Kısa bir süre önce Dune da bitti. Dayanamayıp ikincisine de başladım. [*]ihihihiiii[/*]
Öncelikle Dune'u asla kitabın başına bakarak değerlendirmeyin. Çünkü başlarında ben de sıkıldım itiraf edeyim. Pek ilgi çekici gibi görünmeyebiliyor. Ancak sonra öyle çok sarıyor ki, kendinizi tutamıyorsunuz. Benim "okurken en çok zevk aldığım kitaplar" listemde direk ilk üçe girdi.
Şimdi efendim, kitap entrika, güce sahip olma tutkusu, iktidarlık kavgası üzerine kurulu. Herbert amcamızın cümleleri öyle derin, öyle anlamlı ki bazılarını tek okuyuşta anlamak mümkün değil.
Fazla uzatmadan hemen konuya geçeyim. Evrende içinde yaşayan halk tarafından Dune denen, ama genel olarak
Arrakis adı kullanılarak telaffuz edilen bir gezegen var. Bu gezegen gerek stratejik gerek ekonomik yönden oldukça önemli. Çünkü burası
melanj adlı baharatın çıkarıldığı tek yer. Bu baharat ne işe mi yarıyor? Hayatı uzatıyor. Ayrıca her hanedan bu melanj baharatını almak istiyor. Tabi yararları olan her şey gibi, melanjın da hem yararı hem zararı var. Bu baharatı bir kere bile tatsanız sizi bağımlısı yapıyor ve bırakamıyorsunuz. Yani hem melanj tüketip hem de kafanıza estiği gibi gezegenden çıkamıyorsunuz. Ve gözlerinize de bir etkisi var. Gözleriniz Fremen(az sonra bahsedeceğim) deyişi ile İbad gözleri oluyor, yani aksız mavi. Dünyayı daha koyu, daha karanlık görmenizi sağlıyor.
İmparator Padişah IV. Şaddam'ın başında olduğu İmparatorluk bu naçizane gezegeni
Harkonnen adında bir hanedana vermiş. Bu hanedan gaddarlığı ve acımasızlığı ile biliniyor. Hepsi birer çıkar hastaları, her olayı işlerine geldiği şekilde düşünüyorlar. Dune gezegeninin halkında eziyet ediyorlar, vergileri arttırıyorlar, yavaş yavaş insanların kendilerinden nefret etmelerini sağlıyorlar.
Ve günün birinde bu gezegen Atreides Hanedan'ına veriliyor. Bu hanedanlık daha ılımlı, daha gururlu ve Harkonnen'lerin tam anlamıyla zıttı. Atreides Dükü Leto maiyetini alıp geliyor Arrakis'e. Ve olaylar tam da burada başlıyor.
Yukarıda Fremenlerin bahsi geçti, onlara değineyim biraz da. Fremenler Arrakis'in yerli halkı. Dune'daki su azlığı sebebiyle kendilerini geliştirmişler. Çok usta savaşçılar, İmparatorluk'un sardokar dediği profesyonel dövüşçüleri kolaylıkla öldürebilecek kadar usta. Ve az önce söylediğim gibi, su azlığı, daha doğrusu nem azlığı onları direnişe itmiş. En basitinden kendilerine damıtıcı giysi diye bir şey üretmişler. Bu giysi sizin kaybettiğiniz nemi özel yollarla damıtıyor ve içilebilecek, tüketilebilecek duruma geliyor. Dışarıdayken, sıcak çöl kumlarının arasındayken, kısacası evinizin dışında bulunan her yerdeyken bu damıtıcı giysiyi giymeniz lazım. Yoksa [*]baş parmağını hafifçe büküp boğaz üzerinde yatay bir şekilde gezdirme hareketi[/*]
Tabi bu olaylar yalnızca damıtıcı giysiden ibaret değil. Arrakis gezegenbilimcisi Liet-Kynes'ın bu konuda büyük katkıları var. Onları da kitabı okuduktan sonra anlarsınız, ben okuma zevkinizi baltalamayayım.
Kitabın içeriği hakkında bu kadar bilgi vermek bana uygun göründü. Çünkü azıcık daha fazla bilgi versem bile kitabın içlerine sürüklenmek zorunda kalırım, onun sonu da hiç kimse için iyi olmaz.
Ayrıca kitapta böyle her yere yazabileceğiniz türden çok güzel alıntılar ve eleştiriler vardı. Şahsen ben kitaplarımda sevdiğim yerlerin altını çizme alışkanlığına sahip olsaydım, muhtemelen Dune kitabını o işaretler sebebiyle okuyamazdım.
Yazımı ikinci kitapta gördüğüm oldukça hoş ve belki de tüm seriyi kısaca açıklayan bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
Ama yüz dansçısı yanıt veremeden, Edric boğazını temizleyip konuştu: "Felsefi lakırdılarla zaman harcamayalım. Her sorunun kökeninde tek bir soru yatar ve o da şudur: Herhangi bir şey neden vardır? Din, iş veya siyaset alanlarındaki tüm soruların kökeni ise şudur: Güce kim sahip olacak? İttifaklar, kurtuluşlar, şirketler eğer güç peşinde koşmazlarsa serap peşinde koşuyorlar demektir. Düşünebilen neredeyse tüm canlıların kavradığı gibi, güç dışında her şey saçmalıktır."