Bölüm 5-Gizemli Yabancılar
Hani önemli bir işiniz olduğunda, uyku uyumamış olsanız bile enerjik olursunuz ya. İşte İon da öyle hissediyordu o sabah kalktığında.
Yeni bir gün ahşap pencereden yavaşça içeri süzülürken, İon önceki gün aldığı ipek gömleğini, kahverengi pantolonunu ve mavi pelerinini giydi. Üzerinde son rötuşları da yaptıktan sonra ormandaki köyün sıcak iklimine kendini teslim etti.
Bu sıcak havada biraz daha yürümek isterdi ama Büyük Konağın evine olan yakınlığı onu büyük bir hüsrana uğrattı. Oksijeni ciğerlerinin içine çekti ve nefesini tutarak Büyük Konaktaki yeni sınıfına girdi.
Sınıf otuza yakın sıranın birleşmesiyle oluşmuş büyük bir yerdi. Kapının karşısında duran öğretmen masası, üzerinde birçok kitap, kalem ve parşömen ağırlıyordu. Masanın arkasında ise yıllara meydan okuyan, tıka basa kitapla dolu bir kitaplık vardı. Tam bir eğitim yuvası görünüşünde olan bu sınıfa, ahşap pencerelere takılan süslü mor perdelerle duvarlara asılan kurutulmuş çiçekler ve manzara resimleri canlılık katıyordu.
Elliye yakın çocuk onun sınıfa girmesiyle, başlarını kitaplarından kaldırdı ve İon’u süzdüler. Çocuklar hiçbir zaman yeni gelenleri sevmezdi ve onlara hep ezici bir üstünlükle davranırlardı.
Sınıfta öğretmenlik yapan adam; İon’un Büyük Konak’ın salonunda, Perys ile beraber gördüğü adamdan başkası değildi. Adam, İon’u nazikçe selamladı ve sınıftaki çocuklara İon’u tanıtmaya başladı.
“Sevgili Arkadaşlar! Yanımda görmüş olduğunuz çocuğun adı: İon’dur. Kendisi bizim yeni öğrencimiz ve arkadaşımız olmakla kalmayıp, değerli büyücü Perys’in de vesayeti altındadır. Ona çok kibar davranacağınıza ve onu sizlerden biri gibi görüp arkadaş olacağınıza eminim.” Daha sonra İon’a döndü ve:
“Öncelikle kendimi tanıtayım. Ben, Rollender. Buradaki öğretmeninim. Sanırım sınıftaki tek boş yer Lyla’nın yanı. Lütfen sırana oturur musun?” dedi. İon tanışma faslının beklediği kadar kötü olmadığını hatta iyi bile geçtiğini düşünerek sınıfın sol köşesindeki sırasına oturdu.
Yanındaki kız gerçekten güzeldi. Uzun, çok açık sarı saçları ve kahverengi gözleri vardı. Yüzündeki neşeli sırıtmayla İon’a bakıyordu. Birbirlerine merhaba dedikten sonra Rollender’ın gür sesi sınıfta yankılandı.
“İon! Belki bize birkaç numara gösterirsin.” Ama İon hiçbir numara bilmiyordu. Başını üzgünüm anlamında iki yana salladı. Rollender derin bir iç çekti ve yumuşak bir el hareketiyle İon’u yanına çağırdı.
Çocuk yanına geldiğinde ise masasındaki kitapta bir şeyler arıyordu. Aradığını bulup, İon’a kitabı uzatması fazla zaman almadı. İon’a üzerinde garip yazıların olduğu bir sayfayı işaret etti. Kulağına da oku, diye fısıldadı. Lakin İon, kitapta yazılan yazıların tek kelimesini bile anlamamış ve tek kelimesini bile okuyamayacağını biliyordu.
Rollender bu kez ilkinden daha uzun bir iç çekti. Sonra:
“Anlaşılan daha önce hiç büyü yapmamışsın. Ve Kadim dili de bilmiyorsun. Seninle işimiz var küçüğüm.” Dedi. Odadaki çocuklar yeni gelenin bir açığını yakalamış olmaktan gurur duyuyorlardı ancak Rollender’a karşı hissettikleri korku, İon’la dalga geçmelerini engelliyordu.
“Hımm… Bakalım burada ne var?” Rollender, öğretmenler masasının hemen arkasında duran kitaplıkta bir kitap armaya başladı. Nihayet kitabı buldu ve onu İon’ uzattı.
“Sıkı çalışman gerekiyor. Hem de çok sıkı çalışman. Bu kitapta aradığın basit büyülerin Kadim Dil’deki yazılışlarını ve bizim dilimizdeki yazılışlarını bulacaksın. Böylelikle Kadim Dili öğrenmeye başlayacak, büyüleri ise, kitapta verilen talimatlar çerçevesinde yapacaksın. Kitapta yapmanı istemediğim bir büyü olmadığından seni uyarmıyorum. Ancak çok dikkatli olmalısın. Kelimeleri doğru telaffuz etmeli ve iyi konsantre olmalısın. Bu geceden itibaren başla.” Dedi Rollender.
İon kitaba şöyle bir göz attıktan sonra Lyla’nın yanındaki yerine oturdu. Sınıftaki diğer öğrenciler, diğer büyülerde çalışırlarken, İon kitaptaki büyülere bakıyordu. Arasından en çok yapmak istediklerini ayırdı ve ilk onları denemeye karar verdi.
Büyücülük konusunda onlardan bu kadar geriyken, onlarla aynı sınıfta olmasını anlamış değildi İon. Belki de bu daha hırslanıp, azmetmesi için yapılıyordu. Tek bildiği çok çalışacağıydı.
Günlük dersler, her gün dört ders olmak üzere planlanmış, böylelikle çocuklara çalışmak için uygun fırsat ve dinlenmek için zaman tanınmak istenmişti. O gün de İon’un pek fazla anlamadığı Kadim Dil’in büyülerine çalıştılar. Anna adında kızıl saçlı bir kız uzun uğraşlar sonunda, sınıfın ortasında küçük bir ateş yakmayı başarmıştı. Diğer çocuklar Anna’ya hayran hayran bakarken Rollender bunun yeterli olmadığını söyledi. Böylelikle çocukların bütün neşesi yok oldu.
O gün nasıl geçti bilmiyordu İon. Hemen hava kararmıştı. Evine gidip bir iki büyü denemeye karar verdi ancak tek bir ışık bile yakamamıştı.
***
Günler aylara, aylar yıllara dönüşmüş İon on üç yaşına girmişti. Günlük çalışmaları meyvesini vermiş, basit büyüler yapabilir hale gelmişti. İki ay önce sınıfta güz rüzgârı estirebilmişti. Rollender bu gelişmeden oldukça memnundu. Sık sık İon ile özel çalışmalar yapıyor, çocuğun daha da gelişmesini istiyordu.
İon sıra arkadaşı Lyla ile de yakınlaşmıştı. Çocuklar arasındaki en yakın arkadaşı olan Lyla ile birçok gece büyü çalışmaları yapıyor, kızı evinde ağırlıyordu.
Gecelerden birinde İon’u uyku tutmadı. Lyla ile beraber, öğlen aralarında gittikleri çardağa gitti. Her öğlen Lyla ile buraya gelirler, yemeklerini burada yiyip, büyü çalışırlardı. Fakat bu gece burada yalnız olacağını sanıyordu ki yanılmıştı.
Lyla’yı da uyku tutmamış olacak ki çardağa oturmuş, kitap okuyordu. İon’un geldiğini duymayan kız, İon’un ani bir şekilde yanına oturmasıyla yerinden zıpladı. Korku dolu bakışlarla gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. İon’u karşında görünce derin bir oh çekti.
“Ne işin var burada?” dedi sinirle.
“Uyku tutmadı. Biraz hava almaya çıkmıştım.” Diye cevap verdi İon.
“Ne okuyorsun?”
“Ateş Büyülerine çalışıyorum.”
“Belki beraber bakabiliriz. Ne dersin?”
“Elbette.” Onlar ateş büyülerinin yapılma inceliklerine çalışırken, Birden,
“Şunu gördün mü?” diye yerinden sıçradı İon. Ormanın içinde, ağaçların arasında biri vardı. Simsiyah bir pelerin giymiş ve kafasını pelerinin kapşonuyla, yüzünü ise siyah bir atkıyla kapatmış onları izliyordu.
“Ben kimseyi görmüyorum İon”
Lyla korkuyla, bir kez daha ormana baktı ama kimseyi göremiyordu.
Adam birden arkasını döndü ve onlardan uzaklaşmaya başladı. İon ayağa kalkarak “Sen burada bekle Lyla. Hemen geliyorum.”dedi. Adama doğru koşmaya başladı. Adamı kaybettiğini sandığı bir anda onu gördü. Arkasını dönmüş, bir söğüt ağacının yanında duruyordu.
İon büyük bir temkinle adama doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan adama doğru sessizce ilerliyor, bir yandan da yapabileceği bir büyü düşünüyordu.
Adamın tam arkasında durduğu bir anda Siyah kapşonlu adam İon’a döndü. İon ona neyin yaptırdığını bilmeden adamın atkısını yüzünden çekti. Bu…
Bu bir erkek değildi. Bir kadındı! Yemyeşil gözleri, kapşonun içinden görünen kahverengi saçları olan güzel bir kadındı. Kadındaki göze batan tek şey: Teninin normal bir insana kıyasla çok daha beyaz olmasıydı.
İon kadının atkısını açtıktan birkaç saniye sonra, kadın rüzgâra karışıp yok oldu. Şimdi yalnız başına dikiliyordu. Geçirdiği şoku üzerinden atmak için yakınında olduğu nehrin kollarından birinden su içti. Sonra…
Sonra bazı sesler duydu. Bir atın sesiydi bu. Bir at hızla köye yaklaşıyordu.
Köydekilere haber vermeliydi. Koştu… Daha hızlı koştu.
Çardakta oturan Lyla’yı da alıp Büyük Konağa doğru koştular. Büyük Konağa vardıklarında at da arkalarından geliyordu. Köy sakinleri evlerinden çıkmış, bu kargaşaya neyin sebep olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Büyük Konağın kapısı yedi kez yumruklandıktan sonra, Helia dışarı çıktı. Sinirli bir ses tonuyla:
“Sen de kimsin atlı?” diye sordu.
Atlı asker çoktan atından inmiş, Helia’ya yaklaşmıştı. Sonra kıvrımlı şapkasını kafasından çıkarıp, nazikçe kadını selamladı. Bu hareket İon’u ve Lyla’yı çok şaşırtmıştı. Adamın bir düşman olduğunu sanmışlardı. Görünen o ki yanılmışlar.
“Benim. İkilep. Konseydeki casusunuz Helia hazretleri. Size çok kötü haberlerim var kraliçem. Hem de çok kötü. Aradrian büyük bir ordu toplayıp, Celendor Krallığına doğru yola çıktı. Amacı bütün krallığı yok edip, büyücülerin yakılmasından sorumlu olanlardan intikam almak.” Dedi İkilep.
Helia, duymuş olduğu haberden çok rahatsız olmuşa benzemiyordu. Hatta gülümseyerek İkilep’e:
“Ben de çok önemli bir haber getirdin sandım İkilep. Celendor bizim de düşmanımız. Onların yok olması hem Kara büyücüleri zayıflatır hem de düşmanımızdan kurtuluruz. Böylelikle bir taşta iki kuş vurmuş oluruz.” Dedi.
Perys Büyük Konak’dan çıkmış, konuşmaları dinliyordu ki duydukları hiç de hoşuna gitmedi.
“Ordunu hazırla Helia. Celendor’a yardım edeceğiz.”
“Ne? Ne demek istiyordun sen Perys?” Helia sinirlenmişti. Öfkeyle: “Kraliçenin ben olduğumu unutuyorsun sanırım.” Dedi.
“Bir düşünsene Helia. Eğer Celendor’a yardıma gidersek hem insanlar üzerindeki kötü imajımız kalkacak, hem de Kara büyücüler büyük bir bozguna uğrayacak.” Diye ikna etmeye çalıştı Perys. Ama Helia ikna olmuşa benzemiyordu. Arkasını dönüp, konağa giriyordu ki bir an durakladı. Sonra,
“Bunu düşüneceğim.” Dedi.
“Sen Celendor’a gidip haber ver İkilep.” Dedi Perys. İkilep de onaylayan bir kafa hareketi yaptıktan sonra atına binip yola çıktı.
***
Perys’in fikri ordunun da kafasına yatmıştı. Şimdi tek bekledikleri Helia’dan çıkacak karardı.
Zor da olsa Helia bir sabah,
“Her olasılığı gözden geçirdim. Ordu toparlansın. Bir hafta sonra, on beş yaş üstü herkes, erkeğiyle kadınıyla yola çıkıyoruz. Yeşil bayrağımız dalgalansın. Ormandaki diğer iki köye de haber verin.”dedi.
Halk büyük bir coşkuyla sevinç çığlıkları atmaya başladı.
Ama İon’un aklını karıştıran bir şey vardı:
On beş yaş üstü herkes mi? O, mutlaka savaşa gitmeliydi.
DEVAM EDECEK