Sinek Onlu
“Son kart açılana kadar umut hep vardır. Ah umut daima vardır,” derdi büyükannem. Parmaklarım destedeki son karta uzanırken, alnımdaki terler sırayla masaya doğru inişe geçmişlerdi. Kayalıkların üzerinden intihar eden yaşlı kadınlar gibi. Pıt. Pıt. Pıt.
Ne kadar korkunç bir sesti bu böyle?
Ve son kartı açtım. Sinek onlu. Destedeki en ölümcül kart…
**
Ben Etnad Fuan. Hayatım boyunca bütün önemli kararlarımı bu deste sayesinde aldım. Büyükannemin destesi bana ondan kalan son şey. Pilimin bittiğini sandığım anlarda, hayata tutunmak için hiçbir neden bulamadığım çekilmez dakikalarda ve ölümü düşündüğüm renksiz zamanlarda; büyükannemin destesi bana her zaman yol göstermiştir.
Kartların her birinin bir anlamı vardı. Bu anlam, her falda değiştiği gibi, hiçbir zaman öncekiyle aynı değeri taşımıyordu. Her defasında en doğru anlamı yüklemek ise; destenin gizemli güçlerinden sadece birisiydi. Kartlar açıldığında gerçek öylece içime doğuyordu. Sanki olması gereken tek doğru, o eski ve ucuz destenin içinden çıkacak kartlara bağlıydı. Ve ben destemin kararlarını asla sorgulamamıştım.
Bu seferki falı yan komşum için açmıştım. Yaklaşık iki haftadır çeşitli nedenlerle beni rahatsız ediyordu. Daha bu sabah müzik setimin sesini fazla açtığım için beni apartman yöneticisine şikâyet edeceğini söylemişti. Yahu benim müzik setim bile yoktu ki!
Sinek onlunun o ana kadar destedeki en ölümcül kart olduğunu bilmiyordum. Doğrusu bu kart daha önce hiç açılmamıştı. Ama anlamı gayet açıktı: komşum Ikas Shinc ölmeliydi.
**
Yatak odam, diğer her odamda olduğu gibi gereksiz bütün eşyalardan arındırılmış bir görüntüye sahipti. Bir kapağında oval bir boy aynası olan dolap, odanın ortasında; köşelere çapraz bir şekilde yerleştirilmiş yatak ve köşede kimi zaman kitap okumak için açtığım duvara bağlı ufak bir lamba. Evet, yatak odam bunlardan ibaretti.
Şimdi de dolabımın derinliklerinden çıkardığım tabancamı temizliyordum. Aslında yaptığım işe pek de temizlemek denemezdi. Çünkü daha önce hiç kirletmemiştim. Bu bir 45’lik AMT Hardbeller’di. Geçen yaz kartların isteği üzerine bir tabanca fuarından almıştım. Kullanacağımı hiç düşünmemiştim. Ama her zamanki gibi, destemi sorgulamadım.
Hardbeller ile işim bitince silahı belime taktım. İçinde iki mermi vardı. Kartlar hiçbir zaman tek bir ölümle yetinmezlerdi. Bunu silaha mermi yerleştirirken, içimde fısıldayan hırıltılı sesten öğrenmiştim. Artık neredeyse hazırdım. Son yapmam gereken şey kartları yok etmekti. Büyükannem kartları son defa kullanacağımdan emin olduğumda, onları yok etmemi istemişti.
Mutfağa gidip dolaptan bir kibrit aldım. Desteyi lavabonun yanına koyup kibriti çaktım. Önce sinek onluyu (destenin en üstünde o vardı), kart tutuşunca da onunla bütün desteyi yaktım. Külleri lavaboya döküp musluğu açtım. Yanık kokusu içinse yapacak bir şeyim yoktu. Destem alev alırken oluşan ise son bir defa baktım. Ve ardından ceketimi alıp çıktım. Deste bekletilmeyi sevmezdi.
**
Karşı komşumun kapısına geldiğimde bir an duraksadım. Onu hemen kapının önünde mi öldürmeliydim? Silah sesi bütün apartmanda yankılanırdı. İçeri bir misafir edasıyla girip öldürmek daha makuldü. Zaten duyan duyacaktı. Hem ikinci mermimin hedefi ben olduğuma göre, başkalarından çekinmem de gereksiz bir şeydi.
Zile bastım. Saniyeler sonrasında demir kapının ardından ayak sesleri duymaya başladım. Kapının dürbününde komşumun karaltısını gördüm. Ve kapı açıldı. Artık kurbanımla aramda hiçbir şey kalmamıştı. Ikas beni gördüğüne oldukça şaşırmış gözüküyordu. Yay gibi kaşlarını kaldırmış, soran gözlerle bana bakıyordu.
“Merhaba Ikas. Düşündüm de bu zamana kadar sana oldukça kaba davrandım. Kendimi affettirmek için, bir kahveni içip özür dilemek istiyorum,” dedim. Kartlar, beni istediğimde oldukça iyi bir oyuncu haline getirmişti.
Ikas esmer, sivilceli bir yüze, orta boy bira göbeğine ve fazlasıyla masum kahverengi gözlere sahipti. Diğer özelliklerine dikkat etmedim, zaten umurumda da değildi.
“Elbette,” dedi yine o bilmiş sesiyle. “Hatalarını kabul etmen çok güzel. O müzik setinin sesi beni illet etmişti doğrusu.”
“Haklısın,” diye mırıldandım. Bu gereksiz kişiyle daha fazla muhatap olmak istemiyordum. “İçeri geçebilir miyim?”
Girebilmem için yana çekildi. Geçerken gözüm komşumun ayaklarındaki mor pofuduk terliklere takıldı. Tanrım! Nasıl zevklere sahip bir insandı bu?
Holü uzun adımlarla geçtikten sonra, salon olduğunu var saydığım geniş bir odaya geldim. Üç koltuk odanın bir duvarını boydan boya kaplıyordu. Diğer duvarda büyükçe bir akvaryumun içinde Japon balıkları yüzmekteydi. Yanında da LCD ekran bir televizyon vardı. Diğer duvar ise, bir sanat müzesi gibiydi. İki büyük tablo –resimlerde ne olduğuna dikkat etmedim- ve tabloların arasında cam bir fanusun içine konmuş ilginç bir heykel. Pek de zenginmişiz, dedim içimden.
Sanat müzesi kaçkını duvarını hayran hayran süzdüğümü sanan komşum, tabloları bir bir açıklamak için yanıma yanaştı. Sıkıcı seanstan kurtulmak için atik davranıp “Kahveleri koymana yardım etmek istiyorum,” dedim.
“Zevkle,” diyerek beni mutfağa yönlendirdi. Ivır zıvırlarını anlattırmadığım için bozulmuş gibiydi. Umursamadım. Silahım hala belimdeydi. Ceketimin dışından kabzasını güvenle okşadım. Bu Ikas’ın son dakikalarıydı. Ve aynı zamanda benim de…
**
Mutfağa komşumun ardından girdiğimde ilk fark ettiğim ne kadar ferah olduğuydu. Benim mutfağım daima kızartma kokardı. Bir de sağlıklı beslenmediği kalmıştı, dedim içimden.
Dolaptan cezveye uzanırken belimden tabancamı çektim. Bunu olabildiğince hızlı yapmak istiyordum. Emniyet kilidini açtım. Filmlerde hep bu tür silahların ateş aldıktan sonra geriye teptiklerini görürdüm. İki elimle tetiğe sarıldım ve ayaklarımı yere olabildiğince sağlam bastım. “Hey Ikas,” dedim.
Gülümseyerek arkasını döndü. Elimde bir tabancayla ne yaptığımı anladığındaysa, gülümsemesi tek kelimeyle dondu! Fotoğraf çekmek gibi düşündüm. Bu anı ölümsüzleştirmek… Ama aynı zamanda kapı komşumu öldürmek… Hayat ne kadar da ironik, diye düşündüm.
Tetiğe bastım. Donan gülümsemenin tam ortasına giren mermi, Ikas’ın yüzünü mutfağın dört bir yanına dağıttı. Komşumun bedeni kasılırken, yüzüme sıçrayan kanı elimin tersiyle sildim. Elimin tersinin de kan içerisinde olduğunu anladığımdaysa deli gibi gülüyordum. Evet, gerçek bir deli gibi! Kendimi kontrol edebildikten sonra tabancamı yeniden kaldırdım. Elim titriyordu. “Gerçekten de geri tepiyormuş yahu!” dedim.
Tabancayı Ikas’ın kanıyla yıkanmış şakağıma dayadım. Önce ses, sonra ışık mıydı acaba? Hayır, önce ışık hızı, diye düşündüm. Sonrasındaysa “Ne fark eder ki?” dedim, boş mutfağa. “Sonuçta herkesin göreceği son şey, tünelin sonundaki o ışık olacak.”
Delicesine bir kahkaha daha attıktan sonra, tetiği çektim. Gördüğüm son şey, ‘o ışık’ dan bile önce, sinek onluydu. Sırıtıyordu.
Son