Kayıt Ol

Gidebilirdim.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Gidebilirdim.
« : 17 Mart 2012, 02:16:00 »


Gidebilirdim

Size uzun zaman önce başımdan geçmiş bir olaydan bahsedeceğim. Bu, belki de hiç bahsedilmemeliydi. Ya da belki de hiç yaşanmamalıydı. Ya da yaşanmadı, sadece bir hayal ürünüydü.

Nisan ayları. 1980li yıllardan beridir bir kabus gibiydi benim için. Ah, ne kadar da aceleciyim. Ben diyerek geçemem ya; biraz kendimden bahsedeyim. Adım Lon. Ben, 1981 yılında, İngiltere'nin katiller şehri olarak da bilinen Londra'sında doğdum. Ve aynı zamanda orada yaşadım, büyüdüm. Başka bir şehir olmadı. Olmamalıydı da. Bir tek Londra vardı.

Aslına bakarsanız, ben bunu bir kaplumbağa olmakla aynı görüyordum. Kaplumbağaların evleri kabuklarıdır. Ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar. Kabukları kırılmadığı sürece tabi. Kabukları kırılanlar ise, çok geçmeden ölürler.

İşte benim de Londra'da oluşum bunun gibiydi. Londra kabuğum gibiydi. Onun dışında başka bir yer olamazdı benim için. Biliyor musunuz, bu kötü bir şey değil. İnsanların aynı eve, aynı insana, aynı şeylere bağımlı olması güzel bir şeydir. Sadakat. Sadakat iyidir.

Nisan 1981de Annem ölmüştü. Doğduğum gün. Bu rastlantısal bir şey değildi. Doktorlar biliyorlardı. Doğum ikimizden birine veya ikimize birden sorun yaşatabilirdi. Annemle ilgili birkaç resim dışında bir şeye sahip olamadım.

Babam ise; ah o, kendi Dünya'sında bir adamdı. Hala da öyle. İhtiyacım olan ilgiyi ondan alamadığım için, küçük bir yaşta dedemle birlikte kalma kararı aldım. Babamla sık sık görüşmeyiz. Ama görüştüğümüzde de birbirimize saygımız sonsuzdur. O kötü bir adam olmamıştı hiç. Sadece eşini kaybetmenin acısını 31 yıldır unutamıyor.

Neyse. Ne diyordum? Hah. Olay diyordum.

1997. Nisan. 18. Bu sayılar, spesifik bir tarihi ifade ediyor. Bu tarihse, spesifik bir olayı.

***

"Bırak o silahı Edward."

Edward Froid, Amerikan aksanı öne çıkmış bir ingilizdi. Amerikan aksanıyla konuşma sebebi, babasının bir Amerikan olmasıydı belki de. Çocukluğundan beri onun aksanını örnek almış, onun yaptıklarını yapmak istiyordu. Siyah kısa saçları, buğday teni ve zayıf lakin kaslı vücuduyla hep kızların ilgisini çekmişti. O zamanlar lisenin soytarıları denirdi bize. 16 yaşındaydık lakin denemediğimiz şey, yapmadığımız halt kalmamıştı. Uyuşturucu, sigara, alkol, kızlar...

O zamanları düşünüyorum da, o kadar genç ve toyduk ki. Kızlar bana "Everlyn'in mavi gözleri" lakabını takmıştı. Gençliğimde oldukça yakışıklı olduğumu söyleyebilirim. Kumral uzun saçlarım, mavi gözlerim, pürüzsüz bir yüzüm ve atletik bir vücudum vardı. Şimdiki göbeğime ve yavaş yavaş kelleşmeye yüz tutmuş saçlarıma aldırmayın. Gençliğimde öyleydim işte.

Everlyn iyi bir liseydi. İhtiyar büyük babam zengin bir adamdı. Ona göre Everlyn gitmek için en uygun okuldu. Bende onu o denli seviyordum ki, her ne kadar ineklerin gittiği bir okula gitmek istemesem de, gitmiştim işte. Neyse ki Edward ile tanıştık. O da benim gibi serseri bir tipti.

Hook sokağında, elinde nereden bulunduğu sır olan bir silah, önümüzde iki maskeli adam elleri havada, ve ben, Edward ile o sokak hırsızları arasında bir köprü gibi durmuş halde - ki bunun sebebi kimsenin ölmesini istemememdi - duruyorduk.

Neden mi? Bu hırsızlar az önce ihtiyar bir kadının el çantasını çalmış, hızla olay yerinden uzaklaşmaya çalışmışlardı. Hırsızlık, yaptığımız onca ahlaksız şeylere rağmen, bize göre bile ahlaksız bir günahtı ki, kendimizde o hırsızları cezalandırabilecek yüzü bularak peşlerine düşmüştük onların.

"Onları öldürmeye değmez" diye ekledim ve ileriye doğru iki adım attım. Lakin geç kalmıştım. Edward, yasal olmayan silahıyla tetiği ateşledi. Silahı iyi doğrultamamış mıydı, acemiliğinden miydi bilinmez ama kurşun, kasıklarıma isabet etti. Atmış olduğum iki adım, nelere sebep olmuştu böyle?

Acıyla yere yığılmam ve çığlıklar atmam için, kurşunun kasıklarıma girmiş olduğunu fark etmem gerekti. Bunu da kurşun kasıklarıma girdikten 2 saniye sonra farketmiştim zaten. Acı. Çok fazlaydı. Şuurum yarı bilinçsiz bir noktaya ulaşmıştı.

Tek fark edebildiğim Edward'ın "Lon!" diye bağırması ve hırsızların korkuyla uzaklaşmaları oldu. Edward onları dikkate alacak durumda bile değildi.

"Lütfen, hareket etme Lon, hemen yardım çağıracağım."

Edward'ın panik dolu hali hala gözlerimin önünde. Duygulardan yoksun boş bir bakışla

"Yapamam, Ed," diye yanıtladım onu. "Hareket, edemem. Ayaklarım. Ayaklarımı hissetmiyorum..."

***

Bir diğer tarih. Nisan 2000. Dedem o tarihte hayata gözlerini yummuştu. Üniversiteye başladığım ilk yıldı. Mutlu bir yıl olmalıydı lakin öyle olmadı. Hep olimpiyatlarda atlet olmak isterdim. Tekerlekli sandalye ise psikoloji okumaya beni mecbur etti. Sevdiğim en iyi ikinci şey, insanların dertlerine ortak olmaktı.

Dedemin öleceğini zaten biliyordum. Son iki haftasını ne yazık ki hastahanede geçirmişti. Günde 3 paket sigara içen bir adamın ciğerlerinin su toplaması, ne garip bir sondu bu böyle?

Dedemin öleceğini bilmeme rağmen ona veda edemedim. Çoğu insan ölen yakınlarına son bir elvedayı diyemedikleri için bir ömür içinde ona söylemek isteyip söyleyemedikleriyle yaşlanır. Benim dedeme söylemek istediğim hiçbir şey olmamıştı. Bunun sebebi onun ben daha bir şeyi söylemeden beni anlamasıydı. Aramızdaki bağ o kadar kuvvetliydi işte.

Ha bir de şu var ki, vedalar yanlıştı. Son ana kadar o sanki hiç ölmeyecekmiş, o sanki hiç hasta olmamış gibi davrandım. O öldüğünde bile bunu kabul edememişim ki, 12 yıldır her gün onu saat 5de kapıyı çalıp işlediği kırtasiye dükkanından dönsün diye bekliyorum evde.

Gariptir, kimse dönmedi.

***

Size bahsetmek istediğim olay, işte buydu. Nisan ayları. Evet. Nisanlar. O kadar tehlikeliler ki. Uğursuzluğun ayı diyebilirim onun için. Bugün, 2 nisan 2012. Varoş bir hastahane odasında, beyin tümöründen ölüyorum. Şimdi. Size bunları anlattım ki bana acıyabilesiniz.

Yalan söylüyorum. Amacım o değil hayır. Birkaç nasihatte bulunmak istiyorum sadece.

Öncelikle, çocuklar. Ailenizde çok sevdiğiniz bir yakınınız olduğunu biliyorum. Başınız ne gibi bir derde girerse girsin, onunla paylaşın. Bunu yaparsanız, o da size yardımcı olacaktır.

İkincisi, tüm insanlar. Bazı şeylerin değerlerini yaşarken anlamıyoruz. Saçma sapan bir uzuv olan ayaklarımız mesela. Onlarla ilgili uyduruk espriler bile yaptınız. Ama kaybettiğinizde önemi daha bir fark edilir oluyor açınızdan. Ya da sevdiğiniz insanlar. Öldükleri için ağladınız. Yaşadıkları için kaç kere gülümsediniz?

Üçüncüsü, zaman bilimcileri. Nisanları takvimden kaldırmalısınız. Nisanlar, kötü.

Ve dört. Gidebilirsiniz. "umurumda olmaz" diyerek sevdiklerinizi terk edebilirsiniz. Bu bile onun umurunuzda olduğunu gösterir. Ben de gidebilirdim.

Gidebilirdim. Gitmedim.

***

Garip. İçimdeki acı son buluyor. Her şey hissizleşiyor. Bu duygu da nedir? Yoksa ölüyor muyum? Öyle olmadığını söyleyin. Ama aksi yok ki. Ölüyorum. Ehehe. Nasıl öldüğünüz önemli değil. Nasıl yaşadığınız önemli. Şu hayatı yaşamak güzeldi.

Sizleri tanımak hayat kadar güzeldi.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gidebilirdim.
« Yanıtla #1 : 23 Mart 2012, 00:01:40 »
"Hayatta biraz ayrımcılık da yok değil hani. Tanrı bile kullarını ayrı yaratmış. Her birine ayrı bir burun vermiş, ayrı bir göz. Herkesin ayrı kişilikleri, ayrı maddi durumları, en önemlisi ayrı manevi durumları var. Ve herkes farklı zamanlarda ölüyor. Evet, neticede herkesin bir burnu bir gözü, bir kişiliği, duyguları var ve herkes ölüyor. Bu sebepten ayrım yok diye düşünenler olabilir. Ama ben hep, yeni doğan bir bebeğin ölümü ile 80 yaşında ölen bir yaşlının ölümünü farklı buldum, ayrım olarak gördüm.

Bu hissizleşmenin sebebi daha bir belirgin oluyor benim için. Ölmek. O kadar zarif bir duygu ki. Sanki huzuru bulmak gibi. Kendimle şu dialog geçiyor aramda:

-Ölüyor musun?

-Evet.

-Yalnız mısın?

-30 küsur yıldır...

Vereceğim tavsiyem kalmadı. Sadece öyle tuhaftı biraz hayat. Herkesin de tuhaf aslında hayatı. Bir tuhaf herkes. Birileri ötekinden daha iyi(?) gibi davranılıyor. Yöneticiler diğerlerinden daha çok beğeniliyor, daha çok + alıyor. Ya da çocuklardan çok büyüklere veriliyor söz hakkı. Ama herkesin gideceği ortak bir son var, aynı.

Öyle işte. Ölünce bunlar farkediliyor. Yaşamanın anlamı ancak o zaman önem arz ediyor. Yaşarken yaşamıyormuşum meğer, ama ölürken gerçekten ölüyormuşum."

Spoiler: Göster
 Bunu ayrı yazmıştım lakin önceki hikayemle bir alakası olmasa da buraya gönderdim. Bunun sebebi sanki bu diğerinin sonuymuş gibi gelmesiydi gözüme.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.