''Yapmak zorunda olduğunuz şeylerden sıkıldığınızda, hayatı anlamaya başladınız demektir.''
En beğendiğim felsefe olan 'sen = sen, başka hiç kimse değil.' felsefesi beni bir şeyi sorgulamaya itti. Sanırım.
Hayatımızın kontorlü bizim elimizdedir değil mi? Kendi kararlarımızı kendimiz veririz, kiminle anlaşıp kiminle anlaşamayacağımızı tahmin ederken istediğimiz kişiyle konuşur istediğimizle konuşmayız. Arkadaşlarımızı kendimiz seçeriz, istediğimiz takımı veya siyasi partiyi tutar istediğimiz kadar savunuruz. Özgür bir ülkede yaşayan özgür insanlar olduğumuz sürece, demokrasi ile yönetildiğimiz sürece, hayatımız kendi ellerimizdedir.
İşte; aslında hiç de öyle değildir.
Ebeveynlerimizi kendimiz seçemediğimiz sürece hayata önyargılarla gelmişiz demektir. Kucakta taşınırken etrafımızdaki insanların tüm hareketleri, tüm konuşmaları, tüm davranışları istesek de istemesek de bize bir şeyler katmıştır. Öyle ki hayatımız boyunca kullanacağımız dilimiz bile etrafımızdaki insanlara göre şekillenir. Şivemiz bulunduğumuz ortamdan gelir, bize öğretilen şeyler çevremizin düşüncesine bağlıdır, hatta belki tutacağımız takımı bile babamıza göre seçeriz. Bize bırakılan seçimler ise alacağımız oyuncağın yeşil renk mi yoksa sarı renk mi olacağı gibi hiç bir şeyi etkilemeyecek olan ufak şeylerden ibarettir. Hangi okula gideceğimize biz karar veremeyiz, ortamımızı ilk etapta biz seçemeyiz, kendi duygu ve düşüncelerimizi açıklayacak kıvama gelene kadar hayatımızı yönlendiren hiç bir olaya müdahale etmemiz mümkün değildir aslında. Şimdi soruyorum; biz özgür müyüz?
Türkiyede ya sağcı ya da solcusunuzdur. Babanız sağcı ise ve sizi kendi bildiği kriterlerden ödün vermeden büyütüyorsa siz de sağcısınızdır. İsteseniz de istemeseniz de. Ancak ve ancak belli bir noktanın ötesine geçebildiğinizde değiştirebilirsiniz bazı şeyleri. Gene de değiştirdiğiniz şeyler temel değildir, size öyle de gelse. Aynı şekilde fanatik bir babaya veya yakına sahipseniz ve sürekli etrafınızda aynı renkler bulunurken büyürseniz ister istemez o takıma yönelirsiniz. Bunun örnekleri çoğaltılabilir elbette, sosyal bir anneye sahip olmak komşu çocuklarla tanışmanızı sağlayıp özgüvenli veya kendinizi ifade edebilen bir insan olmanızı sağlayacağı gibi tersi bir durumda içine kapanık bir insan olabilirsiniz hayatınızın kalanında. Bu ve buna benzer onlarca olay gençlik dönemine gelene kadar kontrol eder sizi.
Ergenlik döneminde sıkıntılı dönemler yaşanması belki de en çok bunlardan dolayıdır. Hayatı öğrenmeye başladığınızda ve size öğretilen şeylerden başkalarını da seçebildiğinizi anladığınızda bocalarsınız ve bazı şeyleri sorgulamaya başlarsınız. Bu dönemin sakatlığı da buradan gelmektedir, nereye gideceğinizi konusunda hiç bir fikriniz olmadan geniş bir kavşağa bırakılmış gibisinizdir çünkü. Geri dönüş ise çok zordur, zira tüm yollar tek yöndür ve bir yolda ne kadar ilerlerseniz geri dönmeye çalışırken size çarpacak olan kişi sayısı da o kadar fazla olacaktır.
Demem o ki; özgür değiliz. Kendimizi bildiğimizi düşünüyorsak şöyle dönüp bir bakalım geriye; yaşadığımız ülkeyi, sokakta nasıl yürüyeceğimizi, kiminle konuşup kiminle konuşmayacağımızı, neye inanıp neye inanmayacağımızı biz mi seçtik gerçekten? Yoksa doğduğumuzdan beri sürekli olarak bazı yerlere yönlendiriliyor, sürekli kişilerin ve düşüncelerin etkisi altında mı kalıyoruz? Gerçekten kendi kararlarımızı vermekte özgür müyüz, yoksa önümüze konan seçeneklerden birini mi işaretliyoruz sadece?
Düşünün. Sonuç değişmeyecek olsa bile düşünün. Madem ilerlemekte olan bir trendeyiz, en azından hangi vagona oturacağımıza kendimiz karar verelim.
Ve hayır, anarşist bir insan değilim.