Kayıt Ol

Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« : 08 Temmuz 2010, 22:52:50 »
                                                                                                                            6  Temmuz 2010

Kadın hızla elbisesini üzerine geçirdi. Bu iki çatlağın kısa filmi için soyunmak pek akıllıca değildi ama değersiz hayatında yapacak fazla bir işi yoktu. Tek özelliği güzel, alımlı vücuduydu. Balık etliydi ve kısa boyluydu, güzel bir gülümsemesi vardı. Bazıları tarafından beğenilen bir oyunculuk yeteneğine de sahipti aslında. Onun hayatından memnun olup olmaması diğerinin umrunda değildi. Bunu bilmezlerdi. Onların gördüğü her istediğine sahip olabilecek bir güzellik abidesiydi. İnsanlara karşı yaptığı onca oyunculuğun ötesinde sadece kendisine karşı dürüst olabiliyordu. Bütün bu insanların yalanları arasında o da gerçeği yansıtmamak adına yeteneğini kullanırdı. Tıpkı diğer herkes gibi.

Şu iki sanatçı adam, tüm havalarına rağmen, seteki en sapık heriflerdi. Sapık demek de doğru olmaz aslında. Eski bir kelime “badak” onlar için daha uygundu. İkisi de kadından hoşlanıyordu. Bütün bu çıplak sahneleri onu görebilmek adına uydurmuşlardı. Hatta kadına göre tüm filmin amacı buydu. Ölü bir öküzün ya da ortadan yarılan bir gözün hiçbir anlamı yoktu. Yine de filmin olay yaratacağını biliyordu.

Onun için önemli değildi. Hayatı yakında son bulacaktı zaten. Zavallı. Öleceğini bilmek dünyanın en kötü hissi olabilir. Ya da yapmak istediklerinizi yapmak için bir fırsat. Öleceğini bilip de ölmemek ise kesinlikle düş kırıklığıdır. Değerlendirdiğiniz vakit saçmalamalarla dolu gelir. O, bu vaktini göğüslerini göstererek değerlendirmişti. Yine de yaşayacak biraz zamanı vardı. Elbette bu hiçbir şeyi değiştirmez. Herkes öleceğini bilir. İnsanlar ölümü düşünerek yaşasaydı, medeniyet gösterecek bir şey kalmazdı.

Kadın, ince bıyıklı adamın dudağına bir öpücük kondurdu. Bir yandan da usulca eline dokundu. Sonra yavaşça, dikkat çekici şekilde kalçalarını savurarak seti terk etti.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Dúrgonath

  • ***
  • 680
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #1 : 09 Temmuz 2010, 00:01:17 »
Deneysel ve alıştırma tadında olmuş, ama içimden bir ses "Bu sana bir şeyler anlatmaya çalışıyor!" diyor. Yine de, o kadar yorgunum ki, devam etmesi olasılığına tutunacağım. Hafif bir "Veronika Ölmek İstiyor" tadı, hatta tüm kitabın eleştirisi sosunu aldım.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #2 : 09 Temmuz 2010, 01:15:25 »
                                                                                                7 Temmuz 2010

Gece cırcır böceklerinin sesleriyle doluydu. Arada kulakları tırmalayan birkaç motor sesi duyuluyordu ancak onun dışında insandan arınmış bir yer hissi veriyordu. Sandalyelerini ikinci kat yüksekliğindeki damlarından sıra sıra ağaçların olduğu tarlaya çevirmiş çay içiyorlardı. İki tane köpek ağaçların arasında hantal hantal yürüyordu.

"Köpekleri yılan ısırmaz mı?" diye sordu genç adam. İhtiyar güldü.

"Yılan kendisine saldırmayanı ısırmaz. İnsan bile o kadar değildir. Acıkınca fare yer, köstebek yer." Çayından höpürdeterek bir yudum aldı. Çok çalışmışlardı. Bugünlerde tarla işi değersizdi. Gelen para gideni anca karşılıyordu, yerel üreticilere şans bırakmıyorlardı. Çevresi hep artık bırakması gerektiğini söylemişti.

Yaşlı adamın tek tutunduğu yer tarlasıydı. Tam altmış senedir bu tarlanın içindeydi. Başlarda geliri için, bildiği iş olduğu için yapıyordu. Ara ara bakımını yapar, ürününü alır satardı. Dışarıda ek işler yaptığı da olurdu. Bütün yaptıkları ona köy içinde ufak bir şöhret getirmişti. Gerçi herkes birbirini tanırdı ama ihtiyar, çok saygı duyulan birisiydi. Yine de her zaman hayatında bir şeyler eksik olmuştu.

Tüm ailesi tarla işleri içinde yetişmişti. Doğal olarak onun da başka bir iş yapması mümkün değildi. Hem ne yapabilirdi ki? Köylü adamdı o. Alırlar mı büyük işlere?

"Neyse ne. Yine de burası iyi ki var." diye düşünüyordu artık. Kulakları az duyuyordu. Beli de bükülmeye başlamıştı. Diğer insanlarla doğru düzgün anlaşamıyordu. Söylediklerine gülümseyip kafa sallıyor, kendisinden yardım isteyenlere koşuyordu. Ama hayata tutunmasını sağlayan şey bu bahçeydi. Senelerce fizik gücü isteyen uğraşlar sayesinde sağlıklı kalmış, tüm arkadaşlarının cenazelerinde diğerleri eğilerek dururken o dik biçimde saf tutabilmişti. Ama artık yoruluyordu.

"Bak." dedi. "Bunlar hep sana kalacak. İnsan için doğa varsa, doğa için de insan var. Unutma."

Çayının dibini yudumladı.

"Hadi bir çay daha kat bakalım."
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #3 : 26 Temmuz 2010, 04:46:29 »
                                                                                                
25 Temmuz 2010

Sosyal evrim açısından epey geri kalmışız. Açıkçası doğal seçilimde neden yok olmadığımızı düşünmeden edemiyorum. Evrim teorisine şüpheyle yaklaşmaya başladım bu yüzden. Yine de bir diğer açıdan düşününce belki de bir çeşit kanıttır bu. Eski primat türlerindeki kabile reislerinin (cCc Charlie Reis cCc) diğerlerinin kafalarına elindeki kemikle vurarak "nerede ulan kaliteli et nerde, napıcam ben çürümüş fare etini" diye bağırdığına eminim. Tabi farklı bir dil kullanıyor olmalı. Her neyse, konuyu saptırmadan yazı yazmayı başarabileceğimi sanmıyordum olmadı da.

Eve gelen arkadaşlarımdan rahatsız olup (neden bilmiyorum?) o gün evde dahi olmayan kız kardeşimin eve birilerini aldığını söyleyerek bizi tehdit eden komşulardan tiksiniyorum. Tehdit mekanizması ev sahibine şikayet etmekle renklenecek. Bu insanları hayal ediyorum da ellerinde bir naylon torba olmalı, bildiğimiz bakkal poşeti. Ekmek alırken vermişler, içinde ekmek kırıntıları var. Ona kuruyemişçiden aldıkları bütün her şeyi karıştırmış koltuklarında Aşk-ı memnu izliyorlar, hem de yüksek sesle. Karı koca oluyorlar genelde ve bir kulakları da merdivenden gelen seslerde olmalı. Birini mi duydular?

Hemen somurtan suratlarla delikten bakarlar ve tekrar otururlar. İyice somurturlar çünkü kendileri genç yaşta evlenmiş artık tek eğlenceleri akraba ortamında mangalı yakmak için yarışa girişmek. El öpenleri çok olmak.

Aslında evet bu noktada onları rahatsız ettiğimden eminim. Muhtemelen çok küçük yaştan beri aynı karının ya da herifin suratını görüyorlar. Daha bir elli sene gidecek böyle. Kendilerinden yirmi yaş küçük insanları kıskanır olmuşlar. Tam bir primat aktivitesi dostlar!

Sokakta "karı karı karı" diye radarları açık turlayan heriflerin geleceği bunlar. Saatte seksen kilometreyle şehir içinde murat 131'lerini kanırtırken yoldan geçen güzel bir kızı görüp yüz metre öteden geriye dönebiliyorlar. Hele bir de gece olmasın. O kadının sokağa çıkmaya hakkı var mı dostlar? Gece gece uzun sarı saçlarıyla pembe ceketiyle gölgelerden de yürüse bu uzun otlar arasında yırtıcıları fark etmek için dizayn edilmiş hislere karşı koyamaz çünkü. Evrimleşmişler ama yırtıcıdan korunmak için değil.

Anlatmak istediğim birkaç şey daha vardı ama gece gece konuyu toparlamak gerçekten çok zor oluyor. Dağılıyor ve alakasız şeyler anlatmaya başlıyorsunuz. Primat kabilelerinde bir şeyleri ifade etmek için baya bir biriktirmek gerekiyor. Sonra zaten salla gitsin abi raad ol bizim sülalemiz raad moduna bürünüyorsunuz.

Sanırım bunlar hep mutasyonun sonucu.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #4 : 18 Ağustos 2010, 01:08:36 »
Kusmak üzereyim.

Bir yerlere bir şeyler söylemem gerekiyor. Ancak bazı şeylerden çekiniyorum, tıpkı gülen adamın dediği gibi; samimiyet ve kazanç sağlamaya çalışma sınırını çizememek gibi. Şu aralar en büyük korkularımdan birisi bu. İnsanlar birçok başka demagoji şekliyle kazanç sağlamaya çalışıyor. Yazılarında, filmlerinde, tv ekranlarında, meydanlarda, etc. En önemli silahları fakir edebiyatı diye yerilen şey. (bkz. garip gureba) (bkz. rte) Ezik edebiyatı diye yerilen başka bir şey de var. Ama hala bu ülkenin çoğunun kanında "delikanlılık" var. Bu yüzden pek rağbet görmüyor. Tabi internet alemi ya da yazar çevresi hariç.

Yani anlamıyorum, bir herif kiraladığı yatta düzenlediği doğum günü partisini anlatınca, yurtdışında yaptığı seyahatleri saatlerce övünce neden biz buna zengin edebiyatı demiyoruz? Neden birisinin sahip olmadığı bir şeye duyduğu özlemi anlatması fakir edebiyatıdır bizim gözümüzde? Bu da bir çeşit sohbet mevzusu değil mi? Hatta sobalı ev meselesi bile ne kadar abartıldı. Sobalı evle ilgili anılarını anlatanlar ve onları fakir edebiyatı yapmakla suçlayan zenginler.

Neyse, mevzuyu yine dağıttım ve yazım gücüm gittikçe düşüyor. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Söylemek istediklerimi söyleyemeyeceğim sanırım. Önemli değil. Bir kısa film ekliyorum buraya. Gerçekten Fazlası Değil. Beni az çok tanıyanlar bu filmi izlediğinde kendimle ilgili (ya da genel olarak) söylemek istediğim şeyi anlarlar sanıyorum. Tabi izlerlerse. Hmm, ya da umurlarında olursa.

Yazarak ifade etmenin daha tatlı olacağını düşünmüştüm, ama bu zayıflığın sebebini hala çözemedim. Yazamıyorum.

http://vimeo.com/12410892
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #5 : 14 Ekim 2010, 02:28:10 »
"Panta Rhei"
Herakleitos

İnsanların doğduklarından beri sahip oldukları, doğru belledikleri yargıların yanlış olduğunu anlamaları çok kolay bir şey değildir. Daha doğru ifadeyle, anladıktan sonra bulundukları psikolojik durum çok sağlıklı değildir. Bugünlerde benzer şeyleri yaşıyorum. Doğumdan gelen sıkı sıkıya bağlandığım değer yargılarım olduğunu söyleyemem. Varsa da bir çoğu daha küçük yaşlarda esnemiş. Bu yargının sonradan edinilen bilgiler üzerinde de kabul gördüğünden eminim.

Hayatta gereksiz gördüğümüz ve "bu devirde.." diye başlayarak kurduğumuz cümlelerin tüm özneleri aslında oldukça normal ve gerekliymiş. Yalnızlık diye başladığımız şey ise bir odada tek başına oturup metal müzik dinlemek değilmiş. Bu hayatta asla yalnız görünmemek, asla düşünmemek, ve bütün bunların yanında saygıdeğer biri olabilmek de mümkünmüş.

Her şey değişiyor mu, yoksa her şey aynı kalıyor biz mi değişiyoruz? Zaman akıyorsa biz de onunla birlikte yeni yerlere gidiyoruz. Gittiğimiz yerler tamamen farklı, her şeyiyle size aykırı. Ancak öğreniyorsunuz. Algılarınızda varolan bir dünyanın siz algılarınızı değiştirdiğiniz zaman nasıl değiştiğini görüyorsunuz. Yalnızca günü geçirmek için yaşayanlara küfrederken, şu gün bitsin de yarın ne olacağını görelim diyerek yatağa uzanan birine dönüşmek öfkelendiriyor insanı kendine. Toplum uyum sağlamanızın bir yolunu buluyor.

Ama bir de bakıyorsunuz ki tüm hayatınızı adadığınız şeyler geride kaldığında bile ilerleyebiliyorsunuz. En kötüsü kendinizi tanımlayabildiğiniz tek şeyi, sahip olduğunuz tek gücü kaybetmeniz. Geri dönmek her zaman mümkün. Su tersine akmaz, ama dönüşebilir.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #6 : 06 Ocak 2011, 01:09:02 »
Daha güzel bir dünyaya uyanıyorum. Kendim güzelleştirdiğim ve pürüzlerden arındırdığım bir dünya bu. Her bir pürüzü çok ince uğraşlar sonucu yok ettim. Evet, biraz pislik kaldı ama onlar da elbet temizlenir.

Aşama 1:

"Yemeğe çıkmak ister misin?" diyor bana. Kafamda ihtimalleri tartıyorum. Seçenek ekranı geliyor. Accept Mission.

"Olur" diyorum sakince.

Çıkıyoruz, yemek yiyeceğimiz yerin yakınındaki bir kırtasiyeye uğramak istediğimi söylüyorum. Trade With Merchant.

Yemek yiyoruz. Arkam televizsyona dönük, o karşımda oturuyor. İkinci sınıf bir aile lokantası. Pislik kol geziyor, marulların arasında gezinen böcekler ev alma komşu al anlayışına uymuşlar. Her zamankinden, sakız gibi çiğnenen tavuk sote ve önce dilinle yumuşatman gereken pirinç tanelerine sahip "az pilav". Yemeği bitirip arkama yaslanıyorum. Close Tab.

Televizyon izliyor, bir yandan köftesini yiyor. İlginç inişli çıkışlı bir müzik ve bir o yana bir bu yana koşturan köpekler. Bir yandan gülüyor, ağzındaki yemek parçaları görünüyor. Bir kısmı sıçrıyor.

Çıkıyoruz. "Portakal suyu alalım" diyorum. Use Manipulation. Kabul ediyor. Kısa yoldan gitmek bahanesiyle ara yola giriyoruz. Eski bir binanın içinden geçiyoruz. Kimse yok. Öne geçiyor. Cebimden kırtasiyeden aldığım şeyi çıkarıyorum. Equip Weapon: Maket Bıçağı. Yavaşça yaklaşıyorum arkasından. Use Skill: Backstabbing küçük bir çığlık atıp tepiniyor. Ama bir elimle vurduğum tahtaların gürültüsünden duyulmuyor. Sapladığım bıçağı yana doğru çekiyorum ve kanın uzak tarafa boşalışını seyrediyorum.

İlk aşama tamam. Accept Reward: Taze Sıkılmış Portakal Suyu.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #7 : 06 Ocak 2011, 01:58:23 »
Adam yazıyor beyler. Böyle şeylere ağırlık ver aslında hlan iyice ilerletirsin baba şeyler çıkar ortaya. :elf

Sonrekilere edit: WAAOSHFOHASSAF GECEMI YEDIN ;D ;D Yaşantı ürünü olan eserler nasıl da belirginleşiyor değil mi hahaha. ;D

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #8 : 06 Ocak 2011, 02:13:12 »
Aşama 2: Gecenin Trollerine Karşı Savaş

Kabuslarımla bir arada sevgiyle yatıyorum. Terlemişim, duvara yaslanmış ayaklarım soğuk bir yer arıyor. Yorganın altından çıkmadan serinlemeyi başarmaya çalışıyor. Çünkü dışarısı canavarların yuvası. Heyhat, her şey sana karşı harekete geçiyor.

"Oh my god! Lebron James from six yards! ohohoho!" aniden sıçrıyorum. Danger Senses. Ne kabuslarımdan, ne poltergeistlerimden, ne de o canavarlardan korumak için atıldığım kızların şeytana dönüşmesinden bu kadar korkuyorum. Siyahlar. Yedi metreye ulaşan boylarıyla, altın zincirlerle bağlanmış eğlence köleleri. Çok korkuyorum dostlar! Bağırıyorlar, birbirlerine göğüslerini çarpıştırıyorlar, zıplıyorlar. Zengin gençler de yamuk ağızla "kobe varken lebronu anmak gerçekten komik" diyorlar.

Aman Tanrım! Saat 4! Karşımdaki tvde siyahlar koşturuyor. Yarı troll oda arkadaşım orgazmlardan orgazmlara koşuyor.

"Napıyorsun oğlum bu saatte ya?"

"Televizyon izliyorum abi."

Televizyon sesi yankılanıyor kulağımda. Televizyon. Uzaktan görmek anlamına gelen latince bir tamlamadan türemiş. Read: Old Scrolls

Sakince iniyorum ranzanın üst katındaki yatağımdan. İçinde bira şişelerinin yer ettiği dolabı açıyorum. Bir bira şişesinin içine sakladığım küçük şeyi çıkarıyorum. Craft: Ameliyat Neşteri

Yeşil arkadaşımın yanına gidip akan sümüklerine ve salyalarına basıp kaymamaya çalışarak ayağa kalkmasını söylüyorum. Pis bakıyor ve hırıldıyor. Her zaman yatağının yanında sakladığı odununu çıkarıp savuruyor. Defend.

Yatağının üzerine atlıyorum. Neşteri tam boğazına sokuyorum. Bağıramıyor. Üzerime siyah kanı sıçrıyor ve leş gibi kokusu siniyor. Elinden kumandayı düşürüyor. Loot Item: Uzaktan Kumanda

Televizyonun kapatma düğmesine basıyorum. Zıplayan devler hüzünlü bir şekilde yok oluyor. Üzerimi değiştiriyorum. Cesedi çamaşırhaneye götürüp bir makineye sokuyorum. Duş alıyorum ve yatağıma uzanıyorum. Rest Until Morning
try again fail again fail better

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #9 : 06 Ocak 2011, 02:16:53 »
Ahahahahah! Süper olmuş!
#rekt

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #10 : 06 Ocak 2011, 03:12:20 »
Aşama 3: Son Görev

Huzur bulmak istiyorum. Buz gibi havada sıcacık bir odaya girip o sıcaklığın kokusuyla yatağa yatıp sinmek istiyorum. Tüm o sessizliği yalnızca nefes alışverişlerim bozacak. Evet.. Hiç kimse yok. Ellerimin titremesi geçiyor. Niye cevap vermediğimi merak eden kişilerin beynime yolladıkları titreşimlerin etkisi geçti. Durum: Meşgul Masterplan'ım için güç toplamak istiyorum ve uykuya dalıyorum.

Çaykovski kendi ağzıyla mırıldanıyor kuğu gölünü. Dünyanın etrafında süzülüyorum. Ellerim kan içinde, sakince yalayarak temizliyorum onları. Güneşin hiçbir engele takılmadan gelen ışığı üzerime vuruyor. Gözlerim kamaşıyor. Çaykovski susuyor, zerduşt buyurmaya başlıyor. Güneşin önü yavaşça kapanıyor. Siyah büyük bir kütle bana bakıp sırıtıyor.

"Selamın aleyküm gardaşşş!!" Kapı çarpılıyor ve suratındaki iğrenç sırıtışla onu görüyorum. İşte bölüm sonu canavarı. Sertçe ışığı açıp bağıra bağıra italyanca bir şarkı söylemeye başlıyor. Ellerim titriyor ve görüşümün kaydığını hissediyorum.

Bir çıt sesi duyuyorum ve televizyon açılıyor. Bir kadın bağıra bağıra şarkı söylüyor. "Ben niye Konya'da doğdum arkadaş ya!" diye bir yakınma duyuyorum. Sırıtan, ağzından kan akan nosferatu bilgisayarının başına geçiyor. "Bi face'e bakam" diyor. Islık çalıyor, gözlerimi kapatıp uzaklaşmaya çalışıyorum. Yastığımı başımın üzerine koyuyorum ve onu görüyorum: Kurumuş bir sümük parçası. Nosferatu kahkaha atıyor. Frenzy

Yataktan hızla kalkıyorum. Yorganlar, yastıklar, kitaplar, anahtarlar, telefonlar hepsi ağır çekimde etrafa saçılıyor. Zihnimin yüksek kaliteli kamerasına saygı duyuyorum. Gözlerim nosferatunun elindeki çakmağa takılıyor. Tütsü yakıyor. Büyü güçlerini kazanmak ve minionlarını çağırmak için. Surprise Attack

Tütsüye saldırıyorum ama kaçıyor. Biri Golem, diğeri Kurtadam iki minionu beliriyor. İkisinin de elinde tütsüler var. Kutsal kitapları olan "Herkese 2 Dakikada Evet Dedirtin"e el basıyorlar. "İsrail'in Şifrelerini" uygulamak için sıraya geçiyorlar. Karşılarında tek başımayım. Sandalyeyi tutup ranzaya vuruyorum. Parçalanıyor. Craft: Two Handed Falchion

Uzun bir kavgaya giriyoruz. Kulaklarımda Beethoven'ın dokuzuncu senfonisi dostlar. Bir ona vuruyorum bir ötekine. Meğer dokuzuncu senfoniyi Konyalı Nosferatu ağzıyla çalıyormuş. Check Fatality. Sonunda minionları yok ediyorum. Bütün gücümle televizyonu tutup, haberleri sunan çirkin kadını nosferatunun kafasına geçiriyorum.

Evet dostlar. Zaferimi kazanıyorum. Onu bağladım. Diline çiviler saplıyorum ve şimdi ıslık çalıp şarkı söylemesi için zorluyorum. Kulaklarının derisini soyuyorum, kulaklık takıp son ses Cradle of Filth dinletiyorum. Yaktığım tütsüleri burun deliklerine tek tek sokuyorum. Gözlerini yuvalarından çıkarıyorum ve dışarıdan söylediği kızarmış pilicin içine koyup yediriyorum. Kan kaybından ölene dek her tarafını kesiyorum. Vücudundaki her deliğe iğneler sokuyorum ve elektrik veriyorum. Üzerine Davud Yıldızı çizip israilin oyunlarını Mahmut Tuncer eşliğinde tek tek oynuyorum.

Finish Him Use Weapon: Dagger

Ve sonunda sessizliğe kavuşuyorum. Uzanıyorum ve huzurlu bir uykuya dalıyorum.

85 xp gained. Level Up

[*]Bu da son olsun. Öfkemi çıkardım biraz. Güzel oldu. Teşekkürler yorumlar için ^^[/*]
try again fail again fail better

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #11 : 06 Ocak 2011, 11:00:56 »
O.H.A.
Saygı!

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #12 : 06 Ocak 2011, 16:18:40 »
Yurtta kalmanın yan etkileri? :P

Orjinal olmuş, ellerine sağlık.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #13 : 06 Ocak 2011, 18:27:09 »
Aynen öyle. Öğrencilere yurt hayatı deneyimlenmeli derler ya. Düşünen varsa çıkarsın aklından.

Teşekkürler.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Bir Derece
« Yanıtla #14 : 28 Şubat 2011, 18:58:57 »
Hava 1 derece.

İstanbul Beşiktaş'ta bir cadde.

Hava 1 derece ve ince bir yağmur denizden gelen rüzgarla tüm gülen suratları somurtmaya itiyor. Tüm somurtan suratları parçalamaya çabalıyor.

Yaşlı bir kadın sırtını duvara dayamış. Muhtemelen bir alışveriş merkezinin arkasında bulduğu kırık tabureye oturmuş. Önüne yine aynı alışveriş merkezinin çöplüğünden aldığı açılmış koliyi sermiş. Üzerinde yaklaşık on paket peçete, farklı farklı markalar. Ancak hepsinin tek bir ismi var; selpak.

Kadın başını önüne eğmiş. Yerçekimi, onun zihnindeki yüklere ayrım yapmaksızın etki ediyormuş gibi. Kıyamet kopmadıkça o baş yerden kalkmayacakmış. İki elini bacaklarının arasına almış, sıkı sıkı tutuyor. Başörtüsüne sarılmış. Buruşuk yüzü ifadesiz.

Hava 1 derece. Yağmur öfkeli, rüzgar hüzünlü. İstanbul Beşiktaş'ta bir cadde.

Sarı saçları beline kadar uzanan, kırmızı örgü şapkasıyla uyum sağlayan bir kadın. Topuklu ayakkabılarını vura vura yürüyor. Üzerinde az önce çıktığı alışveriş merkezinden alınmış bir mont var. Çantasını sıkı sıkı tutuyor. Soğuktan burnu akıyor, ancak yapabildiği tek şey işaret parmağıyla burnunu geriye itmek.

Bir anda donuyor kadın.

Hava 1 derece. Gökyüzü karanlık, ışıklar sakin. Doğa öfkeli. İstanbul Beşiktaş'ta bir cadde.

İki kadın karşılıklı duruyorlar. Diğerinden en az otuz yaş fazlası olan kırık taburesinde kaldırımlara bakıyor. Yüzü ifadesiz. Diğerinden en az otuz kilo daha sağlıklı olanı 1 derece havada terliyor. 1 derece havada sıcaktan titriyor. Ürperiyor.

Yaşlı olan ifadesiz sesiyle konuşuyor.

"Selpak istiyon mu ablacım?"

Sarışın bir adım geriliyor. Dudakları titriyor. Gözleri doluyor ve söyleyecek hiçbir kelime bulamıyor. Kekeleyerek evet demeye çalışıyor ama ne başını kaldırmak için hamle yapan, ne ellerini bacaklarının arasından çıkarıp soğuk dünyayla selamlaşan kadın ifadesizce oturuyor. Anlamıyor.

Hava 1 derece. Türkiye'nin en büyük şehri İstanbul'da iki kadın. Karşılıklı titriyorlar.

Gözlerimi deviriyorum. Üşüdüm. Bir an önce yorganımın altına girip sevdiği kızdan karşılık alamamış öfkeli kişilerin diğerleriyle atışmalarını okumak istiyorum. Bir an önce şuradan kurtulmak istiyorum.

Hava 1 derece. Dünya öfkeli, tanrı pişman. İnsanlar şükrediyor.
try again fail again fail better