Kayıt Ol

Güzel Bir Gün(Tekrar düzenlendi)(Sıralı Hikayeler 1)

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
 
Spoiler: Göster
 Arthur Schnitzlerin; Böylece onlar hayatın ne kadar garip ve tezatlarla dolu bir şey olduğuna dair yeni bir delil daha bulmuş oluyorlardı sözünden ve Game of Thrones daki; It is known repliğinden esinlenilerek yazılmıştır.

                      

                                          GÜZEL BİR GÜN
                                                                                  
Bir gün bugünden daha güzel, daha iyi başlayabilir miydi? Gökyüzü açıktı, arada parça parça bulutlar göze çarpıyordu, güneş gökyüzündeki tahtına azametle kurulmuş, aşağıda bir o tarafa, bir bu tarafa koşuşturan insancıkları seyretmekteydi.

Havada hafif bir esinti kendilerini evrenin en önemli objesi sayan insanların yüzlerini yalayıp geçiyordu. Bir gün, daha ne kadar güzel olabilirdi ki? Bu her yönüyle güzel bir gündü. Bizzat kavram kitabının kendisinde yazıyordu. Kitabın tam ortasında kalın punto ile güzel günler yazılmış bir noktalı virgül atılmış ve hemen ardından da güzel günlerin tasviri yapılmıştı. Bir günün güzel olması için gerekenlerin içinde, havanın açık olması, çok hafif bir esintinin insanları serinletmesi gibi yüzlerce şart vardı.  Ve ne kadar şanslıydılar ki, böyle bir güne denk gelmişlerdi.

Yanına aldığı köpeği ile birlikte dışarıya gezmeye çıkmıştı, dışarıda onun gibi köpekleriyle yola çıkmış yüzlerce insan vardı. Hayatı ne kadar güzeldi, kimse kimsenin kulvarına girmiyor, parkın etrafında sakince dolaşıyorlardı . Herkes mutluydu, elbette mutlu olacaklardı bugün mutlu olunacak günlerdendi.

Güzel havanın insanı rahatlatan atmosferinde aklı birkaç gün öncesine kadar gitti. Yıl içerisinde sık sık görülen normal günlerden biriydi o gün. Arkadaşını  uzun süredir görmemişti. Evet artık onu beklemiyordu, ama o gün gelmesini hiç beklemiyordu.

Bir Normal günde onu görmeye gelmişti, ne terbiyesizlikti. Misafirliğe sadece İyi ve Kötü günlerde gidilirdi. Ama o ne yapmıştı? Yüzyıllık adetleri hiçe sayıp Normal bir günde gelmeyi tercih etmişti. Ne kadar kaba birisi diye düşündü. Ama misafire bunu söyleyemezdi. O yapması gerekeni yaptı, gülümsedi ve çay teklif etti. Misafir bunu kibarca kabul etti, en azından bunu doğru yapmıştı. O bir ev sahibiydi bu yüzden misafirine karşı saygılı olmalıydı ve o da öyle oldu.

Güzel bir muhabbet konusu açtı, bir süre tatlı tatlı konuştular. Yarım saat kadar sonra konu güzel günlerin ne kadar sevildiğinden açıldı. Bu sorunun cevabı belliydi. O ülkede ki insanlar genelde ezbere konuşurdu. Her sorunun bir cevabı ve her cevabınsa bir devam cümlesi vardı. Burada misafirinin kendisine katılmasını bekliyordu. Söz sırası arkadaşına geldiğinde arkadaşı;

“Bilmiyorum” dedi. “Ben yağmurlu günleri daha çok seviyorum, ne bilim güzel günler bana o kadar da cazip gelmiyor”

İşte buna şaşırmıştı. Ve o yıllardır şaşırmıyordu. Şaşırmayı sevmezdi, şaşırma her zaman yanında sorunlar getirirdi

“Ama” dedi içindeki şaşkınlığı dışarı vurmaktan çekinmeyerek “yağmurlu günler kötünün alt seviyesi günlerdir, onları nasıl sevebilirsin ki?”

Arkadaşı derin bir iç çekti,  “bilmiyorum dostum, güneşli günlerde köpeğimle gezintiye çıkmaktan hoşlanmıyorum, ama yağmurun altında durmak öyle mi. gökyüzünden düşen milyonlarca damlanın yüzüne tatlı bir sertlikle inmesi, etrafında insanlar koştururken yağmurun altında öylece durmak, soğuğun içine işlemesini hissetmek çok daha zevkli.”  

“Nasıl yani” dedi adam. Bir an arkadaşının şaka yaptığını sandı, ama hayır uzun süre görüşmeyen iki arkadaş bir araya geldiğinde şaka yapılmazdı ki, şaka yapmak için en az bir kere daha görüşmeleri gerekirdi.

Hayır şaka yapıyor olamazdı, arkadaşının suratına baktı bir süre, tekrar “nasıl yani” dedi “yağmurlu günler kötünün alt seviyesi günlerdir.”

Arkadaşı bir an suratını buruşturur gibi yaptı ve esefle içini çekti “boş ver” diyerek konuyu kapattı ve çayından bir yudum daha aldı. Adam şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı, ama ev sahibi olarak görevleri netti, yeni bir konu açmalıydı.

Kadınlardan girdi konuya bir süre onları konuştular doğru bir şekilde. Adamın kafa karışıklığı dağılmıştı iyice, olanları unutmuştu zaten daha sonra aklına geldiğinde de umursamayıp geçecekti.

O gün arkadaşını uğurlarken gözlerinde bir şey fark etti. Gözlerinin derinliklerinde, en derin korkuların saklandığı o yerde, bir korku vardı orada, dehşete kapılmış saf karanlık bir korku… Bu durum karşısında hiç bir şey yapmamaya karar verdi içinden. Böyle bir durumda ne yapılması gerektiği üzere bir ahlak kuralı yoktu, yani onu ilgilendiren bir şey değildi ve o da umursamadı. Arkadaşını uğurladı. İçeriye geçip akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu.

Aradan birkaç hafta geçti ve telefonu çaldı öğle saatinde. Üzüldü bir an, çünkü bu saatte sadece ölüm haberleri için aranırdı. Yavaş yavaş telefona gitti ve telefondan arkadaşının öldüğü haberini aldı. Bunun üzerine o da yapması gerekeni yaptı ve gardırobundan siyah elbiseler çıkardı, 3 gün öyle gezdi.

Etrafındakiler onunla ciddi konular haricinde hiç konuşmadı. Bir yakınının öldüğü çok açıktı ve onlar bir yakını ölen birisiyle konuşmamaları gerektiğini bilecek kadar kültürlüydüler.