Kayıt Ol

Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Mutsama
« Yanıtla #30 : 27 Kasım 2012, 03:00:20 »
mutsama

I.

bak yine mutayazıyoruz.
bir pencerenin pervazsız olmaması gibi
uzaklardan bir şey gelmeden anlamımız olmuyor.
uzun koridorlara serilen kilimler gibiyiz tek başımıza kayıyoruz.
birlikte olsak mutayazıyoruz izmarit düşüyor birimiz yanıyor eksik kalıyoruz
yine yalnızlaşıyor mutsuyor uzun uzun bakıyoruz yollarına gözetleme kuleleri.

II.

zamanlar vardı ukâlâca, zamanlar vardı mutasahip
zamanlar vardı üzgün, zamanlar vardı suçlu, zamanlar vardı suçsuz, zamanlar vardı aptalca
sen bulutlar kadar beyaz zamanlar olacaktın. sen bulutlar kadar yukarda maviyecektin.
sen bulutlar kadar yukarda ulaşılamayacak uçaklar içinden geçemeyecektin
sen uçaklar içinden geçemeyen yukarıların mutunda olacaktın
bakaratlar anmayacaktın ömrün tekrarları boyunca bakmayacaktın
sen bakarat olacaktın.
sen susacaktın sen ses etmeyecektin sen sen olacaktın senden başka sen olma çabaları.
zamanlar olacaktı saygılar ve sevgilerle biten mektuplar dolusu zamanlar.
zamanlar zarflarda kocaman zamanlarla. sana sevgiler ve saygılar.

try again fail again fail better

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #31 : 27 Kasım 2012, 15:00:08 »
Kendini mi buluyorsun, bambaşka şeyler mi buluyorsun bilmiyorum; ama çok güzel şeyler buluyorsun. Benim okurken gittikçe daha çok keyif aldığım şiirler çıkayazıyor. Mutsama'yı (iki bölümünü de) epey beğendim. Birkaç kez okudum. Güzel oldu sesli okuması. Fikirlerin dert görmesin.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #32 : 27 Kasım 2012, 15:33:38 »
Ne olduğunu ben de çok anlamış değilim, içimden bunlar çıkayazıyor. Teşekkür ediyorum sana.
try again fail again fail better

Çevrimdışı TerreneWorld

  • *
  • 19
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #33 : 27 Kasım 2012, 16:38:13 »
Metinler bir trajedi eserinden fırlayıp günümüze sıçramış gibi. Her cümlenin üzerinde düşünmek ve tekrar tekrar okumak gerekiyor, her biri anlatmadığı şeyi anlatıyor.Duvara yansıyan titrek gölge gibi çok gizemli ve bunları aklım almıyor!

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #34 : 28 Kasım 2012, 00:09:18 »
Metinler bir trajedi eserinden fırlayıp günümüze sıçramış gibi. Her cümlenin üzerinde düşünmek ve tekrar tekrar okumak gerekiyor, her biri anlatmadığı şeyi anlatıyor.Duvara yansıyan titrek gölge gibi çok gizemli ve bunları aklım almıyor!

Teşekkür ederim bu çok güzel bir yorum. Beğenilerinizin devam etmesi dileğiyle.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #35 : 02 Aralık 2012, 00:33:24 »
2012 adlı güzel sayı biterken, eskilerden iki karalama;

bunaltılı düşlerden uyandıran bir gece

ben bir gece istasyona gitmeyen tren olmak isterim
bu gece istasyona gitmemek isterim
ben bütün geceler treni bekleyen istasyonum

ben bütün akşamlar ender gelişen osasuna ataklarına
oynadım
bir sayısından mütevellit akşam
rakip yarı sahada kamp kuran taraftan olmak isterim

ben sadece bir kez akşamüstü yağmurunun altında
buğulu camlardan izlenen o trafik lambası olmak isterim
kırmızı yanacağım ve kimse geçemeyecek
her akşamüstünü onu izleyerek geçirmemiş olan
yalnızca yağmurlu bir akşamüstü
damlalar bana düşmüyormuşçasına tüm
arabaların park lambaları kırmızıma boyansın isterim

bir kez pencereden sızan güneş ışıkları altında
ne son ne de ilk kez
uyunan öğle uykusu olmak isterim
çünkü bütün öğleler, acele yenen anlamsız kuru fasulye tatsızlığında

ben yalnızca bir cuma sabahı olmak isterim
bir geceyi cuma sabahı olarak bitirmek
  ve
bir kez olsun pazartesi olmamak
bir kez olsun pazartesi olmadan
kalkmak.
kalmak.



zenon'un günlük hayatı

sanki saatte doksan derece ateşle
çakılmayacakmışçasına yere
ve kızgın bir elçabukluğundan fırlamış
alevsiz bir ok olarak saplanmayacakmışçasına hedefe,
zenon, tepelerin artları hâlâ varken doğan güneşe
saygıyla eğilirmiş.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #36 : 16 Ocak 2013, 19:20:26 »
http://www.youtube.com/watch?v=pyensj2URjA

Şarkılar kişisel gelişiyorlar.

Bazı şarkıları karşıma alıp konuşmak istiyorum. Bazı şarkılara şarkı bile demek istemiyorum. Hakaretmiş gibi geliyor. Şark-î durumlardan uzak duruyorum. Onları Can Karatek’e verip ellerinden tutup pamuklu şekerleri bile aldırmak istiyorum. Ne var yani pamuklu şekerlerin yapışkanlıklarını da sevmiyorsam ama bisiklete de binmek istiyorsam. Senin ellerinden de tutmak istiyorsam yüzüne de dokunmak istiyorsam, şarkıları facebooktan ekleyemiyorum. Şarkılarla hatıra fotoğrafı çektiremiyorum. Onları Erasmus’a yollayıp çılgınca eğlendiklerini göremiyorum. Ah Muhsin Ünlü’yü de seviyorum, seni de. Hümeyni’yi sevmiyorsam bu aşkımı da kesintiye uğratmaz.

Bazı şarkıları sevgilim yapmak istiyorum. Şarkıların dudakları oluyor, tüm odamı dudakaltı yapıyor. Pencereyi açıp oksijeni biraz içeri dolduruyorum. Sonra biraz Didem Madak okuyup Pokemonlardan bahis açıyorum. Yine aklımdan çıkardığıma üzülemiyorum. Vakit geçmiyor, ay bulutların arkasından çıkıyorsa da bunu göremiyorsam yokluğundandır. Bazı şarkıları yapay gecelerime gerçek yorgunluklarımla dikiyorum. Meyvelerinden yine senler yaratıyorum. Suyunu sıkıyorum. Suyunu çıkarıyorum. İçip içmemekten emin olamıyorum. Bir albüm bitene kadar bu suyu da kana kana içemiyorum. Seviyorum kelimesinin ağırlığı oluyor. Seviyorum ağırlık’tan sınava giriyorum karşıma sorular çıkıyor. Emrah Serbes’ten bir cümle oluyor; “Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız.”

Bir şarkı başlayıp bitene kadar seni tanımam için yeterli süre geçiyor. Ben eşitleniyorum ve bir restoranda yine gangsterleşiyorum. Notalardan da bahsetmek istiyorum Beckett’ten de ama ikisini de tanımıyorum. Bu noktada sevdiğim sesler bile yardımcı olmuyor. Telefonlardan edebiyat yapmak istiyorum; ama çok klişeleşmekten de korkuyorum. Sinemaların yağmura çalabileceği gerçeği yapay geceme soğuklar işliyor. Duşlar beni bekliyor. Köpükler istiyor ve uzun zamandır leğen göremiyorum. Kar yağmıyor artık, güneş çıkıyor seviniyorum. Mutsuz olduğuma mutsuz oluyorum. Mutluluktan bir cümle duyuyor yine mutsuz oluyorum. Biz eşitiz diyorum. Yalnızız. Birlikteyiz. Yalnızız. Yalnızlıktan artık bahsetmeyi hak etmiyorum. Bazı şeyleri hiç hak etmediğimi düşünüyorum. Sonra geçiyor. Parlak zekâlar bana selâm ediyor. Birilerine haksızlık ediyorum. Başkalarının mutluluğuna da seviniyorum. Elele tutuşan anneanne ve dedeler benim yerime de tutuşuyorlar; ama ben başka ellerle de tutuşabilirim.

Anlatmama izin ver. Bazı şarkılara şekillerini de ben veriyorum ve çok konuştuğuma bakma-yın- ben hiçbir şey bilmiyorum. Gecelerin karanlıklarından ve gökyüzünün edebiyat demek olduğundan başka söyleyecek söz bulamıyorum. On iki yaşımdan sonrasını hatırlamıyorum. Seninle henüz tanışmamış olduğum için yazdıklarıma giremeyecek olmandan korkuyorum. Yorgunum. Uykusuzum. Sıradanım. Her yorgunluğumu mutsuzluk sanıyorum. Eşitliğimizi, özgürlüğümüzü de düşünüyorum. Ben sadece basit şeylerden söz etmiyorum. Tarlalardaki fareler de var içimde, kocaya kaçmış komşular da. Büyüler yapılmış akrabalardan söz etmeyi de seviyorum, siyasi sorunlara değindiğim de oluyor. Bunlar hep Amerika’nın da oyunu olabilir, İsrail’in de Nintendo’nun da. Belki de Tezer Özlü’nün ya da Shakespeare’in. Ben Oğuz Atay’ı tercih ediyorum. Henüz oyun yazmamış arkadaşlarımın da ellerini öpmek istiyorum, sevebileceğim şarkılar dinlemeyi de. Rüyalar görmenin içinde gezmek istiyorum Orçun Can'a bir dakika duruyorum. Eşitliğimizi tekrar düşünüyorum. Onur Selamet geliyor aklıma Düzbeyaz Bey kaybediyor ben düşüyorum.

Reşit olmamızın üstünden birlikte bir ya da üç ya da iki sene geçesi oluyor ve ben ilk kez eşit olduğumu hissediyorum ve aklıma yine Barış Bıçakçı geliyor.

“Aşk eşitler arasında yaşanır.”

Seni konuşmuyorum, zaman geçmiyor. Şarkılar dinliyorum, zaman geçiyor. Gözlerinin içinde yaşadığı elmalar benim yorganımın altından bile sıcak olmalı. Tüm isteklerimi bir kenar süsü olarak boyayabilirim doğmamış fanzinlere. Sezaryanla zamanı yerinden çıkarabilir, Sezar olup tüm anlamsızlıklara darbe düzenleyebilirim. Sonra o an gelir. O an gelir. Darağacından bile bahsettiğim yaşlara gelirim. Üzülürüm, bisikletim yanmıştır. Çağrışımlarım damarlarımdan fırlamıştır. Sen sandığım her ses gökkuşaklarının tınılarıdır. Henüz sesini bile ben yaratıyorum. Cehaletime biri şapka çıkarır. Şarkılar bütün bunları bana çok önceden söylemiştir.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #37 : 08 Şubat 2013, 20:40:55 »
http://www.youtube.com/watch?v=8RakmpZaAMU

Gökyüzü dediğin mavi olur. İçinde birkaç parça beyaz bulut olur. Kırtasiyeden aldığın resim defterine çizersin. Dağ dediğin kahverengidir. Güneş dediğin sarı, nehir dediğin mavidir. Çocuk dediğin top oynar. İki üç tane falandır. Ev dediğin iki katlı olur, bacası tüter. Bodrumu var mı bilmem. O kat sayılmaz zaten. Sen hava atabilirsin “bodrumu da var oğlum üç katlı,” diyebilirsin. Çevresinde çitleri olabilir. Ağaç dediğin çamdır. Yeşil olur. Tamam çam olmayabilir. Bulutların yeşil halidir. Gökyüzünden inip yine kahverengi gövdesinin üstüne yerleşir.

Bu işler böyle. Göz dediğin büyük olur. Sana bakar, sana bakmayan gözü neyleyesin. Yunus dediğin Emre’dir. Emre dediğin biraz gariptir. Göz dediğin sana bakar. El dediğin elinin içinde olur. Ten dediğin temizdir, okşanır. Okşamak dediğin sapıkçadır. Kullanınca utanırsın. Utanç dediğin kırmızı olur. Pembe falan değil, pembe burjuvadır. Burjuva kötüdür. Sevmek dediğin sana olur, sen dediğin bana. Şair dediğin klişedir. Yazar dediğin kasıntı. Kasıntı dediğin mutsuz. Göz dediğin sana bakıyorsa anca onla mutlu olur. Kendini bilen anca onla mutlu olur. El dediğin elinin içindeyse yürümeye devam edersin. Fırtına dediğin anca o zaman çekilebilir. Yağmur dediğin üstüne üstüne yağar. Rüzgar dediğin arkadan vurur, karşına almazsın. İteler seni, dünya bile seni karşına aldığın sana bakan gözlere iteler. Yüz dediğin birbirine yaklaşır. Dünya dediğin döner. Döndüğü için yerinde dursan ona yaklaşırsın. Tersten de olsa, zaman da uzasa, günler de uzun olsa, her şeyi çok çabuk da yaşasak, arkadaşlar da silinse hafızalardan, hayatını da bir kenara çıkarıp atsan, ıhlamurlar adaçayları da içsen el dediğin elinin içindedir.

Göz dediğin halkalı olur. Hiç alışık olmadığın şeylere başlarsın. Değer verirsin, ihtiyaç duyarsın çünkü göz dediğin sana bakar. Gökyüzü dediğin mavidir, bisiklet dediğin güzeldir. Dünya bir bisiklet tekeridir, pedalları çevirdiğin sürece döner. Bir kere öğrenirsin binmeyi asla unutmazsın. Dönüp dönüp tekrar binersin. Özlersin dünyanın o güzel dönüşünü. Yeri gelir sakince döner, yeri gelir yaşamadığın tüm yorgunlukları tek seferde hazmetmek için hızlıca. Bütün öfkenle asılırsın pedallara, tüm öfkeni bir yokuşu çıkıp bitirine kadar atarsın. Yokuş dediğinin tepesinde o seni bekler bisikletiyle. Bir süre bakışırsınız. Sonra yolunuz yine yokuşlardan aşağıya olur.

Ellerini bırakırsın. El dediğin gidonu tutmaz. Dünyaya mı tutunduğunu sanıyorsun? Hayır, başka ellere tutunuyorsun. Onlar yoksa gidonlar yok. Gidonlar yoksa, pedallar yok. Çaba sarf etmeler yok. Çaba sarf edilmiyorsa dünyanın dönüşü yok. Dünya da durur. Dünya da durur. Göz dediğin başka yere bakıyorsa, el dediğin başka terliyorsa, saç dediğin bir başka okşanıyorsa, okşayan da utanmıyorsa, kelimeler de ardı ardına klişelerce sıralanıyorsa, sen de kendi kendini kudurturken ayakların pedalları çevireyim derken boşa çıkıyorsa, dünya da durur.

Mezarlıkların önünden geçemezsin, camilerin önünden geçemezsin. Bakkalların önünden sakız alma hayali kurmadan geçmeyi de mi düşündün? Her şeyi hak ettiğini mi sanıyorsun? El dediğin seni tutar da sen buna şaşırmaz mısın? Dünya duruyor ya, dursun dünya. Zaman yavaşça akıyor. Hiçbir şey durmaz. Hiçbir şey sona ermez. Zenon haksız mı sanıyorsun? Zenon bütün ömrünü bunları düşünerek yaşamış. Sen kısacık ömründe ona karşı çıkabileceğini mi sanıyorsun? Hİçbir şey sona ermez. Dünya da durmaz. Sadece daha yavaş döner. Zaman dediğin geçmez. Vakit dediğin nakitle uzaktan akraba. Vakit özlemdir. Az sevgili atalarımız buna kafiyeli bir kelime bulamadı diye böyleyiz. Yoksa hayatımız daha anlamlı olurdu.

Hayat dediğin, göz dediğin sana baktıkça el dediğin seni tuttukça garip değil. Çocuk dediğin böyle basittir canım. Duygu dediğin böyle sıradandır işte. Fark dediğin çekim eki almaz. İnsan dediğin aşağılanmaz. Herkes anlar. Herkes anlar. Saklambaç dediğin uzun süren bir oyun değil. Bu yüzden karanlıkta oynanır. Çünkü en kısa zamanda en yüksek verimde korkmak gerekir. En yüksek verimde kaybedeceğini düşünmen gerekir. Böylece sobelemek için daha büyük bir arzuyla koşturursun. Herkes anlar. Bu yüzden saklanamazsın. Bu yüzden saklambaç en fazla on iki yıl sürer. Mutsuzluğun göz dediğin sana bakıyorsa en fazla üç saniye sürer. Bir anın içinde tüm ömrünü yaşarsın. Yaş dediğin küçükse de söyleyecek sözün yok demek değildir. Kelimeleri yeni öğreniyorsun, bırak gitsinler. Sana anlayış gösterenler çıkacak.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #38 : 19 Şubat 2013, 04:01:41 »

“Hatırladığım yerler var. Hepsinin kendine göre anısı var, sevgililer ve arkadaşlarla, kimisi ölü, kimisi yaşıyor. Hayatım boyunca, hatırladığım hepsini seviyorum.

Ama bu  arkadaşlar ve sevgililer içinden hiçbiri seninle yarışamaz. Aşkı yeni bir şeymiş gibi düşünüyorum ve anlamını yitiriyor tüm anılar.

İnsanlar ve şeyler geçmişte kalıyor. Unutmuyorum tabii hiçbirinin hiçbir etkisini. Onlar üzerine düşünmeyi de bırakacak değilim ve hayatım boyunca seni daha çok sevdim.”
*

Yirmi iki yaşındasın ve Hamburg’dasın. Birazdan öleceğini biliyorsun. Hatırladığın bazı şeyler var. Mesela iyi bir müzisyen olmadığını hatırlıyorsun. Müziğe de pek ilgin yok aslında. Sevdiğin arkadaşların var senin. Kandırıyorlar seni gidip bir bass gitar alıyorsun. Meğerse ‘bu en iyisi’ imiş. Tam 75 Pound’unu harcıyorsun. Oysa bu parayı kazanabilmek için yaptığın en iyi resimlerden birini satmıştın. Olsun, seni seviyorlar. Birlikte çalıyorsunuz. Aslında beceremiyorsun da, utanıyorsun. Paul diyor ki, ‘ya sen arkanı dönsene çalarken, görüyorlar sonra kötü çaldığını’ iyice utanıyorsun, konserlerde arkası dönük çıkan bir bassçı olarak tarihe geçiyorsun. Geçeceksin, o zamanlar çocuksun daha, 19 yaşındasın.

Bir gün Hamburg’a gidiyorsunuz. Birkaç aylık bir tur olacak. Korku dolu, kadın ve şiddet dolu. Siz 17,18,19 yaşlarında çocuklarsınız. Bu korkutucu gerçekle nasıl yüzleşeceksiniz? Bir barda John bir kavgaya tutuşuyor. Arkadaşını korumak için atlıyorsun, başına bir darbe alıyorsun. Beyin kanaması geçiriyorsun. Ölmüyorsun. Onun yerine aşık oluyorsun. Astrid. Oh! Astrid! Sana yaşamayı öğretiyor Astrid. Mutsuzluğuna anlam katıyor. Astrid hepinizin bir numaralı sevgilisi oluyor bir anda. Ama sen aşıksın, diğerleri gibi değilsin. Gökten yağacak notalara ellerini açıyor onlar, sen Astrid’e açıyorsun. O da seni seviyor. John uzaktan izliyor. Sen onun için elinden geleni yaptın; ama olmadı. Onların bir üyesi değilsin. Oh! Astrid! Sizin fotoğraflarınızı çekiyor. Bunlar öyle fotoğraflar, öyle fotoğraflar. Unutmak mümkün değil, sanki pozlanan gümüş tanecikleri değil de nöronlarınız. Hafızanıza işliyor ve bir gün öylece gidiyorsunuz. Geri döneceğinizi en düşüncesiziniz bile biliyor ve dönüyorsunuz. Orada kalıyorsun, Astrid’i bırakmıyorsun. Arkadaşlarından ayrılıyorsun. Öleceğini hissediyorsun.

Ambulanstasın. Astrid tüm gücü, kudreti ve varlığını hissettiren bitmek bilmeyen kokusuyla yanında. O koku seni hayata bağlıyor. Baygındın, kendine geliyorsun. Onun ellerini sıkı sıkı tutmaya çalışıyorsun. Ellerin sana isyan ediyor, düşüyor yere. Gözlerin doluyor, öldüğün için değil. Kendi ölümüne üzülemezsin, bu bencilce olur. Astrid’e son kez dokunamayan ellerin için ağlıyorsun. Kadın sana yukarıdan, tüm sakinleştiriciliğiyle bakıyor. O da biliyor öldüğünü, son kez seni fotoğraflıyor hafızasına. Bitiyorsunuz, yanan gümüş parçacıkları gibi, daha güzel bir şeyi oluşturmak için yok oluyorsunuz. Astrid! Oh Astrid! Sen, Stuart’ı son kez öpüyor.

* http://www.youtube.com/watch?v=zI0Q8ytD44Y
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #39 : 03 Ekim 2013, 21:54:18 »
Sonra dedim başlamışken bu gözyaşı mevsimi, bir gün biterse diye, bir gün dedim biterse dedim, boş mu dedim. Anlamadım sonra ne dedim. Bir gün biterse boş mu geçmiş olacağım dedim. Güneşin bin pişman bir bitkin havada yirmi dördü eksik yedi işini yaptığı dönemlerde olmayan kıpırtılar gördüm. Asfalttan böyle buhar gibi bir şey çıkıyordu. Bu ne ulan dedim, bisikletimi bir durdurdum önce şöyle bir baktım. Gazozumdan bir yudum aldım -ki kendisi kırmızı ve beyazdır- güldüm.

Şortluydum, pek de utanırım. Bu mevsimde dedim, değil dedim. Buralarda olmaz. Bu beklenti mevsimidir. İşini cayır cayır yapan bir sarılık tepemizde parlıyorken ben kimim de uğraşayım ulennn dedim. El âlem tatil ayağına kaçmış gitmişken sen niye bekliyorsun, diye sordular. Cevabım yoktu. Tatili bir şeyi hak ettiğini düşünenler yapar dedim. Ben hak etmekte yokum kaç defa söyledim. Benim için bekleme mevsimidir. Gözyaşı mevsimi gelesi olduğu vakitlerde rüyamda falan nasıl goller atarım okul bahçesinde, nasıl çalımlarla geçerim herkes, of duvar pasları o sümüklü çocukla. ÜÇ KİŞİYİ GEÇERİM! Zil çalınca takarım yakamı.

Şimdiyse içimde kıpırtılar biriktiriyorum ben. Sağdan soldan kapıyorum kıpırtıları. Bunalıp kendini denizlere, göllere, havuzlara, hatta ve hatta utanmadan nehirlere at-a-mayan o gözleri bir garip çocukların kıpırtılarını tek tek topluyorum. O gözler ki hep nemden o hep nemden, nem olmasa yine sorun değil ama nem var ya nem.

O nem bu gözyaşı mevsiminde Ekim aylarının sonlarını da tez elden getiriveriyor. Ben bir ara kaba oluyorum gerçek bir erkek gibi gidip geliyorum, sonra bir ara yine ayağım tökezliyor Sağlık Ocağı’nın yanındaki merdivenleri tırmanırken. Ve bizim bir de hamamımız vardı ki yıktılar onu başımıza. Bize çocukluk travmaları yaşattı, sarkık memelerle biz nefes alamadık orada, mentol mü ne koydular ordaki buhara, sonra tepemize yıktılar gittiler. Neyse bunları tez elden geçelim.

Hah, geldi mi o ekim ayı sonları. Koy yavrum masanın üstüne, şu şapkamı da al yerden, beklenti mevsiminde takıyordum düşmüş oraya, toz olmasın. Hah, sağolasın. Size dünyanın en güzel kadınını nasıl çekersiniz anlatayım dinleyin, kırışıklıklarım tanık olsun akışkan yüzüme. Bakın bu elimde görmüş olduğunuz ay sonu var ya. Hah orada bir Cadılar Bayramı durur. Şeker ya da oyun!

Bulutların yapıldığı maddeden de yoğundur ki bacakları öylece hafif duruyor, bunları kaldırmak ne de zordur diyorum. Dünyadaki tüm gücü toplarsın sanki bileklerinde, kutular dolusu ıspanağı burnunu tutarak yedirmiştir sana annen; yine de kaldırmaya cesaret edemezsin. O öyle güçlü bir şeyi taşıyor ki, onu da öyle güçlü bir şey taşımalı. Bir de bakarsın giymiş ayaklarına cadılar bayramını. Yürüyor şekerli şekerli.

Öyle hayal edin, adımını atıyor ve bir çizgi roman sayfası en güzel yerinden başlıyor bu noktada.

Böyle konice ambalajlanmış şekerler fırlıyor ayakları her yere çarptığında. Şeker yaratan bir canavar gibi, elmacık kemikleri sürekli hareket halinde, her güldüğünde sıkışıyor, şişiyor, dudakları biraz düşüyor, tekrar gevşiyor. Tam bir buharlı makine gibi! Buhar yerine küçük kırmızı kalp tanecikleri fırlatıyor sadece. Sonra bu işlem o yanaklardan taa ayaklara kadar gidiyor, ayaklarına giydiği cadılar bayramından dünyanın isli ve sıkıcı ve gözyaşı mevsimini selamlayan o semâlarına yayılıyor.

Ah! Ne semâlar vardı seni sıkı sıkı saran. Hatırlıyor musun? Başının örtüsünü çekiştirdiğin o semâları. Yıldızlar kayardı altından, dilekler tutardın. Semâlar semâları getirir derlerdi de inanmazdık. Getirmiş de yaşamışsın işte, dileklerin gerçek olmuş, Cadılar Bayramı yürüyen bir tatlı makinesi avuçlarının içine yapışıyor. Eriyince o şeker böyle yapışır. Ondan. O da yapışıyor öyle, bırakamıyorsun, istemiyorsun zaten. Senin bir çok arzun olmuş ya. O hepsini bir şekilde toparlamış.

Uzay boşluklarında süzülememişsin sen biliyorsun. Geminin uydu alıcısını tamir edememişsin süzülerek. Ama artık onun gözlerinin derinliklerindeki dalgalar sana galaksilerin yıldız sarmalları gibi geliyor. Tanrı’nın Gözü diyorlardı buna bir ulusal havacılık ve sevimli cadılar dairesinde, onaylıyorsun. Tanrı’nın Gözü. Burada olmalı, bana bakıyor olmalı.

Ve biliyorum ben, siz de biliyorsunuz, Tanrı’nın Gözü size bakarsa, içinde yüzersiniz, havasız susuz, Cadılar Bayramı’nın hiç sahip olunamamış kültürel altyapısı çevrende yüzer, şekerleri kulaçlarsın, bastonlara tutunursun. Ona ulaşırsın, ulaşırsın. Tutarsın gözlerinin içinden.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #40 : 12 Haziran 2015, 23:22:26 »
Ne rüzgar esiyor memlekette yahu. Yukarılara çıktıkça böyle mi esiyor yoksa derdi başka mı anlamadım. Biraz nikotin alacağız şunun şurasında bu işkence ne menem bir şey. Kapılar çarpıyor. Tak tuk tak tuk. İçeriden öksürük sesleri geliyor. Yaşlı bir adam yatağında dönüyor. Hepsini duyuyorum.

Hepsi senin yüzünden rüzgar bozuntusu.

Benimle kal.

Benimle kal gitme diyorum sana oralara buralara. Hava geçecek boşluk mu buldun kapıdan? Hemen fırlayıp çıkıyorsun. Neden başkalarında gözün var. Benimle kal.

Kapının önüne engeller koyuyorum sırf rüzgarı odama hapsetmek için. Deliriyor. İyice şiddetleniyor dışarıda. Koskaca Üsküdar'da tek derdin ben miyim? Neden kapımı kapattım diye iyice hızlanıyorsun.

İnsanın küçüklüğü bu kadar da yüzüne yüzüne vurulmaz ki. Kapatıyorum camı bacayı. Kal dışarıda.

**

Benden bir bardak su istedi. Suyu doldururken çeşmeden Gary Oak düştü. Uzun süre aç kaldıktan sonra ağır bir akşam yemeği yemiş. Üzerine bir rehavet çökmüş. Su içmek için çeşmeye ağzını dayamış çok emdiği için içine kaçmış. Bardağı bu haliyle ona verdim. Çay kaşığıyla biraz karıştırınca Gary suda çözünmüştü.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
« Yanıtla #41 : 09 Eylül 2016, 01:48:33 »
Küçük Parmaktan Sıkılanlar #1

Başını yastığa koyduğunda yatak başlığını kesmek istiyorsun. Kafanla. Dişlerini geçirip burnun kanayana kadar. Yumruk yumruğa bir kavgaya tutuşmakla bitmiyor sözler. Karşıdan karşıya geçiyorsun bir gün. Oradan bakıyorlar sana. Yolun karşısındaki börekçiye kıvrılmışlar. Aha işte buydu, şöyle şöyle dedi. Gülüyorlar. Sen onları görmüyorsun. Sonra bir gün dolmuşta… Selamlaşma el sıkışma bir gün bir şeyler içelim.

Sonra yine başka birileri başka bir yerde şöyle şöyle dedi gülüşmeler. Öyle dedin diye ne kazandın. Ne gerek vardı. Çarşafı yaksan nolur yakmasan nolur? Şu kafa kaşımaya lüzum var mı şimdi. Uyurken de düşünürmüş ya insan, dişlerini sık bol bol. Geceleri çok gıcırdarmış. Gündüzleri başka tondan gıcırdıyor. Yatarken başka tondan. Uyurken de işte olsun bir şeyler. Yoksa ne lüzumu var yaşıyorsun bilmemkaç yıl uyuyorsun bilmemkaç yıl. Hesaba kalksam şimdi… Anca hesap yaparsın. Hesap iyi oluyor ama. İnternete yazı yazmak gibi. Uçası var. Senin gibi kanatsız mı?

Belki vardır kanadın. Uçarsın sanıyordun yıllar yılı. Sadece hiç uçmaya gerek olmamış. Yatağa atlayarak denemeler yapıp da yanılınca işleyen demir ışıldar. Işıldamayınca n’olur. Satır alırsın vurursun küçük parmağa. Gerek yok.

Yetmedi değil mi? Kocakafa sığmaz küçük parmağa.
try again fail again fail better