Ejder Dağı
Öte diyarlardan çıka gelmiş bir yiğit, peşinde insanları
ve kurmuşlar taştan kazıyarak şehirlerini.
Birden çökmüş karanlık, gündüz vakti göremeyen güneşi,
kale duvarlarında almış soluğu.
Şehrin az ilerisinde görünce devasa dağı
dehşete kapılmış halk.
Yiğit ve bir grup asker atlayıp atlarına arşınlamışlar gölge boyu mesafeyi...
Varmışlar farkına, varmışlar ama dağ, dağ olsa kesilmezmiş her hal solukları.
Bir ejder çekmiş kuyruğunu içine, büzülmüş yere, dağ gibi sere serpe
uyuklamakta.
Üzerinden atan paniği, korkuyu, çevirir olmuş yüzünü yiğit liderlerine.
Emir kılıç keskinliği çıkmış ağzından yiğidin.
Kaldırılmalıdır gölgesiyle beraber kendisi ejderin.
Mahvetmiştir düşen gölge mahsulü, kesilmiştir kuzey rüzgarları, geçmez olmuştur kervanlar.
Köy halkı arka çıkmış emre,
koyulmuşlar işe.
Kazılmış tüneller ejderin altına, yağlar, katranlar, şarapneller doldurulmuş içine.
Çevrelenmiş zıpkın ve mancınıklarla güneyden kuzeye.
Güneş çıkınca tepeye,
yakılmış ateşler, gerilmiş mancınıklar ve edilmiş dualar.
Yer yarılmış,
katran uyuyan ejderin taşmış çehresinden,
üzerine atılan kor demirler yakmıştır canını diye düşünmüş halk önce lakin
ne soluğu kesilmiş ejderin ne uykusu.
Devam ettikçe saldırılar gündüz gece,
uyanmış bir gün dev ejderha,
yırtmış gökyüzünü gerilen kanatlarıyla,
paramparça olmuş kuruyan katran yatak,
eriyip toprağa karışmış tenine yapışıp kalmış şarapneller.
Sıçrayınca yerinden koca dağ, gün ışığı dolmuş şehre.
Sevinçler kursağa gidemeden kapanmış yolları acı bir ölümle.
Sıçradığı gibi düşmüş şehrin üzerine ejder dağı,
eşelemeden enkazı
yatıvermiş tekrar sere serpe.
Ne yiğit kalmış, ne halk ne de şehre düşen devasa gölge...