam püfür püfür esiyor. Odamda herhangi bir perde olmadığından dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum. Perdeler her zaman baş belasıdır. Gereksiz biçimde dışardaki manzaraları kapatması hiç hoşuma gitmez. Hayatımın en büyük sorusu bu konu üzerine; İnsanlar perdeleri kirlendiğinde neden yıkarlar belki hiç anlayamayacağım. Bu soruyu yıllardır kendime soruyorum. İç içe geçmiş teoriler, farklı felsefeler bu sorunun hiçbir şekilde yanıtını veremedi. Bu sorunun artık bana daha uzak olacağını umuyorum.

   Odamın tabanında siyah, yumuşak bir nesne var. Biraz karardığı için bunun bir halı mı yoksa hayvan postu mu olduğunu asla öğrenemeyeceğim. Siyah nesnenin üzerinde minderim var. Minderimin içinde bolca pire yaşıyor. Eğer yaz olsaydı yeterince sivrisineğim olabilirdi. Sivrisinek ve pireler her zaman iyidir. Vücudu kaşındırıp derilerin soyulup yenilenmesini sağlar.

   Yorganımın yarısnı güveler yemiş, böylece kalan yarısını rahat rahat dizlerime örtüyorum.

   Böyle güzel bir başlangıçla umut ediyorum ki ilerde çok güzel vakitler beni bekliyor.

   Şimdilik kısaca bunları yazmak istedim. İlerde odamdan biraz daha bahsedeceğim.

Aç Adam Çerlobin


***


   Çerlobin Püfesen Tepesi'ndeki kulübesinden dışarı çıkıp serin havada kollarını iki yanına açtı. Mutluluğu taşıyamayacak kadar fazlaydı. Onurlu, temiz ve aç bir adamdı. Göklere seslenmek taşıyamadığı neşesini haykırmak istiyordu:

   "KUŞUM AYDIN ADASI! SEN BÜYÜKSEN BEN SENDEN DAHA BÜYÜĞÜM, BİR GÜN BENİM OLACAKSIN..."

   Kuşum Aydın Adası güzel kıvrımları, uzakta parlayan büyüleyici ışıkları ile  çekici bir kadındı.

   "KUŞUM AYDIN! GÖRELİM BAKALIM SEN Mİ BÜYÜKSÜN BEN Mİ BÜYÜK? ELBET BU SORUNUN CEVABINI BULMAMIZ YAKINDIR." Çerlobin'in gür sesi şehrin sarayından en uzak mekanlarına kadar her yerde yankılandı.



Büyülü Akşam Bozuluyor - 2. Bölüm


    Dışarda sahipsiz bir ses yankılanmaktaydı. Başlarda ufak gibi duran bu sorun kim bilir nelere yol açabilirdi?

    Büyülü parlak sarayın kuleleri sekiz tarafından yükselirdi. Sarayın üç büyük kapısını altın kaplamalı zırhlarıyla imparatorluk askerleri korurdu. Koridorlar kristal zeminin üzerinde atlas halılarla uzanırdı. Sarayın merkezindeki dev kubbenin altı her an en ferah haliyle tahtı sarmalar, güzelliklerin merkezi olurdu.

    Vakit geceye yaklaşırken imparatorun keyfi küçük bir pürüz yüzünden gölgelenmişti. Kaynağı belirsiz bir ses imparatorun kulağını hafifçe çınlatıyor, başının içinde küçük bir ağrı meydana getiriyordu.

    "PROMETHEUUUS! GEL BURAYA, ALLAH BELANI VERSİN! PROMETHEUUUUS! NE UZUN İSMİN VAR LAN? PROMETHEUUUS..."

    Soğukkanlı Prometheus sakin bir çabuklukla kralın karşısında belirdi.

    "Emredin efendim!"

    "Nerdesin lan? Dışdarda böğrüne kargı saplanmış öküz gibi bağıran bir yaratık var. Ne bu lan; insan mı, hayvan mı?

    "Hangi sesten bahsettiğinizden emin olamadım efendim". O anda dışardan belli belirsiz bir ses yankılanmaktaydı:

    "KUŞUMAYDIN KUŞUMAYDIN! GÖSTER BE GÜZELLİĞİNİ!"

    "İşte bu ses lan! Tövbe estağfirullah, nasıl bir yaratık bu? Allah'ın gücüne gitmesin bir ses nasıl bu kadar çirkin olabilir?

    "Çabuk bu sesin geldiği yerdeki yaratığı bulup öldürün, hatta yakın gitsin orayı."

    "Emredersiniz efendim!" Prometheus derhal emri yerine getirmek için uzaklaştı. Beş dakika ya geçmişti ya da geçmemişti ki çıkageldi.

    "Askerler sesin yerini tespit etmişler. Sesler Püfesen tepesinden geliyormuş."

    "Ohaa! Ta oradan buraya o ses nasıl geliyor? Ne biçim bi kozmik yaratık bu lan?"

    "Hiçbir fikrim yok efendim. Fakat izcilerimiz sesin o taraftan geldiğine eminler, biliyorsunuz ki izcilerimiz yanılmaz." Çok geçmeden kral eski dinginliğini kazanmıştı.

    "Farkındayım Prometheus, onların birçoğunu ben yetiştirdim."

    "Afedersiniz efendim, ukalalığımı bağışlayın."

    "Prometheus sen benim vazgeçilmez kardeşim ve yardımcımsın. Bu kadar küçük bir olayı hemen çözeceğine inanıyorum." Prometheus kralın güzel sözlerini her zamanki soğukkanlılığıyla karşıladı:

    "Tahminimce bu ses bir meczupa ait."

    "Şehirdeki meczuplar toplatılıp düşman krallık Keşmekeş'e sürülmemiş miydi? Onlarla ben değil, Hobbit adındaki götü yere değen herif uğraşacaktı." Yüce Falas'ın Kral Hobbit'e duyduğu nefreti herkes bilirdi, buna rağmen Falas, Hobbit'ten Ulu Kilgarvan'dan nefret ettiği kadar nefret etmezdi.

    "KUŞUMAYDIIN..."

    "Allah belanı versin!"



Çernobil Şehirde - 3. Bölüm

   Hayatından neşeyi eksik etmeyen Çernobil hafif bir ıslık temposuyla Püfesen Tepesi'nin patikasından aşağılara doğru iniyordu.

   Yolun üçte birini geride bıraktığında üç sıra halinde sert yürüyüşleriyle ilerleyen imparatorluk askerleri gördü.

   Sert bakışlı askerler gösterişli üniformaları ve kemerlerinden sarkan kılıçlarıyla çevreyi tarıyorlardı. Çernobil soru sorma ihtiyacı hissetti.

   "Ne oldu komutanım?" Bu soruya izcilerin lideri cevap verdi:

   "Yaralı bir hayvan olduğunu tahmin ettiğimiz bir şeyin iniltisi şehri rahatsız ediyor. Sen bir şey duymadın mı?"

   "Hayır komutanım."

   "İyi çekil yolumuzdan." Sert bakışlı askerlerin geçişinin ardından yoluna devam etti.

   Yarım saat sonra şehre inmiş, keyfince etrafta geziniyordu. Rasgele bir kapı seçip vurmaya başladı.
***
   Zamanın yavaş hareket ettiği bir mekanda küçük bir köyü tuhaf biçimde dikenli çalılar çevrelemişti. Şehirdeki yeşil minareli caminin müezzini Mat Cauthon Kuşumaydın Adası'nın bu taşra taraflarda kalan halkına nutuk çekmekteydi.

   Halk içeriye hapsolup şeytani bir güçle mücadele etmek zorunda kalmıştı.


   "Kardeşlerim anaların kınalı kuzuları,

   "Biliyorsunuz akarsuyun derin diplerinden bir deniz yaratığı peyda oldu. Bu varlık yarı insan yarı balık. Kendine Tiffany diyen bu yaratığı dün gece rüyamda gördüm. Belden altı pul üstü cırıl cıpıl olan bu yaratık ergenliğe yeni girmiş oğlanlarına ve bölgemizin genç erkeklerine tecavüz etmektedir. Dün gece şeytanla mücadele ettim ve ben kazandım." Yaratığın kabus olup rüyasına girdiği her adam kurtulmayı başaramazdı.

   "Bu acayip yaratık büyü gibi sinerjik güçlere sahip olup aklın doğasına zuhur etmektedir..."

   "Kreacher, hoca efendi zuhur dedi, zuhur ne demek?"

   "Bilmiyom, sus hoca efendiyi dinle."

   Müezzin Mat Cauthon kalbinden taşan gözyaşı dolu duyguları elinden geldiğince bastırıp coşkuyla konuşuyordu.

   Köyün imamı Darkmoon kabak yahnisi yüzünden midesini bozmuştu. İmam kısa bir süreliğine Mat Cauthon'du ve şimdiki asil görevin liderliğini kendisi üstlenecekti.

   "GÜM! GÜM! GÜM!"

   "Yürüyün kardeşlerim, gazanız mübarek olsun.

   "GÜM! GÜM! GÜM!"

   "Ne oluyor lan, ne gümü?"
***


   Mat Efendi gözlerini açtığında karanlığın içindeydi. Ne yazık ki bu bir rüyaydı. Kahramanlık belki de hep düşlerde kalacaktı.

   "Hayrolsun, hangi münasebetsizse rüyamı en güzel yerinde böldü." Gerçekten de çok güzel bir rüyaydı. İnsan pek az rüyada hayallerinin gerçek olduğunu görürdü.

   Mat Efendi oflayıp puflayıp merdivenlerden aşağı indi. Alt kattaki dış kapıyı sertçe açtı.

   "Ne var len? Kapımı açacak başka vakit bulamadın mı, kimsin sen?"

   "Açım Emmi!"
  
   "Be cühela bari tanrı misafiriyim de de düzgünce isteyeceğin şeyi istemiş ol!." Mat Efendi karanlıkta etrafı seçmeye çalışarak kilerden bir ekmek çıkarıp tanımadığı yabancıya verdi.

   "Saol Emmi!"

   "Bi daha gelme len gecenin köründe."

   "Ne oluyo Mat?"

   "Yat kız, bi şey yok."

   Aç Adam elindeki ekmeği kemire kemire yoluna devam etti.