Merhaba, hoşgeldiniz.
Baştan söyleyeyim; kurgusu çok karmaşık, akılda soru işaretleri bırakan ve son cümleyle her şeyi açıklayan, insanı şaşırtan bir öykü değil bu. Hatta şöyle yapalım, direk söyleyeyim size bu öykünün en can alıcı noktasını. Ben şizofrenim.
Bu "durum" - durum diyorum dikkatinizi çekerim, hastalık demiyorum - ne zaman başladı, emin değilim. Küçük yaşta yaşadığım klasik bir Anne-Baba ayrılığı vakasıyla mı başladı yoksa lisedeki ergenlik bulanımlarıyla mı, bilmiyorum. Ama yaklaşık 4 sene önce, arkadaş ortamında "arkadaşın ev arkadaşının arkadaşı" gibisinden bir sıfata sahip şahsın, benim konuşmalarımdan yola çıkarak "Bence bir doktora görünmelisin." önerisiyle başlıyor hikayem.
O senenin başında eve çıkmıştım. Ev arkadaşım, başka bir kampüste, Gıda Mühendisliği okuyan asosyal birisiydi. Ev aramak için şehre geldiğimde otogarda tanışmış ve çabuk kaynaşıp aynı eve çıkmıştım. Bana düşünce şekli olarak çok benziyordu, zevklerimizin ortaklığı beni cezbetmişti adeta. Pek düşünmeden verdim bu kararı ve bugüne dek hiç pişman olmadım bundan.
Normalde pek sosyal olduğum söylenemez, o yüzden o gün yaptığım şey, bir arkadaş davetini kabul etmek uzun zamandır yaptığım en çılgınca şeydi. Yoğun ısrarlarıma rağmen ev arkadaşım gelmek istemedi, ben de sıkılacağımdan adım gibi emin olduğum ortama girdim. İnsanlar kaynaşıyor, birbirlerini yağlıyor, bariz bir şekilde birbirlerinden tiksiniyor fakat yine de birbirlerinin suratlarına gülüyordu. Benim surat asmam tiyatrolarını bozmuş olacak ki, konu bana geldi. Benim neler yaptığım, günlerin nasıl geçtiği gibi masum sorulardan sonra ortamdakilerden birisinin Gıda Mühendisliği'nde okuyor olmasıyla birden gerginlik oluştu. Ev arkadaşımın Gıda Mühendisliği'nde okumadığını iddia eden bu şahıs, son sınıf olduğunu, bir çok klüpte aktif görev yaptığını ve o kişinin bırakın Gıda Mühendisliği'ni hiç bir fakülte olmadığından adı gibi emin olduğunu söyledi. Ev arkadaşımla beraber çekilmiş bir fotoğrafı göstermem de bardağı taşıran son damla oldu.
"Bence bir doktora görün abi." gibi ciddi bir laf, dalga geçercesine kıvrılmış bir ağızdan yavşakça bir ses tonuyla çıkmış olsa da bu öneriye uydum. Neden bilmiyorum, belki de meraklanmıştım.
Pek araştırmadan etmeden, bir psikiyatriste gittim. Kadın, 40'lı yaşlarında bir yırtıcıydı. Şahin gözleri beni süzdü, sivri dili beni sorguladı ve pençeleri cüzdanımı parçaladı. Kitabi kriterlere tamamen uyduğum ve "tipik" bir şizofreni hastası olduğumu söylediğinde, şaşırmıştım. Söz konusu tanı "2 kere 2, 4 eder" değildi fakat yine de kitabi bir takım kriterlerle problem çözülmüştü. Beyin bu kadar basit olmamalıydı. Fakat yine de bu konuyu "uzman"a açmadım.Kitap diyordu, kriter diyordu. Ben ne saçmalıyordum ki?
Ellerimde bir ilaç torbasıyla eve döndüm. Eve girene kadar aklım karışıktı ve neredeyse Şizofreniyi kabullenmemiştim. Bende böyle bir durum olduğundan emin olduğum an, ev arkadaşımla göz göze geldiğim andı. Biliyordu, hem de ben daha ağzımı açmadan.
"Napacaksın?" dedi çekingen bir tavırla elimdeki ilaçlara bakarak. "Bilmiyorum." dedim aynı çekingen bakışlarla karşılık vererek. İçimden en yakın arkadaşıma danışmak geliyordu fakat şöyle bir problem vardı, en yakın arkadaşım yoktu. O bunu anlamış olacak ki "Ne karar verirsen ver, bu kendi kararın olur. Benim dediğimi de yapsan, kendi düşündüğünü de, bu senin kararın." dedi ve bir daha bu konuda ağzını açmadı. Haklıydı. Doğrusu, haklıydım. O benim bilinçaltımdı, benim yarattığım birisiydi, bendim. Onun ilaçları kullanmamı istemediğini "biliyordum" ve ben de istemiyordum. Ya da ben ilaçları kullanmak istemiyordum, dolayısıyla o da bu kararıma saygı duyuyordu. İlaçları çöpe attım.
Filmlerde, kitaplarda şu noktadan sonra oldukça klasik görüntüler yaşanır. İntihar, cinayet, tamamen delirme, akıl hastanesine kapatılma... Bu noktada benim hikayem tüm bunlardan ayrılıyor. Ben, durumumu kabul etmekle kalmadım bu durumla yaşamayı da başardım. Bu yüzden, Şizofreni benim için bir hastalık değil. Yanımda dolaşan serbest bir bilinçaltı, sanılanın aksine bana çok yardımcı oluyordu ve bu 4 senede olmadığım kadar huzurlu oldum.
Okuldaki başarım "ayaklı bilinçaltım" sayesinde tavan yaptı. Sınavlarda başarılı olmam için derslere girmem yetiyordu. Ben konuları unutsam bile, bilinçaltım unutmuyordu. Bir konu hakkında emin olmasam bile bilinçaltım emindi. Birisi hakkındaki düşüncelerim karmaşık olabilirdi ama bilinçaltım netti. Ben mantıklı birisiydim, bilinçaltım ise kesin. Bu birleşim, 4 senedir hayatımı öylesine kolaylaştırdı ki.
Yanlış anlamayın lütfen, burada size bu durumu övmeyeceğim. Zorlandığım, sınıra geldiğimi hissettiğim anlar oldu. Kulağıma fısıldanan uç şeylerin bir an için çok doğru olduğunu sandığım zamanlar oldu. Yorulduğum, mutlak bir şüpheye düştüğüm oldu. Sonumun şu andaki halimin tersine oldukça kötü olacağını tahmin ediyorum. Muhtemelen adım bir gazetenin üçüncü sayfasında kendisine yer bulacak ve bu durumun tek suçlusu ben olacağım.
Fakat ne olursa olsun, pişman değilim ve pişman olmayacağım. Emin olmadığım binlerce şey var; o gün o ortamda "arkadaşlarım"dan kaçı gerçekten oradaydı, bana tanıyı koyan kadın gerçek miydi, her gün bindiğim otobüsün koltuklarının kaçı gerçekten dolu, aldığım kararlarda ev arkadaşımın yardımı mı var yoksa kontrolü çoktan ona mı bıraktım emin değilim. Birbirlerine yalanlar söyleyen, birbirlerini sırtlarından bıçaklayan insanlarla dolu, pisliklerin en tepede olduğu, haksızların haklarının hırsızların keselerinde olduğu, çoğu doğrunun yanlış olduğu, açlığın ve savaşın, kolaylıkla sonlandırılabilecek bir çok sorunun bilinerek ve istenerek sonlandırılmadığı bu garip dünyada; bir kişinin kendisini "bilmesi" neden bir hastalık olarak adlandırılıyor emin değilim.
Ama şundan eminim, ben gerçeğim. Ben varım. Ben burdayım. Biz burdayız.
Ya siz?