Kayıt Ol

Farkındalık

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Farkındalık
« : 11 Nisan 2010, 23:37:53 »
“Öyle işte” dedi omuz silkerek. Son derece umursamazca. Gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Gözlüklerinin arkasından göremedi. Ama hayal edebiliyordu. Rengini hatırlayamıyordu bir türlü ama hayalinde canlandırabiliyordu. Siyah camlı gözlüklerin arkasından ona baktığını hissedebiliyordu.

Elinde duran karton kahve fincanını sıkıyordu. O kadar sıkıyordu ki, zavallı karton ezilmeye başlamıştı. “O zaman gidelim” dedi karşısındakine bakarak. Aldığı olumlu cevap ile çantasını ve ceketini alarak masadan kalktı. Sandalyeleri iterek beraber oturduğuna yer açtı ve beraber kahveciden çıktılar. Sevmiyordu kahve dükkanını. Özelliklede o an içinde bulunduğunu sevmiyordu. Dini bir havası vardı ona göre. Sanki içeride bir tür ayin yapılıyormuş gibi geliyordu ona her zaman. Ama kutsal değil, şer bir ayindi ona göre. Onun ayinleri farklıydı. Kendine göre ritüelleri, sürekli tekrar eden bir döngüsü vardı.

Milyonların ziyaret ettiği kahve tapınağından çıktıktan sonra sokağın aşağısına doğru yürümeye başladı. Kafasında ki düşünceler o andan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Etrafını düşünmek istemiyordu. Kadıköy’ü, kahveyi, yanındakini düşünmek istemiyordu. Gitmek istiyordu o. Orada olmak istemiyordu. Belkide İzmir’de belkide Ankara’da olmak istiyordu. Başka bir yerde bambaşka bir şey yapmak istiyordu. Bir köy kahvehanesinde çay içmek istiyordu. Saatlerce insanlarla konuşup ülkeyi kurtarmak istiyordu amaçsızca.

Bilmemek istiyordu. Unutmak istiyordu. Cahillik mutluluktur diye düşünüyordu. Eğer bir şeyi bilmiyorsan onun yüzünden sinirlenemez, üzülemezsin. Oda unutmak istiyordu etrafındakilerin bilgisizliğini, ülkenin acınası halini, insanlığın yozlaşmışlığını ve yanındakinin tavrını. Çok düşünmüştü bunun üstüne. Bilmesem daha mı iyi olur diye. Basit bir insan olsam daha mı mutlu olurdum diye? Son zamanlarda bulmuştu cevabı. Bir iki satır yazı karalarken aldığı yorumlardan çıkarmıştı bunu. Karamsar denmişti bütün yazılarına. Kasvetli.

Çingeneler gibi eğlenmek istiyordu bazen. Dans etmek istiyordu müziğin ritmine göre. Borçlarını, karnı aç çocukları unutup dans etmek istiyordu. Dans etmeyi bilmediğini unutup dans etmek istiyordu. Birinin elini tutup sahilde yürümek istiyordu amaçsızca. Onu düşünmek istiyordu. Ama yapamıyordu çünkü farkındaydı. Farkında olmasa yazmadı bu kadar karamsar. Olmazdı bu kadar kasvetli. Sözcükleri devrikleşmezdi gittikçe. Bozulmazdı kuralları, okuduğu ucuz çeviri romanların etkisiyle. Parlayan vampirlerden de nefret etmezdi belki. Şirin bulurdu belki onları, etkilenirdi onların gücünden. Okurdu bütün ergen kitaplarını ve unuturdu Anne Rice’ı.

Bağımlıda olmazdı belki bu kadar kurguya. “Herkes pul veya para toplar ben ise öykü topluyorum” demişti bir arkadaşı bir kere. Arkadaşta demek doğru mu bilmiyordu asla adından tam emin olamamıştı. Oda öyleydi. Her kitap ve her film ona bir şeyler katıyordu. Daha sonrada yazdığı karamsarlıkta tekrar ortaya çıkıyordu bir karma olarak. Hepsinden birer parça koku derdi bazen. Böylece mükemmel parfümü elde ederdi. Gerçeği elde ederdi. Ama farkında olmayanlar bilmezdi hayat gerçeğin kendisiydi. Ve hayatta gülünecek ve eğlenecek bir şey bulamıyordu anlık şeylerin dışında o yüzden göremiyordu hayatta karamsarlıktan başka bir şey. Sarmıştı her yanını, onu dışarıdan, dışarıyı da ondan koruyan küçük bir hücre gibi.