Mete Han
Bölüm I
Yiğitler kılıçlarını sallar, bilgeler sözlerini… Savaşçılar öldürür, bilgeler hatırlar...
Söyle bana ey hanlar hanı; kazandığın muharebeleri ben hatırlayıp yeni nesillere aktarmasam nereden bulacaktın bu şanı?
Küçük bir çocuk çadırların arasında kalan işlek patikada koşuştururken geceye aldırmadan avazı çıktığı kadar bağırıyordu; ‘Hanımız zaferle döndü! Hanımız zaferle döndü!’
Yattığı ayı postunun sıcak tüylerinden istemeyerek de olsa kalktı Ulu Bilge. Teoman onun hanı, aynı zamanda da en yakın arkadaşlarından biriydi. Birlikte büyümüşlerdi fakat yolları başkaydı. Teoman cenk ederdi ve bu uğraşta oldukça iyiydi de. Fakat iş lafa söze geldi mi Ulu Bilge’nin sözünün üzerine söz söyleyecek yiğit yoktu ataların diyarı Ötüken’de. Sırtına cüppesini geçirdiği gibi çıktı çadırından ve ince uzun bacaklarıyla hızla adımladı Teoman’ın çadırına giden yolu.
Yolu anca yarılamıştı ki bir çığlık duydu Ay Hatun’un çadırından. Gökten bir yıldız kaydı doğudan batıya doğru. Hemen ardından çimlerden gür bir bebek ağlaması duyuldu ve tüm ovada yankılandı. Dünyaya geldim! Diyordu adeta… *
Bu çocuğun yüzü gök gibi temiz; ağzı ateş gibi kızıl; gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi. Kucağına aldığı gibi ağlaması kesildi bebeğin. Fakat çadıra girince fark etti ki Ulu Bilge, o gece kesilen tek ses çocuğunki değildi. Ay Hatun’un nur yüzü bir örtüyle örtülmüştü ve şifacı başucunda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sormadı soruyu gözyaşlarına boğulmuş kadına. Cevabını çoktan biliyordu. Boşuna Bilge demiyorlardı ona. Bir yıldız düşmüştü göklerden ve bir can alınmıştı. Belli ki cihana hükmedecek bir yiğit peydah olmuştu.
Savaş çadırı kalabalıktı o gece. Herkesin elinde birer içki kadehi, zaferi kutluyorlardı doyasıya. Tek bir kişi düşüncelere dalmış, etrafındakilere aldırmadan somurtuyordu. Sanki az evvel seferden zaferle dönen kendisi değilmiş gibi. Kucağında çocuk hanının yanına vardı bilge.
‘Duyarım ki zaferler kazanmış Hanımız ama en yakın arkadaşlarına haber vermez imiş. Duyarım ki bir oğlu olmuş Hanımızın dostları bilmez imiş.’
‘Gel yamacıma otur Bilge, sanma ki bu küçük zaferle işimiz bitti. Asıl şimdi başlıyor herşey. Gel de bana akıl ver, ne yöne gidelim.’ Teoman konuşurken Ulu Bilge’nin kucağındaki çocuktan gözlerini kaçırmıştı.
‘Bugün savaş konuşulmayacak Teoman.’ dedi ciddiyetle Bilge ve tüm Ötüken’de ona ismiyle hitap edebilecek tek kişiydi. ‘Bugün dualar edilecek Göktanrı’ya Ay Hatun ve çocuğun için’
‘Adını Mete koydum Bilge. Çocuk için edilecek dualar acelesi yok da, Ay Hatun için ne demeye dua ediyoruz?’ Teoman’ın şaşkın bakışlarından sonra anca anlamıştı Ulu Bilge durumu. Bilmiyordu kadınının öldüğünü Hanlar hanı. Sorusuna cevap vermek için ağzını açtıysa da başarılı olamadı. Hışımla kalktı tahtından Teoman, çocuğu da kucağından koparırcasına alarak. Mete tekrar ağlamaya başladıysa da umurunda değildi savaşçının.
Kısa bir süre sonra bir kükreme duyuldu Ay Hatun’un çadırından. Teoman şu dünyada en sevdiği şeyi kaybetmişti o gece. Göktanrı’ya açtı kollarını ve tek bir soru sordu saatlerce dizlerinin üzerine ama cevap gelmedi.
‘Neden?!’
‘Bazen sormamak en iyisidir Teoman. Göktanrı’nın elbet bir bildiği vardır. Boşuna kimseye zulmetmez o. Belli ki cihana hükmedecek bir yiğit dünyaya geldi.’ Dediyese de dinletemedi hanına.
Ulu Bilge’nin aceleyle sarmaladığı bez parçasının içinde kayıtsızca uyuyan çocuğa baktı hanlar hanı.
‘Madem Göktanrı bana sırt çevirdi, madem bana layık bir çocuk vermedi, maden hatunumu benden aldı, görelim bakalım bu çocuğu da büyük canavarın elinden kendi eliyle kurtarabilecek mi?!’ Hışımla kalktı diz çöktüğü çayırdan ve Ötüken'in Kuzeyinde kalan sık ormanlığa attı kendini. Arkasında onunla birlikte her yere gelen korumaları hemen atıldı ama hepsini durdurdu.
Orman sık ve ürkütücüydü. Gecenin karanlığında yolunu bile zor görüyordu fakat hiçbir şeyden korkmazdı hanlar hanı. Ayakları samaşıklara takıldı ama aldırmadı. Her düştüğünde yeniden kalktı ayağa. Seferden yeni gelmiş ve kadınını kaybetmişti, dünyada en çok sevdiği kişiyi. Dizlerinde derman yoktu Teoman’ın ama aldırmadı, yoluna devam etti. En sonunda ormanın sık örtüsü aralanıp, hiddetle akan bir şelaleye geldiğinde durdu. Gürleyerek akan suların ardında kimsenin bilmediği bir mağara vardı ve o mağarada yaşayan dev bir canavar. Ekinleri yer, atları kaçırırdı. Cüssesi en az dört ata denkti ve burnunda da yanına yaklaşanlara unutamayacakları izler bırakmak için kocaman sivri bir boynuzu var idi.
Vardı şelalenin yanına hanlar hanı. Hiçbir şeyden korkmazdı ama o bile tedirgindi mağaraya girdiğinde. Bez parçalarına sarılı Mete’yi mağaranın zeminine bıraktı ve fısıldayarak şöyle dedi:
‘Tam üç gün sonra seni almaya geleceğim kadınımın katili. Bakalım Göktanrı seni canavarın elinden kurtaracak kadar çok mu seviyor.’
---o---
*Hunlar Göktanrı'ya inanırdı ve Doğu'nun onlar için vazgeçilmez bir önemi vardı. Ülke bile kardeşler arasında ikiye bölündüğünde Batıdaki han, Doğudaki toprakların hanına bağlıydı ve ondan emir alırdı.