Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Malkavian - 23 Ocak 2012, 02:08:13

Başlık: L.H.T. // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 23 Ocak 2012, 02:08:13
L.H.T.
Bölüm I

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/l-g.jpg)

Her sabah çalan zilin tek düze sesi kulaklarımda çınlarken, gözlerimi araladım ve yine her zamanki gibi oda arkadaşımın histerik sayıklamaları eşliğinde güne başladım.

‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’ dedi ve sonrasında örtüsünü kafasına kadar çekip yatağının içinde bir top gibi kıvrıldı. Mor göz çukurları ve neredeyse saydam gibi görünmesini sağlayacak kadar beyaz bir teni vardı. Deli gibi sayıklayıp durmasa ve birkaç öğün bir şeyler yese yakışıklı bile sayılabilirdi belki de.

Kendi kendime gülümsedim. Her sabah aynı şeyleri duymak insanın sinirlerini bozuyordu ama bu sabah benim neşemi hiçbir şey kaçıramazdı. Bugün, yani on sekizinci yaş günümde, bu lanet olasıca yerden kaçıp kurtulacaktım.

Pis bakışlı, iri yarı, şişman bir gardiyan elindeki sert ve siyah sopayı koğuşumuzun demir tellerine vurdu ve genizden gelen kalın sesiyle bağırdı:

‘Herkes koğuşları terk etsin!’ ve kısık bir sesle gözleriyle beni baştan aşağı süzerek ekledi ‘Sen de güzelim.’ Kel kafasında birikmiş ter damlalarını yatağımın başından bile görebiliyordum. Kendime hakim oldum ve tiksintiyle bacaklarımı açıkta bırakan geceliği çekiştirip kendime çeki düzen vermeye çalışırken ne deniliyorsa yaptım. Nasıl olsa bunlara son kez katlanacaktım.

Gardiyanın diğer mahkumları rahatsız etmek için ayrıldığından emin olduğumda elimi dikkatlice yastığımın altına kaydırdım ve toka tellerini birleştirerek el yordamıyla yaptığım keskin olmayan ama kesinlikle bir tehlikeyle karşılaşırsam birine saplayabileceğim küçük bıçağı çekip aldım. Standart olan kot pantolon ve beyaz tişörtümü giyindim ve el yapımı bıçağımı kot pantolonun arka cebine attım. Sonra vazgeçtim ve yan ceplerimden birine koydum. Pislik herifler bazen kıçıma çok dikkatli bakıyorlardı. Gardiyanların yüzleri ve bana bakışları aklıma gelince tekrar iğrendim ve suratımı buruşturarak koğuşu terk etmeye başladım.

İri yarı, kel kafalı gardiyan tam koğuştan çıkarken sırıtarak geri geldi ve yüzünü neredeyse yüzüme yapıştırarak, beni rahatsız ettiğinin gayet bilincinde konuşmaya başladı. ‘Bugün senin doğum günün ufaklık. Sana bir hediye almayacak kadar düşüncesiz olduğumuzu mu sandın yoksa? O beyaz tenine iyi gider diye düşündüm.’ konuşurken iğrenç nefesi burnumun direğini sızlattı. Gözleri gözlerime kilitlenmişti ve beklentiyle bana bakıyorlardı. Gözlerimi her zaman olduğu gibi kaçırdım ve yerdeki karo taşlarının artık ezberlediğim girintilerine ve çıkıntılarına odaklandım. Sürprizi her neyse benim nefret edeceğim bir şey olduğuna da emindim.

Arkasına bağladığı ellerindeki süslü torbayı bana uzatıp ‘Bugün bunları giyeceksin ufaklık.’ Dediğinde zaten emin olduğum şey bir kere daha kanıtlanmış oldu. Kafamı itaatle önüme eğdim ve elindeki torbayı alıp koğuşa geri döndüm. İçimden ettiğim küfürlerin arasında ne kadar çarpık, zavallı ve sapık bir herif olduğunu, onu buradan kaçmadan sırf diğerlerine iyilik olsun diye öldürmem gerektiğini düşünüp durdum. Arkama dönüp bakmadım bile. Giyinirken beni izleyeceğini biliyordum. Bakışlarını görmemek bazen işe yarıyordu. Eğer gerçekten farklı bir şeyler düşünecek kadar odaklanabilirseniz tabi.

Ben bunları düşünürken, ellerim itaatle torbayı açtı ve içinden çıkan kareli bir eteği kavradı. Okullarda giyilene benziyordu. Sadece onlardan on kat daha kısaydı. Üzerine giymem için ise içini olduğu gibi gösterecek kadar ince kumaştan yapılmış beyaz bir gömlek konulmuştu torbaya. Bunu giydiğimde üzerime bir şey giymemiş gibi olacağım kesindi ve tabi ki her sapığın fantezilerini süsleyen, siyah, parlak, topuklu ayakkabılar da unutulmamıştı. Hepsinden çok işte bu ayakkabılar canımı sıkmıştı. Her gün pis gardiyanların bana bakmasına, hatta daha ileri gitmelerine alışıktım ama bu topuklu ayakkabılarla kaçmak gerçekten de imkansız olacaktı.

Sıkıntıyla kostümümü giyip yemek salonuna girdiğimde, tüm gardiyanlardan bir alkış ve ıslık tufanı yükseldi. Sıska bir adam beni elimden tutup yemek masalarından birinin üzerine çıkardı ve etrafımda dönmemi işaret etti. Benim gibi mahkum olan çocuklardan bazıları o masada yemek yiyordu ve suratları kıpkırmızı olmuştu. Gardiyanların bana yaptıklarından mı, yoksa görüntümden dolayı mı utandıklarına emin olamıyordum. Kızlar ise içlerinden dua etmekle meşguldü. Şimdi bu masada, bu kıyafetlerle gardiyanların ilgisine maruz kalan onlar da olabilirdi çünkü. O sırada bekçiler alkışlarıyla bir tempo tutturdular ve beklenti ile yüzüme bakmaya başladılar.

Şerefsiz herifler! Aslında hepinizi öldürmeyi o kadar isterdim ki! Beklenti ile gülümseyen pis suratlarına tek tek baktım ve itaatkar bir ses tonuyla ‘Efendiler ne istiyor?’ diye sordum.

Zayıf, uzun boylu gardiyanlardan biri suratını buruşturarak bana döndü ‘Efendiler doğum gününde dans etmeni istiyor. Eğlenmeyeceksek doğum gününü kutlamanın ne anlamı var değil mi?’ Gardiyanların geri kalanı birbirlerine bakıp gülümsedi. Masada oturan ve emir gelene kadar kalkamayacak olan çocuklar ise utançlarından yemeklerine gömülmüşlerdi.

Ayaklarımı yavaşça hareket ettirip gardiyanların yüzlerinde kocaman gülümsemelerle tuttukları tempoya ayak uydurdum. Müzik nasıl bir şey bilmiyordum? Nasıl dans edileceğini bilmiyordum. Tüm bunlar bize yasaktı. Tek bildiğim emirlere uymadığım zaman neler olacağıydı. İşte bu yüzden kimse gardiyanlara karşı gelemezdi. O korkunç yaratıkla yüzleşmeyi kimse istemezdi. Onun o kırmızı insanı delip geçen gözlerine kimse bakmak istemezdi.

Havaya kaldırdığım ellerimle uzun kızıl saçlarımı kavradım. Avuçlarımın içindeki telleri iyice havaya kaldırdım, salınmaları ve oradan omzuma çarparak aşağı dökülmeleri için onları serbest bıraktığımda yüzlerindeki gülümseme daha ilginç bir şeye dönüşmüştü. Daha önce görmediğim bir şeye. Hepsi istekle bana bakıyordu. Daha önceden bana ezberletildiği şekilde ellerimi yine ağır hareketlerle indirdim ve gömlek düğmelerimi yukarıdan aşağı doğru açmaya başladım. Daha ilk düğmemi açtığımda nefeslerini tuttuklarını hissedebiliyordum.

Tekrar zil çaldı ve bütün gardiyanlar aynı anda görev yerlerine doğru arkalarını dönüp gitmeye başladılar. Mahkumlar da benim gibi şaşırmıştı çünkü ikinci zil ancak yatma vakti geldiğinde çalardı. Yine de hiçbiri itiraz etmeden yerlerinden kalktılar. Zaten utanç ve suçlulukla bana bakmamak için yemeklerini hızla yemişlerdi. Masanın üzerinde gömleğimin düğmelerini beceriksizce ilikledim. Utançtan ateş basan yanaklarıma yatakların bulunduğu kısımdan serin bir hava esiyordu. Sonra aniden kel kafalı şişko gardiyanın gözlerinde büyük bir hırsla bana doğru geldiğini gördüm. İnsanı bir tepki veremeyecek kadar kendini kaybetmişti. Hırladı ve dev ellerinin tekiyle az önce iliklediğim düğmeleri kopararak gömleğimi üzerimde yırtıverdi. Diğer koluyla beni sertçe masaya düşmem için ittirdi ve öyle de oldu. Kafamı metalden yapılma masaya gürültüyle çarptım. Hemen ardından tüm ağırlığıyla üzerime çıktı ve dişlerini göstererek bir şeyler geveledi. Ne dediğini duyamıyordum bile. Çaresizdim ve adamın ağırlığı altında eziliyordum.

Gardiyanlar hiç bu kadar ileri gitmezlerdi. Asla bize dokunmazlardı. Onlar sadece kafamızın içindekilerle mutlu olurlardı. Emirlerini yerine getirmemizden, bizi herkesin önünde küçük düşürmekten ve daha birçok şeyden ama hiçbir muhafız daha önce bana elini bile sürmemişti. Gözü dönmüş kel kafalı pislik üzerime çullandığı anda çaresizliğimden dolayı vücudum titremeye başladı. Kendimde olduğunu daha önce bilmediğim bir güçle dizimi kaldırdım ve adamın hayalarına tüm gücümle tekme attım. Kulağıma salyalarını akıtarak her ne söylüyorsa gürültülü bir iniltiyle yarıda bıraktı ve bir iki adım geriledi.

‘Seni küçük fahişe!’ dedi sinirle etrafa tükürükler saçarak ve tekrar üzerime doğru gelmeye başladı. İşte bu sefer kaçışım yoktu. Bir otobanda üzerinize doğru gelen  tırı nasıl durdurabilirdiniz ki? Neler saçmalıyorum ben böyle. Hayatım boyunca bu odadaydım. Ne otoban görmüştüm, ne de tır…

Bunları düşünür düşünmez duvarlar sallandı. Koca, gri taşların birleşim yerlerinden tozlar dökülmeye başladı ve gardiyan tekrar bana doğru gelmeye çabaladı. Ama bana ulaşamadı çünkü refleks olarak şişko herifi ittirmek için kaldırdığım ayağım kafasına gelmişti. Kötü bir şeyler olduğunun hissi tüm bedenimde yankılanıyordu. Şerefsiz herif geriledi ve sendeleyerek yere düştü. Dakikalarca yerde can çekişirken tek gözüne saplı olan siyah, parlak ayakkabının topuğunu çıkarmaya çalışıyordu. Heryer yine sallandı. Sanki deprem oluyordu. Duvarlar, masa, bu oda, dünya hepsi sallanıyordu. Hemen masanın altına geçtim ve dizlerimi kendime doğru çekerek ağlamaya başladım. Doğum günlerimden nefret ediyordum ama açık ara farkla bu en kötüsüydü. Metal masanın üzerine duvar parçaları ve tavanın bir bölümü gürültüyle düşerken, ağzımdan gün boyu kimseden duymadığım tek bir cümle dökülüverdi.

‘Doğum günün kutlu olsun Meg.’

Sarsıntı başladığı gibi aniden kesildi. Gözlerimi açtım ama bu sefer farklıydı. Zil çalmamıştı ve daha da önemlisi henüz uyumamıştım. Bir insan uyumadan bir güne iki kere uyanabilir miydi? Sol tarafımdan kısık sesle gelen mırıldanmaları bıkkınlıkla dinledim.

‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’

Kafamı yavaşça yana doğru çevirdim. Bir çeşit camdan yapılmış, üzerine bulunduğum yerden bakılınca 1101 rakamlarının yazılı oldğu bir kapsülün içinde yatıyordum. Ellerim beceriksizce saydam cismin yan taraflarına bağlanmıştı. Oda koğuşumuzun aksine bembeyazdı. Elime bol gelen kol bağımdan kurtuldum. Tanrım ne kadar da zor olmuştu. Sanki üzerimde haftalarca filler tepinmiş gibi her yanım ağrıyordu. Yavaşça hareket ettim ve kafama bağlı olan onlarca kabloyu da takılı oldukları yerlerden çıkardım. Neredeydim böyle? Rüyada mıydım?


---o---

İyi akşamlar Birleşik Amerika Konfederasyonu. Başbakan ve Dini Konseyin son aldığı karar neticesinde önümüzdeki sene yürürlüğe girmesi beklenen 2613 yılı ekonomik paketi açıklandı. Lüks alışverişlere getirilecek ek vergilerin arttırılacağı bildirildi. Diğer taraftan Ulusal Tıp Birliği’nin onursal başkanının söylediklerine göre Yedeklerin bakım ücretlerinde değişiklik olmayacağı açıklandı. Şimdi spor haberlerine geçiyoruz…

Kalın gözlüklerini bir anlığına çıkarıp gözlerini ovuşturdu ve onları tekrar yerlerine koyarken gözlerini kırpıştırdı. Yan tarafında duran küçük ekranı sinirle kapattı ve kontrol panelinin önüne doğru geçti. Bu haberler doğruysa, maaşına zam  yapılmayacağı garantilenmiş oluyordu. Ayrıca yapması gereken birçok iş vardı. Büyük salonda yedeklerle ilgili yeni bir seminer verilecekti ve şirketin sahibi olan Bay Numberg’de orada olacaktı. Yaklaşık bir saati vardı ve yedekler neredeyse uyanmak üzereydi. Gülümsedi ve kontrol panelinin önünde duran kocaman ekrana dönüp

‘1011 numaralı yedeği ekrana yansıt.’ dedi.

Beyaz duvarları olan penceresiz koğuşun içinde iki tane yatak vardı. Birinde gözleri mor, titrek ve sürekli sayıklayan işe yaramaz bir yedek duruyordu. Onu defalarca yok etmeyi düşünmüştü ama gerçeğine bir şey olması durumunda hala kullanılabilir durumda olması bunu yapmasına engel oluyordu. Hatta diğerlerini etkileyebileceği gerçeğini bile görmezden gelmesi gerekiyordu. Gözlerini hemen işe yaramaz yedekten diğerine kaydırdı. Kızıl uzun saçları, beyaz teni, çekici fiziğiyle diğerlerinden kolaylıkla ayırt edilebilecek durumdaydı.

Klavyeyi önüne doğru çekti ve bir şeyler yazdı. Enter tuşuna basar basmaz koğuşun kapısında kel kafalı bir gardiyan belirdi ve kızla konuşmaya başladı. Gülümsedi ve parmaklarını hızla klavyede gezdirmeye başladı. Her girdiği komutla beraber gardiyanlar istediğini yapıyordu. Kız kendisine verilen giysileri giyerken kontrol panelinin önündeki ekrana neredeyse burnunu yapıştırarak izledi. Bir yandan tedirgin bakışlarla arkasındaki kapıyı inceliyordu. Mesaisi yakında bitecekti. Normal bir zamanda olsa kimse onu umursamazdı bile ama bugün seminere katılacaktı ve onu çağırmaya birini gönderebilirlerdi. Bu yedeğe yaptıklarını görmeleri zaten maaşı az olan işine son vermelerini garantilerdi.

Sonunda mesainin bittiğini belirten zil çaldığında zaten tedirgin bakışlarla beş saniyede bir arkasına bakan gözlüklü adam yerinden sıçradı ve kendi kendine gülümsedi. Kızın masada dans eden görüntüsüne hüzünle baktı. Tam da gömleğini çıkartmak üzereydi. ‘Şimdilik bu kadar yeter.’ Dedi kendi kendine ve evraklarla doldurduğu çantasını eline alarak hızla döndü.

Panikle sıçradığı anda ve çantasına uzandığı sırada kontrol panelinde basmaması gereken bir tuşa yanlışlıkla dokunduğunun farkında bile olmadan koşar adım seminer salonuna doğru ilerledi. Bay Numberg bekletilmekten hiç hoşlanmazdı.

Arkasında bıraktığı ve kapısını sıkıca kilitlediği odadaki ekranda tek bir cümle kırmızı bir bant içinde yanıp sönüyordu.

''1011 numaralı yedek için tahliye programı başlatıldı.''
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Kanashii Uchiha - 23 Ocak 2012, 04:29:16
Uyanarak yapılan bir giriş daha  (=
Başka bir konu da , bu tip başlangıçları çok sık kullandığını söylemiştin bir aralar; sanırım yanılmıyorum. Neyse gelelim L.H.T'ye..
 
Girişi ve yemekhane kısımları gayet dikkat uyandıran noktalarla doluydu. Orada ayrıca yakaladığın
 sanal gerçeklikle oluşturulma olayını ayrıca sevdim, belirtmem gerekli! Çekici ve hızlı bir
bölümdü aslını istersen. Merak uyandıran tarafları bolca vardı. Anlatım akıcı ve
 sürükleyiciydi. Fakat, sanki bir çırpıda anlatıp bitirmek istermişsin gibi de hissettim aslında.
 Bu iyi mi, kötü mü ? Yoksa olması gereken bir şey mi? Tam bilemedim.

Meg'in gözlerinden anlatım tarzı (kız olduğunu da düşünerek) seni zorladı mı
merak ettim? Merakımı  cezbeden ikinci husus ise öykünün adı oldu. Bir kısaltma
olduğunu biliyoruz ama neyin kısaltmasıydı acaba? Bunu sormadan
edemeyeceğim. Belki de sorulmaması gereken bir şeydir.Bilemedim şimdi. xD

Birde nedense haberleri verdiğin kısıma takıldım azıcık. Haber başlıklarının sayısı fazla gibi sanki.
Aslında kötü durmuyor. Ama böyle ne bileyim, tarif edemedim... Bu arada "Laik Amerika" çizgisinden
 farklı bir konfederasyonla karşı karşıyayız gibi geldi sanki. Doğrumuyum ? Eğer doğruysa
ilginç bir açı elbetteki bu da.. Yedekler derken klonlardan da bahsediyor olabilirsin
sanırım. Tabi bu sadece bir teori. Tahmin yürütmeden de duramıyor ki insan. Sürükleyici olmuş.
Unutmadan merakımı çeken bir diğer nokta da işe yaramaz yedek. Altından neler çıkacak acaba?

Güzel olacağına inandığım bir öykü bu. Yeni bölümü sabırsızlıkla beklemekteyim. Eline sağlık Malkavian.

Not: Aslında doğum günü çocuğu sendin ve bizim sana bir hediye vermemiz
gerekiyor kanımca. Fakat sen bizden önce davrandın! (:

Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 23 Ocak 2012, 11:00:35
Cevap verebileceğim kısımlarına cevap vereyim en iyisi. Geri kalanı ikinci bölümde cevap olarak alabileceksin zaten.

Haberlerin verildiği kısımda normal bir yazıyla yazmak yerine bağlaç vs çok kullanmışım o yüzden rahatsız etmiş muhtemelen. Onu düzelttim. Ama kast ettiğin dünyaya dair çok ipucu vermesiyse o gerekliydi.

Kızın tasvirini davranışlarını yazarken zorlanmadım ama kendisine bakan gardiyandan ne kadar tiksindiğini üzerine geldiğinde ne hissettiğini anlamam mümkün bile değil. Bu yüzden o kısımlar bayan okuyucular için eksik kalmış olabilir.

Bunun dışında varsayım yapmanız ve tahminlerde bulunmanız benim için sevindirici bir durum gerçekten. Okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Fiddler - 23 Ocak 2012, 15:37:57
Elinize sağlık. Büyük bir beğeni ve rahatlıkla okudum öykünüzü. İçinde hem "Sucker Punch" hem de "Never Let Me Go"yu getirdi aklıma. Genel olarak anlatınızı da başarılı buldum. Atmosfer konusunda özellikle takdir etmem gerekir; çünkü okuduğum şey beni çok rahat çekti içine. Okurken ensemde durmuş beni gözetleyen biri varmış gibi okudum, ekranın çevresi gri, monokrom bir görüntüye dönüştü adeta. Vallahi helal olsun.

Olumsuz yönde birkaç eleştirim olacak, haddimi aşıyorsam şimdiden özür dilerim.

1. Genel olarak öykü rahat akıyor; ama sekteye uğratan tek şey çok fazla uzun tümce kullanımı olmuş galiba. Bu  karşı olduğum bir şey olduğundan değil; ama daha kısa cümleler hem öykünün ritmini neredeyse bir soluk alıp verme ritmine oturtarak hali hazırda büyük olan etkileyiciliği daha da artırabilirdi, hem de zaman zaman cümle ortasında kafanın karışıp başa dönmeyi engelleyebilirdi. Örnek vermem gerekirse:

Gardiyanın diğer mahkumları rahatsız etmek için ayrıldığından emin olduğumda elimi dikkatlice yastığımın altına kaydırdım ve toka tellerini birleştirerek el yordamıyla yaptığım keskin olmayan ama kesinlikle bir tehlikeyle karşılaşırsam birine saplayabileceğim küçük bıçağı çekip aldım.

Burada hem cümle çok uzundu, hem de içindeki "toka tellerini birleştirerek el yordamıyla yaptığım keskin olmayan ama kesinlikle bir tehlikeyle karşılaşırsam birine saplayabileceğim küçük bıçak" tamlaması çok uzun. Bunu cümlelere bölebilirsin:

Alıntı
Gardiyanın diğer mahkumları rahatsız etmek için ayrıldığından emin olduğumda elimi dikkatlice yastığımın altına kaydırdım. Toka tellerini birleştirerek el yordamıyla yaptığım küçük bıçağı çekip aldım.Keskin değildi; ama kesinlikle bir tehlikeyle karşılaşırsam birine saplayabilirdim.

Tabii bu noktada estetik bir karar uzun cümle - kısa cümle karşılaştırması. Zaten dediğim gibi, bu haliyle de pekala sevdim cümlelerini.

2. Sen de söylemişsin kızın gardiyandan ne kadar tiksindiğini ne hissettiğini anlamam mümkün değil diye, Ben de kızın karakterinde hafif bir boşluk, bir eksiklik hissettim; ama bu pekala daha sadece bir bölüm okumuş olmamdan kaynaklı da olabilir. Muhtemelen ilerideki bölümlerde iyice etten kemikten kanlı canlı bir kıza dönüşecektir.

3. Her ne kadar atmosfere çok iyi soksan da bizi, nerede olduğumu pek anlayamadım öykü içerisinde. Yani nerede derken, gerçekten fiziksel olarak neresi. Nasıl bir odadan nasıl bir koridora çıtkı, yemekhane odasına ne kadar yakın, ne kadar büyük, kaç kapı var arada, gardiyanlar ne sıklıkla dizilmiş vs. vs., çevresi konusunda yeterince bilgi edinememek (kişisel zevkim için belki de) hoşuma gitmedi. İkinci kısımda, o monitörlerden izleyen adam için de aynı şeyi hissettim.

Bu kadar. Genele bakıldığı zaman oldukça hoşuma gitti. İkinci bölümü de merakla bekliyorum ve, Kanashii Uchiha'nın da dediği gibi ben de o oda arkadaşını oldukça merak ediyorum. Tekrar elinize kaleminize sağlık.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 23 Ocak 2012, 15:59:55
Sucker Punch atmosfer olarak çok iyi çekilmiş ama senaryosu beş para etmez bir filmdi bu yüzden atmosfer olarak benzetme almak hoşuma gitti.

1. Eleştirinizde haklısınız ve bunun önüne ne kadar geçmek istesem de yazarken fark edemiyorum çünkü en hoşlanmadığım şey kısa kısa cümlelerin ardından nokta konulması. Başka yazılarda bundan hoşlanmayan biri de bağlaçlara bazen fazla yüklenebiliyor.

2. Bunun hakkında zaten konuşmuştuk ama kızın karakterinde boşluk olması normal gibi göründü bana ikinci bölümü bildiğim için. Ama belki de anlatımda da yavan kalan yerler olmuştur.

3. Konuya gelince hikayenin ilk kısmında detayları bilerek vermedim. İkinci kısmında ise yeni uyanan bulanık gören birinin gözünden sadece yakın mesafede olan şeyleri tasvir edebilirdim. Yani aslında detay vermemem ortamı yaratmadaki en büyük silahımdı diyebilirim.

Okuyup yorumladığınız ve eleştiriler yaparak katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: beerold - 23 Ocak 2012, 16:51:44
 Konu her ne kadar hızlı ilerlemiş olsa da diyebileceğim tek bir şey var: Devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 30 Ocak 2012, 10:40:03
Okuyp yorumladığınız için teşekkür ederim. Devamını da kısa bir süre içinde yazmayı düşünüyorum. Umarım düşündüğüm kadar çabuk olur.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: okurgezer - 30 Ocak 2012, 14:08:55
Selamlar,
Sucker Punch'ı izlemedim ama başka bir filmi hatırlattı bana öykünüz. izlediğim halde filmleri çok iyi hatırlayabildiğimi söylemem ama Resident Evil'in Alice'ini anımsadım nedense.

Bir iki yerde kullanılan kelimeye takıldım, sonra dönüp cümleyi yeniden okuduğumda aslında farklı tonla okunduğunda kelimelerin doğru yerde olduğunu farkettim. Onun dışında sonuna kadar durmaksızın okuttu kendini.

Vel hasıl kelam, ellerinize sağlık, devamını bekliyorum ben de :)

Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Ulubatli - 31 Ocak 2012, 18:55:33
Biraz başka filmlerden hikayelerden esinlenilmiş galiba. Onun dışında kendinize özgü bir anlatımınız var. Henüz ısınamadım. Alışmadığımdan olabilir belki bilmiyorum. Elinize sağlık.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Elerki - 04 Şubat 2012, 17:51:53
Malkavian,

Uzun süredir ilk kez böyle bir hikaye okuyorum. Anlatım gerçekten çok akıcı, tekletmeksizin okumayı sağlıyor. Konu, içeriğinin işlenişiyle oldukça ilgi çekici! :)

İkinci bölümü gerçekten merakla bekliyorum.

Duruma göre yorum yapabileceğim bir durum daha var:

Alıntı
...Bir otobanda üzerinize doğru gelen  tırı nasıl durdurabilirdiniz ki? Neler saçmalıyorum ben böyle. Hayatım boyunca bu odadaydım. Ne otoban görmüştüm, ne de tır…

Eğer ki ikinci bölümde ortaya çıkacak bazı şeylere gönderme yapılıyorsa gayet uygun olmuş -ki bence öyle olacak. Fakat, eğer güzel, farklı anlatım için düşünüldüyse bence gerek yoktu bu kullanıma -ki tekrar söylüyorum, bunun bir işlevi olduğunu düşünüyorum. :)

Çok teşekkürler bu başarılı anlatım ve güzel kurgu için. Elinize, aklınıza sağlık!

Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 04 Şubat 2012, 22:15:44
Selamlar,
Sucker Punch'ı izlemedim ama başka bir filmi hatırlattı bana öykünüz. izlediğim halde filmleri çok iyi hatırlayabildiğimi söylemem ama Resident Evil'in Alice'ini anımsadım nedense.

Bir iki yerde kullanılan kelimeye takıldım, sonra dönüp cümleyi yeniden okuduğumda aslında farklı tonla okunduğunda kelimelerin doğru yerde olduğunu farkettim. Onun dışında sonuna kadar durmaksızın okuttu kendini.

Vel hasıl kelam, ellerinize sağlık, devamını bekliyorum ben de :)



Benzemesi normaldir. Bahsettiğiniz filmi ve daha önce bahsi geçen tüm filmleri izledim ve hafızam biraz kuvvetlidir. İster istemez etkisinde kaldığım esinlendiğim filmler elbette ki olmuştur. Hastane sahnesi, beyaz ortam belki o filme benzemiş olabilir ama devamı benzemeyecek ona emin olabilirsiniz. Yorumunuz için teşekkür ederim.

Biraz başka filmlerden hikayelerden esinlenilmiş galiba. Onun dışında kendinize özgü bir anlatımınız var. Henüz ısınamadım. Alışmadığımdan olabilir belki bilmiyorum. Elinize sağlık.

Dikkat ettiğim kısım da kendime özgü olması zaten yazım tarzımın.  Birkaç paragraflık, bol virgüllerle ve bağlaçlarla süslenmiş mekan, kişi , durum tasvirlerini yapmayı ben de biliyorum fakat hikayelerimde genelde ön plana çıkarmak istediğim şey anlatım gücüm değil kurgunun güzellikleri olduğu için sade yazımı tercih ediyorum. Kendimce fikrim şöyle ki; bir arabanın cantından, rengine, farlarından, motor gücüne tüm özelliklerini okuyucuya anlatırsanız okuyucunun hayal gücünü hafif de olsa baltalamış oluyorsunuz. Bu yüzdendir ki ana karaktarler de dahil bazı noktaları bilerek boş bırakıyorum yazılarımda. Okuyup yorum kattığınız için teşekkür ederim.

Malkavian,

Uzun süredir ilk kez böyle bir hikaye okuyorum. Anlatım gerçekten çok akıcı, tekletmeksizin okumayı sağlıyor. Konu, içeriğinin işlenişiyle oldukça ilgi çekici! :)

İkinci bölümü gerçekten merakla bekliyorum.

Duruma göre yorum yapabileceğim bir durum daha var:

Alıntı
...Bir otobanda üzerinize doğru gelen  tırı nasıl durdurabilirdiniz ki? Neler saçmalıyorum ben böyle. Hayatım boyunca bu odadaydım. Ne otoban görmüştüm, ne de tır…

Eğer ki ikinci bölümde ortaya çıkacak bazı şeylere gönderme yapılıyorsa gayet uygun olmuş -ki bence öyle olacak. Fakat, eğer güzel, farklı anlatım için düşünüldüyse bence gerek yoktu bu kullanıma -ki tekrar söylüyorum, bunun bir işlevi olduğunu düşünüyorum. :)

Çok teşekkürler bu başarılı anlatım ve güzel kurgu için. Elinize, aklınıza sağlık!



Az önce de bahsettiğim gibi ön plana çıkmasını asıl istediğim şey hikayelerimdeki kurgu. Bu yüzden bir önceki bölümlere hep küçük küçük ipucu kırıntıları serperim. Bu duruma göre yorum yapacağınız nokta da dikkatli okuyucuların yakalayacağı tipten bir ayrıntı. Evet ikinci veya daha sonraki bölümlerde bu ayrıntının da sebebini anlayacaksınız. Dikkatle okuyup yorum kattığınız için teşekkürler.  Bu arada tekrardan aramıza hoşgeldin! :)
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: mit - 08 Şubat 2012, 19:25:14
Selamlar;

Malkavian'dan yeni bir kurgu, yeni bir macera... İnsan daha başka ne isterki? Efendim? Daha önce başladığı hikayeleri bitirmesini mi? O da olur elbet, aceleci olmayınız efendim.

Akıcı anlatım tarzın her zamanki gibi okuyucunun hikayenin içine hızla çekilmesini sağlıyor. Daha birkaç satır okumuş olmama rağmen kendimi kaptırmış buldum. Ayrıca kızımızın hissettiklerini ve düşüncelerini de güzel yansıttığını düşünüyorum. Ne hareketlerinde ne de bir başka şeyinde kusur göremedim ben.

Hikaye içinde tek takıldığım noktayı Elerki söylemiş, onun cevabını da güzel bir şekilde vermişsin zaten. Bana da sadece eline sağlık demek düşüyor.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 09 Şubat 2012, 23:54:49
Teşekkürler İhsan. Farkındayım diğer başladığım hikayeler de var ama yavaş da olsa onları da yazıyorum başkaları gibi yarıda bırakıp gitmiyorum.   *Taşı alıp Krugu İskelesine doğru fırlatır*


Bahsettiğin noktalara da hep takılıyorsun zaten. İpucu kırıntılarını sırf senin yüzünden daha iyi saklamaya çalışıyorum her seferinde :)  Yorumun için teşekkür ederim.

Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: duhan - 10 Şubat 2012, 09:55:33
dostum yaz şunun devamını ayıptır yaa :)

şaka yapıyorum sabırsızlıkla bekliyorum devamını. bekletmesen bizi diyorum.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Kanashii Uchiha - 22 Şubat 2012, 19:18:36
Bayadır yoktum!
Geldiğimde ''eh artık devamı gelmiştir'' diye düşünüyordum ancak :/ ...
Başlık: Ynt: L.H.T. // Bölüm II
Gönderen: Malkavian - 19 Mart 2012, 12:24:26
L.H.T.
Bölüm II

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/LHT2.jpg)

Kafamı yavaşça yana doğru çevirdim. Bir çeşit camdan yapılmış, üzerine bulunduğum yerden bakılınca 1101 rakamlarının yazılı olduğu bir kapsülün içinde yatıyordum. Ellerim beceriksizce saydam cismin yan taraflarına bağlanmıştı. Oda koğuşumuzun aksine bembeyazdı. Elime bol gelen bağımdan kurtuldum. Tanrım ne kadar da zor olmuştu. Sanki üzerimde haftalarca filler tepinmiş gibi her yanım ağrıyordu. Yavaşça hareket ettim ve kafama bağlı olan onlarca kabloyu da takılı oldukları yerlerden çıkardım. Neredeydim böyle? Rüyada mıydım?

Yavaşça olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Zaten hızlı hareket etmem gibi bir şey söz konusu değildi. Üzerimdeki inanılmaz ağırlık hissine karşı koyarak güçlükle ellerimden destek aldım ve içinde bulunduğum cam kapsülü tüm gücümü kullanarak ittirdim. İstediğim kadar büyük bir güçle itememiştim ama cam kapsül kendi kendine bir tıslama eşliğinde açılmıştı. Ellerimi yatağın yanında duran çıkıntılı kısma attım ve yataktan aşağı atladım. Bu sırada koluma bağlı olduğunu sonradan fark ettiğim bir iğne derimi hafifçe yırtarak yuvasından kurtuldu. Saniyeler içinde koyu kırmızı bir kan tabakası ile kaplanmıştı.

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde bakakalmıştım. Şimdiye kadar hiçbir yerim kanamamıştı. Aceleyle kolumu dirseğimden bükerek kendime doğru çektim ve kanayan kanı kısmen durdurmayı başardım. Bu sırada tahminimden de çok vakit harcamış olmalıyım çünkü dirseğim kan içinde kalmıştı. Sağlam olan kolumu kullanarak kendimi yataktan kurtardım fakat ayaklarımın üzerinde durmakta güçlük çekiyordum.

Başlangıç olarak başım fena halde dönüyordu ve görüşüm bulanıktı. Ayrıca yürümeye çalıştığımda fark etmiştim ki ayaklarım benim onları hareket ettirmek istediğim hızla hareket edemiyorlardı.

‘Bu kötü bir karabasan olmalı.’ diye düşündüğüm sırada, oda arkadaşımın inilti dolu sesi tekrar yükseldi.

‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’

Yerdeki beyaz karo taşlarının üzerinde sürünerek sesin geldiği diğer kapsüle doğru ilerledim. Yürümekten umudumu kesmiştim. Kollarımı ve bacaklarımı yerdeyken kısmen daha rahat hareket ettirebiliyordum.

Güçlükle üzerinde 1010 yazılı olan kapsüle uzandım ve açtım. Sağlam kolumla yatağın yanından destek aldım ve nefes nefese birkaç saniye durakladım.

Sayıklayan, deli oda arkadaşımın biraz yemek yese ve biraz kendine baksa, hep daha yakışıklı olacağını düşünmüştüm. Yanılmamışım. Çok çok daha iyi görünüyordu. Teni eskisi kadar beyaz değildi. Yüzüne resmen renk gelmişti ve daha bakımlı duruyordu. Gardiyanı öldürmemin üzerinden oldukça uzun bir süre geçmiş olmalı diye düşündüm. Aklıma gelen görüntü ile tüm bedenim tekrar titredi.

Vücudumu tamamen yatağın kenarına yasladım ve  kafasına bağlı kabloları tek tek çıkarmaya başladım. Sonuncusunu daha yeni çıkarmıştım ki büyük bir hızla elime yapıştı. Benim hayallerimde bile göremeyeceğim bir atiklikle yataktan yere atladı ve elimi bükerek arkama kıvırdı. Ben acıyla inlerken, hızla alıp verdiği nefesini ensemde hissedebiliyordum.

‘Sakin ol ben oda arkadaşın Meg! Hatırladın mı?’ diye yalvarırcasına söylendim. Kendi yatağımdan buraya kadar yürürken harcadığım bütün o enerji, kolumun acısıyla birleşmiş ve dayanılmaz bir hal almıştı. Dünya tekrar dönmeye başlamıştı ama bu sefer neyse ki duvarlar üzerime çökmeye çalışmıyordu.

‘Meg…’ dedi fısıldayarak elimi tuttuğu gibi hızla bırakırken, beni kendine doğru çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Bir o yana bir bu yana merakla hareket eden göz bebeklerinde delilikten eser kalmamıştı resmen.

Yüzündeki tehlikede olan hayvanlara özgü sert ifade birden yumuşadı ve gülümseyip bana sarıldı. Sevinçten olduğunu düşündüğüm birkaç heyecan dolu nidanın arasından bana teşekkür ettiğini hayal meyal duyar gibi oldum ve kendimi tamamen onun kollarına bıraktım. Çünkü vücudum ayakta kalacak enerjiyi kendinde bulamıyordu bir türlü.

‘Ne kadar da aptalım. Bu senin gerçekten ilk yürüyüşündü. Senin için ne kadar zor olabileceğini düşünemedim.’ Bir yandan beni yavaşça yere indirdi ve yatağa yasladı.

‘Alarm çalmıyor bu çok ilginç. Demek ki bizleri gözetlemesi gereken kişiler meşgul. Birkaç dakika soluklan. Sonrasında bu yerden olabildiğince hızlı kaçmamız gerek. Yürüyebiliyor musun?’

Dediklerini anlamakta güçlük çekiyordum. Bu hiçbir işe yaramaz, sürekli sayıklayan çocuk nasıl olup da bu kadar zinde ve akıllı görünürken ben bitap düşmüş, çaresiz bir şekilde yerde yatıyordum anlam veremiyordum. Kolumdaki yaraya tekrar baktım. ‘Daha önce hiçbir yerim kanamamıştı.’ dedim anlamsızca.

‘Hiçbir zaman yürümedin, hiç konuşmadın, hiç duymadın ve hiç kan kaybetmedin.’ Diye onayladı. ‘Bunların hepsini konuşacağız ama önce bu lanet olasıca yerden bir an önce çıkmamız gerek. Söyle bana yürüyebilir misin?’ dedi bir yandan yataktan yırttığı beyaz bir kumaşı kanayan koluma sıkıca sararken. Beyaz örtünün ortasında küçük bir kırmızılık oluştu fakat daha fazla yayılmadı. Bir şekilde kanaması durmuş gibiydi ve daha da ilginci oda arkadaşım bunun nasıl yapıldığını biliyordu. O böyle şeyleri bilirken ben nasıl olup da hiçbirşey bilmiyordum? Nasıl olmuştu da uyanır uyanmaz etrafta sıçramaya başlamıştı?

Ellerini benden gelecek cevabı beklemeden koltuk altlarıma koydu ve beni bir bebekmişim gibi kaldırdı. Ayağa katlığımda tek kolumu omzunun üzerine attı ve birlikte odanın kapısına doğru yöneldik.

Ne yani mahkum değil miydik artık. Kapı açık mıydı?

Eliyle kapıyı kendinden emin bir şekilde ittirdi ve kapı beni hayrette bırakacak kadar kolaylıkla açıldı.

Bu olabilir miydi? Gerçekten de artık özgür müydük?
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: mit - 21 Mart 2012, 13:27:10
Kısa ama güzel bir devamdı. Bu kısmın en güzel ve çarpıcı yeri hiç kuşkusuz Meg'in oda arkadaşının ilk bölümde gözümüze deli saçması gibi gelen sayıklamalarının bu kez çok feci derecede mantıklı gelmesiydi. Bakalım daha neler çıkacak bu merak uyandırıcı kurgunun altından.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 23 Mart 2012, 00:21:02
Açıklayıcılığı bir sonraki bölüme sakladım cakalım o bölüm muhtemelen bundan daha uzun olur. Okuyup yorumladığın için teşekkür ederim İhsan :)
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Buzmavisi - 25 Mart 2012, 09:39:49
İlk bölümü okudum. İyi yazılmış bir öykü. Yalnız bir filmden esinlenilmiş. Birkaç sene evvel izlediğim Island, yani Ada adlı filmle benzer konuyu işlemiş.

Zengin insanların organ nakli gibi ihtiyaçlarını falan gidermek adına, onları klonlıyorlar ve bu klonları bir adada tutuyorlar. Klonların da adadan kaçmamaları için, dışarıda hastalık var, falan gibi bir yalan uydurmuşlardı. Scarlet Johanson mıydı, o oynuyordu:) bir de şu Starwars'ta genç Obiwan'ı oynayan aktör vardı ismini unuttum:) Güzel filmdi. Filmin başında adada yaşayan insanların hayatını görüyordunuz, tuhaftı falan, acaba neden böyle olmuş diyordunuz. Burada da benzer bir şey olsa gerek, yedek falan deyince onu anladım.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: mit - 26 Mart 2012, 10:05:33
Esinlenme ve ilham alma iyidir. Ayrıca uzun zamandır yazılarını takip ettiğim için Malkavian'ın bunlarla sınırlı kalmayacağına ve bizi yine şaşırtacağına adım gibi eminim :)
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Buzmavisi - 26 Mart 2012, 14:59:38
İlham alsın tabii. Zaten tam olarak aynı olay mı onu da bilmiyorum. Sadece o filmdeki hissi uyandırdı bende. Sonuçta zombiler bilmem kaç defa işlenmiştir, hala işleniyor. Bu konu çok yenidir birçok şeye göre. Devamını da okuyabilirsem bir ara daha iyi yorum yapabilirim.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Galaxie - 27 Nisan 2012, 02:16:04
İnanılmaz derecede beğendim :)

Çok sürükleyici, okuması kolay ve soru işareti-cevap ilişkileri çok yerinde. Birkaç senaryodan izler gördüm ama çok güzel bir şekilde harmanlanmış ve ortaya yepyeni ve özgün bir şey çıkmış.

Ben sadece kahramanımızın kız olduğunu anlamakta başta biraz zorlandım. Daha doğrusu onu erkek sandım diyebilirim. Koğuştaki arkadaşının erkek olmasından belki, Koğuş usülünde ayrı olur gibi düşünmüş olabilirim. Sonuçta anlayıp bir daha okudum problem ortadan kalktı.

Devamını merakla bekliyorum. Ve bir gün tüm öykülerini okumuş olacağım :D
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Malkavian - 28 Mayıs 2012, 09:58:14
Buzmavisi: Konu benzerlikleri olabilir. Jack adında birçok karakter de birçok hikayede kullanılmıştır misal ama bence yeni yazılan bir hikayede karakter ismini Jack gördük diye 'yine aynı şey' sıfatı yapıştırmak doğru değil. Önemli olan bu yeni Jack'in hikayede ne yaptığıdır diye düşünüyorum.

Galaxie:
  Şimdilik iş temposundan pek vakit bulamıyorum ama küçücük bile zaman ayırabilirsem kendime devamını yazmayı ciddi ciddi düşündüğüm bir hikaye bu. Okuyup yorumladığın için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: L.H.T.
Gönderen: Elerki - 18 Haziran 2012, 23:12:52
Malkavian,

Takip etmeyi sürdüreceğim. Gerçekten güzel kurguluyorsun bu hikayeyi. Kendi adıma çok zevk aldığım bir şeyleri kullandığını söyleyebilirim. Ayrıca, benzerlikler işin baharatı bence. Sonraki bölümü merak ediyorum.

Eline sağlık.
Başlık: L.H.T. // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 23 Haziran 2012, 20:26:55
L.H.T.
Bölüm III


(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/hall-k.jpg)

Kapının koluna uzanan eli tam açmak üzereyken aniden durdu. Hemen beni yarı taşıyıp yarı sürükleyerek kapının arkasına geçti ve tek parmağını dudaklarına götürdü. Aslında bunu yapmasa da konuşacak halim kalmamıştı.

Daha önce defalarca yürümüştüm ama hiçbir seferinde ayaklarım beni yarı yolda bırakmamıştı. Birçok kez koşmuştum ve şu pislik gardiyanın gözüne topuklu ayakkabımı sapladığım boğuşma gibi olaylar yaşamıştım ama hiçbirinde nefes nefese kalmamıştım. Hızla aldığım nefesler burun deliklerimde hafif bir yanma hissi bırakırken göğsüm inip kalkmaya devam etti. Kapının dışından gelen gardiyanların seslerini duyduğumda ise kalbimin gürültüsünü net bir şekilde kulaklarımda duyabiliyordum. Her şey o kadar net, o kadar ayrıntılı ve o kadar… Gerçekti ki!

Ama bir şey fark etmezdi. Gardiyanlar ne kadar uğraşırsak uğraşalım bizi bulurlardı. Onlardan kaçmanın yolu yoktu ve daha önce kimse denememişti.

‘Acele et. Bay Numberg bütün bölümün konferansta olmasını istedi. Ne kadar sıkı…’ Kapının dışından gelen konuşanların sesi giderek azaldı ve beni hayrete düşürerek sonunda duyulmaz hale geldi. Ne yani, bizi bulamamışlar mıydı?

‘Bu böyle olmayacak.’ Dedi hala beni omzunda yarı yarıya taşıyan oda arkadaşım. Üzerime baştan aşağı baktı sonra da kendininkine. Her nedense gardiyanların o nefret ve arzu dolu bakışları gibi değildi. Beni rahatsız etmemişti. Belki de hayatımda ilk kez birinin bakışından rahatsız olmamıştım.

Ben düşünürken beni duvara yasladı ve arkamda bir yerde duvara asılı duran dijital ekrana dokunmaya başladı. ‘Beni buraya tıktıklarında gözlerimi kapamadan önce görmüştüm. Her duruma hazırlıklı lanet olasıca L.H.T firması!’ bir yandan söylenmesini dinlerken arkamdaki duvarın sağa doğru kaydığını hissettim ve zorla yere kapaklanmaktan kendimi kurtardım. Enerjim yavaş yavaş eski haline geliyordu sanırım. Kenara doğru yuvarlandım ve kayan duvarın arkasındaki boşlukta duran kıyafetlerin asılı durduğu iki askılığa aptal aptal bakmaya başladım.

Oda arkadaşım tereddüt etmeden üzerindeki önlüğü çıkarıp sağdaki askılıkta duran giysileri tek tek üzerine giyerken ne kadar çabalasam da gözlerimi ondan alamadım. Altında ince beyaz bir şerit olan spor ayakkabılarının üzerine koyu, rahat kesim bir kot pantolon giymişti. Üzerine giymekte olduğu kısa kollu, koyu yeşil bir tenis gömleğinin düğmelerini ustaca ilikledikten sonra bana beklenti içinde bakmaya başladı. Duvara yaslanıp onu izlerken yanaklarımın yandığını ve kalbimin az öncekinden biraz daha farklı bir şekilde tekrar çarpmaya başladığını hissedebiliyordum.

‘Bir yıl sonra, aynı saatte seni buradan alayım mı ne dersin? O zaman belki giyinmiş ve hazır olursun…’ Bir yandan gülümserken sağlam olan kolumdan tutup beni kaldırdı. ‘Bak… Her şeyin sana çok saçma geldiğini biliyorum ama bana ayak uydurmaya çalış tamam mı? Buradan kurtulduğumuz zaman her şeyi açıklayacağım.’

Aslına bakacak olursam her şey saçma görünmüyordu. Sadece her şey değişikti ve bir şekilde eğlenceliydi. İçinde bulunduğum monoton hücreden, her sabah yaptığım aynı şeylerden, karşılaştığım sorunlardan farklı bir şeyler yaşıyordum sonunda. İçimde garip bir mutluluk vardı. Bana uzattığı askılığa bakmaya devam ederken tek elimi benim yerime alıp giysilerin üzerine koydu ve ‘Acele et.’ Diyip kapıya doğru yöneldi. Çok temkinli bir şekilde odamızın dış kapısını açıp sağa sola bakarken içimden küçük ama çok küçük bir parça giyinirken beni izlemesini istiyordu ve o küçücük düş bile hemen yanaklarımın kızarmasına sebep oldu.

Onun kadar ustaca ve hızlı olmasa da siyah, kısa şortumu ve beyaz gömleğimi giyindim. Güzel kırmızı tonlarıyla süslenmiş siyah spor ayakkabımı giyindim ve askılıkta son kalan  koyu renk fularımı boynuma doladım. Küçük bölmenin hemen yanında duran aynaya baktığımda kendimden fazlasıyla memnun kalmıştım ama yine de içimde kötü bir his vardı. Bu kıyafetleri her kim buraya koyduysa, nelerden hoşlandığımı tam olarak biliyordu. Bu düşünceyle rahatsız olmuştum ve oda arkadaşımın içeriden gelen sesi neredeyse yerimden sıçramama sebep olacaktı. Beni çağırıyordu ve ben özgürlüğüme geç kalıyordum.

Karıncalanması azalmış ayaklarımın üzerine hafifçe basmayı denedim ve başarılı olunca ilk kez yürüyen bir bebeğin mutluluğuyla kollarımı açıp gülümsedim. Kolunu bana doğru uzattı ve ben daha önce yapmamış olsam da elim otomatikman ona uzandı ve koluna girdim. Kapıdan çıktığımızda odanın aksine metalik bir renge bürünmüş ve beyaz ışıklarla fazlasıyla aydınlatılmış uzun bir koridora ulaştık. Bizimki gibi belki de onlarca kapı vardı. Her şeyi yeni görüyordum ama bir şekilde daha önceden tanıyordum. Bu nasıl olabilir bilmiyordum ve işin açıkçası uyandığımdan beri aklımda o kadar çok soru belirmişti ki ilk başta sorduklarımın ne olduğunu bile hatırlamıyordum. Bu seferkini de umursamadım ve ağırlığımı biraz daha fazla yanımdakine verdim. Sardığı kolumun sızlaması iyice hafiflemişti ve artık neredeyse hissetmiyordum bile. Yarısı önüne düşmüş kahverengi saçlarının arasından görünen gözlerine baktım çocuğun ve onlarcası içinde belki de tek aklıma takılan soruyu sordum.

‘Senin adın ne?’

Bana baktı ve gülümsedi. Tam ağzını açacaktı ki koridorun karşısından ayak sesleri duyulmaya başladı. Ellerim de vücudum gibi gerildi ve farkında olmadan kolunu fazla sıkmış olmalıyım ki yatıştırırcasına omzuma dokunup gülümsediğinde parmaklarımın acıdığını hayal meyal hissettim. Sert görünüşlü ve gardiyanlarınkinin bir değişik versiyonu üniformalar içindeki iki adam giderek bize yaklaşıyordu. İsmini hala bilmediğim oda arkadaşım 1010, rahat bir tavırla onlara doğru ilerlemeye devam etti. Ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şekilde yanımdaki bir zamanlar deli olduğuna inandığım çocuğa güveniyordum.

Üniformalı adamlardan teki dikkatsizce etrafta gözlerini gezdiriyordu. Ta ki beni görene kadar… Beni görünce gözleri büyüdü ve heyecanla üzerini aramaya başladı.

‘Lanet olsun buraya kadarmış.’ diye düşündüm içimden. Gardiyanların bizi bulamadan kapının önünden geçip gitmeleri zaten büyük bir şanstı ama onlara doğru yürümek mi? Ne bekliyordum ki?

Gardiyan hızlı hareketlerle hala ceplerini yoklarken yanımızdan geçip gidecek olan eski yürüme rotasını değiştirdi ve boştaki koluyla arkadaşını dürterek beni gösterdi. İkisi de artık bize doğru geliyorlardı. Adam sonunda aradığı şeyi bulduğunu belirtircesine verdiği rahatlama dolu nefesle önümüzde durdu ve cebinden çıkardığı kalemi bana doğru uzattı. Yanındaki adam da onun kadar iri gözlerle bana bakıyordu ve onun elinde de bir kağıt beliriverdi.

‘Lütfen Bayan Meggie. Ben sizin hayranınızım. Şimdiye kadar çıkardığınız her albümü aldım ve odamda geniş bir koleksiyonunuz var. Ne olursunuz bir imza verin bana! Emin olun internette falan satmayacağım. Odamın başköşesinde sonsuza kadar saklayacağım!’ Bana uzattığının kalem olduğunu neyse ki çığlık atamadan birkaç saniye önce fark edebilmiştim. İlginç bir şekilde titreyen elinden, kendi titreyen elime kalemi aldım ve uzatılan boş kağıda daha önce defalarca pratik yapmış olmanın verdiği özgüvenle imzamı attım. Adam suratında tarif edilemeyecek kadar büyük bir gülümsemeyle yanımda oyalanmak istiyordu fakat bir yandan da benim vaktimi aldığı için rahatsızlık hissedip ağırlığını bir o ayağına, bir bu ayağına kaydırıyordu. Ayrıntılar… Eski hayatımda hiç dikkat etmediğim kadar çok ayrıntı o kadar karmaşık ve o kadar güzeldi ki.

Gülümsedim ve hafifçe başımı sallayarak koluna girdiğim 1010’u çekiştirerek yoluma devam ettim. Muzipçe bana baktı ve gülerken bir yandan kafasını kaşıyarak : ‘Evet sen tüm şehrin en çok satan albümlerine imza atan Meggie Dorien’ sin ve ben de David. Tanıştığımıza memnun oldum’ dedi ve kafasını kaşıdığı elini bana doğru uzatıp elimi sıktı. Yüzünde deminki adamınkine uzaktan yakından benzemeyen ve içimi ısıtan bir tebessüm vardı.
Başlık: Ynt: L.H.T. // Bölüm III
Gönderen: mit - 26 Haziran 2012, 22:09:50
Güzel bir devam bölümü daha. Yeni cevaplar, yanlarına yeni soruları katarak gelmeye devam ediyor. Bu da merak duygusunu canlı tutmayı gayet iyi başarıyor. Keşke bu kadar uzun aralar vermek zorunda olmasan.
Başlık: Ynt: L.H.T. // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 02 Temmuz 2012, 11:01:34
Keşke bu kadar uzun aralar vermek zorunda olmasan.

Keşke bu kadar uzun aralar vermek zorunda olmasam İhsan :)  Okuyup yorumladığın için çok teşekkür ederim. Bu kadar uzun süre ara vermiş olsam da birilerinin hala takip ediyor olduğunu bilmek güzel.

ama yakında benim de günlerim gelecek. Game of Thrones'da sıklıkla  dedikleri gibi: 'Winter is coming!'