-----------------------------------------o------------------------------------------
AZAT
Piyanoyu çalmaya başladığı ilk saniyelerde notaları bir kadının vücudundaki kıvrımlar misali dalgalandırarak büsbütün yeni bir ruh haliyle canlandıran ve odanın karanlık duvarları arasında kederle yankı bulmasına yol açan zarif, sevecen parmakları tuşların üzerinden kayıp gitmekteydi sadece. Şehvet, tutku, ve ihtirasla yeniden anlam bulan sahnelerin bezediği hatıralar zihnine üşüşür olunca daha bir hiddetle inmeye başladı elleri piyanonun tuşlarına. İhanetle sarsılan kör yeminler eşliğindeki intikam arzusu ve aynı anda kalbinde yer eden vicdani azabı hissetmek yetmişti çünkü, taze yaralarının yeniden alev almasına.
Usulca nihayete eren hüzünlü ezgi güzel sevgilisini de etkilemiş olsa gerek ki, ferini yitirmiş gözlerine yaşlar doldu önce; ağlamaya başladı... Oysa aldatılan kadının içindeki derin ve vahşi nefret, sevgilisinin üzerinde yarattığı bütün o fiziksel acıya rağmen dinmeyi bir türlü beceremiyordu. Bu yüzden ayın pırıltılı ışığı altında şevkle parlayan hançerle oynamaktan aldığı hazı uzun bir müddet daha canlı tutmaya gayret etti ve yeterince oyalandığına karar verince hayatının aşkı bildiği o adamın yarı çıplak, savunmasız bedenine kan kırmızısı bir şerit daha ekleyiverdi. İşkencesini adamın tenine, yüreğine ve bitap düşmüş beynine dayanılması güç bir acıyla işledi bütün gece. Ve odayı boyayan kuzguni siyah, pişman olduğuna dair bir belirti sayılabilecek ifadelerin tümünü hiçliğinde boğarak çekip aldı kadının yüzünden.
Az sonra; aynı gövdeden çıkan kırılgan dalların çarpışmalarıyla gelen uğultu ve yaprak hışırtılarının bastırdığı sessizlik bir kez daha dirildiğinde, yoğun duyguların yerini olgun bir bekleyiş aldı. Kadın, ilk anda bir şey söylemedi. Alnına saçılan buklelerin ardında, dikenli gülünü kucaklayan bir bülbül misali şakıyan kömür karası gözleri anlatıyordu düşüncelerini, tüm o hislerini... Elleriyle kafasını kaldırıp yarinin, ne kadar daha dayanabileceğini düşündü bu merhametsizliğe. Sonunda yatağının kenarına dayanmış olan küçük sehpanın üzerindeki şişeyi çekip aldı. Kırmızı şaraptan doldurdu kadehe; sevgilisinin susamış dudakları arasına dayadı.
Kana kana içti o da, köreltecek sandı teninde kabaran keskin acıyı, ama yanıldı. Yar elinden içine akıttığı zehirdi, kandı.
"Ah, sevgilim. Hiç mi affın yoktu şu virane, biçare benliğime? Dün bitti, yerine yenisi geleli de çok oldu... Şu ıssız odayı hevesle kol gezen ızdırabı seyreltti mi bilmem ama dün, o kadar uzak ki sevgilim, belki bir ömürden daha yakın değildir. O zaman nedendir muhafazada inat ettiğin, içindeki bu yontulmamış, delice kin? Ya senin, adeta müşterek ruhumuza geçirdiğin tırnakların açtığı yaralardan haberin var mı? Hiyanetimin bedeli mi bu önümde endam eden, sen misin? Çünkü telafisini hiç karşılayamayacaktı ki bu aciz bedenim, zaten sahip olduklarımı da düşünmeden pare pare ettin sen. Ben, senin azadından mahrum kaldım; bihaberdim, sen yoksun imişsin bir gönülden..."
-----------------------------------------o------------------------------------------
Duygu yoğunluğu yaşadığım bir vakitte yazdığım, üzerinden geçmeye veya uzatmaya bile üşendiğim bir yazı.