Sabah evdeki herkesten önce kalkıp üstümü giyindim ve kitabımı alıp kapıyı çektim. Henüz güneş apartmanın içini aydınlatmamıştı ki evin kapısını kaparken önümü görebilmemi sağlayan ışık hüzmesi karanlığın içinde boğulmuştu. Otomatik aydınlatmanın devreye girmesini bekledim fakat hiçbir şey olmadı. Arıza yapmıştı herhalde. Fenerine ihtiyacım olduğuna kanaat getirdiğim telefonumu alelacele cebimden çıkardım. Parmak izimle kilidini açınca, yanlışlıkla dün gece yatmadan önce oynayıp açık bıraktığım oyundaki bir reklama dokundum.
"Yeni fantastik roman Fırtınatutan sadece 15.99 kredi!"
Henüz elimdeki kitabı bitirmemiştim bu yüzden ilgimi çekmedi. Daha fazla zaman kaybetmeden telefonumun ışığını yakıp yolumu aydınlattım. Dünün aksine kulaklıklarımı evde unutmamıştım bu kez. Müzik eşliğinde merdivenlerden hızlıca inip istasyona doğru koşar adımlarla yürüdüm. İşin çok da sürmeyen yürüme kısmı bitmiş, merdivenleri çıkma aşamasına geçmiştim. Nedense onlarca merdiven yüksekliğine inşa edilmişti istasyonlar. Toplu taşıma hakkında eksik bilgilerim bu kadarla da sınırlı değildi. Bir türlü öğrenememiştim şu tren saatlerini. Ne kadar bekleyeceğimi öğrenmek için sefer saatlerinin yazdığı duvardaki tabloya baktım.
"NE! Lanet olası bir dakika ile tren kaçırılır!"
Son sesle dinlediğim müzikten trenin sesini duyamamıştım. Evden çıkarken kaybettiğim zamanın bir cezasıydı bu. Anlık kızgınlığıma elimde titreyen kitabım son verdi. "Beni oku!" diyordu sanki usulca. Ben de dediğini yaptım. Dün gece evde kaldığım yerden devam ettim.
"Kellesine para konduğunu o gün, şehrin girişindeki duyuru tabelasına bakarken öğrendi. Tabelada birinci kalite kağıdın üstünde, muhtemelen sarayın yetenekli bir karakalem sanatçısının elinden çıkmış, portresi vardı. Omuzlarına kadar henüz uzanamamış olan uzunluktaki kestane rengi saçları mecburen siyah renkte çizilmişti. Geniş yüzündeki keskin yüz hatlarıysa, ustaca kullanılmış gölgelendirme tekniğiyle, gerçeğine oldukça benziyordu. Fakat çizer, kendi yorumunu katmış olacak ki Harlot olduğunun aksine vahşi bir katil gibi resmedilmişti. Kalın dudağına sıçratılmış mürekkeple, kurbanının kanını zevkle tadan bir psikopat imajı serilmiş gözler önüne. Sinirlerini altüst eden bu ilanın altına yazılanlarsa sabrını taşıran son damlaydı.
'Kanasusamış Katil Harlot; masum çocukları, kadınları ve yaşlıları katletmekten ölüm cezasına çarptırılmıştır. Karar; Yüksek Meclis tarafından verilmiş olup, infazı da bizzat Yüksek Kurul'un seçmiş olduğu İnfazcı Manok tarafından uygulanacaktır.'
Öfkesine yenik düşüp baltasını kaldırmış, ölüm fermanını parçalamak üzereydi ki bir ses dikkatini üstüne çekti..."
"Derhal geri ver o elindekini!"
Elini belindeki elektrikli copuna götürmüş, ihtiyatlı bir şekilde bana yaklaşan güvenlik görevlisine bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Tabelayı, elimdeki tahta bir sopayla kırmaktan son anda geri adım atmıştım. Olayın farkına varır varmaz elimdeki bastonu, yanıbaşımdaki bankta oturan ve bana pis pis bakan yaşlı teyzeye geri verdim. Özür diledim fakat nafile! Güvenlik görevlisi beni istasyondaki minyatür bir karakola götürdü. Şanslıyım ki sadece azarla, ama sağlam olanından, paçayı sıyırdım. Ve yine şanslıyım ki beklediğim tren tam bu sırada geldi.
Müzik eşliğinde, ayakta sıkış tıkış geçen bir banliyö treni yolculuğu sonunda kendimi adeta dışarı attım. Dörtbir yanımdan geçen insan seline kapılıp Laplap Cafe'ye doğru yol aldım. Sanki olduğum yerde dursam, herhangi bir yöne sürüklenecekmişim gibi hissediyordum. Kalabalıktan önümü göremiyordum fakat bu nedenle hazırlanmış yüksek tabelalar bana yardımcı oluyordu. Çift taraflı gökdelenlerle dolu sadece yayalara ayrılmış caddede ilerlerken sonunda o tabelayı gördüm. Üstünde sevimli, chibi* tarzında çizilmiş bir dinozor ve onun elinde de bir fincan vardı. "Büyücü"yü göreceğim sözkonusu kafe burasıydı. Kalabalığın içinden küçük bir yılan balığı edasıyla kıvrıla kıvrıla kafenin olduğu tarafa geçtim. Aynı zamanda sanki farklı bir boyuta geçmiştim. İnsan selinin içindeki karmakarışık gürültünün desibeli yarıyarıya azalmıştı. Huzur içinde, yemyeşil suni çimenlerin serilmiş olduğu bahçe kısmına yürüdüm. Saat henüz çok erkendi fakat öğleye kadar kalabileceğimi hesap etmiştim. Bu yüzden, saate göre çok da tenha olmayan bahçede, şemsiyeli bir masa seçtim. Böylece öğle güneşinin yakıcılığından korunmuş olacaktım.
Saatler geçti fakat büyücü hala ortalıkta yoktu. Bense kitabımı bitirmiş, zihnimde devamının nasıl olabileceği hakkında kurgular üretiyordum. Serinin son kitabını beklemekten başka bir çarem yoktu ama vakit geçmek bilmiyordu. Masamdaki boş fincanın dış yüzeyindeki ekrana basıp kahvemin tekrar doldurulması ve bir porsiyon Laptost getirilmesi için komut verdim. İçeriden sevimli bir bayan garson siparişimi getirdi. Konsept gereği her kafe çalışanının dinozor şapkası takması gerekiyordu. Kahvemi dolduran garsonun, kendisi gibi şirin olan şapkası yeşil renkteydi. Laptost'umdan tam bir ısırık almak üzereydim ki yağlanmış uzun saçları ve bakımsız sakalıyla "büyücü" gelip, sırtı bana dönük bir şekilde karşımdaki masaya oturdu. Tostu tabağına geri bıraktım çünkü irkilmiştim. Bu adam potansiyel bir katildi ve çok yakınımdaydı. Onu daha iyi görebilmek için sandalyemi biraz yana kaydırdım. Bu açıdan yüzünü az da olsa görebiliyordum. Postacı çantasından çıkardığı dizüstü bilgisayarını masaya koydu ve güç düğmesine bastı. Yanına sipariş almaya gelen, garip bir şekilde hoşlandığım, yeşil şapkalı garsonu "Birini bekliyorum." diye geri çevirdi. Hemen karşımdaki masada oturduğu için konuşmasını net bir şekilde duyabiliyordum. Çok geçmeden takım elbiseli, karşısındakinin aksine oldukça bakımlı bir adam geldi. Telefonla konuşurken hafif bir gülümsemeyle "büyücü"yü selamladı. Uzun boylu fit bir vücuda sahip bir adamdı fakat pek yakışıklı olduğu söylenemezdi. Fakat saç-sakal traşı ve ses tonuyla karizmatik olduğu bir gerçekti. Telefonu kapatıp tekrar selamlaştıktan sonra, şüphelimin masasına oturdu.
"İşi halletin mi?"
"Hayır, şu anda karşında."
Karşında mı?.. Karşısında mı? O an nutkum tutuldu. Karnımdan bir yumruk yemiş gibiydim. Kafamı oynatmadan, sadece gözlerimle etrafı süzdüm. O kişi kim diye bir umut sağa sola bakındım. Benden bahsediyor olmaları ihtimali vücudumun hemen her yerinin soğuk soğuk terlemesine neden olmuştu. Onlar ise oldukça rahattılar ve bu beni daha çok geriyordu. Takım elbiseli adam tıpkı benim, ama daha karizmatik bir şekilde, etrafı kesti. Önündeki bilgisayarı kendine çevirdi ve ekranında bir süre göz gezdirdi.
"Eee... hadi bitir şu işi."
"Son ana kadar beklemek istedim... Para hazır mı?"
Katili kiralayan kişi olduğunu düşündüğüm adam elektronik cüzdanını çıkarıp masanın üstüne koydu. İşin garibi sözleşme tarzı bir şey vardı ama tam göremiyordum. İkisi de cüzdana parmaklarını bastılar ve onaylama sesi duyuldu. Bu sırada ihtiyacı olan paraya kavuşmanın verdiği rahatlamayla bilgisayarı tekrar önüne çekti. Birazdan yapacaklarından dolayı buruk bir rahatlıktı. Birkaç tuşa bastı ve ayağa kalktı. Fırsattan istifade karşımdaki ekrandaki yazıları okumaya çalıştım.
"Harlot..."
Kalp atışlarım kaburgamı parçalayacak gibiydi. Kurban bendim ve sonunda katilim ayağa kalkmış, bana doğru dönmüştü. Başımdan aşağı dökülen kaynar sular bir okyanus kadardı. Zamanım daralıyordu ve benim hareket etmeye mecalim yoktu. Ayaklarım bana ihanet ediyordu. Ağlıyordum fakat heyecanım gözyaşı bezlerimi kurutmuş, boğazımdaki düğüm ise haykırışlarımı yutuyordu. Her ne kadar kabullenmek istemesem de... sonum gelmişti sanırım.
Bu sırada ayağa kalkmış olan katilim, tekrar önüne dönüp takım elbiseli adamla el sıkıştı.
"Patronum oldukça memnun kalacaktır. Lütfen, devam edin."
Neden bu kadar aptaldım? Neden kendi ölümüme gitmek için bu kadar heyecanlı ve istekliydim? Bunların olacağını bilemezdim pek tabii ama ne gerek vardı. Sevdiklerime elveda diyemeden, kitabımın devamını öğrenemeden...
"Kitap mı? Harlot... $@%#?^ lan! Savaşçı Harlot bu."
O an yaşadığım rahatlamayı tarif edemem. Ama sanki bir kabustan uyanmış gibiydim. Bu adam, benim gözümde büyücü, hayranı olduğum kitabın yazarıydı. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyordum. Az önce yaşadığım inanılmaz korkunun etkisinden kurtulamamış olan vücudumun kendine gelmesi için biraz bekledim. O sırada bilgisayarda yazanlardan gözlerimi alamadım. Yaptığımdan pişman olacaktım ama kitabın sonunu okuyacaktım.
"Göğsüne saplanmış kılıca aldırmadan diğer düşmanlarını da baltasından geçirmişti. Ama her hikayenin bir sonu olmalıdır. Harlot'un son dakikaları, yaşadığı tüm yıllarına eşdeğerdi. Çünkü o çok sevdiği kadının dudaklarına kavuşmuştu sonunda. Ve artık hep orada kalacaktı."
"Aptal kafam niye okudum ki şimdi bunu. Off bütün heyecanı kaçt-"
Beklemediğim bir şekilde etrafımdaki masalar yerini, ceset yığınlarına bıraktı. Karşımdaki iki adamın da üstündeki kıyafetler yerine kara birer cübbe vardı. Birisi bildiğim kara büyücüydü. Diğerinin ise yüzünü göremiyordum. Kapşonunun altında yüzü gölgede kalıyordu. O an burnumda bir yanma hissettim. Parmağımı, çok da gür olmayan bıyığımın üstünde gezdirdikten sonra görebileceğim kadar havaya kaldırdım. Vücudum uyuşmaya başlayıp görüntü bulanıklaşırken son gördüğüm parmağımın kıpkırmızı olduğuydu.
---
*Chibi = Sevimli, koca kafalı ama küçük vücutlu Japon menşeili çizim. Küçük anlamına gelir.