Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Oyun Masası => FRP Arşivleri => Dipsiz Konak => Purgatorio => Konuyu başlatan: Madam Vio - 08 Temmuz 2012, 14:47:03

Başlık: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 08 Temmuz 2012, 14:47:03
Alice Cooper


(http://i.imgur.com/PYBEt.jpg)

İsim: Alice Cooper

Cinsiyet: Kadın
 
Yaş: 22
 
Fiziksel Görünüş + Genel Giyim Tarzı: Orta boylu, ince bir yapıya sahip. Kaşlarına kadar uzanan düz kahkülleriyle uzun kahverengi saçları var. Açık tenli.  Solgun görünmemek için genelde pembe allık kullanır. Sade ve eski moda giyinir. Üzerinde çoğunlukla göğüs altından itibaren bollaşan bir elbise, ayaklarında da babet olur.
 
Spesifik Özellikler (Ek Bilgi): OKB (Obsesif kompulsif bozukluk) hastası. Düzenli olarak psikiyatra gidiyor. Yalnız kalmayı seviyor.

RP Bonus: 4

Spoiler: Göster
Öznitelikler

Power
Intelligence: ■■□□□
Strength: □□□□□
Presence: ■□□□□

Finesse
Wits: ■■■□□
Dexterity: □□□□□
Manipulation: ■■□□□

Resistence
Resolve: ■■□□□
Stamina: □□□□□
Composure: ■■□□□


Yetenekler

Mental (-3 Unskilled)
Academics: ■■□□□
Computer: ■□□□□
Crafts: ■■□□□
Investigation: ■■□□□
Medicine: ■□□□□
Occult: ■□□□□
Politics: ■□□□□
Science: ■□□□□

Physical (-1 Unskilled)
Athletics: □□□□□
Brawl: □□□□□
Drive: ■□□□□
Firearms: □□□□□
Larceny: □□□□□
Stealth: ■■□□□
Survival: ■□□□□  
Weaponry: □□□□□

Social (-1 Unskilled)
AnimalKen: □□□□□
Empathy: ■□□□□
Expression: ■□□□□
Intimidation: ■■■□□
Persuasion: ■■□□
Socialize: □□□□□
Streetwise: □□□□□  
Subterfuge: □□□□□


Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 09 Temmuz 2012, 15:29:49
Bay Nelson’la öğlenki randevunu unutma.

Uykuya dalmadan evvel yatak başlığına yapıştırdığından emin olduğun ancak gördüğün üzere daha sabah olmadan terfi edip koluna çıkmayı başarmış bir notu elinde tutuyorsun. Birkaç saniyelik duraklama sonrası isim daha tanıdık gelmeye başlıyor; iki el parmaklarının birbirine geçtiği ve sağ bacağın her daim sol bacak üstüne atıldığı bir duruşa sahip doktorunun silueti beliriyor zihninde. Evet, sabahın ilk ışıklarıyla beraber gözünü açtığında anımsadığın o ismin psikiyatristine ait olması da pek iç açıcı olmadı senin için.

Evindeki basit birkaç işi de hallettikten sonra sıkı bir kahvaltı yapmak, biraz da değişiklik yaratmak niyetiyle atıyorsun kendini dışarı. Yürüyüşüne devam ederken kışlık örtülerini sarınmış bir şehrin de tipik görüntülerine şahit olmaktasın. Kahvaltı yapmak için tercih ettiğin nezih kafelerin ve lüks restoranların dizildiği kordon boyu bile şehrin izbe sokaklarından geçtiğinden; sağda solda küçük dükkânlarında günlük telaşelerini yaşayan esnaflardan ya da alışveriş hastalığına tutulmuş tüketici grubunun koşuşturmacalarından fazlası çarpmıyor gözüne. Öte yandan insanlar seni rahatsız edecek kadar neşeli bir ruhaniyet içinde. Aynı yılın ilkbaharla gelen ılık güneşini karşılar gibi saçılmışlar caddelere. Kimileri küçük lokmalarla yedikleri yemeklerine dost sohbetleriyle tat katarken, kimileri minik yudumlarla hafif meşrep birer hal alıyor. Etrafta bolca birbirine dokunmak için çıldıran çift, kıkırdama ve abartılı yaşam sevinci var kısacası.

İleride devriyesine henüz çıkmış bir polis memuru anlayamadığın bir sebepten dolayı kadının tekini çekiştiriyor ve bulunduğu lokanta girişinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Kadın ise memurla yaşadığı küçük tartışma sonrası öfkesini çabucak dindirip kaldırımların ruhu gibi kirlenmeyi bekleyen uzun beyaz çiçekli elbisesinin uçlarından tutuyor ve beline iliştirerek gamsız bir edayla oradan ayrılıyor. Az sonra kadının sana yaklaştığını fark ediyorsun.

“Çakmağınız var mı?” diye soruyor sana. Kadın yanına o kadar uzak bir mesafeden geldi ki, bu beklenmedik hareketi seni şüphelendiriyor. Sigara bile içmiyorsun sonuçta.

Zihninden geçenleri okurmuş gibi gülümsüyor bir an: “Hayır, sigara kullanmıyorsunuz bile. Zaten benim de şu an daha fazla ihtiyaç duyduğum şeyler var. Bak; az önce büyük miktarda para kaybettim ve eve geri dönmem gerek. Senden sadece 20 dolar yol parası istiyorum. Yanında 100 dolar nakit var değil mi? Hatta şu an üzerinde evinin anahtarları, telefonun, kimliğin ve bir de kar kürelerinden var. Tamam, peki; garip birisin. Kışın ortasındayız ve hava zaten yeterince soğuk; bir de cebinde kar küreleriyle gezmen ilginç oldu. Gerçi ben de beyaz bir elbiseyle geziyorum ama bu da başka bir hikâye. Neyse, sana bundan daha önemli bilgiler de verebilirim; senin bilmediğin ancak bilmek isteyebileceğin şeyler. Yani ben senin falına şöyle kabaca bir bakayım, sen de bana 20 dolar attır. Adil bir anlaşma değil mi?”

Böylece elbisesinin cebinden çıkarttığı üç kartı sana uzatıp birini seçmeni bekliyor. Suratında sinir bozucu bir masumiyet var.

“Öyle sırıtma; 20 dolar için sağa sola dileneceğime hoş bir teklifte bulundum işte. Garipsesen de, garipsemesen de.”

(http://img707.imageshack.us/img707/175/tarot3.jpg)

Resim: Madam Vio

Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 09 Temmuz 2012, 16:52:34
Bay Nelson'la öğlenki randevunu unutma.

Kolumdan çekip notu okuduğumda yüzümü ekşitiyorum. Daha güneş bile yeterince tırmanmamış, kuşlar mızıldanmaya yeni başlamış. Biraz daha uyumak isterken doktorumu hatırlamak için güzel bir zaman değil. Uykumun kaçtığını bir süre göz ardı etmeye çalışsam da sonunda kabul etmek zorunda kalıyorum ve doğruluyorum.

Randevum olan hergün gibi yine tedavinin gerekliliğini sorgulamaya başlıyorum sonra. Bir süredir Nelson'ın yanına gidip gelmeme rağmen işte şimdi yine yatağımı toplarken örtüdeki kırışıklıkları tek tek düzeltene kadar bırakamıyor, daha akşam hesapta olmayan kısa bir duş almış olmama rağmen, her sabah duş alma düzenim kaçmasın diye kendimi suyun altında buluyorum.

Saçlarımı kurutup dışarı çıktığımda görüyorum ki şehir aynen bıraktığım gibi. Bedenler değişse de yarattıkları karmaşa hep aynı. Kafelerde bir şeyler yiyen çiftlerin birbirleriyle öpüşmeden önce ağızlarını yıkayıp yıkamayacaklarını düşünmemeye çalışarak yoluma devam ediyorum. İçimden birçoğunun giyim tarzını veya yersiz neşelerini eleştirerek yürürken manzarada tezat bir şey dikkatimi çekiyor. Beyaz elbiseli bir kadın bir polis memuru tarafından tartaklanmaktan son anda kurtulmuş gibi. Kadın önce çok öfkeli görünmesine rağmen hemen sonra umursamaz bir havayla yüzüne bilmemkaçıncı bir maske takıyor.

Kadın benim olduğum tarafa odaklanmış düzleme üzerime gelirken istemdışı olarak arkama bakıyorum birine doğru mu geliyor diye. Ama tüm gördüğüm kendi işleriyle ilgilenen, oradan oraya karıncalar gibi koşuşturan ve birbirleriyle konuşarak o an dikkatinizi çekmeyip eve gittiğinizde başınızda ağrı ve sancılara yol açabilecek sinir bozucu şehir uğultusunu yapan insanlar.

Tekrar kadına döndüğümde yüzünde garip bir ifadeyle hala bana doğru geldiğini görüyorum. Hem bu havada bu kıyafet ne Allah aşkına? Beyaz üzerine çiçekli? Anneannemin ölmeden önce yüzünü ekşiterek birçok farklı versiyonunu sıkça kullandığı "Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü!" deyişi geliyor aklıma. Ne haklı eskiler, az önce polisle yaşadığı çekişmeyle, gamsız edası ve şu elbisesiyle bir çingene falan olmalı kadın.

Çakmağınız var mı?

Tüm düşüncelerimden sıyrıldığımda artık durmakta olduğumu farkediyorum. Sokaklarda bu kadar insan varken taa karşıdan bana doğru gelmesi de neyin nesi şimdi? İnsanlarla aram pek iyi değil zaten, hele de böyleleriyle muhatap olmayı hiç istemem. Üstelik içmediğim halde sigara içtiğimi de nerden çıkardı? Afallayarak ona baktığım birkaç saniyenin ardından bakışlarımı kafamın içinden çekip kendi gözlerine tekrar odaklıyor.

“Hayır, sigara kullanmıyorsunuz bile. Zaten benim de şu an daha fazla ihtiyaç duyduğum şeyler var. Bak; az önce büyük miktarda para kaybettim ve eve geri dönmem gerek. Senden sadece 20 dolar yol parası istiyorum. Yanında 100 dolar nakit var değil mi? Hatta şu an üzerinde evinin anahtarları, telefonun, kimliğin ve bir de kar kürelerinden var. Tamam, peki; garip birisin. Kışın ortasındayız ve hava zaten yeterince soğuk; bir de cebinde kar küreleriyle gezmen ilginç oldu. Gerçi ben de beyaz bir elbiseyle geziyorum ama bu da başka bir hikâye. Neyse, sana bundan daha önemli bilgiler de verebilirim; senin bilmediğin ancak bilmek isteyebileceğin şeyler. Yani ben senin falına şöyle kabaca bir bakayım, sen de bana 20 dolar attır. Adil bir anlaşma değil mi?”

Salak gibi duraksadığımdan sigara içmediğimi çıkarabilir. Yanımda ne kadar nakit olduğu konusunda şansı yaver gidebilir. Ev anahtarları, cep telefonu ve kimlik de zaten şehirde yaşayan tüm kalabalığın kıyafeti gibi yanında taşıması gereken şeyler. Ama ya kar kürem? Böyle bir şeyi nasıl bilebilir, kim yanında kar küresi taşır ki benden başka? Çantamın açık olup olmadığına çok kısa bir bakış attıktan sonra cebinden bir şeyler çıkarırken tekrar kadına dönüyorum. Üzerlerinde anlamadığım tuhaf şekilleri olan üç karta bakarak "Haydaa!" diyorum içimden. Hayatım boyunca fala pek inanmadım ama falcıların çok zeki insanlar olduğunu düşünürüm hep. Konuşmalarından birkaç kritik şey çıkarıp, geri kalanını yaşına ve tipine göre uyduran, belki en fazla bir kaç zihin okuma tekniği bilen, beden dilinden çok iyi anlayan şarlatanlar. Ancak kafamda kırmızı bir nokta "Kar küresi" diye yanıp sönüyor. Ne zihin okuma, ne beden dili ele verebilir küçük, içi karla dolu şeffaf topumu. Bilmek isteyip bilmediğim şeyleri bu kadın gerçekten bana söyleyebilir mi? Dudaklarımın köşeleri benden bağımsız yukarıya doğru çıkarken kartlara biraz daha fazla odaklanıyorum.

“Öyle sırıtma; 20 dolar için sağa sola dileneceğime hoş bir teklifte bulundum işte. Garipsesen de, garipsemesen de.”

Ah, bu çingene kılıklı kadın için sağa sola dilenmeden fal bakarak para istemek gerçekten çok asil bir davranış. Öte yandan 20 doları nelere vermiyorum ki? Şu kadının çözemediğim şekilde tahmin ettiği kar kürelerinin büyüklerine daha fazlasını vermiyor muyum? Kolilerin içinde bekleyen garip ufak tefek eşyaya dolarlar akıtmıyor muyum? Cimri biri olmadım hiçbir zaman, hem nasılsa yanımda nakit var.

Birden kadına ilk andan beri aptal aptal bakmaktan başka bir şey yapmadığımı farkederek, "Tamam öyleyse," diyorum. "Birini seçeceğim ve istediğin parayı vereceğim. Ama şu 'bilmeyip bilmek isteyebileğim şeyler' hakkında beni tatmin et, çünkü sahte falcı bozuntuları gibi iki cümle edip avcunu açarsan benim de sağa sola dağatacak fazladan 20 değil, 5 dolarım bile olmaz." cümlelerim sert olduğundan yüzüme güzel bir tebessüm yerleştiriyorum yumuşatmak için. Ters tepip, çekip gitmesini istemiyorum nedense.

Tekrar kartlara dönüp üzerinde "Spirit" yazanın üstüne işaret parmağımı koyuyorum. Şekillerden bir şey anlamadığımdan bu seçimi tamamen hangi şeklin beni cezp ettiğine göre yapıyorum.

"Falıma uzun bak, ben de talep ettiğini vereyim."

Kadın konuşmaya başlamadan önce cep telefonumu çıkarıyor ve geç kalıp kalmayacağımı görmek için saate bakıyorum.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 11 Temmuz 2012, 13:52:55
RP Bonus: 1

Falcı seçtiğin soluk kırmızı şarap rengi karta bakarak tebessüm ediyor. “Ruh…”

Sonra ani bir hareketle sol elini kavrıyor, avuç içlerini kendine döndürüp teninde yollar oluşturan çizgileri inceliyor. Zaman zaman gözlerine, göz bebeklerine; derinlerinde bir şeyler bulmayı ümit edermiş gibi bakıyor.

“Dışarıdan bakıldığında kendi halinde, sade bir görüntü çizmene rağmen birkaç özelliğinden de anlaşılabileceği üzere çok derin bir kadınsın. Boyutunu tam olarak kavrayamadığım bazı saplantılara sahipsin mesela. Bunlar zihninde başlıyor, ancak aşırı titizlik gibi dışa yansımaları da oluyor. Pimpirikliyiz yani biraz… Fakat bu zorlantılar sana gün boyunca fazlasıyla zaman kaybettiriyor ve bundan sen de hoşnut değilsin. Benim için üst dişlerinin arkasındaki boşluğa dokunarak çukur olup olmadığını kontrol eder misin? Benim yapmam biraz garip kaçacak.”

Birkaç saniye sonra dalgın bakışların toparlanıyor ve biraz da meraklı, falcının söylediklerini yapıyorsun. Ölçütün ne olduğunu tam olarak bilemesen de dokunduğun noktanın gerçekten de içeri doğru çökük olduğunu hissedebiliyorsun. Hafifçe kafa sallıyorsun, “Evet, çukur.”

“Eklem sorunların olabilir, ya da yaşlılığının erken döneminde baş gösterebilir. Zorlantılarınla halsizliğin çatışacaktır, büyük ihtimal. Sık sık doktora görünmen gerekecek. Bunun dışında hali hazırda göründüğün bir doktor mevcut. Imm, ama bu doktor daha çok beyin kaynaklı problemlerle ilgileniyor. Belki de psikiyatristtir, o kadarını bilemem. Gidip gitmemek konusunda tereddütlerin var.”

Yüzünü bir o yana, bir bu yana çeviriyor. Gözaltlarına kadar dikkatle bakıyor kadın. Bir süre sonra suratını ekşitiyor. Sanki ‘gördüğü’ şeyi sana aktarıp aktarmamakla ilgili şüpheleri var.

“Yakın zamanda, hayatında büyük bir değişim olacak. Fiziksel çevren açısından, ruhani açıdan… Her açıdan, senin bile kolayca aklına getiremeyeceğin, yaşadıkça da şaşıracağın türden bir değişim. Bunu kabullenemezsen, hata yapma ve kendine zarar verme ihtimalin artacak. Bir şey kaybedeceksin. Hayır, bir şeyler…  Bir meydan var; kilise önü. Herkes siyah giyinmiş. Yas var. Yakın bir tarihte orada bulunup, birileriyle konuşacaksın. Ve bir de, önemli bir şeyleri unutacaksın gibi görünüyor. İhtiyacın olan bir şeyleri unutacaksın bu kez, galiba fark etmeyeceksin bile. İleride büyük seçimler yapman gerekiyor. Az önceki gibi önemli ve aklından çıkarmaman gereken seçimler. Şu avcundaki uzun çizgiyi görüyor musun? Nasıl da şuradaki tarafından kesiliyor. Bunun tek bir anlamı olabilir, yol değiştirme seçeneği. Yolunu değiştirmeyi kabul edersen, güçleneceksin. Sana bunu yapmanı söyleyen güvenilmez biri olacak; ama dinlersen, gerçekten çok güçleneceksin. O zaman sana bir isim verecekler. Bu biraz kehanet etmek gibi olacak ama; sana verilen isim herkesçe bilinecek. Bak, bunu nasıl görüyorum diye sorma; uzun olan gençlik ve yaşam çizgin bir diğer, kalın ama yeterince düz ve sabit olmayan (yani güvenilmez) olay ve dönemeç çizgin tarafından kesiliyor. İkinci çizgi daha geniş, daha derin. Yani daha güçlü, kuvvetli, sağlam. En yüzeysel şekilde böyle anlatabilirim. Bana inanmıyor olabilirsin ama çok şey görüyorum ve biliyorum. Dediklerimi dikkate alırsan sevinirim, daha önce yanıldığım hiç olmadı.”

Konuşması bittiğinde rahatlamış gibi gülümseyip, avcunu açarak vermen gereken 20 doları ima ediyor. Aldığı parayı buruşturup eline saklıyor ve sessizce yolun karşı tarafına doğru yürümeye başlıyor. Kaldırıma ulaştığında arkasını dönüp son bir kez sana sesleniyor:

“Unutmadan… Bundan sonra çevrendeki nesnelere daha fazla dikkat et!”
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 12 Temmuz 2012, 12:47:38
“Ruh…”

Elimi kavrayıp avcuma, gözlerimin içine bakarken biraz ürküyorum. Bana bu kadar yaklaşması ve ten teması beni rahatsız ediyor. Kim bilir en son ne zaman yıkadı ellerini?

“Dışarıdan bakıldığında kendi halinde, sade bir görüntü çizmene rağmen birkaç özelliğinden de anlaşılabileceği üzere çok derin bir kadınsın. Boyutunu tam olarak kavrayamadığım bazı saplantılara sahipsin mesela. Bunlar zihninde başlıyor, ancak aşırı titizlik gibi dışa yansımaları da oluyor. Pimpirikliyiz yani biraz… Fakat bu zorlantılar sana gün boyunca fazlasıyla zaman kaybettiriyor ve bundan sen de hoşnut değilsin. Benim için üst dişlerinin arkasındaki boşluğa dokunarak çukur olup olmadığını kontrol eder misin? Benim yapmam biraz garip kaçacak.”

Terden hafif nemlenmiş elini ağzıma sokmasının düşüncesi bile midemi bulandırdığından aceleyle dilimi söylediği yere dokunduruyorum. Kadın takıntılarımı da tahmin etti, belli ki boş değil. Belki gerçekten özel bir yeteneği var.

Dilimin temas ettiği yerde gerçekten bir çukur olduğunu farkediyorum. Zaten günlük hayatta da dilim sürekli oraya gidiyor, boşluğu doldurmaya çalışıyor. Ama hiçbir zaman bilinçli olarak çukurun yerini düşünmediğim için kadın söyleyince ve ben kontrol edince şaşırıyorum. "Evet," diyorum. "Çukur."

“Eklem sorunların olabilir, ya da yaşlılığının erken döneminde baş gösterebilir. Zorlantılarınla halsizliğin çatışacaktır, büyük ihtimal. Sık sık doktora görünmen gerekecek. Bunun dışında hali hazırda göründüğün bir doktor mevcut. Imm, ama bu doktor daha çok beyin kaynaklı problemlerle ilgileniyor. Belki de psikiyatristtir, o kadarını bilemem. Gidip gitmemek konusunda tereddütlerin var.”


Bir diğer saplantım yaşlılık fobim olduğundan bunları duymak hiç hoşuma gitmiyor. Kadını o kadar kanıksadım ki, duyduklarımın doğruluğunu artık sorgulamıyorum bile. Tek yaptığım erken yaşlanacağım korkusuna başlamak. Ayrıca doktorlardan zaten hoşlanmıyorum, psikiyatristim dışında yeni bir doktor görme ihtimaline yüzümü ekşiterek yanıt veriyorum.

“Yakın zamanda, hayatında büyük bir değişim olacak. Fiziksel çevren açısından, ruhani açıdan… Her açıdan, senin bile kolayca aklına getiremeyeceğin, yaşadıkça da şaşıracağın türden bir değişim. Bunu kabullenemezsen, hata yapma ve kendine zarar verme ihtimalin artacak. Bir şey kaybedeceksin. Hayır, bir şeyler…  Bir meydan var; kilise önü. Herkes siyah giyinmiş. Yas var. Yakın bir tarihte orada bulunup, birileriyle konuşacaksın. Ve bir de, önemli bir şeyleri unutacaksın gibi görünüyor. İhtiyacın olan bir şeyleri unutacaksın bu kez, galiba fark etmeyeceksin bile. İleride büyük seçimler yapman gerekiyor. Az önceki gibi önemli ve aklından çıkarmaman gereken seçimler. Şu avcundaki uzun çizgiyi görüyor musun? Nasıl da şuradaki tarafından kesiliyor. Bunun tek bir anlamı olabilir, yol değiştirme seçeneği. Yolunu değiştirmeyi kabul edersen, güçleneceksin. Sana bunu yapmanı söyleyen güvenilmez biri olacak; ama dinlersen, gerçekten çok güçleneceksin. O zaman sana bir isim verecekler. Bu biraz kehanet etmek gibi olacak ama; sana verilen isim herkesçe bilinecek. Bak, bunu nasıl görüyorum diye sorma; uzun olan gençlik ve yaşam çizgin bir diğer, kalın ama yeterince düz ve sabit olmayan (yani güvenilmez) olay ve dönemeç çizgin tarafından kesiliyor. İkinci çizgi daha geniş, daha derin. Yani daha güçlü, kuvvetli, sağlam. En yüzeysel şekilde böyle anlatabilirim.”

Söylediklerinin çoğu anlamsız gibi geliyor ama aklımın bir köşesine not ediyorum. Kilise, yas? Kesin biri ölüyor. Hayatımda çok insan yok ve olanları da kaybetmek bana çok ağır gelir. Beş dakika önce tanıştığım kadın beni ağır, nemli havaya benzeyen kasvetli bir ruh haline sokmayı başarıyor. Teknik detaylar ilgimi çekmiyor fakat önüme bir seçim gelecek olması da ayrı bir kasvet sebebi. Kadının söylediklerini aklımdan çıkarmasam iyi olur diye düşünüyorum.

"Bana inanmıyor olabilirsin ama çok şey görüyorum ve biliyorum. Dediklerimi dikkate alırsan sevinirim, daha önce yanıldığım hiç olmadı."

Ona ne şüphe! Elbette inanıyorum. Zaten kendini ispatlamak için her falcının yaptığı gibi başta tahmin etmesi zor şeyleri tahmin etti. Tek farkı bunların gerçekten zor şeyler olması. Gördüğüm diğer falcılara benzemiyor. Bu yüzden gülümseyip, "İnanıyorum," diyorum. Hemen yüz bulmuş olacak ki avcunu açıyor. Ben de gözlerimi devirip avcuna 20 dolar sıkıştırıyorum önceden istediği gibi. O kadar yüzsüz ki, teşekkür bile etmeden yolun karşısına doğru yürümeye başlıyor.

“Unutmadan… Bundan sonra çevrendeki nesnelere daha fazla dikkat et!” diye sesleniyor yolun karşısından. Ben de tebessümümü genişleterek onaylıyorum. Aslında kim bilir, belki de teşekkür etmesi gereken bendim?

Kadın gözden kaybolduktan sonra kafelerin birine girip dalgınca kahvaltı tabağı ve çay söylüyorum. Kadının cümleleri siparişim gelene kadar kafamda dans edip duruyor. Kilise, yas, unutacağım şeyler, yol ayrımı, nesne... Ne nesnesi? Gizem beynimi yiyor. Kafamda olumsuz ihtimaller kurup moralimi daha da bozuyorum. Böyle şeyler benim gibi takıntılı birine söylenir mi? Haftalarca aklımda kalacak tüm söyledikleri...



Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Raisor - 12 Temmuz 2012, 17:19:54
Spoiler: Göster
Selamlar, ben geldim :D


Spoiler: Göster
Bay Nelson’la öğlenki randevunu unutma.

Ben de şimdi fark ettim bunu. Küçük bir ayrıntı.


Paranoya ya da obsesif kompulsif hastalarının, paranoya ya da obsesif kompulsif hastası olmalarının pek çok avantajı mevcuttur. Belki sıradan şeyler üzerine çok fazla düşünüp kafa yorarlar, ama olağanüstü şeylere de çok fazla düşünüp kafa yorarlar. Sıradan bir insanın bir olgu üzerinde sıradan miktarlarda düşünmesi esrarları çözemiyor. Ama obsesif hastaları, biraz da zekiyseler, sıradan miktarın üzerinde düşündükleri için, bir olguyu çözmeye daha elverişli imkanlara sahip olabilirler.

Fal.

Evet bu, geleceği tahmin etme sanatı olarak da bilinir ve genellikle tahmin edilen gelecek, olacak olanla alakasız olur. Çünkü falcı zımbırtılarının çoğu, genellikle sadece rol yapma konusunda ustalaşmış, para düşkünü bir gurup yalancıdır. Ama hiç kuşkusuz, bazı olağanüstü insanlar vardır ki, bunların altıncı hisleri çok kuvvetlidir. Ve Alice’in az önce tanıştığı kadın, kesinlikle bunlardan bir tanesiydi. Bu kadın çok bariz bir şekilde belliydi ki, şu üzerinde “Falcı Marienne” gibi şeyler yazan mistik bir tabelaya sahip saray-vari evlerde, oturduğu yerden müşteri bekleyen diğer sahte falcılar gibi değildi.

Kadın geçmişle ilgili bir şeyler söyleyip gelecekle ilgili kehanetlerini de bitirip, yirmiliği cebine attıktan sonra, başka bir yöne doğru ilerledi. Geride ise, hem olağan hem de olağanüstü olaylara çok fazla kafa yoran genç bir obsesif hastası bırakmıştı. Alice tüm bu düşüncelere fazla kafa yormak istemiyordu ama yoracaktı.

Durup saatlerce orda beklemek yerine, açlıktan kazınan midesini doldurmak Alice’e daha mantıklı gelmiş olacak ki, hemen en yakın kafeye yöneliyor. Gorfion Kafe. ‘Special kahvaltı tabağı’ ile ünlü, caiz fiyatlarla kahvaltının hakkını verebilecek türden bir kafe ve Alice oraya pek yakın.

Karnını iyice doldurup çayını da içtikten sonra, psikiyatra gitmesi gerektiğini hatırlıyor ve kahvaltının parasını masaya bırakarak hemen dışarı çıkıyor. Aslında Henüz saat 10. Psikiyatr ile olan seans ise saat 12 gibi başlıyor. Alice’in doktora gitmek için çeyrek saatlik bir araba yolculuğu yapması kafi ve sabah kahvaltı yapmaya çıkarken, yürümeyi tercih etmişti. Yani eve dönüp, üstünü başını değiştirip, arabasına atlayıp yola koyulmak için hala bolca zamanı var gibi.

Biraz daha boş zamanın var.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 13 Temmuz 2012, 22:32:02
Spoiler: Göster
Özür dilerim, vakit öğlene yaklaşmıştır diye düşünmüştüm...


Başka hiçbir şey düşünmeden yemeğimi yeyip (tabii başka hiçbir şey düşünemem, çünkü yerken tek düşünebildiğim peyniri tamamı birbirine eşit parçalara bölmek, kalan zeytin sayısı ile kalan domates sayısını eşit tutabilmek ve bir peynir, bir zeytin, bir domates, bir kızartılmış yumurta çatalı, bir sosis almaya çalışarak bu sırayı kesinlikle bozmamaya çalışmak) klasik kahvaltılıklar dışında hiçbir şeye dokunmadan hesabı bıraktıktan sonra Gorfion Kafe'den ayrılıp kendimi caddeye atıyorum.

Erken uyanamayıp yeni yeni uyananlar yola koyulduğundan kalabalık daha da artmış. Şiddeti artan uğultuysa kulağıma çarpıp geri dönüyor olacak ki dikkatimi dağıtmayı başaramıyor. Aklımda hep kadın ve söyledikleri var. Keşke yanıma müzik çalar alsaydım diyorum, belki o zaman şarkının sözlerine odaklanabilirdim. Evrenin çekim gücü diye bir şey vardır, bir şey hakkında düşünmeye başladığınız zaman her yerde önünüze çıkar. Misal, bir şarkıyı duyup beğenirsiniz her yerde duymaya başlarsınız, yeni bir kavram öğrenirsiniz aynı gün televizyonda haberini görürsünüz, oyunu duyduktan sonra okuduğunuz ilk kitapta bir kadın karakter "Zindanlar ve Ejderhalar" diye bahseder oyundan, gibi gibi... Ki bu benim başıma bazen beni şaşırtacak kadar çok gelir. Bu yüzden muhtemelen şarkıya odaklansam bile bana kadını hatırlatacak kelimeler duyacaktım...

Önemli olan şuydu, adamla tartıştıktan sonra neden gözlerini direk bana dikip benim yanıma geldi? O mesafeden benimle ilgili bir şeyler hissedip yanıma gelme ihtiyacı duyabileceğine göre söyledikleri cidden önemli olmalı. İçimden bir ses bunun faldan öte bir olay olduğunu söylüyor...

Bu arada yeni açılan bir hediyelik eşya dükkanının önünden geçerken vitrinde çok güzel bir kar küresi görüyorum. Altında -tabii ki- 20 dolar yazıyor. Normalde olsa mutlaka girip alırdım. Ama o rakam beni dükkandan uzak tutmaya yetiyor.

Kafamda dönüp duran bin bir düşünceyle varıyorum eve. Üstümü değiştirmeye gerek görmüyorum. Sadece ellerimi yıkayıp arabanın anahtarını alıyorum. Hala vaktim olduğu için yarım saat daha oturuyorum ama bunun bana hiçbir faydası olmuyor tabii ki.

Acaba kadından bir iletişim bilgisi alsa mıydım? Şimdi o kadar pişmanım ki kadına detay sormadığıma... Belki de parasını vermeden önce onu bir sorguya çekmeliydim. Daha fazla konuşturmalıydım. Eğer söylediği şeylerden biri gerçekleşecek olursa onu tekrar görmeyi isteyeceğimden eminim. Tartıştığı adama sorsam mı acaba? Bunu aklımın bir köşesine yazıyorum. Şimdi olay çok taze olduğundan sağlıklı düşünemiyor olabilirim ama akşam eve dönerken hala bana mantıklı gelirse soracağım. Bu arada gece internetten dişlerin arkasındaki çukur ve eldeki çizgiler hakkında araştırma yapmayı da aynı şekilde aklıma yazıyorum.

Eğer kadın haklıysa hareketli bir döneme giriyorum demektir. Acaba ne zaman başlayacak? Belki hayatımda yeni olaylar kısa zamanda olmaya başlarsa zamanım olmaz. O yüzden acilen temizlik de yapmam lazım.

Kapıyı arkamdan kilitleyip arabaya iniyorum. Diğer bir önemli şey ise tam gidiyorken dönüp ısrarla nesnelere dikkat etmemi söylemesi. Etrafımdaki tüm nesnelere nasıl dikkat edebilirim. Sürekli diken üstünde mi olmam lazım? Nesneden çok ne var Allah aşkına?

Tüm bu düşüncelerin arasından sıyrılmak istercesine hevesle trafiğe dalıyor arabam.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Raisor - 14 Temmuz 2012, 21:22:37
Alice biraz daha oyalanmaya karar verip dolaştıktan, düşündüktün, eve gittikten, düşündükten, hazırlandıktan ve biraz daha düşündükten sonra arabasına atlayıp doğruca doktorun muayenehanesinin yolunu tutuyor.

Zaten önceleri de benzer olaylar yaşamıştı. Bir keresinde, daha anaokulundayken, Jane adında psikopat bir kız herkesin eline bakarak ölüm tarihini görebildiğini söylüyordu. Bunu öğretmenine bile yapmış, zavallı kadını 92 yaşında öleceğini söyleyerek pek sevindirmişti. Ama durum Alice için öyle değildi. Alice’e 21 yaşına geldiğinde öleceğini söylemiş, bir de kahkaha patlatmıştı. Bu yüzden de Alice geçen yılı, yani 21inci yaşını, büyük bir korkuyla geçirmiş, 22inci doğum gününü kutladığı sırada sevinçle “yaşıyorum!” diye bağırmıştı. Böyle şeyler Alice gibi bir kıza söylenir miydi? Tabi çocukların bazen psikopatça şeyler düşündükleri ve kendilerine fantastik birer olgu yakıştırabildikler de, ayrı bir gerçektir.

Sadece çeyrek saatin ardından, Alice kendini psikiyatrın kliniğinin önünde buluyor. Arabasını bir güzel park edip arabadan iniyor ve kendini klinikten içeri atıyor. Önce sekreterle konuşup sonra bekleme odasına giriyor. Duvardaki saate baktığında 11.50 olduğunu görüyor. Fazla beklemeyecek yani.

Belki de falcı objelere dikkat etmesini söylediği için dikkatlice her şeyi incelediğindendir, ya da belki de geçen haftadan bu haftaya kadar geçen sürede yeni bir dekor tasarlamışlardır, Alice sebebini çözememişti; ama duvarda daha önce hiç görmediği resimler, tablolar ve değişik süsler fark etti bekleme odasında. Bir yerde “çığlık” tablosu, karşıki tarafta renklerle dalga geçen bir tuval, Alice’in oturduğu koltuğun sol tarafında kalan duvarda gotik tarzında bir okyanus manzarası resmi ve sol duvar ile karşıki duvar arasında kalmış köşede siyah, uzun bir vazo gördü. Bu odanın daha önce hiç böyle siyah ve kasvetli olduğunu fark etmemişti.

Bir süre oturduktan ve odanın tam ortasında bulunan küçük masanın alt raflığında bolca bulunan dergileri biraz karıştırdıktan sonra, psikiyatrın odasının kapısı açılıyor. Minyon tipli, muhtemelen Alice’den yaşça daha küçük olan bir delikanlı çıkıyor odadan. Siyah dağınık saçları ve gümüşi renkte gözlükleri var. Gözlerinin hafif kızarmış olduğunu fark ediyor Alice ve sebebinin uyuşturucu, uykusuzluk ya da bu gibi faktörlerden olabileceğini düşünüyor ilk başta ama fazla kafa yormuyor. Oğlan Alice’e bakarak somurtkan bir ifadeyle;

“Seni bekliyor” diyor. Alice elindeki dergileri yeniden masaya bırakarak, odaya doğru ilerlerken, oğlan da çıkışa doğru yürümekte. Tam yan yana geçiyorlar ki, oğlan Alice’e çarpıyor – kasıtlı olduğu bariz bir şekilde – ve Alice'e dönerek “dikkat etsene!” diyor. Hiçbir şey olmamış gibi çıkışa doğru ilerliyor. Alice de bir şey diyemiyor, sadece yürümeye devam edip doktorun odasına giriyor ve kapıyı arkasından kapatıyor.

Alice bu odada da önceden fark etmediği birkaç şey fark ediyor ilk girdiğinde. Önceki haftadan hatırladığı gibi küçük bir oda. Kapının tam karşısında bir pencere var ve pencerenin önünde bir masa, masanın önünde iki koltuk ve masanın gerisinde bir koltuk. Kapıdan ilk girdiğinizde, solunuzda bir kitaplık var ve sağınızdaki duvarda ise doktorun bazı belgeleri asılı. Mesleğiyle ilgili şeyler. Fakat köşelerden birinde uzun, kan kırmızısı bir vazo görüyor Alice ki bunu ilk kez görüyor. Belgelerin asıldığı duvarın karşıki duvarında ise bir – iki soyut resim daha görüyor.

Doktor gözlüklü, hafif kel, biraz göbekli bir adam sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Genç bir doktor. Kısa siyah saçları, zayıf ve yağsız bir bedeni, normal yüz hatları var. Belli ki yeni mezun olmuş lakin başarılı birisi. Zaten Alice, bu adamın çek zeki biri olduğunu hep anlamıştır sesinin tınısından bile. Doktor gülümsüyor ve Alice’e oturmasına işaret ediyor.

“Nasılsın, Alice?” diyor zarif bir ses tonuyla. “Bir haftadır ortalarda yoktun, neler oldu bakalım?” Doktor daha şimdiden iki el parmaklarını birbirine geçiriyor ve sağ bacağını her daim olduğu gibi sol bacağının üstüne atıyor bu sırada.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 15 Temmuz 2012, 00:54:46
Bekleme salonunda doktorun bir önceki hastasıyla doldurması gereken vakti tamamlamasını beklerken salonda şöyle bir göz gezdiriyorum. Tabi konuşacakları erken bitse bile doktor bir saatten önce çıkarmayacak içerdekini. Hiçbir şey kalmadıysa üstüne vazife olmayan şeyleri sorar. Onu ilgilendirmeyen (bence ilgilendirmeyen) şeyleri sorar. Bazen kendiyle ilgili bir şeyler anlatır ve "Bu konuda ne düşünüyorsun?" der veya "Sence de komik değil mi?" diye sorar. Adam genç ve hoş olmasına rağmen ben de garip bir iticilik uyandırıyor. Belki de tedavisinin işe yaramadığını düşünmemdendir. Ya da psikiyatr olayına tereddütlü yaklaştığımdan. Hayır bana "Bunu şöyle şöyle aşmaya çalış" diyor, "Üç günde bir tırnaklarını kesme" diyor. Yapabilsem yapardım heralde değil mi Bay-Çok-Bilmiş-Doktor-Bozuntusu? Aslında zeki de bir adam, ama nedense bana pek bir faydası olmuyor.

Bu odanın yeni dekorunu ben mi daha önce farketmedim yoksa yeni mi diye düşünüyorum. Daha önce gördüğümü hatırlamadığım nesneler var. Resimden pek anlamadığımdan, tablolara ne kadar baksam da çok bir anlam veremiyorum. Ancak siyah bir vazo dikkatimi çekiyor. Dekora uysa da bana fazla gibi geliyor. Siyah, dümdüz uzun bir vazo. Yani para verilip de almaya değer bir şey olarak görmüyorum. Birden odanın içinde gözüme sırıtmaya başlıyor. Sanki bir fazlalıkmış gibi.

Derken doktorun kapısı açılıyor ve içerden bir çocuk çıkıyor. Belli ki halinden pek memnun değil. Ah ne kadar anlıyorum onu. Gerçi onun daha ciddi problemleri olduğu tahmininde bulunuyorum yüzünü inceleyecek birkaç saniyelik fırsatı yakaladıktan sonra.

“Seni bekliyor”

Ayağa kalkarak kapıya yöneliyorum ama çocuk gelip omzuma çarpıyor. Gelip dediysem, gerçekten gelip. Çünkü bu geniş mekanda izleyebileceği bir sürü rota varken özellikle bana doğru gelip omzuma hamle yaptı. Anladım sinirlisin ama, benimle alıp veremediğin ne acaba?

“Dikkat etsene!”

Akciğerlerimdeki nefesten doğup ses tellerimden damağıma ve dişlerime kadar olan yolu memnuniyet ve sabırsızlıkla katetmiş olan kelimeleri bastırmak için dudağımı kapalı tutmaya çalışmak zorunda kalıyorum. Şimdi ben bu çocuğa dönüp bir şey desem, muhtemelen terslemeye devam edecek, belki daha da kaba birkaç şey söyleyecek, hatta -buradaki hastaların işi belli olmaz- daha ileriye gidecek. Sinirli insanların karşısında yapılacak en mantıklı hareket susmaktır. Ve derin bir nefes çekip gözlerini devirmek.

Aldırış etmiyorum ve odaya girip kapıyı kapatıyorum. Her zaman oturduğum, az önceki çocuğun muhtemelen hafifçe ısıtmış olduğu koltuğa doğru yöneliyorum. Koltuğa ulaşana kadarki hızımı oldukça düşürerek bu odayı da inceliyorum. Bu bir süre bende alışkanlık olacak, hatta takıntı haline gelecek gibi. Takıntılarımdan kurtulmaya çalışıyorken yenilerini kazanmam ne kadar hoş!

Yine anlayamadığım resimlere ek olarak bir vazo daha dikkatimi çekiyor ama bu kez kırmızı. Belki bu ikisi birbirinin eşiydi diye düşünüyorum, ama doktor ikisini farklı odalara koymuştu belki. Sanki yanyana olsalar daha güzel olacaklarmış gibi geliyor. Bu arada hatları ve boyu diğer odadakiyle aynı mı diye dikkat etmeye çalışsam da diğerini çok iyi aklımda tutamadığımı farkediyorum. Bu hususu birdenbire çok merak ettiğimden kırmızı vazoyu daha dikkatli inceleyip, dışarı çıktığımda siyaha da birkez daha göz atmaya karar veriyorum.

Doktorum ayakta geçirdiğim vaktin fazla uzamış olduğunu düşünecek ki oturmamı işaret ediyor.

“Nasılsın, Alice? Bir haftadır ortalarda yoktun, neler oldu bakalım?”

"İyiyim teşekkürler, siz nasılsınız?" Bir yandan "Ah neler olmadı ki birkaç saat önce" diyorum içimden.

"Bir haftada bildiğiniz şeyleri tekrarladım... Okuldaki mecburi derslere gittim. Her sabah duş almaya devam ettim. Onun dışında evdeydim. Kitap okudum, ders çalıştım, televizyon izledim günde bir saat. Yine günü programladığım için arkadaşım çat kapı eve gelince içimden çok sinirlendim. Biliyorsunuz programım aksayınca çıldırıyorum. Tabii saatlerce oturdu..." gözlerimi devirip devam ettim. "Anlamadığım şey şu, onun canı sıkıldığı için yanıma geliyor. İnanın sadece canı sıkıldığı için ve zaman öldürmek için. Ama hiç düşünmüyor acaba benim canım sıkılıyor mu? Belki ben evde çok mutluyum? Ki öyleyim. Hadi bunu düşünemedin. Belki işim var. Telefon diye bir şey var değil mi? Gerçi beni aradıklarında genelde gelmelerinden korktuğum için telefonu açmıyorum ama neyse... Yine de başka özneler kullanarak bu tarz dayatma ve emrivakilerden hoşlanmadığımı anlatmaya çalışmama rağmen herkes o sırada kafasını sallayıp 'Evet ya ben de sevmiyorum,' diyor, ama kendileri alasını yapıyorlar. Anlamıyorum, bu kadar sosyal olmaya ne gerek var. Konuştuğumuz muhabbette de bir şey yok daha önce söylediğim gibi. Bıdı bıdı dedikodu."

Çok yabani olduğumu düşünebilir, hatta şimdiye kadar çok kez düşünmüştür ama umrumda değil. Yabaniyim sanırım.

"Neyse işte. Perşembe günü de bir arkadaşım benden geçen sene aldığı kitabı iade etti. Tam iade ettiğine sevinirken kitabın halini görünce deliye döndüm. Biliyorum bana kızacaksınız ama ona bir daha asla kitap vermeyeceğimi söyledim. Ve bunu ciddi bir şekilde yaptım. Vermem de gerçekten. Herkes ortada kitaplarım kıymetli diye gezinip duruyor ama kapağını kırıştırmadan okuyabilen yok. Tamam biliyorum kırışsa da bir şey olmaz ama istemiyorum işte. Baş ağrısı yapıyor sosyallik bende, gerçekten..."

Söyleyeceklerimin bittiğini anlasın diye derin bir nefes çekip yine derince veriyorum ve gözlerine bakıyorum. Bir an aklımdan falcı olayını da anlatmak geçiyor ama neden sonra bundan vazgeçiyorum.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Raisor - 15 Temmuz 2012, 19:16:20
+1 RP Bonus

"İyiyim teşekkürler, siz nasılsınız?" diyor ve anlatmaya başlıyor Alice:

"Bir haftada bildiğiniz şeyleri tekrarladım... Okuldaki mecburi derslere gittim. Her sabah duş almaya devam ettim. Onun dışında evdeydim. Kitap okudum, ders çalıştım, televizyon izledim günde bir saat. Yine günü programladığım için arkadaşım çat kapı eve gelince içimden çok sinirlendim. Biliyorsunuz programım aksayınca çıldırıyorum. Tabii saatlerce oturdu... Anlamadığım şey şu, onun canı sıkıldığı için yanıma geliyor. İnanın sadece canı sıkıldığı için ve zaman öldürmek için. Ama hiç düşünmüyor acaba benim canım sıkılıyor mu? Belki ben evde çok mutluyum? Ki öyleyim. Hadi bunu düşünemedin. Belki işim var. Telefon diye bir şey var değil mi? Gerçi beni aradıklarında genelde gelmelerinden korktuğum için telefonu açmıyorum ama neyse... Yine de başka özneler kullanarak bu tarz dayatma ve emrivakilerden hoşlanmadığımı anlatmaya çalışmama rağmen herkes o sırada kafasını sallayıp 'Evet ya ben de sevmiyorum,' diyor, ama kendileri alasını yapıyorlar. Anlamıyorum, bu kadar sosyal olmaya ne gerek var. Konuştuğumuz muhabbette de bir şey yok daha önce söylediğim gibi. Bıdı bıdı dedikodu."

Doktor, koltukta iyice yayılarak, daha da dikkatli bir şekilde dinlemeye devam ediyor Alice’i.

"Neyse işte. Perşembe günü de bir arkadaşım benden geçen sene aldığı kitabı iade etti. Tam iade ettiğine sevinirken kitabın halini görünce deliye döndüm. Biliyorum bana kızacaksınız ama ona bir daha asla kitap vermeyeceğimi söyledim. Ve bunu ciddi bir şekilde yaptım. Vermem de gerçekten. Herkes ortada kitaplarım kıymetli diye gezinip duruyor ama kapağını kırıştırmadan okuyabilen yok. Tamam biliyorum kırışsa da bir şey olmaz ama istemiyorum işte. Baş ağrısı yapıyor sosyallik bende, gerçekten..."

Doktor bu sözlerin ardından, Alice’in ifadelerinden, anlıyor sözünü bitirdiğini. Kafasında bir şeyleri ölçüp biçiyor. Bir şeyleri tartıyor. Doğru kelimeleri bulmaya çalışıyor sanki. Çeyrek dakikalık bir süreçten sonra konuşmaya başlıyor.

“Buraya ilk geldiğinde, bu kadar rahat değildin. Şu psikiyatr ile konuşma yargısını atlatıp, durumu kabullenmişsin gibi görünüyor. Bu da beni sevindirdi.” Aslında Alice’e geveze demeye çalışmıyordu. Aklının ucundan bile geçmemişti. Ama bir an Alice böyle yorumladı doktorun söylediklerini. Alice üzülüyor bir an, bir anda her şeyi anlatıp doktoru tatmin etmiş olmaktan dolayı sinirleri bozuluyor.

“Bana şu an anlattıklarınız, bundan önce anlattıklarınız… Hiçbiri arasında bir çelişki göremiyorum. Konuşmayı bilen, akıllı bir kızsın. Anlattıklarına bakacak olursak gerçekten sıradan bir hayat yaşıyorsun. Daha mezun olmamışken ve öğrenci yurdundayken, şu kitap meselesinin aynını yaşadığımı bire bir ben hatırlıyorum. Bu sebeple size kızacak değilim. Sizden bir şey ödünç alıp onun sorumluluğuna sahip çıkamayan bir arkadaşa ne kadar bağırsak da azdır.” Bir an duraksıyor. “Üstelik kalp kırıcı şeyler söylemek, bazen insanları o davranıştan uzaklaştırır. Eminim bir kere daha aldığı bir kitabı bu kadar vurdumduymaz bir şekilde kullanmayacaktır.”

Doktor acı çekiyormuşçasına bir ifadeyle, fakat aynı zamanda yüzünde bununla çelişkiye giren bir sırıtış vardı, “İçecek bir şey ister misin?” diye soruyor. “Daha zamanımız bol.”
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 17 Temmuz 2012, 01:03:53
“Buraya ilk geldiğinde, bu kadar rahat değildin. Şu psikiyatr ile konuşma yargısını atlatıp, durumu kabullenmişsin gibi görünüyor. Bu da beni sevindirdi.”

Bu adam şimdi artık ona karşı çok rahat olacağımı sanıyorsa yanılıyor. O kadar da rahat değilim, sadece sorusunu yanıtladım. Onun hoşuna gitmeyeceğini düşündüğüm şeyleri anlattım sadece. Bunu gevezelik olarak düşündüyse, canı bilir. Her şeyimi paylaşacağımı sanıyorsa da canı bilir. Az önce söylediğim üç-beş cümlenin kendi başarısı sonucu söylendiğini mi düşünüyor?

“Bana şu an anlattıklarınız, bundan önce anlattıklarınız… Hiçbiri arasında bir çelişki göremiyorum. Konuşmayı bilen, akıllı bir kızsın. Anlattıklarına bakacak olursak gerçekten sıradan bir hayat yaşıyorsun. Daha mezun olmamışken ve öğrenci yurdundayken, şu kitap meselesinin aynını yaşadığımı bire bir ben hatırlıyorum. Bu sebeple size kızacak değilim. Sizden bir şey ödünç alıp onun sorumluluğuna sahip çıkamayan bir arkadaşa ne kadar bağırsak da azdır. Üstelik kalp kırıcı şeyler söylemek, bazen insanları o davranıştan uzaklaştırır. Eminim bir kere daha aldığı bir kitabı bu kadar vurdumduymaz bir şekilde kullanmayacaktır.”

Her duruma bir kılıf uyduruyor. Acaba bu psikiyatrların hepsi mi sahtekar? Ne söylesem onaylamak zorunda mı? Üstelik kitap konusunu aşırı titizlik yaptığımı söylemesi için anlatmıştım. Şimdiyse karşıma geçmiş olabilir diyor. O zaman sen bana anlat, ben para alayım?

“İçecek bir şey ister misin? Daha zamanımız bol.”


Aha! Her şeyi bir anda anlattım diye sinir oldu. Daha bir saatimiz var ve şimdi kendisinin bir şeyler yumurtlaması gerekecek ve eminim bundan pek hoşlanmıyor. Oysa hep ben konuşsam ve sadece birkaç küçük yorum yapsa işi ne kadar da kolay olur! Bu yüzden bir garip tavırlara girmiş olacak, memnuniyetsizliğini gözlerindeki sırıtışıyla çelişen ifadeden anlayabiliyorum. Ki bu işime geliyor.

"Evet, ben bir soda rica edeyim," diyorum sırıtışına karşılık vererek. "Ne de olsa zamanımız bol ve benim anlatacaklarım bu kadar."

Sırıtışımı daha da genişletiyorum ve koltuğuma zevkle biraz daha gömülüyorum.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Raisor - 17 Temmuz 2012, 18:02:46
"Evet, ben bir soda rica edeyim," diyor ve sırıtıyor Alice. "Ne de olsa zamanımız bol ve benim anlatacaklarım bu kadar."

Psikiyatrın amacı, kıza bir nevi güven vermekti. Kendisini daha az evvel övmüş, kendisine bir şeyler anlattığı için pek sevinmişti, lakin Alice onun sevinmesine pek üzülmüş gibiydi. Alttan alttan lafı sokarak, adamı yerin dibine soktu bu sözlerle. Bazı psikiyatrlar vardır. Sadece otururlar ve “Anlıyorum.” derler. Bu adam öyle değildi. Hevesli, genç biriydi. İnsanlara yardım etmeyi sadece para için değil, bu onu sevindiriyor diye yapıyordu.

Hemen masanın üzerinde duran telefonu eline alıyor adam ve bir iki tuşa basıyor. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından, “Hannah, bir soda, bir de kola isteyeceğim senden. Teşekkürler.” diyor.

Hannah, Alice’i girişte karşılamış sekreter kadındı. Sevecen, iyi huylu, orta yaşlarında biriydi. Doktor telefonu da kapattıktan sonra, tekrar Alice’e dönüyor.

“Alice, eminim ki tüm sorunlarından kurtulmak istiyorsundur. Obsesif bozukluğunun düzelmesi için, sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Bu ‘Sorunun kaynağına inme’ felsefesi, kitaplar dâhil, her yere konu olmuş, sıkça duyduğun bir şey olduğundandır belki, sana biraz klişe gelmiş olabilir. Ama bugüne kadar hep şimdiki zamandan bahsettik. Biraz da geçmiş zamandan bahsedeceğiz şu andan itibaren. Bir insanı zorlayarak düzeltmenin imkansız olduğunu düşünürüm. Sana düşünmeni engelleyecek bir hap yazarım belki hemen şimdi. Fakat bu senin mantıklı düşünebilme yeteneğini de alır ve sonunda hatalar yapmana neden açar. Şizofreni gibi ağır bir hastalığın yok, hapın gereksiz olduğu kanısındayım.”

Adam koltuğunda biraz daha dikleşiyor ve yeniden ellerini birleştirerek çenesiyle masaya bastırıyor.

“Benim konuşmam gerektiğini mi düşünüyorsun? Ben senin konuşman gerektiği kanısındayım. En azından bu böyle olmalı.” Hafifçe gülümsüyor. “Her insanın sorunları olabilir fakat bu hayat senindir. Bu sorunlarla başa çıkmanda sana yardım edemem. Örneğin hastalarımdan bir tanesi, daha geçenlerde, eşcinsel olduğunu babasının öğrendiğini ve bunu babasına kabul ettirmemi istedi. Bu benim ikna kabiliyetimi aşan bir şey. Zaten sonradan anladım ki, asıl psikolojisi bozuk olan kişi, babasıydı. Benim, çocuğun hormonlarını konuşarak düzeltebileceğime inanıyor.” Küçük bir kahkaha atıp, devam ediyor. “Bense çocuğa, sorunlarla nasıl başa çıkabileceğini anlatmaya çalıştım. ‘Şunu yaparsan daha güzel olur’ düşüncesini değil, ‘Ne yaparsam daha güzel olur’ düşüncesini kazandırmaya çalıştım. Sana da bunu yapacağım.”

Bu sırada kapı çalıyor. Hannah içeri giriyor ve soda ile kolayı masanın üzerine bırakarak, tekrar dışarı çıkıyor. Doktor kolasını eline alarak, Alice'e sodasını almasını işaret ediyor.

“Geçmişi kabul etmeli, onu unutmadan, onu düzeltme gayesine düşmeden, geleceğimize sorun oluşturmayı kesmesini sağlamalıyız.” şeklinde devam ediyor doktor hemen. “Çok takıntılı biri olmanız, önceden yaşadığınız birkaç şey yüzünden sürekli düşünmeniz anlamına geliyor. Bu, obsesif kompulsif hastalığının yegane açıklamasıdır. Size önceden söylediklerimi bir kenara atın. Artık size “şunu yapın, buna dikkat edin” demeyeceğim. Fazla takıntılı davranışlarda bulunmaya devam edebilirsiniz. Uyumadan önce yatağınıza notlar asın. Ya da diğer şeyler. Ben size yapmayın dersem, sizi isteğiniz dışında zorlarsam, bir anlamı yok.”

Alice’in kafasında soru işaretleri oluşuveriyor bir anda. Neden önceden kendisini zorlamıştı o takıntılarını yapmamakta? Yoksa zorlama olarak yapmamasını söylemesinin bir işe yaramayacağını mı kanıtlamaya çalışıyordu? Eğer öyleyse, çok akıllı olmalıydı. Bu sorunu, Alice’in kendi yöntemleriyle çözmesi gerektiğini, birkaç haftalık bir süreçle kolayca ispatlayıvermişti. Alice bir an şaşırdığını kabul edebildi.

“Konuşmanızı istiyorum.” diyor ve kolasından bir yudum alıyor. “Bana, hayatınızı anlatmanızı istiyorum.”
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 19 Temmuz 2012, 01:02:28
Kendisine laf soktuğumu anlamış olacak ki ifadesi değişiyor doktorun. Elini telefona atıyor ve Hannah'yı arayıp bir soda ve bir kola istiyor.

“Alice, eminim ki tüm sorunlarından kurtulmak istiyorsundur. Obsesif bozukluğunun düzelmesi için, sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Bu ‘Sorunun kaynağına inme’ felsefesi, kitaplar dâhil, her yere konu olmuş, sıkça duyduğun bir şey olduğundandır belki, sana biraz klişe gelmiş olabilir. Ama bugüne kadar hep şimdiki zamandan bahsettik. Biraz da geçmiş zamandan bahsedeceğiz şu andan itibaren. Bir insanı zorlayarak düzeltmenin imkansız olduğunu düşünürüm. Sana düşünmeni engelleyecek bir hap yazarım belki hemen şimdi. Fakat bu senin mantıklı düşünebilme yeteneğini de alır ve sonunda hatalar yapmana neden açar. Şizofreni gibi ağır bir hastalığın yok, hapın gereksiz olduğu kanısındayım.”

Evet belki hemen reçete dayayacak bir adam değil. Aslında adama ısınamamış olmam adamın suçu da değil. Adam belki çabalıyor ama ben istemiyorum. Bana yardım ediyor olması işime gelmiyor. Obsesifliğim beni yorsa da hergün duş almama düşüncesi beni daha çok yoruyor örneğin. Yani kurtulmak istemiyorum ki... O iyi bir doktor olabilir. Ama tedavi edebilmesi için benim de istemem gerekli, zaten bu noktada tıkanıyor. 

“Benim konuşmam gerektiğini mi düşünüyorsun? Ben senin konuşman gerektiği kanısındayım. En azından bu böyle olmalı. Her insanın sorunları olabilir fakat bu hayat senindir. Bu sorunlarla başa çıkmanda sana yardım edemem. Örneğin hastalarımdan bir tanesi, daha geçenlerde, eşcinsel olduğunu babasının öğrendiğini ve bunu babasına kabul ettirmemi istedi. Bu benim ikna kabiliyetimi aşan bir şey. Zaten sonradan anladım ki, asıl psikolojisi bozuk olan kişi, babasıydı. Benim, çocuğun hormonlarını konuşarak düzeltebileceğime inanıyor. Bense çocuğa, sorunlarla nasıl başa çıkabileceğini anlatmaya çalıştım. ‘Şunu yaparsan daha güzel olur’ düşüncesini değil, ‘Ne yaparsam daha güzel olur’ düşüncesini kazandırmaya çalıştım. Sana da bunu yapacağım.”


Hemen savunmaya geçmeye yeltendiğimden eşcinselle ilgili konuyu işitmeme rağmen dinlemiyorum. Sadece kaydettim ve onun hakkında sonra düşünmeye karar veriyorum.

"Bana sorunlarımla nasıl başa çıkabileceğimi anlatıyorsunuz ama ben bunları uygulayamıyorum. Gergin oluyorum, rahatsızlanıyorum, biliyorsunuz. Hem sorunlarımla başa çıkmamda bana yardım edemeyecekseniz konuşmamızın ne anlamı var ki?"

O sırada kapı çalıyor ve Hannah giriyor. Ona gülümsüyorum zira severim onu. Soda ve kolayı masaya bırakıp çıkıyor. Doktorum kolasını alınca ben de sodamı elime alıyorum fakat içmiyorum.

Geçmişi kabul etmeli, onu unutmadan, onu düzeltme gayesine düşmeden, geleceğimize sorun oluşturmayı kesmesini sağlamalıyız. Çok takıntılı biri olmanız, önceden yaşadığınız birkaç şey yüzünden sürekli düşünmeniz anlamına geliyor. Bu, obsesif kompulsif hastalığının yegane açıklamasıdır. Size önceden söylediklerimi bir kenara atın. Artık size “şunu yapın, buna dikkat edin” demeyeceğim. Fazla takıntılı davranışlarda bulunmaya devam edebilirsiniz. Uyumadan önce yatağınıza notlar asın. Ya da diğer şeyler. Ben size yapmayın dersem, sizi isteğiniz dışında zorlarsam, bir anlamı yok.”

"İyi de ben bunları unutmadan ve düzeltme gayesine düşmeden bunları düzeltemem ki. Kendinizle çelişmiyor musunuz? Bana bundan böyle önerilerde bulunmayacaksanız öylece muhabbet edeceği sadece. Doğru mu anladım?"

Evet kendim istemem gerekiyordu, bu konuyu bana ispatlamıştı ama istemediğim bir şeyi nasıl istemeye başlayacağım konusunda hala bir şeyler yapması gerekiyordu.

"Eh biliyorsunuz aslında. Ama ben en başta başlayayım. Liseden bu yana takıntılar edinmeye başladım. İnsanlardan yavaş yavaş uzaklaştım. Bundan rahatsız oluyo falan da değilim gayet memnunum. İki çift laf dedikleri beş para etmiyor çünkü... Neyse. Başta takıntılarım sadece kendimle ilgiliydi. Ama sonra diğer insanlara da sıçratmaya başladım bu yüzden ailemden ayrılıp başka bir eve taşındım. Onları bile özlemiyorum. Yani elbette çok seviyorum annem babam sonuçta. Ama iki üç günde bir aramak birkaç dakika konuşmak yetiyor. Evlerine gidesim gelmiyor. Bir gitsem annem üç dört saat dolmadan göndermeyecek biliyorum. Ve ben aynı yerde o kadar saat kalamıyorum. Hemen evime dönemk istiyorum.

Aslında sanırım evimi tam istediğim gibi düzenlemem bu durumu daha da perçinledi. İnsanlar bana evde sıkılmıyor musun diye soruyorlar. O kadar şaşırıyorum ki, neden evden sıkılayım. Kitaplarım ve bilgisayarım var. Her gün okuldan gelip duş alıp kahve yapıyorum ve açıyorum kitabımı. Zaman zaman ödevler ve projeler yapıyorum okul için. Diğerleri gibi lay-lay-lom geçirmiyorum hayatı. Mutluyum yani..."

Soluklanıyorum ve sodadan biraz içiyorum. Asidi boğazımı yaktığı için yüzümü buruşturuyorum. Sodayı pek sevmem ama böyle pat diye sorulunca nedense hep soda cevabını veririm.

"Ailem ve arkadaşlarım durumdan şikayetçi oldukları için bir doktora görünmem konusunda çok ısrar etmişlerdi." Gözlerimi deviriyorum. "Genç olmanıza rağmen çok iyiymişsiniz. Yanlış anlamayın, iyi olmadığınızı söylemiyorum ama bana yardım edebileceğiniz konusunda şüpheliyim. Bir insan mutluyken neden düzenini değiştirmek istesin ki?" Gözlerinin içine odaklıyorum bakışlarımı.

"Mutlu olacağım yepyeni bir düzen yaratabilir misiniz ki?"
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Raisor - 21 Temmuz 2012, 05:11:01
"Bana sorunlarımla nasıl başa çıkabileceğimi anlatıyorsunuz ama ben bunları uygulayamıyorum. Gergin oluyorum, rahatsızlanıyorum, biliyorsunuz. Hem sorunlarımla başa çıkmamda bana yardım edemeyecekseniz konuşmamızın ne anlamı var ki?"

Doktor konuşmasına hiç duymamış gibi devam ediyor. Alice onu yanlış yorumluyordu. O, Alice’e yardım etmeyeceğini söylememişti. Bu durumdan nasıl kurtulacağını bulmasına yardım edeceğini, bunu bir tek Alice’in yapabileceğini söylemişti.

"İyi de ben bunları unutmadan ve düzeltme gayesine düşmeden bunları düzeltemem ki. Kendinizle çelişmiyor musunuz? Bana bundan böyle önerilerde bulunmayacaksanız öylece muhabbet edeceğiz sadece. Doğru mu anladım?"

Doktor duymamazlıktan gelmeye devam ediyor. Alice’in, kendisinin ne yapmaya çalıştığını anladığına emin olmuştu. Bugüne kadar hep “şu takıntından vazgeç, şunu yapma, bunu yap” demişti. Bunların bir işe yaramadığını, kendisi kadar, Alice de biliyordu artık ve çözüm yolunu Alice’in bulmaya çalışmasını istiyordu.

"Eh biliyorsunuz aslında. Ama ben en başta başlayayım. Liseden bu yana takıntılar edinmeye başladım. İnsanlardan yavaş yavaş uzaklaştım. Bundan rahatsız oluyo falan da değilim gayet memnunum. İki çift laf dedikleri beş para etmiyor çünkü... Neyse. Başta takıntılarım sadece kendimle ilgiliydi. Ama sonra diğer insanlara da sıçratmaya başladım bu yüzden ailemden ayrılıp başka bir eve taşındım. Onları bile özlemiyorum. Yani elbette çok seviyorum annem babam sonuçta. Ama iki üç günde bir aramak birkaç dakika konuşmak yetiyor. Evlerine gidesim gelmiyor. Bir gitsem annem üç dört saat dolmadan göndermeyecek biliyorum. Ve ben aynı yerde o kadar saat kalamıyorum. Hemen evime dönmek istiyorum.

Aslında sanırım evimi tam istediğim gibi düzenlemem bu durumu daha da perçinledi. İnsanlar bana evde sıkılmıyor musun diye soruyorlar. O kadar şaşırıyorum ki, neden evden sıkılayım. Kitaplarım ve bilgisayarım var. Her gün okuldan gelip duş alıp kahve yapıyorum ve açıyorum kitabımı. Zaman zaman ödevler ve projeler yapıyorum okul için. Diğerleri gibi lay-lay-lom geçirmiyorum hayatı. Mutluyum yani..."


Alice yavaşça gözlerini deviriyor ve anlatmaya devam ediyor:

"Ailem ve arkadaşlarım durumdan şikayetçi oldukları için bir doktora görünmem konusunda çok ısrar etmişlerdi. Genç olmanıza rağmen çok iyiymişsiniz. Yanlış anlamayın, iyi olmadığınızı söylemiyorum ama bana yardım edebileceğiniz konusunda şüpheliyim. Bir insan mutluyken neden düzenini değiştirmek istesin ki?" Alice, doktorun gözlerinin içine odaklıyor bakışlarını.

"Mutlu olacağım yepyeni bir düzen yaratabilir misiniz ki?”

“Mutlu olacağın o yeni düzeni, sen ancak istersen yaratabiliriz” diyor ve elini havada sallıyor doktor. “Siz takıntılara sahipsiniz. Bunu ikimiz de biliyor ve kabul ediyoruz. Hastalığınızı zaten kabullenmişsiniz bu iyi bir şey. Ama bundan mutluluk duymak iyi değil.” Tekrar koltuğa yerleşiyor iyice. “Kafanıza takılan takıntılarınızı uygulamaya sürdükten sonra başarma duygusu sizi mutlu kılıyor. Peki ya ilerde bu sorun büyürse ve kafanıza takılan takıntılar uygulamayacak kadar büyük olursa? O zaman vay halinize!”

Adam kahvesinden bir yudum daha alıp devam ediyor:

“Şu an mutlu olabilirsiniz. Ama bir insanı asıl mutlu kılan sevdiklerini mutlu görmektir. Bunu mutlu bi adam olduğumdan değil, mutlu bir adam olmak istediğimden biliyorum. Bu takıntılarınız, sevdiklerinize zarar veriyor. Ya da zarar vermiyor, ama üzülüyor çünkü senin zarar görebileceğinizi düşünüyorlar. Korkunç gerçek ise şu ki, evet haklılar.”

Bu sırada da zaman hızla akıp geçiyor ve on dakikanız kalıyor.

"Benim anlamadığım, neden travmatik bir olay yaşamadığınızı söylemenize rağmen bu hastalığa yakalandınız? Liseden beri diyorsunuz ama, tam olarak ne oldu lisede de, böyle bir sonuç ortaya çıktı?"
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 23 Temmuz 2012, 21:27:20
“Mutlu olacağın o yeni düzeni, sen ancak istersen yaratabiliriz. Siz takıntılara sahipsiniz. Bunu ikimiz de biliyor ve kabul ediyoruz. Hastalığınızı zaten kabullenmişsiniz bu iyi bir şey. Ama bundan mutluluk duymak iyi değil. Kafanıza takılan takıntılarınızı uygulamaya sürdükten sonra başarma duygusu sizi mutlu kılıyor. Peki ya ilerde bu sorun büyürse ve kafanıza takılan takıntılar uygulamayacak kadar büyük olursa? O zaman vay halinize!”


Evet düzenimi değiştirmeyi hiç istemeyecek kadar hayatımdan memnunum. Temiz olmak, düzenli olmak, simetrik olmak, planlı programlı olmak beni mutlu ediyor ve kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Ama doktorun değindiği nokta gerçekten düşünmemi sağlıyor. Çünkü bunlar yapabildiğim, takıntımın benden istediğini uygulayabildiğim sürece beni mutlu ediyor. Halbuki bir gün duş almasam inanılmaz agresif olabiliyor, biri evime çatkapı gelse ve saatlerce kalsa, o insan kim olursa olsun ondan nefret edebilecek kadar ileri gidebiliyorum.

“Şu an mutlu olabilirsiniz. Ama bir insanı asıl mutlu kılan sevdiklerini mutlu görmektir. Bunu mutlu bi adam olduğumdan değil, mutlu bir adam olmak istediğimden biliyorum. Bu takıntılarınız, sevdiklerinize zarar veriyor. Ya da zarar vermiyor, ama üzülüyor çünkü senin zarar görebileceğinizi düşünüyorlar. Korkunç gerçek ise şu ki, evet haklılar.”

Sağ bacağımı sol bacağımın üstüne atıp, dirseklerimi de seviyece üstte duran bacağımın üstüne yerleştirip öne doğru eğiliyorum.

"İyi de ben kimseyi sevmiyorum ki." Elimle bir geçiştirme hareketi yapıp başımı yana eğiyorum. "Yani seviyorum elbette, mesela ailemi, ama çok sevmiyorum. Yani kimseye bir düşkünlüğüm yok. Kimse benim için üzülmesin. Eh üzülürlerse de... Bunun beni pek etkileyeceğini sanmıyorum."

Dikkatlice bakıyorum doktora. Demek ki psikiyatr olmak için sabırlı olmak gerek diye düşünüyorum. Ben olsaydım bana tahammül edemezdim heralde. Onun önüne sürekli uğraşması gereken yeni problemler getiriyorum.

"Benim anlamadığım, neden travmatik bir olay yaşamadığınızı söylemenize rağmen bu hastalığa yakalandınız? Liseden beri diyorsunuz ama, tam olarak ne oldu lisede de, böyle bir sonuç ortaya çıktı?"

Tekrar arkama yaslanıp üstteki bacağımı yukarı aşağı sallamaya başlıyorum. Bir yerden duyduğuma göre bu erkeklerin dikkatini bayağı dağıtıyormuş.

"Bildiğim kadarıyla bir durum, travmatik bir olay yok. Lise hayatım normal denebilecek gibiydi. Eh işte biraz arkadaşım vardı. Onlarla gezerdim, ders çalışırdım. Arada sırada bir kitap alırdım elime. Bol bol uyurdum. Erkek arkadaşım oldu bir tane. Bir de platonik aşkım oldu. Aklımdan çıkmadı hatta yıllarca..." Sırıtarak devam ediyorum. "Hatta yeni yeni farkediyorum aklımdan çıktığını. Neyse... Öyle işte, klasik bir lise hayatı. Kayda değecek bir şey olmadı."

Doktorun yavaş yavaş toparlanmaya çalıştığını farkediyorum ve çantamı açıp saate bakınca çok az vaktimiz kaldığını görüyorum. Bacağımı indirip kalkmaya hazır bir pozisyon alıyorum ve söyleyeceği son şeyleri dinlemek üzere ilgiyle yüzüne bakıyorum.

Yine de beni normalden çok daha fazla konuşturabildiği için belli belirsiz bir hayranlık duyuyorum karşımdaki adama.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Raisor - 24 Temmuz 2012, 17:33:04
"İyi de ben kimseyi sevmiyorum ki.  Yani seviyorum elbette, mesela ailemi, ama çok sevmiyorum. Yani kimseye bir düşkünlüğüm yok. Kimse benim için üzülmesin. Eh üzülürlerse de... Bunun beni pek etkileyeceğini sanmıyorum."

Doktor sakin bir ifade takınıyor. Alice’in bu düşüncesi, onu kayda değer bir şekilde üzüyor tabi. “Nankör bir evlat daha…” diye düşünüyor, fakat dile getirmiyor. Hafif bir gülümseme takınıp konuşmasına devam ediyor.

"Bildiğim kadarıyla bir durum, travmatik bir olay yok. Lise hayatım normal denebilecek gibiydi. Eh işte biraz arkadaşım vardı. Onlarla gezerdim, ders çalışırdım. Arada sırada bir kitap alırdım elime. Bol bol uyurdum. Erkek arkadaşım oldu bir tane. Bir de platonik aşkım oldu. Aklımdan çıkmadı hatta yıllarca...  Hatta yeni yeni fark ediyorum aklımdan çıktığını. Neyse... Öyle işte, klasik bir lise hayatı. Kayda değecek bir şey olmadı."

Doktor, bir – iki dakikalık bir düşünme sürecinden sonra, tatmin olmamış bir ifadeyle Alice’e bakıyor. Fazla tecrübeli değildi, ama insanların durup dururken veya sıradan bir hayat sürüyorken obsesif olamayacağını da iyi bilirdi. Alice’in kesinlikle ona anlatmadığı trajedik bir olay olmalıydı. Belki de Alice’in üstünkörü bir şekilde bahsettiği o lise aşkının ardında başka bir şeyler daha dönmüştü. Ya da tamamen bambaşka bir şey vardı. Ancak bunu öğrenmek için, önümüzdeki haftaya kadar beklemesi gerekiyordu. Zira, seansın bitmesine beş dakika kalmıştı.

“Peki” diyor doktor bu kez daha az içten bir gülümsemeyle. “Daha fazla konuşmak isterdim, ama bu haftalık bu kadar sanırım. Haftaya yine aynı saatte buluşacağız.” Derin bir nefes daha alıyor. “Sizden istediğim bir şey var. Bir A4 sayfası alın. Şu andan itibaren, yarın bu saate kadar, yaşadığınız tüm mutluluk verici olayları bu kağıda yazın." Masanın üzerinden bir kağıt uzatıyor. "Çok fazla madde çıkarsa, ertesi gün maddeleri okuduğunuzda, ne de çok şeye mutlu olduğunuzu anlayacaksınız. Pek çoğu da size saçma gelecektir. Ama bu gerçeği değiştirmez, o maddeler sizi o an mutlu etmiştir. Eğer maddelerin sayısı pek azsa, o halde bana anlattığınız kadar mutlu değilsiniz demektir.” Elini havada şöyle bir sallayarak, yüzüne çelimsiz bir mimik yerleştiriyor. Masadaki birkaç kağıdı toparlayarak, koltuğundan kalkıyor. Bu sırada Alice de kalkıyor tabi. Doktor yavaş adımlarla Alice’in yanına geliyor ve elini uzatarak, onunla toka ediyor.

“San Hugh kilisesinin önünde, Ford model bir arabayla, büyük bir kamyonun altına girdiğimde henüz 23 yaşındaydım. Eczacılık bölümünde okuyan bir de kız arkadaşım vardı o zamanlar. Birlikte büyükannemi ziyarete gidiyorduk ve ben o zamanlar o kızla evleneceğime inanıyordum.” Yüzünde hoş bir gülümseme var. “Sonuç olarak bir süre hastanede kalmam gerekmişti ve yanımda bir tek o pek az sevdiğim ailem vardı. Akşamları annem, öğlenleri babam. Tuvalete bile kalkamıyordum ve beni onlar temizliyorlardı.” Yüzünde bir utanma ifadesi beliriyor birden ve hemen konuyu değiştiriyor:

“Çoğu hep gider. Pek çok zaman yanımızda kalan, hep ailemizdir.” Yüzünde hala aynı tebessüm var. “Çıktığını sekretere haber verir misin? Sonraki hastayı göndersin.” diyor ve yüzünü masasındaki başka kağıtlara daldırıyor.

Saat 13:00. Alice için ayrılma vakti. Daha bir ton boş zamanı var ve ne yapacağına kendisinin karar vermesi gerekiyor.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 29 Temmuz 2012, 03:41:37
Ben konuşurken doktor yüzünde kamuflaj gülümsemesiyle beni dinliyor. Anlattıklarımdan istediği anlamı çıkaramadığı belli, ama onun da açıklayamadığı şeyler olabilir. Doktorların bu bilmiş tavırlarından nefret ederim. Samimiyetle anlatıyorum ona, ama anlattıklarımda bir şey olmadığı için eksik anlattığımı sanıyor. Ne dersem diyeyim bana inanmayacak. Hayatımda beni derinden etkileyen bir olay yok. Bir şey beni derinden etkilemez ki pek... Önceden de böyleydi.

“Peki. Daha fazla konuşmak isterdim, ama bu haftalık bu kadar sanırım. Haftaya yine aynı saatte buluşacağız. Sizden istediğim bir şey var. Bir A4 sayfası alın. Şu andan itibaren, yarın bu saate kadar, yaşadığınız tüm mutluluk verici olayları bu kağıda yazın. Çok fazla madde çıkarsa, ertesi gün maddeleri okuduğunuzda, ne de çok şeye mutlu olduğunuzu anlayacaksınız. Pek çoğu da size saçma gelecektir. Ama bu gerçeği değiştirmez, o maddeler sizi o an mutlu etmiştir. Eğer maddelerin sayısı pek azsa, o halde bana anlattığınız kadar mutlu değilsiniz demektir.”

Uzattığı kağıdı elimle itiyorum. "Teşekkür ederim," yüzümde yapay bir tebessümle "Bende kağıt var," diyorum. Elini uzattığında gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadan karşılık veriyorum zorlama tokalaşmasına. "Dediğiniz gibi yapacağım. Ama çok dürüst olacağım. O yüzden o kağıtta garip maddeler görürseniz şaşırmayın."


“San Hugh kilisesinin önünde, Ford model bir arabayla, büyük bir kamyonun altına girdiğimde henüz 23 yaşındaydım. Eczacılık bölümünde okuyan bir de kız arkadaşım vardı o zamanlar. Birlikte büyükannemi ziyarete gidiyorduk ve ben o zamanlar o kızla evleneceğime inanıyordum. Sonuç olarak bir süre hastanede kalmam gerekmişti ve yanımda bir tek o pek az sevdiğim ailem vardı. Akşamları annem, öğlenleri babam. Tuvalete bile kalkamıyordum ve beni onlar temizliyorlardı.”

Bunu anlatırken önce gülümsüyor sonra utanarak kızarıyor. Aslında çok tatlı adam. Ama küçük bakması hoşuma gitmiyor. Belki daha geniş bir doktor olsaydı ona sempati duyabilirdim. Ama her zaman sözlerimin altında başka şeyler arıyor, anlattıklarıma inanmıyor gibi geliyor. Yine de utana sıkıla kendi tecrübesini anlatması garip bir biçimde hoşuma gidiyor. Beni yakın gördüğü için değil, zayıflıklarını anlatmaktan çekinmediği için.

“Çoğu hep gider. Pek çok zaman yanımızda kalan, hep ailemizdir.”

"Elbette," diyorum. "Bu yüzden onları herkesten çok seviyorum ve değer veriyorum zaten. Sahip olduğum en büyük duygu da yeterli olmasa bile onlara karşı hissettiklerim."

“Çıktığını sekretere haber verir misin? Sonraki hastayı göndersin.”

Kapıyı ardımdan kapatıp Hannah'ya baş parmağımla odanın boş olduğunu işaret ediyorum. Sevimli kadını selamlayıp kendimi daha da kalabalıklaşmış caddeye atıyorum.

Normalde direk eve gider, güzel bir kahve yapar ve elime bir kitap alırdım. Ama biraz doktorun etkisiyle biraz da "Dışarıya çıkmışken" düşüncesiyle çoğu zaman ihmal ettiğim okuluma gitmeye karar veriyorum. Mütevazi arabama bindikten sonra telefon rehberinden çok da yakın olmadığım sınıf arkadaşlarımdan birini seçip ders olup olmadığını, varsa hangi dersin olduğunu soruyorum mesajla. Sonra da arabayı çalıştırıp şehrin kirli ve gürültülü trafiğine giriyorum.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 10 Ağustos 2012, 16:10:20
Yeterince yakın olduğunu söyleyemeyeceğin fakat okulundaki sayılı dostlarından biri olan Madison’ın sesi bu kez oldukça kötü geliyor. Yarım saat sonra iki blok dersinizin olduğunu; ancak başka işin yoksa ders bitiminde biraz konuşmak için kendisiyle kantine gelip gelemeyeceğini soruyor. Genel arkadaşlık düsturunda birer ‘ritüel’ niteliği taşıyan sosyal olaylara olan uzaklıklarınız bakımından Madison’ın bu isteği sana ilk etapta şüphe uyandırıcı gelse de, kısa bir sohbete gerçekten ihtiyacı olduğu izlenimini veriyor.

Telefon konuşmanız kısa sürüyor.

Trafiğe kapılıp bir süredir yollarını ihmal ettiğin şehrin daha sakin kesimine doğru kısa bir sürüş daha yapıyorsun. Arabanı okulun park yerindeki bir noktada sabitleyip motoru söndürdüğün anda Madison kapını açarak seni karşılıyor. Bu, sana sıradan günlerde gösterdiği seviyede bir ilgi değil tabi ki.

“Ben derse girmeyeceğim ama, dediğim gibi, kantinde olacağım. İstersen ders bitiminde görüşürüz.” diyor oyalanmadan. Suratında tedirgin, üzüntülü ya da yorgun bir ifadenin izi yok. Ardından gülümseyerek uzaklaşıyor.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 12 Ağustos 2012, 22:21:07
Telefonum çalınca arabayı hemen sağa çekiyorum. Baktığımda ekranda Madison yazısını görünce şaşırıyorum, ben ona mesaj atmıştım neden mesajla cevap vermek yerine arıyor ki?

Sesini duyduğumdaysa en azından tahmin yürütebiliyorum bu beklenmedik aramasının sebebi hakkında. Genelde mutlu olan Madison'un ses tonu beni biraz şaşırtıyor biraz da merakta bırakıyor. Dersimizin olduğunu ancak dersten sonra benimle özel olarak görüşmek istediğini söylüyor. Benden yardım isteyeceği veya dert yanacağı düşüncesiyle bu durumdan hoşnut olmayabilirdim, ama Madison'ı severim. "Tabi ki." deyip kapatıyorum telefonu ve arabayı tekrar çalıştırıyorum.

Kısa süre sonra varıyorum okulun otoparkına. Boş bulduğum çoğu yere park edemiyorum (arabayı iyi kullandığımı düşünsem de park konusunda hala sıkıntılarım var). Çoğu kişinin rahatlıkla girebileceği ama bana çok dar gelen yerleri atladıktan sonra kapıya biraz da uzak olan bir yere acemice park ediyorum.

Arabadan indiğimde Madison'ı yanımda buluyorum. Buraya geldiğine göre gerçekten önemli bir şey olmuş olmalı. O kadar samimi olmadığımızı düşünürsek problemin sadece onu değil de beni de ilgilendiren bir şey olma olasılığı da geliyor aklıma.

“Ben derse girmeyeceğim ama, dediğim gibi, kantinde olacağım. İstersen ders bitiminde görüşürüz.” diyor ve ifadesiz yüzüne bir tebessüm yerleştirerek cevabımı beklemeden arkasını dönüp yürümeye başlıyor. İhtimaller üzerine birkaç saniye düşündükten sonra arkasından sesleniyorum.

"Hey Madison! Biraz bekle. Çok derse giresim yok aslında, eğer sen de girmeyeceksen şimdi de konuşabiliriz. Çok ders dinleyen bir tip değilim bilirsin." diyorum ve muzipçe göz kırpıyorum. "Hem blok ders boyunca beni beklemene ne gerek var ki?"

Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 15 Ağustos 2012, 16:17:08
Madison bir kez daha gülümsüyor ve kantine doğru yürümeniz için sana işaret veriyor. “Teşekkür ederim Alice, minnettarım.”

Madison aslında içe kapanık biri sayılabilen ancak başkalarıyla etkileşime girdiğinde samimi ve içten konuşabilen nazik kızlardan. Abartılı giyimden ve yapmacık her şeyden uzak durur, hatta zaman zaman kendiyle ilgili olaylar karşısında bile gereğinden fazla pasif kalır. Bütün gün müzik dinleyerek kendi halinde dolaşsa da sosyal ortamlarda sergilediği yürekli ve açık tavır senin arkadaş seçimlerinden biri olma sebebi. Şu an ise beklediğinden daha çekimser davranıyor.

Boş masalardan birine yerleştiğiniz süre içerisinde sükûnetini hala koruyor olsa da, kendinize sıcak birer kahve söyleyip havadan sudan konuşarak rahatlamaya başladığınızda asıl meseleye giriyor Madison.

“Biliyorsun Alice, ben Heath’le ayrılalı kısa bir süre oldu ama güvendiğim az sayıdaki insanlardan birini daha kaybetmenin getirdiği huzursuzluk şimdiden içimi kapladı. Kendimi beklediğimden çok daha kötü hissetmeye başladım. Son birkaç haftadır sık sık kâbus görüyorum ve ne yapacağımı şaşırmış durumdayım, işin açığı. Öncelikle senden psikiyatristinin -eğer ki öneriyorsan- numarasını isteyecektim. Düzenli olarak gitmeyi düşünmüyorum ama bir görüşmenin yararı olur. Bir de Pazar günü benimle kiliseye gelir misin diye soracaktım. Şey, evet biraz garip ama pederle konuşmaya ihtiyacım varmış gibi geliyor. Denemekten zarar gelmez düşüncesindeyim tamamen. Böyle şeylere önyargılı yaklaşmıyorum; ama sanırım bana eşlik edecek bir dosta ihtiyacım var. Biliyorsun biraz garip bir durum.”

Kahvesini yudumluyor ve bulunduğu dünyaya geri dönmek istermiş gibi çevresinde olup bitenlere şöyle bir göz gezdiriyor. Etraf sakin ve öğrenciler kendi halinde. Bu ıssızlık ikinize de tuhaf bir güven verdiyse de Madison belli ki söylediklerini garipseyip garipsemediğin konusunda kaygılı. Onu anladığından emin olmak için kendini konuşmak zorunda hissediyor: “Seni herhangi bir şekilde yönlendirmek filan istediğimden değil biliyorsun değil mi? Durup sana dinle ilgili nutuklar çekecek değilim, beni tanıyorsun zaten. Ama bu yaşıma kadar adım atmadığım kiliselerden birine gidip pederle konuşmak zor geliyor ve kısmen de olsa tedirgin ediyor. Anlayacağın yanımda olmanı tercih ederim.”

Sıkıntıdan ya da bu anın çabuk geçmesini dilediğinden olsa gerek ayaklarını yere vurup duruyor ve kahvesini yudumlamaya çalıştığında bardağının boş olduğunu fark edip gözlerini deviriyor. Neden sonra kıkırdamaya başlıyor.

“Tamam tamam: Beni evimden alırsan benzini de ödeyeceğim.”
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 16 Ağustos 2012, 00:29:03
“Teşekkür ederim Alice, minnettarım.”

Kantine gidene kadar hiç konuşmuyor. Ben de konuşmuyorum. Sanki masaya oturmadan problemiyle ilgili herhangi bir ön bilgi alış-verişi yapmamakta hemfikir gibiyiz. Bana herhangi bir ipucu verebilecek rutin hal-hatır sorularına bile girişmiyoruz. Adım adım konunun başlayacağı yere yaklaşmaya çalışıyoruz sadece. Meraklanmıyor değilim, bunun sebebi de kesinlikle zihnimi meşgul edecek dedikodu mahiyetinde yeni bir şey öğrenecek olmam değil. Böyle şeylerden hiç hoşlanmam zaten. Sadece bu davranışlar Madison'a göre değil. Konuşamıyor, utangaç ve fazla heyecanlı gibi. Madison'ı böylesine etkileyecek bir şey gerçekten kayda değer bir şey olmalı diye düşünüyorum. İnsanlar sağda solda basit aşk problemleri veya (bir derece daha iyi olabilenler) basit ders problemleri ile kafayı yiyor. Aşk ve ders problem olabilecek şeyler, ama sadece gerçekten ortada bir problem olduğunda. Canınız sıkılıp da kendinize dert arayarak çevrenizin ilgisini çekmeye çalıştığınızda veya herhangi bir duygu hissetmek isteyip bu kez de bunun üzüntü olması gerektiğine karar verdiğinizde değil.

Kantinin mütevazi masalarından birine oturduğumuzda hala söze girecek gibi durmuyor Madison. Bir süre sipariş vermek ve klişe cümleler kurmakla oyalanıyoruz. Sonunda konuya girdiğinde kahvemi çoktan yarılamış oluyorum.


“Biliyorsun Alice, ben Heath’le ayrılalı kısa bir süre oldu ama güvendiğim az sayıdaki insanlardan birini daha kaybetmenin getirdiği huzursuzluk şimdiden içimi kapladı. Kendimi beklediğimden çok daha kötü hissetmeye başladım."

Ah, olamaz...

"Son birkaç haftadır sık sık kâbus görüyorum ve ne yapacağımı şaşırmış durumdayım, işin açığı."

"Kabus mu? Ne gibi kabuslar görüyorsun? Heath ile durumunuzu biliyorum Madison ama üzerinde bu kadar düşünmek ve kendini yıpratmak zorunda mısın? Hem o aynı derecede zarar görüyor mu bakalım?" Gözlerimi deviriyorum, "Hiç sanmam. Kaç yıl olmuştu sizin ilişkiniz başlayalı?"

"Öncelikle senden psikiyatristinin -eğer ki öneriyorsan- numarasını isteyecektim. Düzenli olarak gitmeyi düşünmüyorum ama bir görüşmenin yararı olur."

Ah, harika bir soru. Öneriyor muyum? Aslında Heath'i unutmak için zihnini meşgul edebilecek kadar çekici olan doktorumu bu noktada kesinlikle tavsiye ediyorum. Tabi kızın bana sormak istediği bu değil. Fakat doktorun, duygusal açıdan düştüğü boşlukta fikirlerini doldurabilitesi gayet yüksek.

Ama onun dışında daha doktorum hakkında ne düşündüğümü ben bile bilmiyorum ki? Adam gerçekten bana yardım etmek istiyor gibi, ama bazen hızlı olması için baştan savma önerilerde bulunduğunu düşünmüyor da değilim. Beni ve davranışlarımı etkiliyor, en basitinden bugün onun sayesinde gelmedim mi okula? Yine de görüştüğümüzde saatimizi doldurmak için bir şeyler gevelemeye çalıştığını ve bazen topu bana atmaya çalıştığını düşünüyorum...

"Doktorumdan memnun gibiyim Madison. Yani henüz tam bilemiyorum gerçi... Adamı çok iyi tanıyamadım ama genç olmasına rağmen çok başarılı olduğunu söylüyorlar. Ondan memnun olmayanı duymadım hiç. Ben de ardı arkası kesilmek bilmeyen tavsiyeler üzerine başladım zaten. Bu söylediğimi yanlış anlamanı istemem ama basit problemlere bakmayacak kadar da yoğun olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çok kötü müsün? Kabusların gerçekten seni rahatsız ediyor mu? Ne derece yani? Biliyorsun ben ona görünüyorum ama bildiğin hastayım ben." Bunu söylerken sırıtıyorum. Nedense kabulleniyor olmak sanki bana artı sağlıyormuş gibime geliyor.

"Bir de Pazar günü benimle kiliseye gelir misin diye soracaktım. Şey, evet biraz garip ama pederle konuşmaya ihtiyacım varmış gibi geliyor. Denemekten zarar gelmez düşüncesindeyim tamamen. Böyle şeylere önyargılı yaklaşmıyorum; ama sanırım bana eşlik edecek bir dosta ihtiyacım var. Biliyorsun biraz garip bir durum.”

Normalde kiliseyle hiç işi olmadığı için şaşırıyorum. Yani kilise ayrılık acısına ne kadar iyi gelebilir ki? Duyan da bir yakının öldüğünü düşünür... Bunları dile getiremem tabi. Az önce problemini küçümseyerek yeterince ileri gitmiş olabilirim. O yüzden şimdi arkadaşlık vazifemi yerine getirmem gerekiyor.

"Tabi ki gelirim. Seni yalnız bırakmam."

Hala tedirgin olduğunu belli edecek bir takım jestler yapıyor. Acaba daha söyleyecekleri bitmedi mi diye düşünüyorum. Bu söylediğim çok garip ve çirkin olabilir ama bundan başka problemleri olduğunu duysam kıza karşı -son beş dakika içinde düşüşe geçmiş olan- sempatim artacak. Tabi ki bu onun üzülmesini istediğimden falan değil, böyle bir şeyi hiç istemem. Tam tersi, basit şeylere üzülmesini istemediğimden. İnsanlar bazı acıları kendi kendine atlatabilmeli. Her sevgilisinden ayrılan bunalımlara girip doktor peşinde koşunca, ve bu "her"e benim sevdiğim biri de eklenince gerçekten sinirlerim bozuluyor.

“Seni herhangi bir şekilde yönlendirmek filan istediğimden değil biliyorsun değil mi? Durup sana dinle ilgili nutuklar çekecek değilim, beni tanıyorsun zaten. Ama bu yaşıma kadar adım atmadığım kiliselerden birine gidip pederle konuşmak zor geliyor ve kısmen de olsa tedirgin ediyor. Anlayacağın yanımda olmanı tercih ederim.”

"Böyle düşünme. Elbette kendini tedirgin hissettiğin bir durumda yanında olmak isterim. Bana nutuk çekeceğini falan da sanmıyorum. Sen çekinme yeter." Biraz rahatlayabilmesi için gülümsüyorum. O da rahatlamış olacak ki kıkırdamaya başlıyor.

“Tamam tamam: Beni evimden alırsan benzini de ödeyeceğim.”

"Aah anlaşıldı, senin şoföre ihtiyacın var." Sırıtıp göz kırpıyorum. "Benzin sendense neden olmasın?"



Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 16 Ağustos 2012, 16:16:12
İkinci kahvelerinizin bittiği sırada ilk anlara nazaran daha neşeli geçen sohbetiniz de sona ermişe benziyor. Böylece Madison’la Pazar günü için anlaşıyor, vedalaşıp kantinden çıkıyor ve okulundan bir kez daha hiçbir derse girmemiş olarak ayrılıyorsun. Akşamüstü olmasına rağmen yollarda küfredilecek daha az şoföre rastlıyor ve rahat bir geri dönüş yapıyorsun.

Eve yakın bir yerde park edip dairene yürürken aklına psikiyatristin için yazman gereken ‘mutluluk listesi’ geliyor. Evet neler yazacağın hakkında hiçbir fikrin yok ve büyük ihtimalle önündeki bir hafta boyunca da yazacak hiçbir şey bulamayacaksın o yüzden Bay Nelson’a boş bir kağıt parçası sunmamak adına şimdiden biraz efor sarf etsen iyi olur.

Düşüncelerden sıyrılıp mahallene bu kez de farklı bir gözle bakıyorsun; seni mutlu eden olguları çevrene bakarak bulacakmışsın gibi… Fakat gördüğün tek şey monotonluk maratonunda ilerleyen kısır bir döngünün insanları. Gerçi şu an sabah olduğundan çok daha az insan var sokaklarda. Belki de eğlenceden yorgun düşüp evlerine kapanmışlardır diye geçiriyorsun içinden. Senin de planın şimdilik bundan farklı değil.

Kapı kilidiyle verdiğin savaştan galip çıkıp yorgun bir savaşçı gibi kendini odana atıyorsun. Yine de bu Alice’in kendine acıması için yeterli bir sebep değil. Çünkü kısa vadeli hedeflerin arasında sabah yarım bıraktığın dolapları toparlama işi var. Belki de günü yeterince değerlendiremediğine inandığından kendini orta yaşlı bir ev kadını gibi ufak çapta bir temizliğe veriyorsun. Daha fazla uzun kollu kıyafeti dolaba yerleştirip kışlık olmayanlardan sıyrılıyorsun. Yatak yorganlarını silkeliyor, kirli çamaşırları sepete atıyor, çanta ve ceketleri askı-

Fermuarı açık olan çantanı çekiştirdiğin sırada çantanın içinden yatağa doğru kar kürelerinden biri pervasızca yuvarlanıveriyor. Kar kürelerini toplama işini biraz abartmışa benziyorsun çünkü dokunduğun her noktadan ayrı bir tanesi fırlıyor ve bu gidişle onları satın almak için harcadığın kadar küçük bir serveti daha onları saklamak için bir depo satın almaya yatırman gerekecek gibi görünüyor.

Çantandan ‘ruh’ kartını çıkartıp küreyle beraber çekmecene atıyorsun. Psikiyatristler, falcılar ve papazlarla dolu günün sonunda gerçekten yorgun düştüğünü hissettiğin bir an.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 22 Ağustos 2012, 19:13:35
Arabamı park edip sonunda evime girdiğimde daha bir huzurlu oluyorum. Sanki kimliğimi sadece evimde bulabiliyormuşum gibi, evde benden büyük bir parça varmış da onunla tamamlanmadan eksikmişim gibi garip fikirlere kapılmaya başlamışken evden çıkarken yarım bıraktığım işler aklıma geliyor. Yüzümü buruşturuyorum ama saat çok geçmeden onları bitirip kendime güzel bir yorgunluk kahvesi yapabilmem için hemen başlamam gerekiyor.

Bir saat gibi bir sürenin ardından yatağa kar küresinin düşmesi temizliğe resmi bir "Finish" veriyor. Elime alıp kürenin ne kadar güzel olduğunu düşünüyorum. Çok ince ve narin bu kürelerden tüm çantalarımın içinde birer tane küçük, evimin çeşitli yerlerinde de büyüklerinden olması biraz garip tabi. Ama onların yanımda olması bana gerçekten huzur veriyor, yatıştırıyor. Bu nesnelerde bir masumluk var.

Küreyi çantanın içine tekrar yerleştirdikten sonra bugün kullandığım çantanın içindeki fazlalıkları boşaltıyorum. Tabi içinden doktorumun verdiği kağıt ve ruh kartı da çıkıyor. İkisini de alıp oturma odasındaki sehpaya bıraktıktan sonra kendime güzel bir kahve yapıp koltuğuma gömülüyorum.

Kahvenin kokusu ve tadı büyük bir istekle yorgunluğumu alıp götürürken kartı elime alıp tekrar inceliyorum. Ama nafile, çünkü üzerindeki sembole yine bir anlam veremiyorum. Birçok şeye benzetmeme rağmen aslında tam da benzemiyor; tepedeki yuvarlak kar küresini çağrıştırırken altındaki üç kol da haçı çağrıştırıyor. Ama hiçbir anlam ifade etmiyor, ben de sıkılıp onu tekrar sehpaya bırakıyorum ve boş kağıdı alıyorum elime.

Sanki bende kağıt yoktu...

Gün içinde neler olduğunu düşünüyorum sonra. Garip bir kadınla karşılaştım, bana fal baktı... Tuhaf bir durum olsa da beni mutlu eden bir şey değil. Sonra doktorla konuştum. Bu da değil. Çıkıp okula gittim ve arkadaşım benden doktor hakkında bilgi alıp onunla kiliseye gitmemi istedi. Bunun da mutlulukla pek alakası yok. Eve geldim ve ortalığı toparlayıp kendime bir kahve yaptım. İşte bu mutluluktu. Evim temiz, ben temizim, yapacak bir işim kalmadı ve birazdan kitap okuyup yatacağım. Kalemi elime alıp kağıda özenle "Evimi temizledikten sonra kahve içerek kitap okudum." yazıyorum.

Eh, ben böyle basit bir durumdan mutlu olabilen biriyim. Mutlu olmak için sadece dudaklarımı kıvırmama sebep olacak şeyler gerekmiyor. Gülümsemeden de gayet mutlu olunabilir. Bunlar doktorun hoşuna gitmezse, o zaman cehenneme kadar yolu var.

Kahvem bittiği an kitap okuma sürem de dolmuş demek oluyordu. Kitabı kapatıp sehpaya bırakıyorum bu yüzden. Daha sonra da rahat bir şeyler giyip yatağıma uzanıyorum. Akşam yemek yemediğimi farkediyorum karnımdan sesler gelmeye başlayınca. Ama üşengeçliğim açlığıma açtığı savaşta galip geliyor. Kalkıp bir sandviç hazırlamak yerine saatimi yarın için kurup gözlerimi kapatıyorum.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 24 Ağustos 2012, 00:14:17
VOL. 2 - PARADİSO (http://www.youtube.com/watch?v=bPWKTBKYEqI)

Gözlerini açtığında mistik bir hülyayı yaşamakta olduğunu fark ediyorsun. Hayatın bütün sıradanlığıyla akıp gittiği günlerden birinin ayazında kendini böyle büyülü bir rüyaya uyanmış bulmaktan da memnuniyet duyuyorsun bir an için. Etrafının çevrili olduğu estetik güzelliğin seyrine daldığın birkaç dakika sonrası ise, biraz endişeli bir hal bürüyor seni. İpekten kumaşlar yukarıdan beri, uzandığın yatağın kenarlarına iliştirilmiş bir şekilde duruyor. Evet, bu senin yatağın değil. Bulunduğun şaşaalı oda da öyle. Çünkü dolaplarının, makyaj masanın ve dahasının yerinde kalın sütunlar, büyük heykeller, hatta geniş basamaklı döner bir merdiven dahi var.

Biraz düşündükten sonra bütün bunların gerçeküstü bir sanrıya ait olma ihtimali diğer tüm seçeneklere oranla daha akla yatkın görünüyor gözüne. Kulağına çalınan puslu melodinin giderek derinleştiği ve irtifa kazandığı an, sen de kendini bilinçaltının yarattığı yönlendirimin akışına bırakıyorsun. Mekân incelemeni bitirmenin hemen ardından, müziğin dışarıdan geldiğini fark edebiliyorsun zaten. Hemen sağında duran devasa kapının aralığından görebildiğin kadarıyla da, odan, saraylara layık bir koridora uzanıyor ve sesler koridordan yankılanarak sana ulaşıyor.

İşte ‘spirit’ kartının simgesini üzerinde taşıyan o kapı, seni güvenli yatağından dışarı çıkmaya davet ediyor.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 24 Ağustos 2012, 00:58:23
Gözlerimi kendi odamdan farklı bir yerde açtığımda şaşırıyorum önce. Rüyada mıyım değil miyim diye düşünüp etrafı incelediğimde kesinlikle rüyada olduğuma karar veriyorum. Kulağıma zarifçe dolan mistik müzik ve bulunduğum masalsı oda da bunu destekliyor. Birbirinden güzel ve benim olmakla uzaktan yakından alakası olmayan nesnelere bakmaktan alamıyorum kendimi. Prenses gibi ipekli kumaşların çevrelediği bir yatakta uzanırken rüyada olduğumun farkındalığını da garipsiyorum. Acaba Lucid mi yapıyorum diye düşünüyorum. Bir ara kafamı takmama ve alıştırmaları uygulamama rağmen başaramadığım için bu ihtimal gülümsememe sebep oluyor. Ama yalnızca bu değil, bulunduğum odanın gösterişi, hatta açık kapıdan bir kısmını göstererek sakladığı muhteşem bütünü merak ettiren koridor da şaşkın ruh halimin, yerini rahat ve gevşek bir tatmine bırakmasına yardım ediyor.

Yataktan kalkıyor ve kendimi çok hafif hissediyorum. Müzik de sanki beni çekiyor, zaten hafif olan varlığımı sürükleyerek yükümü benden daha da bir alıyor. Melodiyi duyabildiğim gibi sanki görebiliyorum hatta kokusunu bile alabiliyorum. Bulunduğum mekanı çok güzel tamamladığından mı yoksa çok hoşuma gittiğinden mi bilmem, tüm hislerimde fark ediyorum varlığını. Garip bir müzikaldeymişim gibi hissediyorum, geniş ve görkemli bir salona benzeyen odada usulca gezdiriyor adımlarım beni. Gözlerim bağlarını benden koparmışçasına bir köşeye doyamadan diğer bir köşeye atlıyor. En son da bana tanıdık gelen bir simgede takılıp kalıyorlar.

Kapıya kazınmış bu şık simgeye daha dikkatli bakınca bunun falcı kadının bana verdiği karttaki simge olduğunu hatırlıyorum ve içime ince bir korku sızıyor. Burada ne işinin olduğunu anlayamıyorum. Sadece bir rüya olduğunu kendime hatırlatarak rahatlamaya çalışıyorum. İşe yarıyor. Merak korkuyu hevesle alıp uzaklaştırıyor.

Simge karttaki gibi yıpranmış ve lekeli değil bu kez. Çok daha güzel, çok daha gizemli görünüyor gözüme. Melodinin çekimini de aşarak beni davet ediyor, sanki görünmeyen bir nabız gibi atıp duruyor orada.

Kendimi serbest bırakıyor ve simgeye doğru süzülüyorum. Karşısına geldiğimde sanki olabilecek tuhaf bir şeyi bekliyormuş gibi elimi tedirgin bir şekilde uzatıp simgenin girintili çıkıntılı yüzeyinde gezdiriyorum parmaklarımı.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 24 Ağustos 2012, 16:59:25
+2 RP Bonus

Odadan dışarı çıktığında uzun bir koridor karşılıyor seni. Koridorun parlak bir zemini ve camekândan yapılma bir dış cephesi var. Bu da koridora iki yüksek yapıyı birbirine bağlayan, havada asılı bir tünel görünümü veriyor. Camdan sınırın arkasında ise enfes bir manzara yatıyor. Sağ tarafını kaplayan görüntü dev bir bayan figürüne ait. Altın parlaklığına sahip bu heykelin uzun saçları uçuşuyor, elbisesi dalgalanıyor gibi. Üzerinde bedeninin yarısını açıkta bırakan bir parça pejmürde kıyafet; elinde ise bir kolunda üzüm salkımı, diğer kolunda kitap bulunan bir mizan var. Maalesef kitabın üzerine işlenmiş kelimelerden seçebildiklerin yalnızca ‘zimen’ ile sınırlı.

Sol yanında serin sahillerin sütliman gelgitleri içinde yoğrulduğu bir deniz ve onun gerisinde bin bir nezih çiçeğin rengiyle bezenmiş sarp dağ sıraları yatıyor. İpek beyazı bir toprak üzerine kurulu olan bu tabiat seni pek bahtiyar ediyor tabi; ancak müziğin dokusuna katılan arpın sakin tınıları hissettiğin o nabzın atışını yavaşlatıyor, seni kendine getiriyor.

Koridorda biraz ilerliyor ve parkelerin üzerindeki kirli görüntüyü yok etmek için zeminin üzerine beyaz boyadan yamalar yapmakla meşgul olan, bu uğraşından dolayı da şimdilik seni görmezden gelen bir ihtiyarla rastlaşıyorsun. İlk bakışta yabancı gibi dursa da, yüzünü biraz daha dikkatli incelediğin zaman birkaç tanıdık simanın sentezinden oluşmuş bir eşkâle sahip olduğu hissine kapılman uzun sürmüyor. Aklına birkaç farklı isim geliyor, fakat yaşlı adam daha önce gördüğün biri mi, bunu hala kestiremiyorsun.

Fark edildiğin zaman aklındaki soru işaretlerinin bazılara açıklık getirecek bir selam alıyorsun ihtiyardan: “Ah! Alice, kurumamış boyaların üzerine basmamaya özen göstererek yanıma gel hadi.”
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 26 Ağustos 2012, 01:24:48
Simgeyi ve ev sahipliğini yapan kapıyı geride bıraktıktan sonra karşıma çıkanlar bulunduğum bu yere olan hayranlığımı bir kat daha artırıyor. Beynim sağ tarafımdaki heykelin görkemine mi, kadın figürünün güzelliğine mi yoksa devasa boyutuna mı şaşıracağına karar veremiyorken gözlerim sabırsızca ve güzelliği tüketmek istercesine diğer tarafa kayıyor. Zaten doğallığı seven ben, gördüğüm manzara ile büyüleniyorum. Ama heykel daha ağır basıyor, tekrar o tarafa döndüğümde gördüğüm üzüm salkımı ve üzerinde anlamadığım şeyler yazan kitap bana rüyada olduğumu hatırlatıyor. Ne var ki rüya olmasını hiç de istemediğim bu mekanda sürekli kalıp bu nefis manzaraya karşı kahve içtiğimin ve kitap okuduğumun hayalini kurmaktan kendimi alamıyorum.

Üzerinde yürüdüğüm köprü mü koridor mu yoksa tünel mi olduğunu anlayamadığım yapı da gözlerimi kamaştırıyor. Taş zeminin ve cam cephelerin birleşimi daha önce aklıma getiremeyeceğim bir şekilde uyumlu geliyor bana. Ancak daha dikkatli baktığımda ileride birini farkediyorum. Adam bir şeye uğraşıyor yere çömelmiş halde. Bir şeyler beni anın büyüsünden koparmaya çalışıyor ama ben hep o büyüye geri dönüyormuşum gibi hissediyorum ve bu kez gerçekten kopuyorum. Adamı garip bir şekilde hem tanıyorum hem tanımıyorum. Tam yüzünü nerden çıkardığım dilimin ucuna geliyorken birden aslında hiçkimseyle alakası olmadığını farkediyorum. Ve bu bir paradoksmuş gibi kendini tekrarlıyor sürekli. Taa ki...

“Ah! Alice," diyor adam ve irkiliyorum beklemediğim bu sesi duyunca. Adımı nereden biliyor ki?

"Kurumamış boyaların üzerine basmamaya özen göstererek yanıma gel hadi.”

Bu cana yakın tavrı karşısında ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorum. Hala adamı tanıyıp tanımadığıma karar vermeye çalışıyorum bir taraftan. Öteki taraftan ise tamamen savunmasız görünmesine rağmen ve hatta rüyada olduğumun farkında olmama rağmen yanına gitmeye çekiniyorum, hatta korkuyorum biraz. Beni korkutan biraz da ortamın mistik havası aslında. Kendimi Harikalar Diyarında kapana kısılmış bir Alice gibi hissediyorum.

Ben kafamda koşuşturup duran düşüncelere yetişmeye çalışıyorken, kurumamış boya hakkında söylediklerini sanki hiç duymamış gibi özensiz bir şekilde götürüyor ayaklarım beni adamın yanına.

Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 27 Ağustos 2012, 17:53:14
Yanına vardığında yaşlı adam elini dizlerine bastırarak kalkıyor ve hoşnutsuz bir ifadeyle ayaklarına bakıyor. “Kendini kirletmişsin Alice…” Üzerine sürdüğü boyalarının bozulduğunu görünce iyice kaşları çatılıyor. “Yazgını merak ediyordun değil mi? Şimdi sadece görmen icap edenleri göreceksin.”

İhtiyar ihtiyaç duyduğun açıklamaları yapamadan evvel büyük bir patlama sesiyle yankılanıyor her yer. Bulunduğunuz koridor titremeye başlıyor, iki yanınızı saran camekân platform tuzla buz oluveriyor. Ağzın yüreğine gelirken bu kez de sağ tarafında kalan bayan heykeli yıkılıyor gürültüyle. Gözlerinin önünde terazideki üzüm taneleri birer yanar top gibi etrafa saçılıp o güçlü yapılara ve güzelim tabiata zarar veriyor. Göğün rengi kızıla çalarken keşmekeş giderek artıyor.

“Beni takip et.” diye bağırıyor ihtiyar.

Koridorun sonundaki merdivenlerden aşağı nefes nefese iniyorsunuz. Yeşillikli meydana çıktığınızda ise kendinizi tahripkâr bir çatışmanın ortasında buluyorsunuz. Civarındaki dehşetengiz sahnede beyazlara bürünmüş bir grupla karşılarındaki cüppeli askerler muharebe etmekteler. Zaman zaman yere kör edici bir ışık çakılıyor, zaman zamansa göğe kulakları yırtan bir ses dalgası yayılıyor. Bu hengâmenin ve gürültünün içinde doğru dürüst ayırabildiğin tek ses de yine yanındaki ihtiyara ait.

“Soldakiler, kazıklılar oluyor. Sağdakiler ise farklı kollardan oluşuyor: Azaplar, Akıncılar, Sarı kavuklular, Işık getirenler…" Sonra devam ediyor: “Ama korkma, bu sembolik bir savaş. Sana zarar gelmeyecek. Zarar gören tek şey, cennetteki köşkün.”

Parmağıyla işaret ettiği noktanın önünden duman kalkıp da harikulade köşkünün alevler içinde kaldığına şahitlik ettiğin zaman için burkuluyor. Bütün bunlara mana arayıp da bulamazken, yanı başında biri daha beliriveriyor. Suratında insanın içine işleyen silik bir tebessüm, üzerinde ise saman rengi bir urba var. "İzin ver de ben açıklayayım."

"Bir kimsenin cennetini hak etmesi için iki yolu vardır Alice. Cennet... Evet, yaşadığın bu beyaz rüya, bunun için. Bir; mantık ilkelerinin ve vicdanın çatışmaksızın sunduğu yasaklara uymak. İki; yapılan hatalarla yüzleşip, onlardan arınmak. Kabullenişin getirdiği sıkıntı, işlediğin günahların kefareti sayılabilecek bir bedeldir. Aynı cehennem gibi. Tabi kendinle yüzleşmek istemezsen yok oluşu da yeğleyebiliyorsun.”

Konuşmana izin vermeden: “Bir tercih yapacaksın.” diye ekliyor. “Ne yaşayacağına karar vermen gerek.”

Sonra uyanıyorsun.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 28 Ağustos 2012, 03:23:03
“Kendini kirletmişsin Alice…”

Bunun üzerine eğilip ayaklarıma bakıyorum ve gerçekten adamın az önce söylediklerine dikkat etmemiş olduğumu görüyorum.

“Yazgını merak ediyordun değil mi? Şimdi sadece görmen icap edenleri göreceksin.”

Daha ben adama vereceğim yanıtı kafamda oluşturmadan ani bir gümleme ve titremeyle sarsılıyorum. Deprem oluyormuş gibi sallanıyor her şey ve bağlı olduğu iki nokta dışında havada duran köprünün yıkılacağından korkarken cam cephe korkumu tasdiklercesine yıkılıp dökülüyor. Heykelin parçalandığını görüyorum sonra. Sanki tüm mekan, yapıldıktan sonra yere düşen yapboz parçaları gibi dağılıyor.

Adam “Beni takip et.” diye bağırınca peşinden gidiyorum çünkü rüya olduğunu bilsem de bu dağılan ortamda daha fazla kalmaya içgüdülerim izin vermiyor. Merdivenlerden inince karşılaştığımız manzara ise maalesef daha iyi olmuyor, savaş meydanı gibi bir yere geliyoruz ve burada kendi içlerinde aynı elemanlardan oluşan ama birbirlerinden tamamen farklı iki grup ölesiye çatışıyor.

“Soldakiler, kazıklılar oluyor. Sağdakiler ise farklı kollardan oluşuyor: Azaplar, Akıncılar, Sarı kavuklular, Işık getirenler… Ama korkma, bu sembolik bir savaş. Sana zarar gelmeyecek. Zarar gören tek şey, cennetteki köşkün.”

Anlattığı şeylerden hiçbir şey anlamıyorum çünkü telaffuz ettiği kelimelerin çoğunun anlamını bile bilmiyorum. Ayrıca bu can pazarının ortasında korkmamamı, bana bir zarar gelmeyeceğini söylemesi pek de yardımcı olmuyor doğrusu. Hem sembolik olan bu savaş ve tarafları neyin sembolü? Bunun benimle ve cennetteki sözde köşkümle ne ilgisi var? Ki cennetteki köşkün tam anlamıyla biraz önce içinde uyandığım yer olabileceğini düşünüyorum o an. Rüya benim için git gide içinden çıkılmaz bir hal alıyor ve ne yazık ki artık atlayarak uyanıp kurtulabileceğim bir yerde değilim. Az önce büyüsüne kapıldığım muhteşem yapı gözlerimin önünde yerle bir olurken, bu mükemmelliğin bozulmasından önce uyanmış olmayı gerçekten diliyorum. Sonra henüz fark ettiğim biri konuşmayı devralıyor:

"Bir kimsenin cennetini hak etmesi için iki yolu vardır Alice. Cennet... Evet, yaşadığın bu beyaz rüya, bunun için. Bir; mantık ilkelerinin ve vicdanın çatışmaksızın sunduğu yasaklara uymak. İki; yapılan hatalarla yüzleşip, onlardan arınmak. Kabullenişin getirdiği sıkıntı, işlediğin günahların kefareti sayılabilecek bir bedeldir. Aynı cehennem gibi. Tabi kendinle yüzleşmek istemezsen yok oluşu da yeğleyebiliyorsun.”


Rüyanın en başından beri açık olan ağzımla dünyanın en şapşalı gibi görünürken beliren bu yeni adamın anlattıklarına anlam vermeye çalışıyorum. Neden cennet ve cehennemden bahsediyoruz? Acaba bu bana bir tür uyarı mı? Büyük bir hata mı yaptım? Veya yapmak mı üzereyim? Gerçekten sıradan bir şekilde seyreden hayatımda bana böyle bir işaret gönderilmesini gerektirecek veya bu denli bilinçaltıma işleyecek sıradışı bir olay veya durum arasam da bulamıyorum. Kendimle yüzleşmek hep yapmaya çalıştığım şey, ama acaba kendimi kandırıyor muyum sadece?

“Bir tercih yapacaksın. Ne yaşayacağına karar vermen gerek.”

Kaşlarımı çatıp ilk kez konuşmaya, soru sormaya yeltenirken sadece mekan değil rüya da yıkılmaya başlıyor ve zaten açık olan gözlerimi açtığımda kendimi bana ait olan odada bana ait olan yatakta buluyorum. Tercih... Ne tercihi? Acaba az önce gördüğüm rüyanın beni böylee etkileyecek kadar bir önemi var mı?

Şimdilik tercih edebileceğim ilk şey olan yataktan çıkmama hakkımı seçip bir süre beynimi kendi haline bırakıyorum, bırakıyorum ki serbestçe at koşturarak benim anlam veremediğim ve öngöremediğim şeyleri gizli çekmecelerden çekip çıkarabilsin. Ama yine de bunun pek faydası olacağını sanmıyorum.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Madam Vio - 30 Ağustos 2012, 19:04:09
Zihninin az önceye kadar süregelen rüyanın yarattığı bulanıklıktan kurtulmasını ve biraz olsun durulmasını sağlamak için kendine zaman tanıman pek bir işe yaramış gibi görünmüyor. Bu yüzden ki bu kez zihnini dinlendirmek için onu kendi haline bırakmaktansa, zihnini dağıtmak için bir oyalantı bulmak daha makul geliyor.  Neyle uğraşabileceğini düşünürken eskilerde yapmaktan zevk aldığın bir şeyin aklına gelmesiyle o an sana en yakın olan kitabı kapıyor ve rastgele seçtiğin sayfalardan birinde gözüne takılan ilk paragrafı okumaya başlıyorsun.

“Bir insan kısacık bir saniyede, neleri düşünebilir bir hayal et. Ne kurtuluş fikirleri yaratabilir, ne gerçeklerin keşfine erebilir ve ne vazgeçilmezlerin katili olabilir. Bir saniye çok fazladır. Bir dakika, daha da fazla. Bir dakikada ne hisler geçip gider insanın içinden insanın asli var olma sebebi; neler, neleri düşler. Bazen, korku dolu geçirdiğin o bir dakika, bir ömre bedeldir. Kocaman bir ömre… Aynı sevdiğinle geçirdiğin, o sonsuz bir dakika gibi. O şarkıyı dinlemek de, yalnızca 3 dakikanı almıştı hatırlarsan. O 3 dakika boyunca, karşı koyamayacağın en güçlü hezeyana kapıldın, en coşkulu anı yaşadın değil mi? Seni sen yapan da, o 3 dakikada yaşadıkların işte. Seni sen yapan o 3 dakika. Ve diğer 6 dakika. Ve diğer dakikalar. Evet, hatta intihar etme düşüncesinin bir kazık gibi zihnine saplandığı, ardından ise kanlar içinde ölümü beklediğin o son bir saat. Ve sen; her saniyesi algılamak, hissetmek, sorgulamak ve üretmekle geçen bir insanı tanımanın, bu kadar kolay olduğunu düşünüyorsun öyle mi? Saniyelerden, dakikalardan, aylardan ve yıllardan oluşan bir insanı?

Yanılıyorsun. Bilinç öyle bir şey değil. Biz bu değiliz.”


Bu sözler seni hem etkiliyor hem de şüphede bırakıyor, zira daha önce içinde böyle bir paragrafın yer aldığı bir kitap okuduğunu bile hatırlamıyorsun. Kitabı çevirip kapağa, adına bakıyorsun.

“Purgatorio.”

Biraz daha inceledikten sonra ezoterizm ve büyük misterlerle ile ilgili bu kitabın Abel Pierrel kod adındaki biri tarafından kaleme alındığını öğreniyorsun. Okudukça hatırlıyor, neden sonra hevesini yitiriyorsun; çünkü kitap gösterişli bir maneviyat ve kişisel gelişim çalışması olarak yer etmiş hatırında.

Sıkılgan bir ruhaniyet içinde yerinden kalkıyorsun.
Başlık: Ynt: Alice Cooper // Galaxie
Gönderen: Galaxie - 04 Eylül 2012, 20:48:19
Başım yatakta fazla kaldığımı fütursuzca hatırlatarak ağrımaya başlayınca önce doğruluyorum, gözlerimi kaşıyıp ve iyice kendimi uyandırdıktan sonra ayağa kalkıyorum. Rüyanın görseli ve işitseli zihnimden yavaş yavaş kaybolurken verdiği his ve beni içine soktuğu mod bir süre kalıyor. Uyanınca hatırlamadığım ama korkutmaya devam eden karanlık kabuslar gibi bir tad bırakıyor ağzımda. İyi ki gece uyanmamışım diye düşünüyorum, kendisi her ne kadar korkunç olmasa da tedirginlik hissi karanlıkta katlanarak gerçekte olduğundan çok daha fazla etki gösterebilirdi.

Allak bullak olan kafamı biraz olsun rahatlatmak için elime ilk gelen kitabı alıyorum ve rastgele bir sayfayı açıyorum.

Sanki daha iyi anlayacakmışım gibi kaşlarımı çatarak okuduğum satırları kafamın dağınıklığından algılayamayınca bir kez daha okuyorum. Dokunabileceğim kadar yakında olan ama yine de bana çok uzak gelen kelimelerin içinde kaybolana kadar okuyorum hatta. Sonra beğeniyor, takdir ediyorum bu satırları. Onaylıyor, katılıyorum. Ama şaşırıyorum aynı zamanda, çünkü daha önce buna benzer hiçbir şey okuduğumu hatırlamıyorum. Hatta bu tarz kitaplarla pek işim de olmaz, bir fikir vermesi için çevirip ismini okuyorum: "Purgatorio".

Geçtiğim günün ve gecesinin sıradışı deneyimleriyle kitabın yoktan evime gelmiş olabileceğini, veya birinin benim için bıraktığı bir işaret olabileceğini düşünüyorum önce. Saatlerle sınırlayabileceğim son zamanlarda başıma öyle tuhaf şeyler geliyor ki kitabın da tuhaflığını aralarına katmaktan, gerçekte sahip olmadığı ütopik anlamlar yüklemekten geri duramıyorum. Neden sonra (belki de beynim yeni yeni çalışmaya başladığından) hatırlamaya başlıyorum kitabı. Yazarına bakıyorum ve masadan aldığım küçük bir kağıda not ediyorum daha sonra araştırmak için. Notu da yatağımın başına yapıştırıyorum. O zaman da muhtemelen ilgimi çekmemiş ki bir kenara atmışım. Ama belki daha sonra bakabilirim düşüncesiyle kitaplıkta daha bir önlere yerleştiriyorum kitabı. Önlerde durmaktan gayet memnun, hatırlandığı için övünçle ve gururla bana bakıyor yeni yerinden kitap.

Garip ve aklımın belki de kaldıramayacağı yeni bir deneyim yaşamadan aceleyle banyoya atıyorum kendimi. Bu arada da dikkatimi hiçbir şey çekmesin diye sağa sola bakmamaya özen gösteriyorum. Hem bedenimi hem de zihnimi temizleyecek soğuk sudan daha iyi bir arkadaş bulamayacağım için başta beni irkiltmesine hiç bozulmuyor, gözlerim kapalı usulca kendimi ona teslim ediyorum.