Gelebilecek her türlü tepkiye hazırım, çünkü bunu yazarken gerçekten bazı yerlerde ''saçmalamış'' olduğumu düşünüyorum. Sonu da biraz aceleye gelmiş olabilir.
Sakalından Evren Yaratan Adam
Taburesinde oturan yaşlı bir tanrıydı. Sakalları yarattığı yıldızlar kadar ak, kaşları oluşturduğu boşluk kadar karaydı. Canı sıkılıyordu. Bunu gidermek için oluşturduğu küçük evreni izliyordu. Sıkıntısını boş evreni izlemekle geçiştiremedi, devamlı sıkılıyordu çünkü. Bir şeyler ile uğraşması, oyalanması gerektiğini bizzat kendiside biliyordu.
Sakalını okşadı ve elini daldırıp bir tutam beyaz sakal kopardı. Tanrının tuttuğu ak sakal çevredeki yıldızlar kadar gösterişliydi. Ve yine onlar gibi parlamaktaydı. Sakalı dudaklarına doğru götürdü, kırmızı dudaklarında dolaştırdı. Sakalı diğer elinin avuç içine yerleştirdi, sakalını üfledi. Ak sakal büyüdü, büyüdü ve bir gezegene dönüşmüştü şimdi. Bir kaç saniye önce sakallarının arasındaki tutam şimdi yarattığı evrenin içinde, yarattığı gezegenler arasındaki yerini almıştı.
Bu canı sıkıldığı zamanlar yaptığı eylemlerden biriydi, bir özelliği bulunmamaktaydı. Yarattığı yıldıza yaşaması için bedenler yapmayı ve onların neler yaptıklarını seyretmeyi düşündü. Güzel fikirdi.
Sakalından minik teller kopardı. Beyaz telleri, kaşlarından kopardığı siyah teller ile karıştırdı. Kafasında saç yoktu, bu yüzden elini attığı kafasında pek bir şey bulamamıştı. Siyah ve beyaz tellerin karışımından oluşan ruhları az biraz önce oluşturduğu gezegene üfledi. Aynı işlemi bir süre daha devam ettirdi. Yeteri kadar ruh yapmadığını düşünüyordu. Ruhların yapımından sıkıldığı vakit, siyah kaş telinden biçim verdiği yarı-tanrıya göz attı.
''Bu kadarı benim için yeterli değil,'' diye söylendi tanrı. Ellerini sakalına götürdü. ''Baksana onları yaratacağım ve sıkıntıdan kurtulacağım diye sakalımı kaybettim,'' yarı-tanrıyı şöyle bir süzdü. ''Üstelik her şey tam olmadı. İstediğim ve hayal ettiğim gibi gerçekleşmedi. Kusurlu gezegenlerden biri. Üzerinde bedenlerin dolaştığı boşa uğraştığım eser.''
''Yarattıkların ateşi icat ettiği zaman her şey yok olacaktır zaten,'' diye karıştı yarı-tanrı.
''Bunu nerden biliyorsun?'' diye sordu tanrı.
''Ben sizin kaşlarından oluşmuş, onlardan biçim almış bir varlığım. Bildiklerinizin her birini bende biliyorum. Tıpkı oluşturduğunuz ve gezegene gönderdiğiniz bedenler ve onların içerisindeki ruhlar gibi.''
''Onlardan nasıl kurtulabiliriz bir fikrin var mı?'' dedi tanrı parçasını taşıyan yarı-tanrıya.
''Oluşturduğun, yarattığın, biçim verdiğin her şeyi bana bırak ve bu evreni terk et. Kendine daha güzel ve eğlenceli bir evren yarat. Burasıyla ve ateşi kullanmaması gereken bedenler ile ben ilgilenebilirim.''
Yarı-tanrının söyledikleri yaşlı tanrının kulağına hoş geliyordu. Kafasını aşağıya ve yukarıya salladı. Bu onaylamak demekti. Taburesine oturdu ve gözlerini yumdu. Bir süre sonra tanrının oturduğu evrenini izlediği yerde, başka taburenin üzerinde yarı-tanrı oturmaktaydı.
''Ateşi kullanmalarına, gezegeni yakmalarına izin vermeyeceğim. Daha kötüsü dahi olabilir, evreni yakabilirler,'' dedi. Eskinin yarı-tanrısı şimdinin tanrısı kaşlarından bir tutam, sakallarından yinebir tutam kopardı ve onları birleştirip ezdi.
Gezegeni izleyip kaşları ve sakalları uzun uzun olan bedenleri görünce gülümsedi. Sakallarını ve kaşlarını ilkel canlılar gibi yolan bedenleri görünce kahkaha attı.
''Umarım işim bir an önce biter. Bitmez ise ateşe ulaşır ilk önce kaşlarını ve sakallarından kurtulmak isterler. Önce kendileri, sonra gezegen, sonra evren ve en sonunda ben yok olurum. ''
Uzun uğraşlar ve deneyler sonunda metali yaratmıştı. Bedenler sakallarını bu yeni madde ile temizlediler. Kaşlar ve sakallar tekrar tanrıya ulaştı ve o da, bir önceki tanrı gibi yeni bedenlere biçim verdi.