Kayıt Ol

Köşeden Yazılar

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Köşeden Yazılar
« : 19 Haziran 2010, 12:26:28 »
Baktık olacak gibi değil, bazı şeylere değinilmeden geçilemiyor. Bir çok ortam var o bazı husuları dile getirecek. Lakin olmuyor işte, zaman meselesi hayatımızın en önemli ve en değerli anlarını silip sürürüyor umursamazca...

Köşeden girdik de bakalım diğer taraftan dönebilecek miyiz..? Burada ne bir şiir yazacağım ne de hikaye. Ne öğüt vereceğim okuyanlara ne de akıl. Sadece bazılarımızın gözden kaçırdığı gerçekleri kendimce yorumlamaya çalışacağım. Blog açmakla, sözlüklerde yazmakla olmayacak bu iş. Bu iş, zor bir iş değil aslında. Bu iş keyif işi. O kadar işin arasından bu kelimeleri yazmak bile hayatından silinen zaman içerisinde değersiz bir mana kazanıyor.

***

Günler nihayete erdikçe, teknoloji bir adım daha ilerliyor. Bu teknoloji ilerledikçe de ortaya iki adet sonuç çıkıyor. İki adet düşünce biçimi. Bunlardan birisi insanların aptallaştığı, rahata ve teknolojiye kollarını açarak kendi kendilerinin sonunu getirişi. Diğeri ise bu yargının tam zıttı. Peki hangisi doğru. Tam olarak bu diyebilir miyiz? Yoksa televizyonlarda özellikle siyaset tartışmalarında sıklıkla rastladığımız ikilem politikaları gibi bir cevap mı vermeliyiz..?

Şu anda gerçek olan ne? Gerçek olan sevdiğiniz veya hayatınız boyunca etkisi altında kalacağınız bir filmin, Imdb sitesi tarafından düşük bir oy almasıyla birlikte fikirlerinizin değişmesi mi? Yoksa forumlarda tanımadığınız insanlar tarafından kötülenmesi mi? Tam zıttını da söyleyelim. Filmden zerre bir şey anlamadınız, yorumlara bakıyorsunuz hani izleyenler yapımın mükemmelliğinden dolayı ölmüş bitmiş. Siz bu yorumlara göre tekrar izliyor, tekrar zerre kadar tat almıyorsunuz. Şimdi bir kez daha soralım, gerçek olan ne?

Örnekleri çoğaltmak sorun değil. Biraz araştırma ile istemediğiniz kadar sonuca ulaşabilirsiniz. Özellikle global bir konudan bahsediyorsanız, bir de yabancı diliniz yeterliyse... Tamamdır artık. Sizden iyisi yok! İki kelimeyi de yan yana getirdin mi of of, alemin bilmem ne kadar saygın insanlarından biri oldun demektir. Bu mudur gerçek?

Yazmaktan korkmayın, birileri sizin çok sevdiğiniz filme veya kitaba laf edecek diye düşünmeyin. Kendiniz olun. Hayatı özet geçeyim demeyin, sonra pişman olmakla özetin de özetini geçtiğinizi fark edemezsiniz nitekim. Her şeye rağmen bir şarkı bile tüm hayatınızı mutlulukla devam ettirebilmeniz için yeterli bir gereçtir...

***

Şimdi yukarıda ne yazdıysam unutun, yoksa başta yazmış olduğum kendi cümlelerim ile çelişeceğim. Ya da çelişecek miyim? "Kesinlikle şu gerçek!" diye kim ortaya atılabilir. Benim sözlerimi, benim vurgulamak - yansıtmak istediklerimi kim tam olarak dile getirebilir. Şimdi son kez soruyorum: Gerçek olan ne?
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #1 : 19 Haziran 2010, 12:59:51 »
Teknolojinin insanları temel olarak pek değiştirdiğine inanıyorum, hatta beraberinde aydınlanma denilen olayı ortaya çıkarmış ki bu iyi. Yaşama yöntemleri, biçimleri ve tatları değişir en fazla ki pek de önemli sayılmazlar bence.

Akıllı adamın biri her şeyin göreceliliğinden bahsetmişti. Bu söze hemen herkes rastlar ama hakettiği ilgi ve önemi gösteren nadiren çıkar. Basit görünebilir ama daha ilerisi yoktur.

İnsanların bilinciyle yorumladığı kültürsel tasarımları ve ürünleri tamamen kendi ilkel yaşamsal faaliyetlerine hizmet eder. Ya de bir eser hakkında söyleyecekleri sadece geçmişlerinin zikredilmesidir. Sonuç olarak da bu gerçektir demeyi sağlayacak bir mihenkin varolması bile imkansızlaşacaktır. Gerçek olan bireysel arzulardır.

Çevrimdışı Ireth~

  • ***
  • 482
  • Rom: 4
  • Cönk-ü Alem
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #2 : 19 Haziran 2010, 13:01:22 »
 Hani ilkokulda öğretirler somut, soyut kavramlar diye.. Verilen örneklerse hep aynıdır. Şimdi burada da tekrar etmeyeceğim. Ama işin çok daha derin kısımları vardır ki bunlar çoğu zaman gözümüzden kaçar.
Bu dünyada milyarlarca insan var oldu ve olacak da..

 Peki bunların sadece bir tane ortak özelliğini söyleyebilir miyiz ? Hepsinde bulunan tek bir şey. Yok mu ? Tabii ki yok. Milyarlarca insanın ne göz rengi ortak, ne ten rengi, ne boyu ne kilosu ... Zaten organların bile ortak olarak bulunduğunu söyleyemezken nasıl renklerinden ya da şekillerinden bahsedebilir ki ?

 Ee ne alaka peki benim bu anlattıklarım ? Demek istediğim şu ki; her insan birbirinden farklıyken ortaya tek bir gerçek koymak imkansızdır. Bunun arayışına girmek de adamı çileden çıkarır. Bırakalım insanlar istedikleri gibi yaşasın. Eğer teknolojinin onlara zarar verdiğini düşünenler varsa kullanmasın, teknolojiyle mutlu olanlar daha çok kullansın. Bırakalım bir film hakkındaki düşünceleri başkalarının yorumlarıyla değişenler böyle yapmaya devam etsin. Düzeltilecek o kadar çok şey var ki dünyada.. Sıra henüz ortaya kesin kurallar ve gerçekler atmaya gelmedi. Ha, gelse fena olmaz. Eğer o insanları değiştirmeye kalkarsak isyan ederler. Bu da zaten rayından çıkmış bir tren misali yörüngesinde dönmeye devam eden Dünya'mızı, yörüngeden bile çıkarır.
 
 Sonuç itibariyle hoş bir yazı olmuş Hakan abi. En azından bir yazma amacın var. Ellerine sağlık ;D

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #3 : 19 Haziran 2010, 13:07:22 »
Gerçek olan bireysel arzulardır.

Diğer bir deyişle; ego tatmini. Doğrudur.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #4 : 19 Haziran 2010, 13:12:42 »
Diğer bir deyişle; ego tatmini. Doğrudur.

Aslında tam değil, ego daha yüzeyde. ;D

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #5 : 19 Haziran 2010, 18:09:26 »
Ego tatmininden daha içeride, izafiliğin kaynağı kişisel arzular. Kişisel arzuların kaynağı, insanın mekanik yapısı. Mekanik bir yapı içinde, gerçeklik nasıl bu kadar izafi olmuş, tartışılır.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #6 : 19 Haziran 2010, 20:46:49 »
Mekanik yapıların bile birşeylere bağlı, bağıl, göreceli olduğu durumlar, zamanlar rast gelebiliyor.

Fikirler çok organik bir durum zaten. Sündür babam sündür.

En azından biz insanların yürütebileceği her fikrin, kavrama sınırlarımızdaki her şeyin, yazabileceğimiz her şeyin bir göreliliği illaki çıkıyor.

Hakikatleri kavramamızın en alt sınırlarına yerleştirebiliriz, ancak o zaman belki göreceli değildir denebilir. Sol elimde beş parmağım var, bunu söylediğimde kavrayışımın düz mantığıyla bir hakikate ulaşabiliyorum. Bu da bir bakış açısı ama algımızın doğrultusunda bir mantık. Bağlı olduğu şey mantık. Mantığın da dibini kazabiliriz tabi bağlı olduğu şey için.

Madesel şeylere hakikat ilan etmek kısmen daha kolay ama düşünsel şeylerin bağlı olduğu şeyler çok fazla, o yüzden göreceliliği de fazla.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Köşeden Yazılar | Ya da...
« Yanıtla #7 : 18 Temmuz 2010, 20:20:39 »
Dün eve giderken yakın bir akrabamızın babalarının ölümünün haberini aldım. Daha doğrusu anne tarafından akraba olduğundan, bizim "dayı" diye seslendiğimiz adamın babasıydı ölen. Tanımıyordum, belki de hiç görmemiştim. Köyden buraya dört gün önce fenalaştığı için getirilmiş lakin çabalar sonu vermemiş ve dün hayata gözlerini yummuş...

Diğer olay ise hemen ölü bulunan evin çok yakınında farklı bir ailenin düğün yapmasıydı. Çalgıcılar, halaya tutuşanlar, neşeli çocuk sesleri ve o hepimizin bildiği düğün havası...

Ne kadar garip değil mi? Ya da ne kadar normal değil mi? Bir yanda yıllar boyu kendisini yetiştiren, kendisini büyütüp bugünlere getiren, her şeyden önce bu hayatta olan, gülebilen, konuşabilen, yürüyebilen birisinin artık hiç olmamışcasına -sadece anılar ile varolması. Ölmesi.. Diğer yandan heyecan dolu iki gencin, birbirlerini sevmesi sonucu bunu sonsuzluğa taşıdıklarının belgesi olan evlilik. Düğün...

Burada bir çok şey yapıyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, laf atıyoruz, tartışıyoruz, eğleniyoruz. Bir iki gün girmiyoruz bazen. Sonra koşa koşa geliyoruz pc başına, acaba forumda neler oldu, yazmış olduğum konulara ne gibi cevaplar geldi, maillerimde neler var ve tabii zamane net ortamında olmazsa olmaz facebook mucizesinde kimler neler paylaştı?..

Hayat çok kısa cidden, insan büyüdükçe -yaşını aldıkça çok daha iyi anlıyor bunu. Zamanında size bir ömür gibi süren günler artık dakikaymış gibi geliyor. "Ohoo daha çok var.." dediğiniz zaman dilimi göz açıp kapayıncaya kadar yaklaşıyor. Bakın u2 bile geliyor, ne kaldı şunun şurasında? Oysa ki bundan bir buçuk yıl kadar önce, konser tarihi belli olduğu sıralarda bir çok kişi başta kullandığımız cümleyi kurmamış mıydı? Bakın sınavlar bitti, okul bitti karneler dağıtıldı. Belki çoğu kişi mezun oldu, okul hayatının sonuna gelmiş oldu. Bir çok kişi de bir yıl sonra gireceği sınavlar için hazırlanmaya ve heyecanlanmaya başlamış oldu. Ki bu arkadaşlara da katılmamak elde değil, özellikle şimdiden çalışmaya başlamış ve istemiş olduğu bölüme girebilmek için hırsla çalışanlara. Çünkü yine bu zaman öyle bir gelip geçecek ki, benim bu yazımın üzerinden on bir ay gibi bir zaman dilimi geçmiş ve 2011'in sınavları da bitmiş olacak.

Peki nereye mi geliyoruz? Aslında geldiğimiz yer basit. Baştan beri bahsettiğimiz zaman kavramı. Çok çabuk geçiyor. "Onu da yaparım, şunu da yaparım, buna da vakit ayırırım," dediğiniz birçok cümle uzayın zaman-mekan diliminde kayıplara karışıyor. Yarın ölmeyeceğimiz garantisini kimse veremiyor bizlere.

Söylenen cümlelerin bir daha kaybolmamasını sağlayan bu yazı icadının bulunuşunun ardından kaç bin yıl geçti? O aradan geçen zaman diliminde kaç bin kişi öldü? Peki o ölenlerden insan hatası olanlarının sayısı kaç milyon kişiydi?

Ya da durun şöyle yapalım: Neden insanlar öleceklerini bile bile, hayata tutunmaya, bir şeyler yapmaya, çabalamaya devam ediyorlar? Küçücük belki de dünyaya farklı açıdan baktığınızda oldukça saçma bulacağınız küçücük parmağa takılan bir şey için -o şeyin değeri için günlerce bedenlerini yoruyorlar? Bu arada, para denen meretin bulunduğu zamandan bu yana kaç yıl geçmişti?

Hayat, sorularla, ölümlerle, düğünlerle, paralarla, savaşlarla, şimdiki zamanda internetle ve de aslında en önemlisi olan yaşama sevinci ile devam ediyor. Evet, zaman geçiyor. Hatta siz bu yazıyı açtığınızdan itibaren yaklaşık olarak beş dakikalık (vur saniyeye, etti mi üç yüz?) zaman dilimi geçti bile.

Sanırım en iyisi sorgulamak. Ya da düşünmemek. Ya da...

Ya da gülüp geçmek..
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #8 : 11 Ağustos 2010, 18:55:30 »
Dün akşam izleyeceğim dizilerin devam bölümleri tükenmiş, yapacağım işler bitmiş ve televizyonda bakacak bir şey kalmamışken ne yapsam diye düşündüm. Sonra neredeyse altı yıldır annemin tozlarını alması haricinde dokunulmamış kütüphane geldi aklıma. Öyle benim ilgi alanım olan kitaplar da değil hani: ben ve kardeşlerimin eski okul kitapları-defterleri, pek tabii çocukluğumuzun masal kitapları, bir sürü test kitap ve kitapçıkları. Ve tabii ki ansiklopediler...

En son adam gibi ne zaman bakmıştım bunlara? Aklıma ilk gelen Orta 2'ye gittiğim sırada, ikinci dönem tarih dersinden hocamın bana verdiği dönem ödevleri içindi. Bu olayı hatırlama sebebim ise, dahaaaa merkez kütüphanesine kadar gidip aradığım bilgiyi bulamamak ve sonra -sen işe bak ki- bilgilerin benim kütüphanemde bulunan ansiklopedilerden çıkması...

Pek tabii o zamanlar daha çok abim ilgilenirdi, bende arada bir sırf resimler için alıp okurdum, şimdi yukarıda Allah var.

Neyse efendim, ansiklopedileri görünce, hele de o loş florosan ışığının altında içimi bir titreme aldı. Heyecan titreyişi ama. Bu kadar mı uzaklaşmıştım bunlardan? İnternetin o sınırsız bilgi kapasitesi bu kadar mı gözlerimi kör etmişti?..

Hemen en büyüklerinden bir tanesini aldım elime, rastgele bir sayfa açtım. Almış olduğum ansiklopedinin güzel özelliklerinden biri de, bahsettiği tanımlarla benzer olanlarına aynı sözlüklerdeki gibi bkz. vermesiydi. "Evde uzun yıllardır bir ekşi sözlük yatıyormuş da haberim yokmuş." diye geçirdim içimden, sessiz bir gülümeseme ile. Ve bıraktım kendimi yatağa, kelimelerin o eşsiz güzelliğine daldım.

H.G.Wells'in Dünyaların Savaşı kitabını okumaya başlamışken, ansiklopedide geçen uzay tanımı ise oldukça ilgimi çekti. Çocukluktan beri gelen astronomi bilgisi sevdası ile aslında zaman zaman baktığım fakat pek tabii o yaşta anlamadığım tanımlardı. Artık alıcı bir gözle ve bir süre sonra şaşkınlıkla okumaya başladım. Neler neler vardı yahu, ki çok daha ilgi çekici bir dille, çok daha akılda kalıcı bir şekilde... Bilim Kurgu okuyormuşum gibi tat almadım değil desem yalan olur vallahi...

Böylece yaklaşık üç-üç buçuk saat boyunca ansiklopediler"im"le meşgul oldum. Özellikle bilgilendirici ve eğlendirici olsun diye, uzun uzun yıllar önce çıkmış olan Doğan Kardeş Ansiklopedisi ise beni benden aldı. O yüzlerce sayfa içerisine belirli aralıklarla serpiştirilmiş hem hikayeleri hem de destanları bir çırpıda okudum. Özellikle destanlar Orta Asya'ya dayandığından, o olağanüstülük durumu okumaya ayrı bir zevk kattı. Velhasıl kelam, annem gelip "Oğlum sahura kalkacağız, kaldır bir taraflarını uyumaya git, zıbar." demeseydi sanırım şafağı görecektim.

Anlatmak istediğim, öyle böyle genel olarak hepimizin evinde bir kaç adet de olsa ansiklopedi bulunduğu. Ciddi anlamda, tanımdan tanıma atlayarak geçen o saatler içerisinde özellikle kitap severler için ne hikmetler gizli, ne cevherler saklı benim söylemeye vaktim yetmez. Özellikle sessiz zamanlarda bu şekilde bir ansiklopediyi eline alıp inceleme fırsatınız varsa, kesinlikle daha da geciktirmeyin derim. Ne de olsa hayat bilinmezliklerle dolu, yarın o bilgileri o ansiklopedilerden alacağımız belli değil. Belliyken yapabilmek gibisi de yok.

Son olarak, bu ansiklopedileri hazırlayan insanlara imrendim doğrusu. Bilmeden de olsa bir çok kişinin duasını alıyorlar, bence cenneti garantilediler....
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #9 : 30 Eylül 2010, 13:24:57 »
Bazen düşünüyorum, insanların çok ama çok merak ettikleri olayların üzerine gittikten sonra "Lanet olsun keşke yapmasaydım, ölürdüm sanki." demesini...

Bazen düşünmeye devam ediyorum, insanların artık şu "keşke" sözcüğünün "keşkeler keşkeyle keşkeleşmiyor." tarzındaki cümleler ile daha da berbat ettiğini...

Bazen düşünmeden edemiyorum, insanların kendilerini bir halt zannedip farklı olaylar konusunda herhangi bir halt etmeden yorum yapma cesaretini göstermelerini...

Aslına bakarsanız ben,
Ben olmaktan çıkıyor.
Ve düşünceler âleminde,
Beni ben yapan yargıların haricinde,
Kelimesiz boşluğun özgürlüğünde,
Benden bir parça...
Ama benliğimin ötesinde,
İnsanları düşünüyor.
Bana bakanları,
Baktığım insanları,
Hayatı,
Dünyeviyâtı,
Yani...
Yani benliğim,
Yine benliğimi düşünüyor...
Sonra,
Sonra bakıyorum ki,
Düşünmeye devam ediyor,
Bu benlik,
Cihân-ı fânî...


Spoiler: Göster
Dağılın.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #10 : 30 Eylül 2010, 13:34:18 »
Spoiler: Göster
Hakan nen var yavrum :P.


Şaka bir yana, kısa ama düşündürücü bir yazıydı. Şiirsel kısma kadar olan o yazdığın 3 cümleye tamamıyla katılıyorum. Bazen ben de bunları çok düşünüyorum. Ancak düşüncelerim sonuçsuz kalıyor, ne acı. Bir kılıf uyduramıyorum kafamdaki bu sorgulamanın nedenlerine.

Son kısma iliştirdiğin bu şiirsel sorgulama ise gerçekten güzeldi. Dizeler ardı ardına, yağan mermiler gibi gelirken can acıtan tek şey hızı değil, sözlerin oldu.

Ellerine sağlık :). dediğim gibi kısaydı ama iyi bir sorgulama olmuştu.

Not: şu gizle/gösterde yazdığın ise bence çok yerinde olmuş :)

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #11 : 30 Eylül 2010, 13:42:58 »
Anlayana...

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #12 : 02 Kasım 2010, 13:11:48 »
"Lütfen toplu taşıma araçlarını kullanalım."

Hmm...

"Evet, evet! Lütfen herkes toplu taşıma araçlarını kullansın! Çevreyi korumamız lazım!"

Bak işte buna katılıyorum. Çevreyi kesinlikle korumamız lazım, değil mi?

"Oh evet, kesinlikle!"

Fakat söylemek istediğim bir şey var.

"Hayrola, nedir?"

İki gün önce, eve dönüş yolunda otobüs beklerken toplu taşıma araçlarına bayağı bir saydırdım.

"Aaa neden yaptın bunu, toplu taşıma aracına saydırılır mı?"

Evet efendim saydırılır.

Eğer bir toplu taşıma aracı sizi yarım saatten fazla bekletiyorsa, üstelik normal şartlarda taş çatlasa on beş dakika içerisinde orada olması gerekirken bekletiyorsa, saydırılır efendim.

Bal gibi de saydırılır.

Lafa gelince bizden iyisi yok. Lütfen herkes toplu taşıma aracını kullansın, lütfen herkes çevremizi korumamız, ozon tabakasının delinmemesi için yardımcı olsun. Lütfen herkes bik bik bik ve bik...

Bazen, yarım saatlik bekleyişler içerisinde bulunduğum vakit, beklediğim durağın sorumlu kişisi ile muhabbet ederim. Laf döner dolaşır ve bu otobüslerin kendi kafasına göre geliş saatleri üzerinde durur.

Adam da haklı olarak burada sadece çalışan olduğunu ve herkesin bazı düzenlemeleri kendilerine göre haftada bir değiştirdiğini bizimde bakmakta olduğumuzu söyler. Bende kafa sallamaktan başka bir şey yapmam.

Şikayet edeyim.

Ama çözüm mü ki bu?

Devleti devlete şikayet etmek gibi oluyor bu...

Tek başına nereye kadar gidebilir ya da ne kadar dayanabilirsin. Sen, "Kardeşim! Şu saatte burada olması gereken kim varsa olmuyor gelende durmadan geçip gidiyor." diyorsun ama dediğine de bin pişman oluyorsun. Artık sistem oralarda nasıl çalışıyorsa, telefonun diğer ucundaki kişi "Nerede oluyor o olay?", "Kardeş, o kaçan otobüsteki adam neye benziyordu?", "Peki plakayı alabildin mi?" ve hatta "Yanında başka kimse var mı?" gibisinden saçma sapan sorular geliyor. Araçların arkasına, şikayet için gerekli olan telefonları aramanız hiç bir halta yaramıyor yani.

Tek başına olmuyor, o zaman toplu bir yol bulalım.

Tabii... Zaten her şey için çok zaman vardı, bir de bunun için zaman ayıralım uğraşalım, şikayetçi olanları bulalım, şikayet etmekten çekinenleri ikna etmeye çalışalım ve daha bir sürü şey... sevgili Candan Erçetin'in dediği gibi.

"Madem şikayet ediyorsun o zaman neden uğraşmıyorsun? E uğraşmayacaksın peki neden şikayet ediyorsun?"

Valla çok haklıyım. Kendi kendime kendi sorumun cevabını vermiş oldum.

Aslında çok fazla yazmaya gerek yok. Sadece iki kelime ile özetleyebilirim yazıyı:

Burası Türkiye.

Sevgiler,
Saygılar.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #13 : 02 Kasım 2010, 17:42:04 »
Son yazıya sonuna kadar katılıyorum. Harbiden ilginç, garip, enterasan, bozuk, kafası(ları)na bir sistem... (Halk Otobüslerinden bahsediyorum.) Saydırın efendim, bir kere de benim için saydırın.
May the force, be with you.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Köşeden Yazılar
« Yanıtla #14 : 24 Aralık 2010, 09:47:46 »
Sabah işe geldiğimde, uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapıp, havanın güzel olmasından da yararlanarak balkona çıkıyorum. Şöyle birkaç dakika yaslanıyorum korkuluklara, izlemeye başlıyorum yoldan gelip geçenleri.

Birbirleriyle konuşan ve hızlı hızlı yürüyüp okula geç kalmamaya çalışan öğrenciler mi dersiniz, işe geç kalmış ama güzelliğinden de ödün vermeyip badi badi yürüyen bir kadından mı dem vurursunuz, dükkanlarını yeni yeni açan ve daha tam olarak uyanamamış esnaftan mı bahsedersiniz... Herkes bir arada, yeni bir güne, yaşama devam ediyorlar.

Çoğu kişi işe gidiyor, ama mutsuz. İsteksiz. Kafasına göre bir iş bulamadığını düşünüyorlar belli ki. Bazıları takmış kulaklıklarını, benim de çoğu zaman yaptığım gibi. Acaba radyo mu dinliyorlar? Eğer öyleyse onlarla aynı kanalı mı dinliyoruz? Frekanslar aynıysa ortak bir noktamız olmuyor mu o kişiyle? Düşünceler böyle devam ederken buğulaşıyor. Netleşmesi ve çözüme ulaşması gerekirken iyice sislerin arasına karışıyor. Sonra pes ediyor, bırakıyorum onları.

Ben, benliğimle uğraşırken aşağıdan bir kız beni farkediyor. Bir süre bakıyor bana. Acaba yakışıklı mı buldu beni? "Beğenmese neden baksın, değil mi?" düşüncesi oluşuyor bu sefer tüm netliğiyle beynimde. Fakat gerçek bu mu? Belki de şu anda benim yerimde balkondan bakmak isteyen bir rol istiyordur da, beni görünce dalıp gitmiştir. Belli mi olur? Düşünceleri okuyamıyoruz neticede. Ya da belki "Dünyada ne insanlar var, boş vakti bol, şu genç gibi..." diyordur kendi kendine. Ben çözümlemeye çalışırken, o tekrar önüne bakıp yürümeye devam ediyor. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Merak ediyorum, acaba hatırlayacak mı beni? İstemsiz ve gereksiz bir hüzne kapılıyorum nedense...

Sonra telefon çalıyor ve içeri gidiyorum. Balkon sefam burada sona ediyor.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "