Kısa Düşler Mitolojisi
Aegeus 2. Bölüm
Yazan : Buğra Batuhan Berah
Adımlarınızın altında duran taş, bir zamanlar oradaydı. Bakın denizin altında…
Strobilos için sıradan bir sabaha uyandı balıkçılar. Apollon ayaklarının altında duran insanlara gösterirken yüzünü, miğferi altının yaratılış meselesiydi. Bir sıkıntısı vardı içten içe. Tanrılar yalnızca kendileri için savaşırdı. Öngörüleri yeryüzündeki ölümlüler için çalışsa bile, kendi kardeşinin başına gelecek kederi, göz ardı edemedi mevsimi. Son bir direnişin, alçak gönüllü tanrıları… Ne yazık ki onlar bile bir lahitin içine sığacak boydalar. Taşın içine sığdıkları an, alır saflıkla yıkanan. Zamanı gelince adlandırılır, ‘İskender Mermeri’ bir tanrıya yakışacak tonlamasıyla. Kenarları en gururlu anıları ile süslenirken. Serinliği içine çekti tanrı, varlığının simgesi hissettirsin diye tüm kudreti ile. Strobilos aydınlığın sıcak hali ile gözlerini açtı o güne. O gün tüm bu hikayenin gerçekleşmesi için gereken sahnenin, ilk sesi yükselecekti denizden üzerlerine. Aegeus sıradan bir evlattı, ne yapması gerektiğine dair bir seçim şansı olmamıştı. Strobilos’da yaşayan tüm erkekler için geçerli bir durumdu bu kabulleniş. Doğdukları zaman, denizle vaftiz edilen bir halk hayal edin. Tuzunun izini denizle çıkarmaya yeltenecek kadar, onu arınmış sayan. Her çocuğun vaftiz babası olsa bile Poseidon, Aegeus farklı bir evlat olmaya hak kazanmıştı taşıdığı kanın rengi ile. İnançsızların dili, bulanık sayacak olsa bile kanının kıvamını.
Çoğu genç adamdan daha alışık ve kabul eder bir yanı vardı denizi. Denizin bu kabullenmede cömertliği ortada olsa bile. Strobilos burnunun en keskin ucu al aşağı ederken bir çok tekneyi, Aegeus’a dokunamadı hiç fırtınanın mevsimi döndüren sesi. Tek bir çizik bile bırakmadı balıkçının yüzünde. Yüzü güç ve kudret sahibi bir geleceğin elçisi kadar, emin bir gülümseme sahibiydi her seferinde. Bir sabah yine, şu serin ve tanrıların bıraktığı yaşlar ile ıslanırken yeryüzü, denize çıkması gerekti bu genç adamın. Babasının en değerli çırağı olmayı, filika bırakılmasına sebep olmadan sağlamıştı. Üstelik en kıymetli balıkların dilinden anlarcasına, onları ikna edip ağlarında ağırlamıştı. Sanki deniz sırf o ağ başında diye, gözüne girmeye çalıştı. Hediyeleri besleyici ve doyurucu olmaktan öte, paha biçilmez ağırlıklara sahipti. Tüm mürettebatın keyfi yerinde eve dönerken, Aegeus’un yarattı bir oyun vardı. Aralarından birinin, ona şans getirdiğine inandığı tılsımı alınır ve denize fırlatılırdı. O kişi onu geri kazanmak için, denize atlar ve mavinin karanlığına uzanırdı. Bu sıra Aegeus’a geldiğinde ise, arkadaşları onun bu kadar suyun altında nefessiz nasıl kaldığını anlamaya çalışmaktan, zamanı kaçırırdı. Ve genelde onun tılsımına dokunmazlardı.
Belki de bu sefer Aegeus için yeniden bu oyuna dahil olma zamanıydı…
Devam Edecek