Palahniuk da hemşerisi LeGuin gibi eleştiren –hem de ne eleştiren-, düşündüren büyük bir kitaba imza atmış. Batı ABD’nin suyunda bir şey var, benden söylemesi. Bir gün oralara gidersem Oregon’a da uğramayı unutmam umarım. Düşündüren dedim, evet, çoğu kez kitabı kapatıp düşünmeye başladım –bu da okuma hızımı düşürdü tabi.
Normalde de çok düşünen biriyimdir, kitap bahanesi oldu düşünmenin.
Daha ilk cümlesi;
“Sonsuza kadar yaşamak istiyorsan ilk adım olarak ölmek zorundasın.” olan bir kitaptan bahsediyoruz. Hayatla ilgili öyle öğütler veriyor ki, bunları altın kural olarak benimseyip uygulamak istiyorsunuz.
Eleştiri, kitap baştan sona sisteme vurulan bir tokat gibiydi –sistemin bunu ne kadar hissettiği tartışılır. Kitapta aynı zamanda her şeyden bolca vardı, mizah olsun, eleştiri olsun… Bunları yerinde vermesi ve nasıl yaptığını bilmediğim bir sebepten dolayı okurken hiç sıkılmadım. Of, gene başladı ihtiyar nasihatlerine demedim. Subliminal mesaj gibi, hepsini okuyoruz, benliğimize işliyor. Ama sıkılmıyoruz, bunalmıyoruz, fark etmek istemiyoruz. Hepsini bizlere söylüyor, ama biz sadece gülüp geçiyoruz, tamamen kurguymuş gibi okuyoruz.
“Bazen uyanır ve nerede olduğunuzu sormak zorunda kalırdınız.” İşte, kitabı elimden bırakınca hissettiklerim. Başka kitaplarda not almak için kaleme, kâğıda –veya telefona- sarılmama sebep olan türden cümlelere burada burun kıvırdım, hiç kendimi yoramam sizin için dedim.
Yazım tarzının yarattığı şiirsellik ve özgünlük, (yüklemsiz cümleler, tek kelimelik satırlar, tekrarlar…) kitaba bağlanmamda etkiliydi, monotonluktan tamamen uzak, zevkli bir şeyler okumak istiyorsanız bu kitaba bir göz atın.
Ha ha, zevkliydi değil mi, sen gülmeye devam et -gül sen, gül, bu gidişle daha çok güleceksin- yok, yok bir şey demedim, devam et.
Bir şey anlatırken, olayın ortasında, farklı bir şeyler anlatmaya başlıyor ama siz buna hiç takılmıyorsunuz; ben olayı merak ediyordum, nereden çıktı bu saçmalıklar demiyorsunuz. Yazım tarzı o kadar çekici ki, anlaşılmazlığa sebep olması beklenilen bu tür şeyleri severek okuyorsunuz ve bir o kadar da bilgileniyorsunuz. Mesela, Rüyanın Öte Yakası’ndan bahsedeyim: Arada bir, şehrin, binaların tarihini anlatmaya başlıyordu. Ve ben bundan -aşırı derecede olmasa da- sıkılıyordum. Burada –belki anlattığı şeylerden, belki de yazım tarzından dolayı- öyle bir sıkılmışlık yaşamadım.
Rüyanın öte yakası örneğini okuma etkinliklerinden biri olduğu için verdim, başka kitaplarda da bu tür şeylere rastlamak pekâlâ mümkün.
Çeviri hakikaten çok iyiydi, hayran kaldım diyebilirim. Birkaç ufak tefek hatadan başka, ha, evet aklıma gelmişken; Pek fazla yerde geçmediğinden o kadar gözüme batmadı, ama içinde ‘Allah’ geçen deyimleri kullanması, tanrım yerine Allah’ım yazması (bence) yanlıştı. Okurken kitaba da hiç yakıştıramadım. Bence çevirirken ne görüyorsan öyle çevirmelisin, kendi inancını katmadan.
Marla ile ‘anlatıcı’, uykusuzluk problemi gibi bazı sorunlarını yenmek için hasta olmadıkları halde ölmek üzere olan insanların yanına, hasta terapi gruplarına gidiyorlar. Hasta değiller, ama -herkes gibi- hastalar. Ve ölümü, o insanlarda gerçek anlamda gördüklerinden bu problemlerini aşabiliyorlar, bir miktar rahatlayabiliyorlar.
“Marla ölmüyor. Tamam, o çok derin, çok manalı felsefi anlamda hepimiz ölmekteyiz, ama Marla, Chloe’nin ölmekte olduğu gibi ölmüyor.””Şimdi hepimizi bekleyen sonu bildiği için, Marla hayatının her anını hissedebiliyormuş… Burada ölümün ne olduğunu gerçekten anlıyorsun.” İnsan, bir şey yazarken elbette kendi hayatından, geçmişinden etkilenir. Bunu yazarken Palahniuk da kendi yaşamından etkileniyor, esinleniyor; tabi bir noktaya kadar. Bununla ilgili tartışmalar var: Tecrübe etmeden böyle şeyler yazamaz ki; bu bir kurgu, yaşamış olması gerekmez ki, diye. Adam yaşadıklarından bayağı etkilenmiş, ama tabi ki bunu kurguya dökmüş, diyerek kendi fikrimi ortaya koyayım.
(spoiler; hani, bilmeyenler olabilir) Yazar, sonunu getiremeyeceğim bari adam şizofren olsun demiyor, her şey önceden planlanmış, düşünülerek yazılmış. Aslında ne olduğuyla ilgili ipuçları veriyor –ki, az buz değildi. Mesela, patronun karşısında kendini yumruklarken Tyler’la yaptığı ilk kavga aklına geliyor. Bilmeden okusaydım bu ve bunun gibi örnekleri büyük ihtimalle anlamazdım. Tyler’la Marla’yı hiç birarada görmemesi onların aynı kişi olduklarını düşünmesine sebep oluyor. Sonra da
“Öte yandan beni de hiçbir zaman Zsa Zsa Gabor’la birlikte görmüyorsunuz, ama bu ikimizin aynı insan olduğu anlamına gelmiyor” diyerek bu fikri kafasından –güldürerek- atıyor. Bu arada adamın –anlatıcının- ismini merak etmiyor değilim. Filmi çok önceden izlemiştim, pek hatırlamıyorum, orada bir ismi var mıydı? Merak ettiğim bir diğer konu ise bu adamın nasıl o kadar işe gittiği. Kovulmamak için şantaj yapıyor, tamam; ama nasıl dayanıyor vücudu.
Tyler’ın felsefesi; acı çekerek ‘dibe vurmak’, o şekilde toplumun uyuşukluğundan kurtulmak, yeniden doğmak idi. Her şeye sahip ama hayattan istediğini alamamış insanların Dövüş kulübü’ne katılma amacı da buydu. Tyler çok mantıklı, düşündürücü, bilgili konuşuyor. Eğer anlatıcıyla aynı kişiyseler, onun bildiklerini bunun da biliyor olası gerekir. Garipsedim, çünkü Tyler ona bir şeyler anlatırken sanki ilk defa duymuş gibi davranıyor, sabun yapmayı mesela. Adam akıl hastasıysa demek ki…
“Marla’nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu. Marla’nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.” Sonuna doğru, anlatıcı uyuyunca Tyler’ın harekete geçtiğinden bahsediyor. Ancak başlarda aynı anda, aynı yerde bulunabildiler. Zaten bir ara Tyler kayboldu, ne oldu, neden? Kitapta bir yeri kaçırmış gibi hissediyorum şu an.
Hayvan deneyleriyle ilgili kitaptaki düşünceyi benimsedim. Uzaya maymun gönderilmeli, hayvan deneyleri olmalı; çünkü o hayvanlar bizim yaşayabilmemiz için öldüler –bu gerekliydi. Ama parfüm vb. için balinaların ölmesi, işte bu olmamalı; çünkü zaruri olmayan bir ihtiyaçtan ötürü onların canına kıyıyorlar, sırf senin gösteri merakın yüzünden.
“Ağzımdan çıkanlar Tyler’ın sözleri. Halbuki melek gibi bir adamdım ben…”Çorbalara neden işiyor? Filmlere neden kare ekliyor?... Bunları Tyler’ın yüzünden yaptığını sanıyor ama aslında kendi yapıyor. Peki neden? ‘Kaybedecek bir şeyi yok’, bunun için tam bir cevap değil. ‘Adam zaten sorunlu bir tip’ veya ‘Hizmet endüstrisindeki işçilerin maruz kaldığı sömürüyü protesto etmek’ de tam karşılamıyor. ‘Yazar, tüketim toplumuna eleştiride bulunuyor.’ da değil. Sanırım cevap, bunların hepsinin toplamı.
“Bunu biliyorum, çünkü Tyler biliyor.”Beğenmedim (tek) yanı, sonuydu diyebilirim. Hastaneyi cennet, doktoru tanrı olarak düşünmesi her ne kadar hoşuma gitse de ölmesini tercih ederdim anlatıcının. Yani sen, ağzına silah sokup tetiği çekeceksin, ama ölmeyeceksin.
“Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz… Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.”Dağınık olduysa biraz, kusuruma bakmayın