Bölüm 1: "768. Gün"
Çatıdan görünen manzara tüyler ürperticiydi. Fazla kompleks olmayan bir beyin için bile eski ile yeni çok rahat karşılaştırılabilirdi. Eskiden karınca boyutunda insanlar ve arabaları gözükürdü - ki o bu görüntüyü çok severdi - tam bu noktadan aşağı bakıldığında. Artık sadece toz bulutu görülüyordu. Tam o sırada acıktığını farketti ve yiyecek birşeyler bulmak için çatıdan aşağı inmeye başladı. Merdivenin duvara yakın kısmından iniyor olması onu bir an için durdurdu. Eski bir alışkanlık işte, sanki merdivenin trabzana yakın olan kısmının kalabalık olma ihtimali varmış gibi.
Sonunda sokağa çıkabilmişti. Keskin koku duyusunu kullanarak en yakın yiyecek kaynağına doğru ilerliyordu ki bir ses duydu. Ya da duymuş muydu? "Eski bir alışkanlık işte" diye düşündü. "Etrafta kimse yok, günlerdir bu böy-"
Üzerine 87 kiloluk bir insan vücudu basınca, hamamböceğinin düşüncesi yarıda kesildi.
Bastığı yere dikkat etmek aklının bir kenarında bile olmayan Alexander, kendisi gibi açlığı yüzünden sokakta koşuşturan hamamböceğini görmemişti. Bunun sebebi belki açlığın daha büyük bir öncelik olmasıydı. Belki de bu kıyametten çıkmış dünya için bile hamamböcekleri halen önemsizdi. Önemli olan birşey vardı, o da açlık.
Alexander evinden çok uzaklaşmıştı. Bugünlerde kullandığı evi tabi, eskiden yaşadığı evinin yerinde şimdi birkaç tuğla parçası vardı. Hem artık Alexander için her ev kendisinindi. İtiraz edebilecek kimseyle karşılaşmadığı sürece, bu böyleydi. Garip, insanın yüzlerce evi olması muhteşem bir zenginlik göstergesidir aslında. Ama bu durumda, sefaletin vücut bulmuş hali olan Alexander için aynı şey geçerli değil. Kaldı ki ev insanın kendisini iyi hissettiği, ait olduğu yerdir. Yine bu durumda, Alexander'ın bir evsizden farkı yoktu.
Her adımda sırtına astığı tüfeği hopluyordu ve saatlerdir yürüdüğü düşünülürse bu dans saatlerdir devam ediyordu. Yıkılmış dünyanın yeni dansı, birden kesildi. Alexander, yırtıcı hayvan tarafından izlenildiğini farkeden ama avcının yerini tespit edemeyen bir ceylan gibi pür dikkat kesilmişti. Az önce sağ tarafta, şu yıkık kolon ile tuğla birikintileri arasında birisini görmüştü sanki.
Tüfeği titreyen elleriyle sırtından indirdi ve dikkat kesildiği alana doğru tuttu. Görünürde birşey yoktu, ne bir hareket ne bir ses. Terleyen alnını umursamadan ilerlemeye başladı. İçinde patlayan adrenalin bombası; dışarıda patlamış bilmemkaç megatonluk atom bombasını ve sonuçlarını da, açlığını da unutturmuştu. İtiraf etmeye korksa da bu heyecan ya da korku değildi. Bu saf umuttu. Şehirde yalnız olmadığı umudu.
Kolon ile arasında 10 adım bile yoktu ama o mesafe onun için kilometreler gibi gelmişti. "Merhaba, nasılsınız?" normal bir iletişim başlangıcıydı. Elbette "normal" bugünlerde anlamını yitirmişti. Ne diyecekti ki? Eviniz nerde? Saçmalık.
Düşünceler Alexander'ın beynini turluyor, kıvrımlardan kıvrımlara atlıyor bu sırada yeni düşünceler peydahlanıyordu. Vücudu bu gerginliğe dayanamamış olacak ki ileri atıldı. Alexander'ın karşılaştığı görüntü kalbinin bir an için durmasına, beynindeki düşüncelerin kilitlenmesine, midesinin kasılmasına ve ayaklarının boşalmasına sebep oldu.
Karşısında, elindeki tüfeği Alexander'a doğru tutmuş, şaşkın bakışlı birisi vardı.
Beyin gerçekten çok ilginç bir organ olmalıydı ki bir saniye içinde binlerce düşünce Alexander'ın tüm vücudunu dolaştı. Yaşayan birisi vardı, şaşkındı, fazlasıyla tanıdıktı ve şaşkındı.
Bir saniye... Bir saniye sonra durumu kavradı ve yere çöktü. Tüfeği bıraktı ve kafasını kollarının arasına aldı. Alexander, hüngür hüngür ağlıyordu.
***
Yiyecek sıkıntısı halen devam ediyor. Boş bir mideyle daha ne kadar dayanırım bilmiyorum. Yarın batı tarafını araştıracağım, doğu tarafından birşey çıkmadı. Aslında...
Alexander pencereden dışarı baktı. Güneş fazla yorulmuş gibi, aheste aheste saklanıyordu dağların ardına.
Bulabildiğim tek şey bir aynaydı. Bir an için, günler önce gömdüğüm umudu mezarından çıkarttı. Bir an için, bu cehennemde yalnız olmadığımı sandım. Bir an için, neden yaşıyor olduğumu soracak birisi vardı, konuşacak, dertleşecek. O an ellerimden kayıp gitti ve karşımda pasaklı, sakalları ve saçları birbirine karışmış, umutsuz bir adam vardı artık.
Aynayı yanımda getirdim. O an onu parçalamamak için kendimi zor tuttum, itiraf ediyorum. Ama yapamadım. Ayna artık benim en büyük umudum.
Güneş tamamen battı ve şehir tamamen karanlığa büründü. Tüm şehirdeki tek ışık, masanın üstünde yanan mumdu. Bu görüntü, Alexander'ın kalbine 768. kez saplandı.
Ya da tüm bunların zahiri olduğunun göstergesi. Ne de olsa, o bir ayna.
8 Haziran 2052 - Güneş Batarken - 768. Gün
***
Hamamböceği sonunda kendini toparlayabildi. Nükleer yıkımdan kurtulmuştu, 87 kiloluk bir insanın botu ona pek zarar vermezdi. Kaldı ki bu deneyimi yıllardır yaşamıyordu. Garip bir şekilde iyi hissediyordu kendisini. Karnında garip bir his oluşmuştu birden, neydi bu? Açlık olmalıydı, yiyecek kokusu buram buram geliyordu hem. Açlıktı bu evet.
Böceğin beyni biraz daha gelişmiş olsaydı, bu hissin umut olduğunu bilecekti.
Devam edecek...