Bölüm 5 – Savaş
Noa hışımla ayağa kalktı. Tek bir yara dahi almamıştı. İşaret parmağıyla ileriyi gösterdi.
Aslında ayağa kalkma sebebi, Lyner Noa’nın arkasında belirdikten sonra alelacele yaptığı bir büyüden dolayıydı. Sırtını demirden bir kabuğa dönüştürdü ve çift üçgenli herhangi bir büyünün ya da sıradan fiziksel saldırıların delip geçemeyeceği bir kalkan yaratmış oldu.
“Saldırın, askerlerim!”
O kadar sinirliydi ki, fazla aceleci ve düşüncesizce verdiği bir emirdi bu. Fakat askerler bunu önemsemedi. Kampın bir savaş alanına dönüşmesi birkaç saniye içinde gerçekleşti. Büyü ve kalkanların havada ışık gösterilerine dönüştüğü o andan itibaren, her iki tarafın da kayıp vermeye başlaması kaçınılmazdı.
Noa’nın gazabının askerlerini yakmasına izin vermeyen Filler’ın işi hayli zordu. İki lider de birbirlerine karşı bir üstünlük mücadelesine girişti. Lyner ise oradan oraya ışınlanıyor, Leon ya da Resdan’lı olmasını gözetmeksizin insanlara bu mücadeleyi durdurmasını söylüyordu. Gözleri korku ile bezenmişti. Kimseye saldırmadı. Kalkanlarla saldırıların içine daldı, sayısız pek çok hayatı kurtardı. Fakat birkaç dakikanın sonunda, verdiği mücadelenin imkânsız bir mücadele olduğunu fark etmişti. Bu insanların öfkesi dinmeyecekti. Kurtardığı her can, teşekkür dahi etmeden savaşmaya devam ediyordu.
Önce bu bir ego mücadelesiydi. Sonraları, kendilerini zayıf görenlerin öfke ve kin mücadelesine dönüştü.
Dean, çoktan birkaç Leon askerini kılıçtan geçirmişti. Fakat aklı, Lyner’ın yaptığı absürtlüklerdeydi. Kendisi de savaşmaktan yana değildi, ancak bu, şu anda bir hayatta kalma mücadelesiydi. Lyner’ın ağacın tekinin üstüne çıkmış, olayı izlemekte olduğunu fark etti. Savaşı izlerken, gözlerinin kızıl bir halka haline büründüğünü gördü, sadece birkaç saniyeliğine. Konsantrasyonunu kaybetmeden, bir sonraki düşmanına karşı hamlede bulundu.
Filler ve Noa, üç üçgenli çemberlerle birbirlerine saldırıp duruyorlardı. Şiddetli saldırıları, yer yer diğerlerinin ilgisini çekecek sarsıntılar yaratıyordu. Lyner onları izlerken, son iki haftadır yaptığı alıştırmaları hatırlıyordu. Bir taraf saldırır ve diğer taraf savunur, sonra savunan taraf saldırırdı. Savaşlar da aynen bu şekildeydi, ancak herkes hızlı davranmaya ve bir açık yaratarak düşmanını katletmeye çalışıyordu bu kez.
Lyner sadece izledi ve savaşlar bitene kadar hiçbir hamlede bulunmadı.
“Bu ısrarınızı anlayabilmiş değilim, Amiral.” Diyordu Filler. “Israrla topraklarınızı genişletmeye çalışıyorsunuz.” Art arda birkaç yıldırımı hızla Noa’ya gönderdi.
“Yıllardır dış ülkelere yönelik küçümseyici tutumunuz, çok mu anlaşılabilirdi komutan?” dedi Noa. “Oak imparatorluğuna yaptıklarınızı ne çabuk unuttunuz?”
Üçlü bir salamander daha yarattı.
Filler bile Noa’nın haklı olduğunu görüyordu. Kendi imparatorluğunun kalır yanı yoktu bu Leon pisliklerinden. Sadece birkaç saniyeliğine, arkadaki ağaçlardan tekine tünemiş Lyner’ı gördü. Çocuk kendince, savaşa katılmayarak, savaşları protesto ediyordu adeta.
Belki de pislik, imparatorluklarda değildi. Belki de kötü olan, sadece insanların kalpleriydi. Kimilerinin. Ya da Lyner’ı görünce Filler’ın düşündüğü şey buydu.
Filler’ın gardını düşürdüğü an o andı. Üstüne gelen ateş huzmesinden son anda kaçınabildi, fakat kolunun dibinden geçen ateş büyüsü kolunu yakmıştı. Savaşın iplerinin Noa’ya geçmesi, bu küçük dikkatsizlikle oldu.
“Jasi!” diye haykırdı Noa. Neden sonra, etraf bir anda zifiri karanlığa dönüştü. Ay kırmızı bir hal aldı ve kendi dışında hiçbir şeyi aydınlatamazdı ne yazık ki.
Filler, Noa’nın illüzyonlarından birine yakalandığını hemen fark etmişti. Eline baktı. Siyah bir yara gördü, büyümüştü ve bir zehir gibi eline yayılıyordu. Etrafına baktı. Etrafındaki herkes, bir bir düşüyordu.
“Senden de daha azını beklemezdim. İllüzyonu ateş büyüsüne katmak.” Dedi. İllüzyondan kurtulmak için birkaç büyü denedi, fakat kurtulamadı.
“Ben de senden daha azını beklemezdim. Bunun bir illüzyon olduğunu bu kadar erken fark etmen, şaşırtıcı.”
Belki Noa illüzyonun içinde olduğu yerde duruyordu, ama gerçekte bitirici darbeyi yapacak bir saldırıyı çoktan hazırlamıştı.
“Kahretsin” dedi Filler. Hangi büyüyü denerse denesin, illüzyondan kurtulamıyordu.
Salamander şeklinde iki büyük ateş topu Filler’ın bedenine hızla çarptı.
*
Dean, gözüne zorlu bir rakip kestirmişti. Leon askerlerinden biri, şimşekle bezediği kılıcıyla, Resdan askerlerini biçerek ilerliyordu. Dean’ın iki seçeneği vardı. Ya bir şekilde onu durduracaktı, ya da arkadaşlarının çok büyük bir kısmını kaybetmek pahasına o da Leon askerlerini biçerek ilerleyecekti.
Öldürmektense, korumayı tercih etti. Fakat henüz harekete geçmişti ki, yıldırım kılıçlı Leon askerinin kendisine doğru koştuğunu gördü. Yıldırım kılıçlı askerin de ilgisini çekmiş olacaktı sanırım.
Kimse tek bir söz bile konuşmadı. Sadece kılıçlar havada buluştu ve ateş ile şimşeğin çatışması, birkaç yakıcı kıvılcım açığa çıkardı. Arkasına, birkaç güçlü kılıç darbesi daha atmıştı Leon askeri, ama başarılı bir şekilde bu saldırıları atlatmayı başardı Dean. Sıradan gözlerin göremeyeceği kadar hızlı birkaç kılıç darbesi daha havada birleşti. Hemen sonra, Leon askeri boşta kalan eliyle bir yıldırım büyüsü yarattı ve Dean’e bir yıldırım topu gönderdi. Dean de diğer eliyle bir kalkan yaratarak bu büyüyü karşıladı. Bu kez, Dean bir büyü çemberi oluşturdu.
Leon askerinin hatası, bir kalkan yaratmak oldu. Fakat Dean, büyü çemberini elini ateşe bürümek için yaratmıştı. Kalkanın üstünden geçirdiği eliyle düşmanın suratına vurdu Dean.
Asker bu beklenmedik hareketin ardından havalanarak sırt üstü yere oturdu. Güzel yüzünün yandığını hissetmişti. Fakat bu önemli olmadı. Zira, daha ayağa kalkamadan kalbine Dean’ın kılıcı saplandı.
*
Noa, yerde yatan cesedin yanına emin adımlarla ilerledi. Lakin Filler’ın cesedi, karnındaki o devasa yaraya rağmen ayağa kalktı. Noa, bunun nasıl mümkün olduğunu algılayamadı. Ta ki sırtındaki eli hissedene değin.
“Yanılmışım, senden çok daha fazlasını beklerdim Noa. En basit illüzyonu dahi göremedin.”
Filler’ın elinden çıkan şimşek, direkt olarak adamın vücuduna, bu denli yakından temas etti. Noa birkaç metre ileri savruldu ve yere yapıştı. Her şey, sırtını demire dönüştüremeyeceği kadar hızlı olmuştu. Sağ kolu Gaio’yu aradı Noa’nın gözleri. Epey ilerde, Gaio’nun kalbindeki kılıcı çıkarmaya çalışan Dean’ı gördü. Bu da, yaşlı Noa’nın gördüğü son şey olmuştu.
Yaklaşık yarım saat süren savaşın zorlu kısmı bu şekilde sona ermişti. Büyü savaşları böyleydi. En ufak bir hata, ölüme sebep olurdu ve son sözler hiç söylenemezdi. Filler ve askerleri, kalan Leon imparatorluğu askerlerini birkaç saat içinde temizleyeceklerdi.
***
Lyner’ı Filler uyandırdı. Ağacın üstüne tünemiş olan Lyner, savaşın sonlarına doğru uyuya kalmıştı. Gözlerini soğuk geceye açtı.
“Senin sayende kazandık Lyner” dedi. “Onları meşgul ederek askerlerin hazırlanmasını sağladın. Bu ani bir saldırı olsaydı, bu işin bu kadar kolay olmayacağına eminim.”
Lyner esnedi ve gülümseyerek adamın gözlerinin içine baktı.
“O halde bana yumuşak bir yatak borçlusunuz” dedi Lyner. Dolayısıyla Filler’ın sinirlerine hâkim olamayıp attığı yumrukla ağaçtan aşağı yuvarlandı.
“Bu düşmanca tutumunuz yüzünden kalbim kırılıyor Komutan Filler” dedi Lyner, bir yandan da ayağa kalkmış, üstünü silkeliyordu. Yüzündeki gülümseyişi hiç eksiltmedi. Hemen ardından Filler aşağı atladı.
“Eğer onları oyalamasaydın, verdiğimiz kayıp sayısı çok daha fazla olurdu Lyner, sana olan teşekkürüm samimiydi.”
“Orada yüzlerce kişi öldü Komutan. Bizim nüfusumuz da yarı yarıya azalmıştır. Tam olarak hangi kazanmaktan bahsediyorsunuz?” Derin bir nefes aldı.
“Eğer sen de savaşsaydın, belki daha azı ölürdü.”
Lyner ilk başta bir cevap vermedi. Etrafındaki, savaş mahallini tertipleyen askerleri gözetliyordu. Onların, cesetleri kampın dışına, yüksek ihtimalle gömmek için taşıdığını seyretti.
“Haklısınız. Ne de olsa artık savaş başlamıştı ve durdurulamayacaktı. Bencilce bir davranıştı.” Ardından, sıkıntılı bir ifadeyle, diğer askerlere yardım etmek için yürümeye başlamıştı. Son anda aklına gelmiş gibi durup Filler’a baktı.
“Bir de, şu farklı büyü şeridini nasıl yaptığınızı bana öğretir misiniz?” dedi.
“Rylei sana bunu öğretmedi mi?” diye sordu Filler.
“Hayır. O bana dışarıdaki Dünya’da üç şeritli sihir halkaları görebileceğimi söylemişti. Fakat ben bunu kullanamazmışım.”
“Evet. Herkesin kullanabileceği bir şey değil bu. Ama ben senin o güce sahip olduğunu düşünüyorum.”
Lyner gülümsüyordu. “O bana, benim kullanabileceğim büyü halkasının daha farklı olduğunu, bu yüzden de üç üçgenli olanı öğretmek için vakit harcamayacağını söyledi. Fakat öteki büyü halkasını da öğretmedi. Sonuç olarak hiçbir şey öğrenemedim. Ama böyle bir yerde sıradan büyü şeritleriyle pek bir şey başaramayacağımı anladım.”
Güneş doğmaya başlıyordu. Filler’in şakaklarından soğuk ter damlıyordu. Bu Lyner denen çocuk onu şaşırtıp duruyordu.
“Lyner, sana Rylei büyü öğretmeye başlarken bir test yapmış mıydı?”
“Test mi?”
“Bir bardak suyun içine yaprak koyuyorsun ve sonra da…”
Lyner hatırlayarak Filler’ın sözünü kesti. “A, evet. Yaprak kendi etrafında dönüyordu.”
“Kaç kere dönmüştü?” Filler’ı heyecan basmıştı. Akıttığı soğuk terler ve yüzündeki endişeli bakış Lyner’ı korkutuyordu.
“6” diye yanıtladı Lyner. Hala gülümsüyordu.
Filler, Lyner’ın sadece dalga geçtiğini, onunla eğlendiğini düşündü. Fakat ne kadar saçmalasa da, Lyner’ın hiç yalan söylemeyeceğini ve ondan her şeyin beklenebileceğini çoktan öğrenmişti. “O halde altı üçgenli bir büyü çemberi yaratabilirsin Lyner. Ama ben bu gezegende, sana bunu öğretebilecek biri var mı bilmiyorum.” Bir an duraksadı. “Sıradan bir büyücü iki üçgenli bir çember yaratabilir. Kimileri üç veya dört çemberli büyüler de yaratır. Bu konu ile alakalı bir bilgi verecek olursak, iki üçgenli çemberler genel olarak tüm büyüleri yapmanı sağlarlar. Üç üçgenli çemberler ise element ve kalkan büyülerini daha güçlü yapmanı sağlar. Dört çemberli büyüler iyileştirme büyülerini güçlendirir. Çok ender görünen bir büyü şerididir. Ölmediğin takdirde seni dimdik ayağa kaldırabilecek türde güçlü iyileştirme büyüleri yapabilirsin. Fakat diğer büyü çemberlerine dair bir fikrim yok maalesef. Aslında benim bildiğim, büyü çemberlerinin sadece 3 ya da dört olabileceğiydi.” Onun da aklı karışmıştı.
“O halde belki illüzyon büyülerini ya da kara büyüyü güçlendirmek içindir beş ve altı üçgenli büyü çemberleri?”
“Bu konuda bilgi sahibi değilim. Ama şimdi hatırlıyorum da, Rylei bir keresinde anlamadığım bir büyü çemberi yapmıştı. Sanırım kara büyüydü. Belki onun da çemberi beş ya da altı üçgenlidir? Ama o aynı zamanda üç üçgenli çemberi de yaratabiliyordu. O ihtiyarın bir şeyler sakladığına eminim.”
“O aslında bana büyü eğitiminden çok ev işlerini yaptırıyordu. Bana bir şeyler öğretmekten kaçınıyor gibiydi. Hep basit şeyleri öğretmişti.”
“Madem sana büyü öğretmekten kaçınıyordu, neden ışınlanma büyüsünü öğretti ki?”
“Aslında öğretmedi. Küçükken bu büyüye maruz kaldığım için, bir yan etki oluştu. Onun aksine ben ışınlandığımda burnum kanamıyor. Benim için ışınlanmak nefes almak gibi bir şey oldu.”
Filler, bilgi sahibi olmadığı bir konuya çatmıştı. Ortada bir tuhaflık olduğu çok açıktı ancak, onun gibi zeki bir adam bile ne olduğunu çözemedi.
“Şimdi gidip savaş alanındakilerine yardım edelim Lyner. Bu konuyu yeniden konuşacağız.” Dedi. Birlikte, diğer askerlerin cesetleri taşımasına ve dağınıklıkları toplamasına yardım etmeye gittiler. Güneş doğduğunda zarar görmüş çadırlar hala düzeltilememişti.
Kuzey kampının nüfusu, o gece dörtte üç oranında azalmıştı. Güneş doğduktan bir saat sonra, Lyner yeniden uyuya kalmıştı.