VAGON
Ne kadar zamandır kendinden geçtiği belli olmayan adam yavaşça gözlerini açtı. Bir an önce nerede olduğunu anımsamaya çalıştı. Bulunduğu ortamda sessizlik vardı. Mutlak kelimesini tartışmasız anlamına geliyorsa burası ve bu durum en uygun koşulları gösteriyor demekti. Birkaç saniye süren bir geçiş döneminden sonra nerede olduğunu anımsadı. Sağını solunu yokladı. Güvenlik önlemleri sayesinde organlarında ciddi bir hasar yoktu. Şimdiden hafiflemeye başlayan bir göğüs ağrısı vardı yalnızca. Kafasını çevirip içerideki yolculara baktığında en son kendine gelen kişinin kendisi olduğunu gördü. Yarı şaşkınlık yarı mahcubiyetle selamladı onları. “Neler oldu” dedi. Sahi neler olmuştu.
Kafasının içerisindeki sis bulutu dağıldıkça ve bilinci yerine geldikçe neden burada olduklarını iyice anımsamaya başladı. Hemen arkasındaki koltuklarda oturan üzerlerinde sivil kıyafetler olsa da asker oldukları belli olan gençlere baktı. Her birinin yüz hatları sertti. Sanki asker eğitimlerinin arasında kendilerine nasıl sert bakacakları ve nasıl gülmeden duracakları konusunda da eğitim verilmiş gibiydiler. Çatık kaşlar kapalı ve gergin dudaklar kıyafetlerini tamamlıyor gibiydi.
Kendilerini nelerin beklediği konusunda gereği kadar bilgi verilmiş miydi ondan da emin değillerdi ama bu göreve bu seyahate gönüllü oldukları kesindi. Vadedilen para biraz milliyetçilik duyguları ve çokça merak duygusu macera isteği kendilerini buraya getirmişti. Sessizlik denizinin ortasında hiç kıpırdamadan duran bir teknenin içindeydiler sanki. Eğer bulundukları yerden tavana doğru tam dikine yol alabilselerdi dört yüz kilometre sonra güneş ışığını görebilirlerdi ancak.
“Albay, sizlerde yaralanan var mı?” dedi. Hemen arkasındaki sırada oturan omuzu yıldızlı orta yaşlı adam yanıtları “Ciddi bir durum yok” diye yanıtladı. Genç mühendis Kendi vücudunu bir kere daha elleriyle yokladı. Kendisinde de bir kırık çıkık yoktu. Yerinden doğruldu. Uzun boylu birinin ayakta durmakta zorlanacağı ama kendisinin orta boyu sayesinde rahatlık durabildiği koridorda yürüdü. Yerlerinde oturan disiplinli gözler kendisini izliyordu sessizce. Aslında yolcu almak gibi bir niyetleri yoktu ama projenin sahibi olan savunma bakanlığı acil göreve gitmesi gereken bir gurup askeri yanlarına vermişti. Beş altı metre geride ayrı bir bölme olarak hazırlanan yere vardı. Arkadaki kalın cama burnunu dayadı. Depoda kendilerini bir zaman idare edecek yiyecek içecek vardı. Ağırlaşmaya başlayan hava kendilerini ne kadar idare edebilirdi onu bilmiyordu. Yedek tankları vardı ve birazdan yedek tankları da açardı. Ama tüm yolculuğun kırkbeş dakika olacağını tahmin ettikleri için kendilerini uzun süre idare edecek yedek havaları yoktu. Üstelik iki veya üç kişi ineceklerdi aşağıya, şimdi ise fazladan on ciğer daha vardı.
Sorumlu birini aranacaksa o kişi projenin patronu sayılacak Savunma Bakanlığının temsilcisiydi. İş başlarda iyi başlamıştı ama orada yani varacakları yerde işler kötüye gitmeye başlayınca proje hızlandırılmış güvenlik önlemleri göz ardı edilmeye başlamıştı. Tekrar yönünü öne çevirdi. Otuz metre kare bir yerde kısılmışlardı. Yukarıdakilerin yerlerini tam olarak tespit ettiklerini ummaktan başka çareleri yoktu. Beş on adımdan sonra kafasını bir kere daha cama dayadı. Bu kere ön camdan karanlığa bakıyordu. Birkaç metre önlerini gösterecek kadar zayıf bir ışık gibi önlerinde kapkara uzuyordu. Alabildiğine geniş bir kemerden uzayıp giden karanlığa bakıyordunuz. Arkada sessiz durmaya çalışan askerlerin arasında da kıpırdanmalar başlamıştı. Komutanları Albay
“Sizce neler oldu mühendis bey” dedi. Adam arka sıralarda oturan tüm askerlere baktı teker teker. Henüz olayları kavrayamamışlardı. Beş on dakika sonra durumun ciddiyetini anlayacaklarını düşünüyordu. “Bir teknik sorun yaşadık” dedi. Sesi, soruyu geçiştirmek için yanıt verdiğini haykırıyordu adeta. Düşünmeye başladı, gerçekten ne olmuştu… Koltuğuna tekrar oturdu gözlerini kapadı olanları baştan düşünmeye başladı.
Her şey çok iyi başlamıştı, taa ki sonsuz karanlıktaki sonsuz sessizliğe gömülünceye kadar. Yaklaşık yarım saat kadar önce yukarıdaydılar, ilkin karşılarında duran kocaman kapı aralanmıştı. Çift kanatlı kapı kendinden beklenmeyen bir sessizlikte açılmıştı. Karşılarında küçük bir otobüs büyüklüğünde bir araç duruyordu. Biraz ellili yılların otobüslerini birazda hala bazı ülkelerde kullanılmaya devam eden vagonları andırıyordu. Önü bombeli çenesi dışarı çıkmış yaşlı biri havasındaydı. Belli ki bu aracı dizayn eden o yılların arabalarını çok sevmişti. En belirgin farkıysa ön ve yan camlarının küçük olması ve tekerleklerinin eksen mesafesinin oldukça geniş tutulmasıydı. Bu sayede denge daha iyi sağlanmış oluyordu. Yerde vagonun hemen önünde başlayan bir kanal vardı ve kanalın içerisinde büyük bir helisel dişli bulunuyordu. Kapının önünde dikilen bir gurup adam şaşkınlıkları geçince vagona doğru yürümeye başladılar.
Eğer basının haberi olsaydı proje yüzyılın buluşu ve kendileri de kahraman olarak ilan edileceklerdi. Nereden bile bilirlerdi ki Fransa’nın batısında Rouen bölgesindeki küçük bir sahil kentinde devrim sayılabilecek bir buluşun denemesinin yapıldığını bilemezlerdi. Ama projeyi satın alanlar ve kağıt üzerinden gerçek hayata uygulayanlar gizlilik kuralına kesinlikle riayet ediyorlardı. Yıllardır üzerinde çalıştıkları projenin gerçekleşmesi olasılığının bu kadar yüksek olduğu bir anda en çok kalbi çarpan iki kişi vardı. İki genç mühendis, üniversite yıllarında başladıkları işin sağ salim sonuçlanmasını istiyorlardı.
Fransız Mühendis Marcel ve Onun Türk arkadaşı Orkun. On bir yıl önce mezun oldukları üniversitede hazırladıkları proje beğenilmemişti. Evet, üniversite kurulu her şeyin tüm hesaplamaların doğru olduğunu ama uygulanabilirliğinin çok zor olduğunu söylemişti. Projeleri ulaştırma alanında bir devrim yapacak nitelikteydi ve bir basit kurala dayanıyordu “ İki nokta arasındaki en kısa yol doğru yoldur.” İlk verilecek hareket için harcanan enerjinin dışında hiç enerji kullanmadan yol alabilir miyim? Hava direnci olmasa masraflarım azalır mı? Neden her türlü ulaşım aracında önce hava direncini göz önüne almak aerodinamiği hesaplamak zorunda kalıyorum? Sorularına yanıt bulmuştu bu sistem.
O yıl dekanın odasında tanıştıkları siyah takım elbiseli bir adam kendilerine reddedemeyecekleri bir öneri sunmuştu. Emirleri altında kocaman bir mühendis takımı olacaktı, istedikleri istemedikleri tüm teknolojik olanaklardan yararlanacaklardı, malzemenin en iyisini kullanacaklardı. Eğer çalışırsa buluşlarının patent ve isim haklarını alacaklardı. Ve İş bitesiye kadar çok iyi maaş alacaklardı. Karşılığındaysa istenilen işlerine dört elle sarılmaları ve çenelerini sıkı tutmalarıydı. Birkaç günlük düşünme süresinden sonra öneriyi kabul etmişlerdi. Artık Nato’nun Araştırma-Geliştirme birimi adı altında Amerikan savunma bakanlığına hizmet edeceklerdi. Biri Fransız diğeri Uzun yıllar önce Fransa’ya çalışmaya gelen bir İzmir’li Türk ailesinin çocuğu olan iki genç körfez krizinin başladığı yıllarda projelerine girişmişlerdi.
Önce aceleleri olduğu söylenilen on kişi araca bindi. Üzerlerinde sivil kıyafetler olsa da asker oldukları, gerek saç kesimlerinden gerekse disiplinli davranışlarından belli olan kişilerdi bunlar. Özel birlikten oldukları söylenmişti ve orada kendilerine gidecekleri yerde şiddetle gereksinim vardı. Sessizce ama ne yapacaklarını bilen adımlarla yerlerine oturdular, kemerlerini taktılar. Arkalarından geriye dönüp kendilerini uğurlamaya gelen kişilere askerce selam verip içeri giren orta yaşlı bir adam vardı. Fizik Mühendisi Orkun ise vagona en son binen kişiydi. Belli etmese de dudakları kıpırdamıştı. Kapının eşiği sayılabilecek sarı çizginin ötesindeki bir gurup adamın arasındaki arkadaşına ortağına baktı. Saçları hafifçe kırarmaya başlayan mühendis de gözlüklerini çıkarıp arkadaşına göz attı. Önce vagonun kapısı, ardından büyük kapı kapandı. Yaklaşık kırk beş dakika sonra varmak istedikleri yerde Bağdat’ta olacaklardı.
Uzun ince ve yarım daire kesitli bir vagondaydılar. Araç, belirgin hiç bir özelliği olmayan basit sayılabilecek şekilde düzenlenmişti. Ne de olsa bir prototipti ve askeri amaçlı dizayn edilmişti. Konfordan çok sadelik ve sağlamlık esas alınmıştı. Olması gerektiğinden çok daha kalın duvarları olan bir vagondaydılar. Lokomotifi veya motoru olmayan yalnızca tekerlekleri üzerinde yol alacak olan bir araçtı. Yerlerine oturup emniyet kemerlerini taktıktan sonra ortalığı belli belirsiz bir vınlama kapladı. Bir kompresör vagonun olduğu bölmenin havasını boşaltmaya başlamıştı. Mühendisin yanında oturan komutan neden böyle olduğunu anlamıştı. İçinde yol alacakları tünelin havası olabildiği ölçüde boşaltılmıştı. Vagon, atmosferin yukarısında havanın iyice seyreldiği ve uçaklara direnç göstermediği bir ortamda boşlukta gidecekti. Geçiş kapısıyla kendilerini büyük tünel için hazırlıyorlardı. Birkaç dakika sonrasındaysa ilk başta fark edilmeyen bir başka kapı açıldı. Ön koltukta oturan Mühendis Orkun yanıbaşındaki sivil giyimli subaya baktı. Parmağıyla önündeki az sayıdaki düğmeden birine bastı. Uzun erimli bir ışık önlerinde açılan ve sonu belli olmayan karanlık geçidi aydınlattı. Kapkara ağzını açmış bekleyen dev bir yılan kendilerini bekliyordu. Önce düz başlayan tünel yüz metre sonrasında neredeyse yüzde yirmi eğimle yerin içine dalıyordu.
Bu öyle bir geçitti ki Atlantik sahilinden başlıyor, çölün kumun içinden Bağdat’tan çıkıyordu. Özel lazer ölçme tekniğiyle planlanmış çelik ve betonun en kozmopolit birleşimiyle adeta sıvanarak yapılmıştı. Kesiti orta çağ mimarisinin gözde mimari şekli olan gotik tarzda yapılmış ve sonsuzluğa uzanan bir kemer şeklindeydi. Bu sayede yukarıdan gelecek yükü eşit oranda sağa sola dağıtacaktı. Malzemenin ana yapısı Beton ve çelik olsa da bu esnemeye müsait içindeki özel alaşımlarla güçlendirilmiş bir çelikti. Çimentonun be çeliğin bu tür kombinasyonu ilk kez deneniyordu. Savunma Bakanlığı bu konuda bilimsel çevrelerde hazırlanmış en son gelişmeleri kullanmaktan çekinmemişti. Projenin en önemli özelliğiyse gizliliğiydi. Yıllar önce iki mühendis arkadaşa bu öneriyi getiren kişi şöyle demişti. “Düşünsenize bir anda kimseye görünmeden adeta yerden biter gibi kuvvetlerinizi çıkarıyorsunuz. Veya askerlerinizi geri çekebiliyorsunuz.” On bir yıllık bir çalışmadan sonra denemeye müsait duruma gelmişti.
İşte en önemli an gelmişti. Orkun arkaya dönüp “Şimdi sıkı tutunun, bir Ferrari’deymiş gibi hissedeceğiz” dedi. Ve Zemindeki dişli dönmeye başladı. Devasa bir elektrik motorundan güç alan dişli harekete geçti. Dişli vagonun tabanındaki diğer dişli yardımıyla vagonu hareket ettirmeye başladı. Lunaparktaki oyuncak trenleri hareket ettiren mekanizma birkaç saniyede aracı hızlandırdı ve adeta bir taş gibi ileri fırlattı. Yolcular bir yarış arabasındaymış gibi koltuklarına yapıştılar. Üç saniyede düz ray bitmiş vagonları yokuş aşağı inmeye başlamışlardı. Mühendis Orkun, bir hostes gibi arkasını dönüp “İniş Başladı” dedi. Bu yokuş aşağı iniş yolun yarısına kadar hemen hemen Bulgaristan Türkiye sınırına kadar sürecekti. O noktada en üst hız düzeyine ulaşacak araç sesten çok daha hızlı yol alacaktı. Sonra hızlanmalarına yardım eden yerçekimi kendilerini yavaşlatmaya başlayacaktı. Irak sınırlarına yaklaştıklarında da hızları iyice düşmüş olacaktı. Buraya kadar her şeyi anımsamıştı ya sonra ne olmuştu, işte onu bilmiyordu.
İki bin kilometreyi aşkın bir mesafe ötede, olayların başladığı yerde merak ve korku vardı. Her şeyin planlandığı gibi gideceğini işlerin aksamadan yürüyeceğini düşünmüşlerdi. Acaba ne olmuştu, işin en kötüsü ne müdahale edebiliyorlar nede iletişim kuramıyorlardı. Ana kumanda odası sayılabilecek bir salonda bir gurup adam öylece bekliyorlardı. Aşağıda bir yerlerde duran bir gurup asker ve projenin diğer sorumlusu Orkun için endişeleniyorlardı.
Salondaki en geniş koltukta oturan ve ABD savunma Bakanlığının bu projeyle görevli tepe kişisi olan general rahattı. Oldum olası bu projenin yürüyeceğine inanmamıştı. Şimdiyse kendisinin haklı olduğunun ortaya çıkmasıyla yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşmişti. Üstelik mesleği gereği kayıplara alışkın olduğu için aşağıdaki vagonu ve vagonun içinde bulunanları pek umursamıyordu. Rahat bir sesle mühendise seslendi “Mühendis bey, sizce ne oldu”
Marcel, bir an düşündü. Ne olduğunu gerçekten bilmiyordu. Olasılıkları gözden geçiriyor ama bir tahmin yürütemiyordu. Acaba tünel mi çökmüştü. Sanmıyordu. Kendi geliştirdiği pahalı ama sağlam teknik sayesinde bir ip gibi dümdüz uzanan tünel çökmezdi. Gerek kesitinin yapısı gerekse kullandıkları kozmopolit sağlam ve esnek malzeme buna izin vermezdi. Son bir saat içerisinde erken uyarı sistemlerinden bir deprem uyarısı da gelmemişti. O zaman mekikte bir sorun olmalıydı. Yine de tedbir içim “İkinci Vagon’u hazırlayın” dedi. Başmühendisin cümlesinin ardından koşuşturma başladı.
Aynı soruya arkadaşından iki bin kilometre ötesindeki yerin kilometrelerce altında duran Orkun’da yanıt arıyordu. İşlevsiz olacağını düşünseler de yaptıkları araca uygun olacağını düşündükleri için ekledikleri uzun huzmeli farları açtılar. Önlerindeki kemer şeklindeki kara delik uzayıp gidiyordu güçlü ışığın ulaştığı son noktalara kadar. Demek ki o çarpma havasını veren vagondaki tüm yolcuları etkileyen sert duruş tünelin çökmesi veya bozulmasından kaynaklanmıyordu. Bu çok iyi bir saptamaydı. Öyleyse kaza nedeni içinde bulundukları araçtan kaynaklanıyor olmalıydı. Arkalarda duran askerlerden biri diğerlerinin duyabileceği yüksek tonda
“Geçen yıl bizim başımıza da gelmişti böyle bir durum” dedi. Tüm yüzlerin kendisine dönüp herkesin kendini dinlediğini anlayınca yüzü kızardı. Konuşmak istemese de artık sözlerini devam ettirmeliydi.
“Otobanda seyrederken önümüzdeki araç kaza yapınca aniden durmak zorunda kalmıştık. İşte o zamanda aynen bu şekilde duvara çarpmış gibi olmuştuk” dedi. İşte o zaman Orkun’un aklı başına geldi. Camın önündeki kontrol paneline baktı. Küçük kırmızı ışığı fark etti. Otomatik frenler aniden devreye girmiş kilitlenmişlerdi. Tam orta yerde olmalıydılar. İlk fırlatma hızlarının yüksek olduğunu anımsadı. Projenin savunma Bakanlığı temsilcisi Marcel’in deyimiyle ‘patron’ bu yolculuğun bir deneme yolculuğu olduğunu unutmuş fırlatma hızını maksimuma yükseltmişti. Belli ki sisteme güvenip güvenemeyeceklerini tespit için sınırları zorlamak istemişti. Aşırı hıza ulaştıklarında otomatik olarak devreye girecek mekanik fren çalışmış aracın tekerleklerini kilitlemiş olmalıydı. Nedeni, Albaya söylediğinde az önce arkada konuşan er söze karıştı.
“İyi ki takla atmadık” dedi. Evet, o hızda yapılacak ani fren düz yolda yani yeryüzünde olsalar belki takla atmalarına neden olacaktı. Ama tünelde olmaları ve aracın kesitinin tünelden az bir şey küçük olması bu takla atmayı olanaksız hale getirmişti. Bir an düşündü olacakları hesapladı. Ve kırmızı ışığın altındaki mekanik kolu çevirdi. Araç birkaç saniye sarsıldı ve ardından geriye doğru kıpırdadı. Birkaç milimlik hareket az sonra düzenli harekete dönüşmüştü gerisini geriye yol almaya başlamışlardı… Vagonun bu hareketi ölü nokta diyebileceğimiz orta noktaya kadar devam etti. Benzini biten arabadan çıkıp istasyon arayan talihsiz sürücülerden daha beter durumdaydılar. Çaresizlik içinde beklemeye başladılar...