Dinleyin, duyamayacak olsanız bile kulak verin hıçkırıklarıma. Söyleyin şimdi, duyamadınız di mi?
Duyamazsınız, bunlar taze aşkımın hıçkırıklarıdır. Anlayamazsınız, bilemezsiniz nasıl sevdiğimi, o bile bilmiyor, hem garip... Ben bile bilmiyorum zaten. Nasıl oldu bilmiyorum, bir Pazar gecesinin karanlığında, hiç aklımda olmayan bir yerden, evimin kapısından girdi kalbime.
Sonra ne oldu peki? Haa, doğru ya, sanki yıllardır seviyormuşum gibi bağlandım ona. Sanki tüm bu zamanlar boyunca onun için hazırlanmıştı ruhum, onun geliş için kan pompalamıştı tüm vücuduma yüreğim. Sanki, sanki hep sevmiştim onu ve hep sevecektim bir şekilde. Öyle ilginçti ki, onu gördüğüm anda, önceden bağlandığım herkes adına utandım ondan. Öyle güzeldi ki, daha önce yüzüne baktığım tüm güzellerden köşe bucak kaçtım o geceden sonra.
Onun hiç bir şeyden haberi yoktu. Hiç bir şekilde bilemezdi aşkımı. Bana gülerken içimi nasıl yaktığını, en ufak mimiklerini bile bir aşk işareti olarak kabul edeceğimdnen kesinlikle haberi yoktu.
Kim anlar beni? Öyle seviyorum ki... Hem, öyle seviyorum ki diyorum ama, aslında öyle böyle değil, çok fazla seviyorum. Anlatamıyorum, saçmalıyorum, aptallaşıyorum. Ama ne yapayım? Seviyorum işte...
Şimdi, sen, evet evet sen, bunu okuyan kişi. Benim için ne yap biliyor musun? Gidip ona sevdiğini söyle. Sakın geç kalma, onu gördüğün ilk an, onu sevdiğin ilk an söyle ona. Zaman kavramını takma kafaya, eğer sevecekse, ilk anda sever zaten. Sakın ha, biraz zaman geçsin deme. Çünkü "Zaman, armutları olgunlaştırır, aşkları değil".
M.A. İMAMOĞULLARI