I
Halkın Serdar'ı, kanı, şanı, her şeyi.
Artık kimdi?
Ordu tarumar olmuştu, imparatoru ölmüştü. Şimdi bir mağarada hayata gözlerini yummakta olan bu adam kim olduğunu bilemez, artık serdar olamaz ve sadece ölebilirdi. Elinden gelen bu, gelmeyen çok fazla şey vardı. Bıraktı ruhunu derinliklere, süzülmeye başladı rahatlıkla başlayan ızdıraba. Bedeni rahat, vicdanı rahatsızdı; kalbini okşayan kordan bir kılıç gibi ruhunu rahatsız ediyordu. Artık dayanamıyordu. Şayet tanrılar varsa ya da O varsa diye, yalvardı: ''Alın beni ebediyetin makamına, lütfen...''
Halkın Serdar'ı orta boylu, göğsü geniş, yakışıklıca bir adamdı. Karısına aşık, evlatlarına düşkün, halkına düşkün, düşen bir adamdı. Nereye düştüğü bilinmez, düştü mü bilenmez, düşecek mi bilinmez ve sadece düşen bir adam.
Bir ses işitti; ''Sus, (Kumandan yaraları yüzünden inliyordu.) seni aşağılık kumandan. Beş bin ölünün acılarının yanında seninki hiçbir şey. Artık diğer taraflarda başına geleceklere hazırlan, çarpışmaya giriyorsun. ''
Kumandan; ''Tek bir çarpışmaya daha dayanamam, ben lanetli bir adamım. '' diye söylendi kendi kendine ve şaşırdı. Bu hayatın bir cilvesi miydi? Oysa ki asla inanmamıştı.
Gerisini hatırlamıyordu. Neredeydi? Nasıl gelmişti? Neden gelmişti? Mağaradan dışarı çıktı ve etrafın değiştiğini gördü. Hem korkudan, hem de hayranlıktan başı döndü. Birden içinde bir enerji hissetti. O da neydi? Kıyafetlerine ne olmuştu? O tuvalet çukuruna düşmüş gibi tezek kokan pis kıyafetler neredeydi? Bu kıyafet de neyin nesiydi? Mağaraya yeniden girdi ve bir süre düşündü. Çıkıp dolaşmalı, neler olduğunu anlamalıydı. Karnı tuhaf bir şekilde tokdu, vücudu kendini toparlamış, sakalları kesilmiş bir haldeydi; Serdar bu durum karşısında en son duyduğu şeyi hatırladı, kesin bir tonla: ''Yeni bir hayata başlıyorsun, yaptığın şeylerin karşılığını bir şekilde ödeyeceksin, herhangi bir şekilde.''
Serdar bir zaman dilimini şok içinde geçirdi. Ne yapacağını bilemedi ve bilmesine imkan da yoktu zaten. Diğer gün dışarı çıkıp yürümeye başladı. Yürüdü de yürüdü. Ormandaki bir patikayı takip etti. Bir pınar bulup bu pınardan su içti ve yoluna devam etti. Birkaç günlük yolculuk sonunda yaşlı bir köylü gördü. Yaşlı adam uzun boylu, top sakalı olan irice bir adamdı. Serdar, ''Merhaba'' diyerek bağırdı ve adam anlamadı. Serdar bu adamın yabancı olduğunu sezmişti, aslında yabancının kendisi olduğunu sonradan öğrenecekti tabii ki. Serdarın üst düzey bir eğitimi vardı ve kendi dilinden başka, üç yabancı dil biliyordu.
Adam savaştıkları halklardan birinin dilinde ''Anlamadım?'' dedikten sonra onların dilinde konuşmaya başladı. Bu kadar iyi konuşmasına şaşırmıştı, zira normalde bu kadar iyi konuşamıyordu. Köylüye ''Bana yardım et lütfen, sana her işte yardım ederim. Sağlıklı bir adamım, ne dersen yaparım; perişan haldeyim.'' dedi. Köylü biraz düşündükten sonra daha otuzlarına yeni girmiş genç adamın tekin biri olduğuna karar verip teklifini kabul etti. Zira artık yaşlanmıştı ve işlere yetişemiyordu. Vergilerini verebilmesi için çalışması gerekiyordu.
Serdarla biraz yürüdüler daha sonra Serdara ''Artık yaşlandım, sevgili kızım ile işlere yetişemiyoruz, kız perişan oldu. Bu yüzden sana iş vereceğim ama tanrı aşkına buralarda ne yapıyordun ve konuştuğun dil de hangi yörenin?'' sorusunu yönelttiğinde Serdar, ''İnan ki bilmiyorum, bu konuyu daha sonra ve daha detaylı konuşabiliriz. Benden size zarar gelmez.'' dedi. Yaşlı adam bu sözlere tokdu artık. İnsanları iyi tanıyor, iyiyi ve kötüyü seçebiliyordu. Genç adam iyi birine benziyordu fakat bunu kimse bilemezdi, bu yüzden gözü her zaman genç adamın üzerinde olacaktı.
Yaşlı adam biraz daha yürüdükten sonra; ''Çiftliğime yaklaştık, bu günlük dinlenebilirsin fakat yarın sabah işe başlayacaksın. Senin için kulübem var. İdare edecek bir yer. '' dedi ve genç adamı kulübeye yerleştirdi. Bu genç adama neden yardım ettiğini bilmese de etmişti işte ve bu içinden gelmişti. Önemli olan buydu, zaten artık yardıma ihtiyaçları vardı.
Karısı on yıl önce ormanda kaybolmuştu, hayatının aşkı Legeath son zamanlarda aklını kaybediyordu ve yaşlı adam bu duruma çok üzülmüştü. Dışarı ile olan ilişkisini kesmiş, çiftlik işleriyle uğraşıp kendince kağıtlara yazılar yazar, zamanında kasabadan aldığı kitapları tekrar tekrar okurdu. Son beş yılda iki oğlu da ölmüştü. Rylian bir yaban domuzunun saldırısına uğramış, Yuwen'i ise nedenini bilmediği bir hastalık tarafından kaybetmişti. Duyguları iyice uyuşmuş ve ona yakın olan sadece Gwoilith kalmıştı. Gwoilith, dünya tatlısı kızı, aşkının meyvesi, sahip olduğu tek şey. Gwoilith güzel bir kızdı ama onu gün yüzüne çıkarmak istemiyordu. Zira onu kaybetmekten korkuyordu. Yaşlı adam Gwoilith'e kendisi bizzat olarak okuma yazma öğretmiş ve eğitmişti. Gwoilith bu yıl yirmi dört yaşına basmıştı. Şu an Gwoilith şehirlilerin çoğundan daha fazla bilgi sahibiydi. Gwoilith geçen yıl ölen Yuwen'dan sonra içine kapanmış, ancak ara sıra babasıyla konuşur olmuştu. Yaşlı adam kızı için endişeleniyordu. Yaşlı adam birçok üzüntü içinde kendini yatağına attı.
-Serdar ''Kumandan'' anlamına geldiği için adamı ''Serdar'' olarak niteledim.Kahramanın adı ''Serdar'' değildir.
-Yazıyı gözden geçirdim ve karakterlerin isimlerini değiştirdim. Nitelediğim karakterler değişmiş olabilir.
-Diğer bölümler yorumlarda.
-Yorumlarınız yol göstericim olacaktır.
-İleriki bölümlerde kendimi geliştirdiğimi söylemekte fayda var.