Dragnuov SVD, öyle bir silahtır ki 1970'lerin sonlarında sadece ihtiyaç yüzünden rus ordusunun yarı otomatik bile olsa üretebildiği ilk sniper tüfeğidir. Esasında ilk modeli uzatılmış namlusu ile AK-47 yani namı değer Kalaşnikof'un birkaç ufak farka uğratılmış haliydi. Üretimi ve kullanımı kolaydır, ancak anlamalısın ki bir hançeri kullanmak daha kolayken onun üzerinde ustalaşmak bu silahın üzerinde ustalaşmaktan daha çok meziyet gerektirir. Şimdi sana otuz adet 7.62x54mm'lik kurşun bırakıyorum, silahın magazininde ise on adet daha var. Bir ay boyunca burada yaşamanı istiyorum, eğer geri geldiğimde kurşunların bitmiş olursa seni evine götürürüm ve bir daha beni görmezsin. Eğer geriye yirmi ve daha fazla kurşunun kalırsa orduya katılman için bizzat imzamı kullanırım. Son olarak, eğer tek bir kurşun harcamış olursan... sadece bir tane! İşte o zaman hayal edemeyeceğin bir dünya bu namlunun önüne serilecek.
Konuşmayı bitirdiğinde 122.5 cm'lik silahın ucuna zayıfça dokundu. Sanki bir sevgiliye dokunur gibiydi, onun hakkında konuşurken adeta bardaki ahbabına aşkını anlatan sarhoşları andırıyordu. Mikhael'i yirmi dört saatten daha kısa süredir tanıyan Luok'un aklından neler geçtiğini sadece tanrı bilebilir. Orta yaşlı adam kalın giysileri ile tundra soğuğunu iliklerine kadar hissederken on üç yaşındaki oğlanın üzerinde mahrem yerini örtecek bezden başka kıyafeti yoktu. Bir elinde boyuna neredeyse denk makine ve ötekinde sımsıkı tuttuğu mermiler ve deri kılıfındaki ordu bıçağı ile ağlamadan durduğunu gördüğü tek çocuktu bu. Sağ gözündeki matlık onu bu test için özel kılıyordu, kar ve çam kaplı tundrada insanlar yaşamazdı ama diğerleri vardı. Luok diğerlerini görebiliyordu. Giysi ve yemek bulabilir, ısınacak ateş edinebilirdi ancak önce öldürebilmeli ve bunu otuz gün boyunca becerebilmeliydi. Esasında nasıl hayatta kaldığının bir önemi yoktu, son altı yıldır orduya girebilmiş on iki çocuk olmuştu. Her sene tam iki kişi geçebilmişti, hepsinin de alışıla gelmedik olanları görebilme veya hissedebilme yetisi vardı. Öksüz çocukları kilometrelerce karelik kar ve sessizliğe bırakarak aslında olmayanı avlamaya yolluyor ve en iyi askerlerin geri dönmesini bekliyorlardı. Mikhael'in işi buydu, ölene kadar yapacağı biricik işi, sevgilisi silahlardı.
Çocuk kafasını bir kere anlamış olduğunu belirtecek şekilde salladı ve arkasına bile bakmadan titreyerek ağaçlara doğru yürümeye başladı. Yürürken mermileri paçavradan bozma tek giysisine sıkıştırıyor bıçağı dişleri ile kavrayıp, makineyi uygun pozisyonda tutmaya çalışıyordu; eline hayatında ilk kez süpürge almış hizmetçiler gibiydi. Mikhael bir kahkaha patlattı, gerçekten keyifliydi; "evlat, o gözü ölen annene ve babana borçlusun! Borcunu geri öde! Yaşa!" Dedi ve oda arkasına bakmadan zıt yönde, skoda arabasına doğru yürüdü. O arada ise Luok öfke ile söyleniyordu; Yaşa!'ymış, eksi yirmi derecede sen yaşa bela adam... Enerjisini az harcamak ama siniri ile biraz olsun ısınmak için fısıldayarak sadece ağaçların duyacağı küfürler savurdu ve güneşli geceye doğru yoluna devam etti.
Luok zeki bir genç adamdı. Mikhael ile yola çıkmadan önce berberin saçlarını kesmesine izin vermemiş adamı ısırmıştı çünki söylentileri biliyordu, soğukta dazlak bir ay geçirmek istemiyordu. Luok özellikle zekiydi çünki babası ölmeden, ah pardon öldürülmeden, önce hayat ile ilgili bildiği hemen her şeyi hızlandırılmış kurs gibi öğretmişti. Sahi düşününce sanki her zaman vaktinin kısa olduğunu bilir gibi bir havası vardı; Luok'a söylenecek çok sözü, verecek çok nasihatı olurdu. İlk ava gittikleri zamanı düşündü Luok. Kuytuda yan yana pusmuş, karın üzerine serilmiş örtülerde uzanıp karşıdaki tepenin geyik sürüsünü izliyorlardı. Yapraklar yere düştüğünde bile ses çıkarmaya çekinirken oğlan fazla gürültülü nefes aldığını düşünüp utanıyordu. Kara artının tam ortasına aldığı bir yetişkini izliyordu. Babası sessizce kulağına anlatıyordu bir yandan; beş mm sağa kay, arada yüz elli metre var ancak vadinin ortasında duyamasak bile biraz rüzgar olmalı. İki mm yukarı kaldır, yer çeker evlat, hemde düşündüğünden daha fazla... bekle... bekle... şimdi.
Karın üzerine uzattığı SVD'yi sabitleyerek dürbüne odaklanmış hedefini izliyordu şimdi. O zaman izlediği gibi değil, hayır değil, babası ile o avda o geyiği vuramamıştı. Şimdi dediğinde arkasından iki yavru çıkmış ve burunlarını ona değdirmişlerdi. Sadece, yapamamıştı. Şimdi ise durum farklıydı. Yaşamak için sıcak ete, kürke ve kana ihtiyacı vardı. Arada yüz metreden az mesafe olmalı diye düşündü Luok. Hafifçe namluyu kaldırdı ve nişan aldı. Nefesini sakinleştiremiyordu çünki çok hızlı soluk almak zorundaydı. Şartlı refleks halindeydi bu soğukta nefesinin ağırlığı. Bir saate kadar bilincini kaybedecekti ve bir ay sonra Mikael geldiğinde hiç çürümemiş olarak ayrılma noktalarından birkaç kilometre uzakta bulunacaktı. Fikri beğenmedi değil ancak hedef bulabildiği için ölümün özgürlüğünü aklında erteleyebildi.
Kimi buna bir mucize diyebilir. Çünki tanrının unuttuğu bir yerde çıplak bir çocuk elinde günün en ölümcül silahlarından birisi Dragnuov SVD ile karın üzerine yatmış ve soluğunu tutabilmişti. 97 metre uzaklıkta derisi yer yer beyaza çalan kahverengisi ile tüm alımıyla poz veren hayvan o gözünü parmağı tetiği çekerken kırpması süresi içinde başka bir şeye dönüşmüştü. Neredeyse bir insandı diye düşünecekti Luok ömrünün geri kalan yıllarında bu günü anımsarken. Giydiği kıyafetler aynı bir hayvanın kürkü gibi üstüne yapışmış, sırtında sadağı ile ufku izleyen keskin ve uzun kulaklı, altın saçlı soluk tenli bir insandı. Yada insanımsı, Luok gerçekten emin olamıyordu ama dediğim gibi; o zeki bir çocuktu. Mikhael'in tüm gündür söyledikleri aklında birleşti "Diğerleri-giysileri-özelsin-avla onları" Geyikler giyinmezdi, insanlar avlanılamazdı, insanların böyle uzun kulakları olmaz ve inanılmaz parlak saçları olmazdı. Bu bir insan değil, yaşamının geriye kalan yıllarına açılan bir anahtardı. Tekrar parmağı tetikte gerginleştiğinde insanımsı kadının (evet, bir dişiye benziyordu) boşlukta elini salladıktan sonra simsiyah bir yayın elinde vucut bulduğunu gördüğünde yine ateş edemedi. Nasıl bir sihir bu diye fısıldadı ve utangaç ama güçlü soluğundan daha sesli çıktı bu ses. Kadın aniden ona döndü. Luok'un kalbi deli gibi çarpıyordu, yüz metreden beni duyamaz diye düşündü. Görmemeliydi. Ateş etmek istemiyordu ancak düşünecek zamanı yoktu, mucize olan bu yaratığın varlığı yada metrelerce öteden onu duyabilmesi değildi. Mucize Luok'un ateş ettiğinde magazinin sıkışmasıydı. Kim bilir ona ateş edebilmiş ve hatta vurabilmiş olsaydı daha sonra gelişen olaylar nasıl olurdu. Kadın bir anda yanında bittiğinde sadece gülümsüyordu, "Ael'ndeh-gho'han" dediğinde oğlan soğuktan ve heyecandan bayılmıştı bile. Yıllar sonra öğrenecekti elf kadınının ne dediğini; "Adem oğlu, üşüyorsun"
Rüyasında babasını görüyordu, onun vuramadığı geyiği vurmuş ve o gece hep beraber yahni ile hayat buldukları zamanın anısıyla zavallı Luok'un tüm hücreleri mutluluk ve sıcağın hatrı için gevşedi; göz pınarından bir damla göz yaşı belki bu yüzden dökülmüş olacak ki elf onu evine taşırken endişelendi. Bir ara mutluydu on üç yaşındaki oğlan, gerçekten mutlu.