Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Malkavian - 23 Temmuz 2012, 13:46:45

Başlık: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 23 Temmuz 2012, 13:46:45
Mete Han
Başlangıç

Spoiler: Göster
Bu hikaye tamamen kurgusaldır.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/mothu.jpg)

Derler ki; tarihe yön verecek, önemli biri doğduğunda bir yıldız ölür ve kalıntıları gökyüzünden dünyamıza düşermiş...

Karanlık gecenin, insanın içine işleyen soğuğu tiz bir çığlıkla aralandı. Güçlü kollarını yüzüne götürüp, gür sakalını okşarken, bir yandan üzerinde duran uçsuz bucaksız koyu lacivert örtüye bakıp Göktanrı’ya dua etti savaşçı. Tanrı ona bir çocuk bahşetmişti sonunda. Öyle olmalıydı. Çünkü Ay Hatun, köyü yağmalandığı sırada kendine saldıran barbarları gördüğünde bile bağırmamıştı, şimdi bağırdığı kadar.

Üzerindeki deriden zırhı bir haftadır çıkartmamıştı. Önemi yoktu… Kana bulanmış güçlü kol kaslarında derman kalmamıştı. Bir ay süren Çin seferinden, daha az önce dönmüştü ama bunların hiçbirinin önemi yoktu. Ebenin itirazlarına aldırmadan çadıra girdi savaşçı ve oğlunu kucağına aldı. Ay Hatun, yüzünde bir tebessümle yatağında hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Gecenin siyahına denk uzun saçları darmadağınıktı. Bayılmıştı belli ki acıdan. Önemi yoktu…

Büyük Hun Hanı Teoman, oğlunu elleri arasına aldı ve yıldızlarla aydınlanmış göklere kaldırdı.

‘Adı Mete olacak!’ diye haykırdı göklere ve bekledi.

Köyün şamanının dediğine göre; önemli bir kişi doğduğunda göklerden bir yıldız düşecekti, düşmesi gerekiyordu, düşmeliydi…

Kanı terine karışmıştı Teoman’ın ve o karışım bile gecenin soğuğunda deri zırhının altında buz gibi olmuştu, ayakları yorgunluktan titriyordu ama bekledi. Saatlerce çırılçıplak, yeni doğmuş oğlunu havaya kaldırıp bekledi Hanlar hanı. Artık kollarında derman kalmadığında, gözleri kararmaya başladığında, son bir kez gökyüzüne baktı ve çocuğu, üzerine çiğ düşmüş gür çimenlerin üzerine bıraktı. Arkasını döndü ve yüzünde sert bir ifade ile savaşçılarının beklediği çadıra doğru hışımla yürüdü.  Yapması gereken bir sürü plan vardı ve bu gece Göktanrı ona gülümsememişti.

Mete doğduğunda ağlamamıştı, nefes almıyordu. Ebe, bunu Hanına söylemek istediyse de hışmından korkmuş, geri durmuştu. Mete, buz gibi havaya çırılçıplak çıktığında tek bir kez bile ağlamadı, nefes almıyordu çünkü ama babası bunu anlamamıştı. O bir türlü düşmeyen yıldızlara o kadar dalmıştı ki fark etmedi oğlunu. Mete, kaderine terk edilip gür çimenlerin üzerinde gözleri kapalı yatarken ağlamadı ve yakınında bunu fark edecek kimsesi yoktu. Sadece bir kişi ağlıyordu hıçkıra hıçkıra o gece. Mete’nin ismini içinden tekrar ederken Göktanrı’ya yalvarıyordu yattığı yataktan. ‘Benim canımı al ve oğluma can ver!’ diye.

ve öyle de oldu...

Hanlar hanı yorgun argın çadırına girdiğinde, Ay Hatun son nefesini verdiğinde, göklerden bir yıldız kaybolup dünyaya düştüğünde avazı çıktığı kadar bağırdı çimlerin üzerinde yatan çocuk. Dünyaya geldim ben! Diyordu adeta.

Dünyaya Geldim!
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Wanderer - 23 Temmuz 2012, 13:52:06
Teoman, daha ilk günden, kendisini öldürmesi için sebep vermiş oğluna.

Ellerine sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: LegalMc - 23 Temmuz 2012, 14:07:34
Yine güzel bir Malkavian hikayesiyle karşı karşıyayız sanırım. Etkileyici bir giriş olmuş. Tarih ve fantastik aynı anda her zaman ilgi çekici olmuştur. Tamamen kurgsaldır demişsin ama spoilera koymuşsun, onu görmeyenler gelip burayı Muhteşem Yüzyıl konusuna çevirmez umarım :P Merakla bekliyorum devamını.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Malkavian - 23 Temmuz 2012, 14:18:55
Bu kadar çabuk okunmasını beklemiyordum açıkçası. Evet tamamen kurgusal olacak çünkü Milattan Önceki yıllara ait bu öykülerin bile zaten doğruluğu hala tartışılıyor. Yani umarım tartışma çıkmaz bu konuda :) Ben ise bu öyküleri kafamda canlandırdığım şekliyle sizlere aktaracağım bir terslik olmassa.

İkinize de teşekkür ederim okuyup yorumladığınız için.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Berre - 23 Temmuz 2012, 14:41:26
Farklı farklı alanlarda birçok güzel öykün olduğunu biliyordum ama sanırım bu benim de okumuş olacağım en farklı öykün olacak. Gayet güzel ve kendini okutturan bir giriş bölümü... Diğer bölümlerinde en az bunun kadar güzel olacağına inanıyorum. :)
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Malkavian - 23 Temmuz 2012, 14:56:01
Sanırım bu yazacağım en değişik ve beni en çok zorlayacak öykü olacak. Bu fikir ilk aklıma geldiğinden beri yaklaşık 3 ay oluyor. Araştırma ve mevcut kaynakları okuma süreci 1 hafta kadar sürdüyse de işlerin yoğunluğu nedeniyle bir türlü yazamıyordum. Artık vakit bulabildiğim için yavaştan büyük bir açlıkla yazıyorum ama uzun zaman ara verdiğim için de bir acemilik var. Hadi hayırlısı bakalım. Yorumun için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: TheSpell - 23 Temmuz 2012, 15:00:54
Etkileyici bir giriş olmuş gerçekten. Çok beğendim. Tarih ve fantastik bir arada olunca hep zevkli olmuştur kannımca. Devamını merakla bekleyeceğim. Eline, kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: beerold - 23 Temmuz 2012, 16:22:21
 Kayıp Rıhtım'da hikayelerini devamlı olarak takip ettiğim kişilerden birisi de Malkavian'dır. Mete karakterini çok sevdiğim için bu hikayenin devamını sabırsızlıkla bekleyeceğim. Giriş başarılıydı. Eline sağlık...
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Gilderoy - 23 Temmuz 2012, 16:46:41
Mete Han'ın ve Teoman'ın hikayelerini pek bilmediğimden ötürü fazla yorum yapamıyorum. Güzel bir giriş olmuş, devamını dört gözle bekliyorum.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: KoyuBeyaz - 23 Temmuz 2012, 16:50:15
Yeni proje dediğinde bu kadar hızlı geleceğini tahmin etmemiştim. Ne yalan söyleyeyim görünce çok mutlu oldum. İşlerinde vakit buldukça koyacağın bölümleri merakla bekliyoruz efendim.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Malkavian - 23 Temmuz 2012, 17:11:36
@ TheSpell: Girişi etkileyici bulmana sevindim. Son zamanlarda tarihle iç içe olan fantastik kurgu eserlerine bir merakım var. Umarım bu o merakımı giderecek. Yorumun için teşekkür ederim.

@beerold: ilk geldiğinde nickini değiştirme çabalarıma rağemn beni takip ettiğine sevindim :) Mete karakterini ayrı bir severim ben de, o yüzden çocuğum gibi bakacağım ona hikaye boyunca.

@ Gilderoy: Eh bunu yazmamın bir amacı da gerçek ile çok alakalı olmasa da tarihimizin bir parçasını okurlara sevdirebilmek. Umarım başarırım.

@ Koyubeyaz: O beklenti karşılıklı Koyubeyaz cığım. İhsan ile ben tependeyiz haberin olsun :)

Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Buzmavisi - 23 Temmuz 2012, 17:46:54
Güzel başlangıç olmuş. Yalnız keşke "şaman" yerine eski bir Türkçe sözcük olan "Kam" ı kullansaydınız. Onun dışında tam benim sevdiğim tarz. Hem akıcı, hem efsane tadında. Devamını mutlaka beklerim...
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Fëanor - 23 Temmuz 2012, 18:20:43
  Beklentileri çok yükselten bir giriş olmuş. Çok güzel bir konu. Yazım tarzının da konuyla çok uyumlu olduğunu düşünüyorum. Şahsen çok hoşuma gitti ve devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
Başlık: Ynt: Mete Han
Gönderen: Rüzgar Adam - 24 Temmuz 2012, 17:42:13
Bu tarz konuları seviyorum çok farklı bir giriş olmuş umarım arayı fazla açmadan yayınlarsın sonraki bölümü.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: Malkavian - 27 Temmuz 2012, 11:56:29
Mete Han
Bölüm I

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/waterfall-k.jpg)

Yiğitler kılıçlarını sallar, bilgeler sözlerini… Savaşçılar öldürür, bilgeler hatırlar...
Söyle bana ey hanlar hanı; kazandığın muharebeleri ben hatırlayıp yeni nesillere aktarmasam nereden bulacaktın bu şanı?



Küçük bir çocuk çadırların arasında kalan işlek patikada koşuştururken geceye aldırmadan avazı çıktığı kadar bağırıyordu; ‘Hanımız zaferle döndü! Hanımız zaferle döndü!’

Yattığı ayı postunun sıcak tüylerinden istemeyerek de olsa kalktı Ulu Bilge. Teoman onun hanı, aynı zamanda da en yakın arkadaşlarından biriydi. Birlikte büyümüşlerdi fakat yolları başkaydı. Teoman cenk ederdi ve bu uğraşta oldukça iyiydi de. Fakat iş lafa söze geldi mi Ulu Bilge’nin sözünün üzerine söz söyleyecek yiğit yoktu ataların diyarı Ötüken’de. Sırtına cüppesini geçirdiği gibi çıktı çadırından ve ince uzun bacaklarıyla hızla adımladı Teoman’ın çadırına giden yolu.

Yolu anca yarılamıştı ki bir çığlık duydu Ay Hatun’un çadırından. Gökten bir yıldız kaydı doğudan batıya doğru. Hemen ardından çimlerden gür bir bebek ağlaması duyuldu ve tüm ovada yankılandı. Dünyaya geldim! Diyordu adeta… *

Bu çocuğun yüzü gök gibi temiz; ağzı ateş gibi kızıl; gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi. Kucağına aldığı gibi ağlaması kesildi bebeğin. Fakat çadıra girince fark etti ki Ulu Bilge, o gece kesilen tek ses çocuğunki değildi. Ay Hatun’un nur yüzü bir örtüyle örtülmüştü ve şifacı başucunda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sormadı soruyu gözyaşlarına boğulmuş kadına. Cevabını çoktan biliyordu. Boşuna Bilge demiyorlardı ona. Bir yıldız düşmüştü göklerden ve bir can alınmıştı. Belli ki cihana hükmedecek bir yiğit peydah olmuştu.

Savaş çadırı kalabalıktı o gece. Herkesin elinde birer içki kadehi, zaferi kutluyorlardı doyasıya. Tek bir kişi düşüncelere dalmış, etrafındakilere aldırmadan somurtuyordu. Sanki az evvel seferden zaferle dönen kendisi değilmiş gibi. Kucağında çocuk hanının yanına vardı bilge.

‘Duyarım ki zaferler kazanmış Hanımız ama en yakın arkadaşlarına haber vermez imiş. Duyarım ki bir oğlu olmuş Hanımızın dostları bilmez imiş.’

‘Gel yamacıma otur Bilge, sanma ki bu küçük zaferle işimiz bitti. Asıl şimdi başlıyor herşey. Gel de bana akıl ver, ne yöne gidelim.’ Teoman konuşurken Ulu Bilge’nin kucağındaki çocuktan gözlerini kaçırmıştı.

‘Bugün savaş konuşulmayacak Teoman.’ dedi ciddiyetle Bilge ve tüm Ötüken’de ona ismiyle hitap edebilecek tek kişiydi. ‘Bugün dualar edilecek Göktanrı’ya Ay Hatun ve çocuğun için’

‘Adını Mete koydum Bilge. Çocuk için edilecek dualar acelesi yok da, Ay Hatun için ne demeye dua ediyoruz?’ Teoman’ın şaşkın bakışlarından sonra anca anlamıştı Ulu Bilge durumu. Bilmiyordu kadınının öldüğünü Hanlar hanı. Sorusuna cevap vermek için ağzını açtıysa da başarılı olamadı. Hışımla kalktı tahtından Teoman, çocuğu da kucağından koparırcasına alarak. Mete tekrar ağlamaya başladıysa da umurunda değildi savaşçının.

Kısa bir süre sonra bir kükreme duyuldu Ay Hatun’un çadırından. Teoman şu dünyada en sevdiği şeyi kaybetmişti o gece. Göktanrı’ya açtı kollarını ve tek bir soru sordu saatlerce dizlerinin üzerine ama cevap gelmedi.

‘Neden?!’

‘Bazen sormamak en iyisidir Teoman. Göktanrı’nın elbet bir bildiği vardır. Boşuna kimseye zulmetmez o. Belli ki cihana hükmedecek bir yiğit dünyaya geldi.’ Dediyese de dinletemedi hanına.

Ulu Bilge’nin aceleyle sarmaladığı bez parçasının içinde kayıtsızca uyuyan çocuğa baktı hanlar hanı.

‘Madem Göktanrı bana sırt çevirdi, madem bana layık bir çocuk vermedi, maden hatunumu benden aldı, görelim bakalım bu çocuğu da büyük canavarın elinden kendi eliyle kurtarabilecek mi?!’ Hışımla kalktı diz çöktüğü çayırdan ve Ötüken'in Kuzeyinde kalan sık ormanlığa attı kendini. Arkasında onunla birlikte her yere gelen korumaları hemen atıldı ama hepsini durdurdu.

Orman sık ve ürkütücüydü. Gecenin karanlığında yolunu bile zor görüyordu fakat hiçbir şeyden korkmazdı hanlar hanı. Ayakları samaşıklara takıldı ama aldırmadı. Her düştüğünde yeniden kalktı ayağa. Seferden yeni gelmiş ve kadınını kaybetmişti, dünyada en çok sevdiği kişiyi. Dizlerinde derman yoktu Teoman’ın ama aldırmadı, yoluna devam etti. En sonunda ormanın sık örtüsü aralanıp, hiddetle akan bir şelaleye geldiğinde durdu. Gürleyerek akan suların ardında kimsenin bilmediği bir mağara vardı ve o mağarada yaşayan dev bir canavar. Ekinleri yer, atları kaçırırdı. Cüssesi en az dört ata denkti ve burnunda da yanına yaklaşanlara unutamayacakları izler bırakmak için kocaman sivri bir boynuzu var idi.

Vardı şelalenin yanına hanlar hanı. Hiçbir şeyden korkmazdı ama o bile tedirgindi mağaraya girdiğinde. Bez parçalarına sarılı Mete’yi mağaranın zeminine bıraktı ve fısıldayarak şöyle dedi:

‘Tam üç gün sonra seni almaya geleceğim kadınımın katili. Bakalım Göktanrı seni canavarın elinden kurtaracak kadar çok mu seviyor.’

---o---

*Hunlar Göktanrı'ya inanırdı ve Doğu'nun onlar için vazgeçilmez bir önemi vardı. Ülke bile kardeşler arasında ikiye bölündüğünde Batıdaki han, Doğudaki toprakların hanına bağlıydı ve ondan emir alırdı.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: Rüzgar Adam - 28 Temmuz 2012, 22:48:29
Beklediğimize değmiş bir bölüm olmuş eline sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: TheSpell - 28 Temmuz 2012, 23:00:45
Tam beklediğim gibi, akıcı ve hiç sıkmayan bir bölümdü. Pek eleştiri yapılacak bir yönü de yok zaten.

Ancak haddim olmayarak kısa bir eleştiri yapmak istiyorum. Hikayenin bazı yerlerinde ısrarla devrik cümleler kullanmışsınız. Bu kimi zaman metni destansılaştırsa da, bazı yerlerde akışı bozmuş. Tabi sadece birkaç yerde.

Başka bir hata göremedim ben. Ve sonunu da çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. Diğer bölümü büyük bir sabırsızlıkla bekletecek kadar güzeldi. Eline, kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: Malkavian - 28 Temmuz 2012, 23:37:20
@Buzmavisi: Eski kelimeleri kullanmayı ben de severim ama kam deseydim herkesin şaman anlayacağından şüpheliyim. Bu yüzden daha çok bilindik eski kelimeleri kullanacağım bu yazı içerisinde. Okuduğunuz için teşekkürler.

@Feanor:Umarım devam bölümünde beklentilerinizi sarsmamışımdır. Yorumunuz için teşekkürler.

@Rüzgar Adam: Beklediğinize değdiğine sevindim iyi okumalar.

@TheSpell: Devrik cümleli bölümleri gecenin ikisinde yazmıştım. İşin ilginci destansı olması açısından girişe yazdıktan sonra o tarzı bırakıp normal cümlelere geçmek inan çok zor oluyor. Sanki anlatım birden kopacakmış gibi oluyor. Yazarken de onun çilesini çektim açıkçası. Sonlara doğru ancak düzleştirebildim yazıyı. Eh bu kadar oldu sanırım. Yorumun için teşekkür ederim sana da.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: HermioneWeasley - 01 Ağustos 2012, 15:37:14
Güzel gidiyor takipteyiz :))
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: emuk - 03 Ağustos 2012, 05:14:26
‘Duyarım ki zaferler kazanmış Hanımız ama en yakın arkadaşlarına haber vermez imiş. Duyarım ki bir oğlu olmuş Hanımızın dostları bilmez imiş.’

İşte budur, dedim burayı okurken. Eski Türklerin bilge tarzını kullanacağım diye saçmalamamış ya da gereksiz bir dil kullanmamışsınız. İnce bir ayrıntı gibi gelebilir; ama bu ince ayrıntı profesyonelliğin göstergesidir.

Hikayeyi genel olarak beğendiğimi- çok beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle Teoman'ın öfkeli ve kendine has mantığını çok güzel yansıtmışsınız.

Tarihlere bir baktım da çok ara vermişsiniz yahu. Umarım konu zihninizde soğumamıştır; büyük bir kayıp olur çünkü.

Kısa zaman içinde devam bölümlerini yazmanız dileğiyle.

 Kaleminize sağlık...
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm I
Gönderen: Malkavian - 03 Ağustos 2012, 12:07:32
@HermioneWeasley: Teşekkür ederim yorumunuz için.

@emuk: Bu yoruma ne kadar sevindim anlatamam. Çünkü bu hikayeye başlarken kendime belirlediğim amaç mistik havayı korumak ve bunu yaparken anlaşılırlığı baltalamamaktı. Kelimeleri ve cümleleri de bu doğrultuda hep özenerek seçmeye çalıştım. Umarım devamında da bu çizgiyi koruyabilirim.
Başlık: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: Malkavian - 04 Ağustos 2012, 12:23:26
Mete Han
Bölüm II


Sıcak nefesi, buz gibi havada ince bir sis bulutu halinde gecenin karanlığına karışıyordu. Eteğinde durduğu heybetli dağın etrafı yer yer bembeyaz karlarla kaplıydı. Kış yavaş yavaş Doğu topraklarını terk ediyordu. Kilometrelerce koşmuştu simsiyah göğün altında ama bir bu kadar daha koşabilirdi. İçinde beklenmedik bir istek oluşmuştu. Sanki birisi ona sesleniyormuş gibi... Dağın eteğinde bıraktığı üç çocuğuna doğru son bir kez baktı. Sonra dönüp tekrar Batıya yöneldi. Biri onu çağırıyordu ve kendini gitmek zorunda hissediyordu. Hiç böyle bir şey başına gelmemişti şimdiye kadar. Bu istek tüm bedenini etkisi altına alırken son bir kez beyaz noktalarla süslenmiş siyah gökyüzüne baktı ve çocuklarına bağırdı.

‘Bekleyin beni, geleceğim!’ Diyordu. Çocukları kilometrelerce öteden annelerinin bağırışını duydu ve yakınmalar eşliğinde cılız sesleriyle ona seslendiler. Ama o duymadı. Artık Batıya gitme isteği bir zorunluluğa dönüşmüştü. Ayaklarını koyu gri, çamurdan yola vurdu ve koşmaya başladı. Hava soğuktu ama umurunda değildi. Daha yeni kilometrelerce süren bir kovalamacadan çıkmıştı. Umursamadı. Üç çocuğu karnı aç bir şekilde arkasından sesleniyordu ona. Çocukları her zaman umurundaydı ama bu sefer değil. Gecenin karanlığında nefesi arkasından ince beyaz çizgiler bırakırken yorgunluk nedir bilmeden saatlerce yol aldı.

Sonunda hızla aldığı nefesler göğsünü yakmaya başladığında, gürül gürül akan bir şelalenin kenarında durdu. Buraya çok eskiden arkadaşlarıyla gelmişti. Az ileride göçebe bir halk yaşardı. Göçebeydiler fakat nasıl dövüşüleceğini de iyi bilirlerdi. Sırf meraktan birkaç savaşlarını izlemişti ve kendilerinden sayıca üstün toplulukları nasıl yendiklerine tanık olmuştu. Bu savaşçılardan birine rast gelmek istemiyordu gecenin bu saatinde. Etrafına hızla göz gezdirdi. Koyu gri çimlerde kan lekesi yoktu. Temkinli adımlarla suya doğru ilerledi ve kana kana içmek istese de sudan önce küçük bir yudum aldı. Tepeden akan ve beyaz köpükler saçan suda kan tadı yoktu. Çevresindeki bitki örtüsüne şöyle bir göz gezdirdi. Otlar ve gri sarmaşıklar tahrip olmuştu. Belli ki burada biri yaşıyordu fakat içinde kötülük yoktu. Tekrar göle eğildi ve kana kana su içti.

Ardından şelalenin gürültüsünü bile bastıran çocuk ağlamasını duydu ve içinde bir şeyler kıpırdandı. Ayakları hemen harekete geçti ve şelalenin arkasında saklı duran mağaraya doğru ilerledi. Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Birine baktıkları zaman karşısındakileri gerçek şekliyle görürlerdi. Nice koca cüsseli adamlar görmüştü. İçlerinde bir kertenkele kadar cesaret yoktu. İşte öylelerini kovalamaya bayılırdı. Ama şu anda önünde duran ve avazı çıktığı kadar ağlayan bebek gibisini görmemişti. Kocaman parlak bir ışık gördü ona baktığında. Yanına yaklaştığında yorgunluktan mı bilinmez dizleri titredi. Yorgunluktan olmalı diye kendi kendine söylendi avunmak için.

Güçlü bir ruha sahipti bebek fakat açtı, üşüyordu ve en önemlisi de derin bir keder içindeydi. Suratı soğuk havadan dolayı yer yer morarmıştı. Annelik içgüdüleri ağır bastı sonunda ve hemen çocuğu sarmaladı. Üç çocuğu vardı ve sütü boldu. Farkında olmadan bebeğe ilk sütünü içirdi. O da kana kana içti. Çocuğun morarmış suratına al bir renk oturmaya başladığında çoktan tüm sütünü bitirmişti. Gözlerini kapattı ve derin ve huzurlu bir uykuya daldı ufaklık.

O sırada mağaranın arka taraflarından kocaman bir yaratık çıktı. Gözlerini nefretle açtı ve kocaman ayaklarını yere vurarak ikiliye doğru ilerledi. Ayağa kalkmasıyla duvarlar titredi. Evine giren bu yabancı misafirlerden hiç hoşlanmamıştı ve bunu her hareketiyle belli ediyordu. Burnunun üzerinde kocaman kötücül boynuzları vardı. Sinirle nefes verdi. Bu çoğu kişinin ödünü patlatabilirdi ama onun değil. Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Bir yaratığa baktı mı onun içini görürlerdi. Kocaman yaratığa baktı ve gördü. Evinde davetsiz misafirlerden hoşlanmıyordu ama pamuk gibi de bir kalbi vardı koca yaratığın. Zaten et obur da değildi. Sadece kendisine meydan okuyanları korkutup huzur içinde yaşamaktı niyeti. Ayağa kalkmadan o yöne doğru seslendi ‘Ne olduğunu biliyorum. Sana zarar vermek değil niyetimiz.’ Dedi. Sesinin tonunu öyle bir ayarlamıştı ki aynı zamanda zarar vermek istese bunu yapabileceğini de ima ediyordu.

İlerleyen dev ayaklar tereddütle durdu ve boynuzunu sinirle mağara duvarlarına sürtmeye başladı.

---o---

Spoiler: Göster
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/beyaz-kurt-k.jpg)

Son bir kez tereddütle adım atmayı denedi koca gergedan davetsiz misafirlerine doğru. Fakat kucağı içindeki çocuğu anne içgüdüleri ile sarmalamış olan bembeyaz tüylere sahip kurt tehditkar bir şekilde uludu ve gergedana doğru dişlerini göstererek derinden bir hırlama koyuverdi.

Koca yaratık korktu ve mağaranın köşesinde geldiği yere geri sindi.

Üç gün ayrılmadı oradan beyaz kurt. Üç gün sıcak tuttu Mete’yi. Üç gün besledi onu ve üçüncü günün sonunda şelalenin ilerisinden, savaşçı halktan birinin sesini duyduğunda ses çıkarmadan uzaklaştı oradan. Artık içinde onu burada durmaya zorlayan his yoktu. Yine de içi ısınmıştı bu bebeğe. Son bir kez mağaraya baktı ve koşmaya başladı kendi çocuklarına doğru.

Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: TheSpell - 04 Ağustos 2012, 14:23:30
Eh, her zamanki gibi bölümlerin tadını doyasıya alıyorum. Bitince de nerede bu yeni bölüm diyorum. Harikasın cidden.

Spoiler: Göster
Şu son bölüme kadar beyaz kurdun kurt olduğunu bile anlayamamıştım :)


Duyguları çok iyi yansıtıyorsun. Bu bölüm her ne kadar giriş ve birinci bölüme kadar biraz durağan olsa da, güzeldi. Yalnız gözüme takılan bir şey söylemek istiyorum.

Beyaz kurt ilk seferinde düşüncelerinde şöyle demiş:
Alıntı
Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Birine baktıkları zaman karşısındakileri gerçek şekliyle görürlerdi.

Sonra yaratığın yanındayken buna çok benzer şöyle bir ifade daha kullanmışsın:
Alıntı
Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Bir yaratığa baktı mı onun içini görürlerdi.

Eğer bilerek, özellikle böyle yaptıysan eleştirim sayılmaz. Ancak bu dikkat dağınıklığıysa, uyarmak istedim :)

Tam olarak dikkat dağıtan bir şey sayılmaz, ancak bu iki ifadenin arasında yalnızca bir paragraf olduğu için, ister istemez insanın aklına "Ben bunu daha önce görmüştüm" diye bir düşünce geliyor ve o ifadeyi aramaya başlayarak hikayenin akıcılığında biraz kesintiye uğrayabiliyor.

Eğer bilerek, özellikle böyle yaptıysan eleştirim sayılmaz. Ancak bu dikkat dağınıklığıysa, uyarmak istedim :)

Eline sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: Malkavian - 04 Ağustos 2012, 16:59:07

Spoiler: Göster
Kurt olduğu anlaşılmasın istedim zaten son bölüme kadar. O yüzden hayvansal özelliklerin hiçbirine değinmedim renk körlüğü dışında. Sonuna kadar anlamamış olman beni sevindirdi. Denediğim şeyde başarılı olmuşum demek ki.


Evet o cümleyi bilerek aynen kurdum pekiştirmek için. Ama farklılaştırsam da olabilirmiş aslında kararsız kaldım. Yorumun için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: Thomasward - 05 Ağustos 2012, 00:59:45
Bu gerçek  türk tarihi ile gerçekten çok benzeşiyor ve gerçekten harika bir şekilde tarihle bütün bir hale getirmişsiniz hikayenizi.Gerçekten çok güzel araştırmışsınız özelliklede Göktanrı inancına kadar değerlendiriyor olmanız hikayeyi merakla okumama vesile olan sebeplerden biridir.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: emuk - 09 Ağustos 2012, 02:02:00
Her ne kadar bundan onceki bölümü daha cok sevmiş olsam da bir geçiş hikayesi icin gayet tatmin ediciydi. Gelecek vaat eden türden.
Spoiler: Göster
beyaz kurt olayına da hayran kaldım. Tebrikler :)

Bu hikayenin bence en önemli yönü artık olayların bir raya oturması ve okurun ileriyi görebilmesi olmuş. Hikaye kafamızda daha bir düzenli hale geldi, artık hikayenin önü açık.
Mete karakterini cok seveceğiz gibime geliyor. Ayrıca Teoman'ı da saf kötü adam değil de kendi mantığıyla olaylara bakan bir adam yapmanız beni ilerideki muhtemel duygusal sahneleri bekler durumda bıraktı.

Yine o akıcı üslubunuz ile gönlümü fethettiniz, mistik havayı da korumayı basarmissiniz. Ki bence bu olay örgüsünden de önemli.

Bir diğer guzel unsur da (hikayenin geneli hakkında) olayların oldu bittiye getirilmemiş olması. Karakterlerin hikaye icinde yaptıklarına gösterdiğiniz sebepler gayet tatmin edici.
Dediğim gibi bir geçiş hikayesi tadindaydi. Gelecek bölümleri ağzımız açık okuyacağımızı düşünebiliyorum simdiden :D
Spoiler: Göster
buradan Mete'ye seslenmek istiyorum.
Yürü be oğlum, goktanri arkanda!

Kaleminize saglık...
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: Malkavian - 09 Ağustos 2012, 11:00:21
@ Thomasward: İki, üç aydır okuduğum ve raştırdığım ansiklopedik bilgiler işe yaramış demek ki :) Araştırmadan böyle bir işe kalkışamazdım tabi ki ama yine de belirtmek isterim hikayenin çoğu kısmı kurgusal olacak. yani tarihte geçmeyen şeyler de olacak. Yorumunuz için teşekkür ederim.

@ emuk: Hikayenin bu kısmını 've çocuk oradan kurtuldu.' gibi bir cümleyle geçiştirmek istemedim çünkü bu karakterin altyapısını sağlam oluşturmak istiyorum. Ayrıca kurgusal kısımları eklemek için güzel bir fırsattı. O yüzden gerekli bir geçiş bölümüydü. Güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: Seveal - 10 Ağustos 2012, 12:33:13
Yine güzel ve akıcı bir hikaye ve aynı zamanda bu aralar kitapçıların tarih bölümlerinde neden dolaştığımızı da açıklıyor :)
Devamlı bir hikaye yazmanın en çetrefilli kısmı bütün bölümler arasında dil ve anlam bütünlüğü oluşturmak bence. Bunun içinde bazen hikayelerin tekrar tekrar okunması ve gözden geçirilmesi gerekir. Burada dışarıdan bir gözün fikrini almak her zaman iyidir. (Lütfen editörünüzü boşlamayınız :)) Mesela ilk bölümde yaratığın tek bir boynuzu varken burda birden fazla. Ve de göçebe halkın yıllardır orda olması durumu var?!?

Alıntı
"Buraya çok eskiden arkadaşlarıyla gelmişti. Az ileride göçebe bir halk yaşardı. "

 Zaten hikayelerini çok seviyorum ama okurken günlük hayatta kullanılan kelimerin yazıda kullanılması beni hikayenin içinden çıkarıyor.
Bunun dışında genel olarak hikayenin kurgusu ve gelişimi bence harika. Devamını bekliyoruz..  :)
 
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm II
Gönderen: Malkavian - 10 Ağustos 2012, 14:57:07
Sevgili goblin Seveal. Bu yorumu yüzüme de yapabilirdin diye düşünüyorum :) ama yine de yorumun için teşekkür ederim. Foruma attığın üç mesajın da benim hikayelerime olması resmen beni önemli hissettirdi. Tabii başkaları bakınca benim fake hesabım sanacak ama olsun...

Hunlar ne kadar göçebe de olsalar bir başkentleri vardı (Ötüken) ve burada hep halklarından bir kısmı yaşardı. Şelale de Ötüken'e oldukça yakın. Yani orada bir hata yok fakat günlük hayatta kullanılan kelimeler ve canavar tasviri konusunda haklısın. Acımasız eleştirilerinin devamını bekliyorum (yüzyüze   :blink )
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 11 Eylül 2012, 13:25:50
Mete Han
Bölüm III

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/cin-kale-k.jpg)

Üzerine giydiği paçavralar, kamburlaştırdığı sırtı, elinde duran eğri büğrü bastonu ve karmakarışık olmuş kırçıllı saçları ile yürüdüğü taştan yapılma sokakta herkesin ilgisini çekmişti. Onu gören herkes bir an duraksıyor ya da yanındakini dürterek yaşlı kadını gösteriyordu.

Tüm bu bakışlara aldırmadı yaşlı kadın ve hanedanın sarayına doğru yoluna devam etti.

‘Dur!’ dedi İmparatorun kapı muhafızı sert bir sesle. ‘Kimsin? Ve hanedanımızdan ne istersin?’

Yaşlı kadın durmadı. Ağır ağır attığı adımları yavaşlatmadan eski püskü bastonunu muhafızın göğsüne doğru bastırdı.

‘Dai-sin khuo!’ dedi bu kambur kadından beklenmeyecek kadar kararlı bir ses tonuyla. Bastonun ucundaki adam, zararsız görünen bir kurbağaya dönüşürken diğer muhafızlar tereddütle gerilediler. Gerilemeyi reddeden ve gururuna yenik düşen bir başka muhafız ileri atıldı.  İmparatorunu koruyamayacaksa bu göreve zaten layık değildi ve bu göreve layık değilse ölmeyi tercih ederdi.

‘Kimsin? Ve hanedanımızdan ne istersin?’ diye sordu fakat sesi bir önceki muhafız kadar sert çıkmıyordu.

Yaşlı kadın ilk defa kafasını kaldırım taşlarından kaldırdı ve kendisine titrek bir sesle soru soran muhafızın gözlerine baktı. Onu tanımayan birinin yoluna çıkması sadece şanssızlıktı fakat bu son muhafızın hakkını teslim etmeliydi. Sesi titrese de cesur bir adamdı ve Şaman Kirae cesareti severdi.

Bastonunu kaldırdı ve adamın göğsüne bastırdı. Muhafız titredi fakat yerinden kıpırdamadı.

‘Peki ala. Muhafız efendi. İmparatoruna söyle ona iletmem gereken acil bir mesajım var.’

‘Peki ama ismin nedir?’ diye sordu muhafız titreyen bir ses tonu ile.

‘İsmimi sen değil, imparatorun bile bilemez çocuğum. Git şimdi seni de kurbağaya çevirmeden gözümün önünden kaybol. Kuzey-Batıdan geldiğimi söyle o anlayacaktır.’

Kısa bir süre sonra içeriden ince beyaz bıyıkları yüzünün iki yanından uzayan, üzerine giydiği değerli ipek cüppesi altın oymalarla süslenmiş bir adam çıkıverdi. İki elini önünde birleştirmiş zaten kısık olan gözlerini iyice kısarak yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Kirae bu soytarının, imparatorun veziri olduğunu bilecek kadar çok casusa sahipti bu saray içinde.

Saray o kadar büyüktü ki içeriye girdikleri kapıdan taht odasına gitmeleri neredeyse iki yüz elli adım sürmüştü. Eh tabi bunda şamanın kambur sırtı yüzünden küçücük adımlar atmasının payı da büyüktü.

Sonunda taht odasına geldiğinde şaman bile etrafına göz gezdirmeden edemedi. Yüksek tavanlı odanın her yanı zevkle döşenmişti. Dört bir yana atılmış, yerde duran ipek kaplı yer minderleri bir servet değerindeydi. İçeride bulunan birkaç kişinin kıyafetleri, ipek yolundan batıya gönderilse oradakilerin gözlerini döndürebilecek güzelliğe sahipti.

İmparator tahtında sert bakışlarla oturmuş ondan gelecek haberleri beklemekteydi. Vakit kaybetmeden önüne gitti ve bastonunu kaldırarak kaba bir selam verdi. Bunu ondan başka herhangi biri yapsa muhtemelen çoktan kanlar içinde değerli ipek halının üzerinde yatıyor olurdu.

‘Kuzey-Batıdan önemli haberlerim var Tai-Shan, yüce Çin İmparatoru.’

Sert bakışları yerini hoşnutsuz bir aşağılamaya bırakmıştı imparatorun. ‘Söyle o zaman şaman. Merak etme ödüllendirileceksin.’

‘Söyleyeceklerim sadece senin kulakların için’ diye diretti yaşlı kadın yüzünde pis bir sırıtışla.

İmparator iyice rahatsız olmuştu. Emrindekileri gönderip bu odada bir şamanla yalnız kalmayı istemese de her konuştuğunda kadın onun konumunu aşağılıyordu ve buna karşı elinden bir şey gelmiyordu imparatorun. İstemeyerek de olsa emrindekilere dışarı çıkmalarını emretti.

‘Teoman’ın bir oğlu oldu.’ Dedi kadın doğrudan konuya girerek. ‘Adını da Mete koydu.’

İmparator az önce kendine yapılan saygısızlığı çoktan unutmuş kadının verdiği önemli haberleri merakla dinlemeye koyulmuştu. ‘Konuştuğumuz gibi mi oldu peki?’

‘Evet. Ona cihana hükmedecek bir imparator dünyaya geldiğinde bir yıldız kayacağını söyledim.’

‘Peki o burnu havada güç meraklısı, yıldız kaymayınca ne yaptı?’ Yaptıkları planı hatırlayıp güldü imparator. Yıllar önce Hunlara gönderdiği bu şamana tembihlemişti. Teoman’ın oğlu olursa doğumda gerçekleşmesi imkansız bir kehanette bulunmasını emretmişti.

‘Yıldız kaydı.’ Dedi şaman keyifle kahkaha atarak.

‘Nasıl olur?!’ hiddetle oturduğu koltuktan kalktı Çin İmparatoru.

‘Sakin ol. Yıldız kaydı fakat Teoman bunu görmedi ve o yüzden çocuğunu kuzeyde bulunan bir mağaraya terk etti.’

Lanet olasıca şaman hiçbir şeyi doğru düzgün anlatmazdı zaten. Hiddetle kalktığı tahtına tekrar kuruldu hanedan.

‘Daha söyleyeceklerim bitmedi. En önemli haberi sona sakladım.’ Diye devam etti yaşlı kadın.

‘Bundan daha büyük bir haber ne olabilir ki? Teoman’ın ölmesi olurdu hiç şüphesiz ama Kuzey-Batı sınırımız hala akıncıların istilası altında. Buna imkan yok.’

‘Önce söz verdiğin şeyleri yerine getir.’ Dedi Kirae elinin tersini havada savurarak.

İmparator tahtının hemen yanında bulunan bir sandığın üzerinde elini gezdirdi. Hala neden şamanın kendinden böyle bir şey talep ettiğini anlamıyordu fakat umursamıyordu da. Değerli hizmetleri karşılığında savaşçılarının her birinden bir tutam saç istemişti kadın. Hunların arasına casus olarak gönderilmesi karşılığında da imparatorun en sevdiği atın kuyruk tüyünden bir tutam istemişti. Omuz silkti ve yanında duran sandığı kadına doğru itti.

Şaman sanki yakutlarla dolu bir sandığı tutuyormuş gibi iki eliyle sandığı kavradı ve çarpık dişlerini göstererek konuşmaya başladı.

‘Teoman’ın karısı artık Göktanrı’nın yanında.’

Tai-shan bir an duraksadı. Bu önemli bir haberdi fakat nasıl değerlendireceğini bilemiyordu. Hun devlet yönetiminde kadınların önemi büyüktü ve söz sahibiydiler. En kötü ihtimalle devlet yönetiminden zeki birini kaybetmişlerdi. Dahası Teoman oğlunun önemli biri olamayacağını duyup ona sırtını çevirmişti. Şimdi iyi bir plan yapıp onları içten çökertmesi gerektiğini biliyordu. Daha önce çoğu kez savaşta az sayıda Hun savaşçısının kendi askerlerine üstünlük sağladığını görmüştü. Bunu içen halletmeliydi.

Hanedanın kafasının bu kadar yavaş çalışmasına sinirlendi şaman kadın ama yine de belli etmedi. Ona eşitiymiş gibi davranıyordu fakat imparatorun gücünün de farkındaydı.

‘Kardeşiniz nasıllar imparator hazretleri. Son gördüğümde tam bir genç kız adayı olmuştu.’

İmparator bir anda tahtından heyecanla kalktı. İşte bu! diye düşündü içinden. Odanın dışında bulunan nöbetçilere sert bir ses tonuyla bağırarak emirler yağdırmaya başladı.

 ‘Li-ying hemen yanıma gelsin! Şaman kadına en güzel misafir odamızı açın ve ne isterse yerine getirin.’ Sonra yaşlı kadına döndü ve gülümsedi. ‘Yakında Teoman ile akraba olacağız şaman kadın.’ Dedi ve arkasını dönüp kendi odasına doğru hızla hareket etti.

‘Sonunda…’ diye iç geçirdi kadın. ‘Sonunda her şey kendi planına göre işlemeye başlamıştı.’ Ellerini havaya açtı ve kimsenin anlamayacağı bir dilde mırıldanmaya başladı. Ellerinden havaya doğru bir sis bulutu yükseldi ve gökyüzünde nöbet tutan dolunaya doğru gözden kayboldu. Kadın gözlerini kapattı ve bağdaş kurarak taş zemine oturdu.

‘Büyük canavarın mağarasına git! Yavruların üç gün hayatta kalabilir, onları iyi yetiştirdin ama kendi başına hayatta kalamayacak bir yiğit bekler seni yaratığın ininde. Üç gün onu kolla ve ölmesine sakın izin verme…’ son yaptığı büyü onu bitkin düşürmüştü, muhafızların onu odasına taşıdığını bile hissetmeden derin bir uykuya daldı.

---o---
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: GM - 17 Eylül 2012, 09:49:17

Tarihle harmanlanmış fantastik bir hikaye.
Cesaret, bilgi... En çok da bilgi ister böyle bir hikaye yazmak. Gerçi kurgusal olduğunu belirtmişsiniz başta.
Kurgusallık bir yana bir Tarihçi olarak tasvirlerinizi ve döneme ait bilgilerinizi gayet başarılı buldum.
Hikayenin nereye gideceğini ya da kurguya nasıl bir yön vereceğinizi bilmiyorum ama kısa zamanda sizden bir ters köşe bekliyorum. Şaşırtma ve gizem bu tür hikayelerin olmazsa olmazıdır. Dilinizin de kendine has bir üslubu var. Yer yer devrik, şiirsel, hoş bir dil. Okunuyor hikaye.
Emeğinize sağlık.

Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Firari - 17 Eylül 2012, 10:52:33
Baştan okuyaraktan yorum yapacağım elbette.
Giriş fazlası ile etkileyici ve insana sanki oku beni der gibi :) Tarih konulu olması beni daha da bir meraka sürdü açıkcası

Fazlaca akıcı ve hiç sıkmayan bir bölüm olmuş ilk bölüm devrik cümleler ayrı bir hava katmış ve hoş olmuş.
‘Duyarım ki zaferler kazanmış Hanımız ama en yakın arkadaşlarına haber vermez imiş. Duyarım ki bir oğlu olmuş Hanımızın dostları bilmez imiş.’

Bu kısma ayrı bir sempati duydum :D Nedense cümle bana fazlaca hoş geldi. Teoman ayrı bir olay zaten :)

Gerçekten bilgine ve yazma olayına bayıldım diyebilirim :) Kalemine sağlık yüreğine sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 17 Eylül 2012, 20:17:26
GM: Tarih zaten sevdiğim bir dersti fakat bu yazıyı yazmadan önce baya bir araştırma yaptım. Bunun meyvesini aldığımı görmek sevindirici. Değerli yorumun için teşekkür ederim.

Firari: O cümleyi emuk da çok beğenmiş. Yazarken sadece o zamana gitmeye çalıştım ve bir yandan da anlaşılırlığı baltalamamaya uğraşıyordum. Yorumun için sana da teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Black Helen - 17 Eylül 2012, 20:53:14
Açıkçası Türk destanlarına pek ilgi göstermeyen ve okumaya başladığında dilinden çok çabuk yorulup sıkılan bir okuyucu olarak, bu hikayeye ne zaman başladım, ne ara bitti hiç farkına varamadım. Öncelikle akıcılığı baltalamayan, gerek edebi açıdan gerek betimlemelerle olsun oldukça hoş bir anlatım biçimi kullanmış olmanıza değinmeden geçemeyeceğim. Ayrıca zor bir konuyu tarih kitaplarındaki sıkıcı bölümlerden biri olmaktan çıkarıp, sağlam bir kurguyla sunmanız da bir o kadar etkileyici. Düşündüğümden çok daha fazla keyif alarak okudum. Devamını merakla bekleyenlere beni de sayın.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: emuk - 17 Eylül 2012, 21:08:27
Merhabalar Malkavian,

Hikayen yavaş yavaş büyüyor ve tabiri caizse "saga" halini alıyor. Böyle diyorum çünkü olay perspektifini bir hayli genişletmişsin. Dil yine güzel; ancak o cümlenin(yukarıda firari de belirtmiş) yeri bende ayrı.

Bilmem hiç bir kitabını okudun mu, ama son hikayendeki şaman kadının Robert Jordan'ın Zaman Çarkı serisindeki Aes Sedai'lerine benziyor. Her nedense şamanı okumak bana bir Aes Sedai'yi okumayı andırdı. Hatta daha önce seriyi okumuş arkadaşlardan biri bunu okursa onun da aynı aurayı yakalayacağından eminim.

Bu arada kurdun geçen bölümdeki aldığı çağrının da sebebini inceden güzel belirtmişsin. Altyapı sağlam ve üzerine düşünülmüş; bu da okuyucuya güven veriyor.

Yalnız küçük bir eleştirim var. Hikayenin başındaki saray nöbetçilerinin yaşlı kadın karşısındaki ezilip büzülmeleri bana çok da inandırıcı gelmedi. Büyük olasılıkla bu olayı şaman kadının ne kadar kudret saçan bir aurası olduğunu göstermek için yaptın; ama nöbetçilerin tepkileri biraz daha hafifletilip okuyucunun önüne sunulsa daha iyi olurmuş gibi. Ama tabiki bu küçük eleştirim hikayenin genel kalitesini hiç düşürmüyor.

Öykü büyüyor, önünü alamıyoruz. Daha nice öykülere. Tebrikler.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: TheSpell - 17 Eylül 2012, 21:35:05
Yine Malkavian, yine güzel ve kafa karıştırıcı bir hikaye.

Öncelikle şunu söyleyeyim, ben genellikle bu tür tarih ile fantastiğin harmanlandığı hikayeleri çok severim. Bu forumda da onlardan bir tane olması iyi oldu. Tabi bu tür hikayelerin oluşması için çok emek harcanması gerektiğini de biliyorum, uydurmuyorsunuz sonuçta bunları. Araştırma yapıyorsunuz, inceliyorsunuz.

Benim pek fazla eleştirim olmayacak gibi. Sadece bu bölümde yazım ve imla hataları diğer ikisine kıyasla azıcık fazla olmuş o kadar.

Son olarak, emuk'un Aes Sedai'lerle ilgili söylediği şeyi destekleyemedim nedense. Zaman Çarkı'nın yalnızca ilk kitabını okuyup Aes Sedai'lerin o derin ve karanlık yapılarını anlayamadığımdandır belki de, ama ben benzetemedim yani.

Eline, kalemine sağlık. Devam bölümlerini bekliyoruz.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 18 Eylül 2012, 12:18:00
Black Helen: En çok da bu tip yorumları seviyorum sanırım. Her yorumun değeri ayrı gerçi ama birisi bu tarzı sevmiyordum ama okudum dediği an seviniyorum, ekran başında yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Teşekkür ederim.

emuk: Zaman Çarkı'nı okudum ve hala okumaktayım :) Fakat buradaki şamandan ilk etapta kimse korkmuyor hatta dalga geçiyorlar biraz. Sonrasında basit bir iki kelime ile koca korumayı zararsız bir hayvana dönüştürmesinden sonra korku ve çekince oluyor ki bu da normal ve olmalı diye düşünüyorum. Çünkü Dragonlance evreni gibi yüzlerce büyücü yok ortalıkta. Tüm dünyada bu güce sahip onlarca kişi anca var ve çoğu kişi de büyüye inanmıyor zaten. Korku ve çekince bundan kaynaklı korumalarımıza yansıyor. Ama tabi benim bu atmosferi yeterince anlatmamam kötü olmuş :)

TheSpell: Aslında ilgili olduğum bir konu olduğu için araştırma da eğlenceli oluyor. Bu konuda maalesef ki çok kaynak yok ve olan kaynaklar da tarzanca çevrilmiş dilimize. Önce Çince sonra ordan Farsça sonra da Türkçe'ye çevrilmiş bazıları. Hal böyle olunca hayal gücüne çok iş düşüyor :) Ama okuduğum kaynaklar arasında oldukça ilginç bilgilere ve savaş taktiklerine rastladım ilerleyen bölümlerde işime yarayacak çok bilgi edindim. Ahh bir büyüyebilirse Mete o zaman işin şekli değişecek.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Buzmavisi - 20 Eylül 2012, 17:48:16
Bu öykünün aşağıdaki kitapla bir ilgisi yok galiba :) Geçende DNR'da dolaşırken gördüm bunu. Başka bir şey alacaktım elim buna gitti. Henüz okuyamadım ama çok güzel bir şeye benziyor:

Metehan Büyük Hun Hakanı - Ahmet Haldun Terzioğlu
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=467361 (http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=467361)

To Malkavian:
Bu arada öykünüzü takip ediyorum, birkaç bölüm daha çıkmasını bekliyorum. Öyle hepsini birden okuyacağım.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm III
Gönderen: Malkavian - 20 Eylül 2012, 19:34:51
Evet, Ahmet Haldun arkadaşımızın yazdığı kitabı kendi hikayemmiş gibi her hafta yayınlıyorum sayfa sayfa, sırf sizleri düşündüğüm için :)
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm IV
Gönderen: Malkavian - 28 Eylül 2012, 12:14:44
Mete Han
Bölüm IV

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/li-ying-k.jpg)

Li-ying, odasına girdiğinde abisi yüksek bir tepeye kurulmuş sarayın balkonundan dalgın bakışlarla geceyi izliyordu. Hemen selam verdi ve yere kapaklandı kadın. Şimdi yerleri süpürmekle meşgul olan koyu yeşil, en pahalı ipekten gece kıyafeti gümüş kakmalarla süslenmişti.

Tai-shan, arkasını dönmeden konuşmaya başladı. ‘Sana imparatorluğumuzu kurtaracak büyük bir görev veriyorum. Yanına sadece bir hizmetçini al ve hemen hazırlan. Kuzeye gidiyorsun.’

Li-ying şaşırmıştı ama imparatoruna karşı gelmek aklının ucundan bile geçmezdi. Abisi yavaş yavaş kararlı bir yüz ifadesiyle arkasını döndüğünde derin göğüs dekoltesini sergilercesine yerden ağır hareketlerle kalktı ve abisine en cana yakın gülümsemelerinden birini bahşetti.

‘Ama ben burada iç isyanları bastırmakla meşgulüm. Beni gönderirsen ne tür suikastlerle uğraşman gerektiğini hiç düşündün mü?’ dedi ilk ve son şansını deneyerek. Kuzeyde sadece barbar Hunlar ve Çin’in maşası Yüeçilerin* olduğunu bildiği için tedirgin olmuştu.

Tai-shan, kardeşinin şimdiden Çin’i bölmek isteyen iki veya üç generali parmağında oynattığını biliyordu ve onun sayesinde Çin toprakları iç karışıklıkları ertelemişti fakat Kuzeyden gelen Hun akınları daha büyük problem oluşturmaya başlamıştı. İpek yoluna her yaptıkları akında değerli malları çalmakla kalmıyor Çin’in bu dünyanın en büyük ticaret yolunun güvenliğini sağlayamadığını da tüm dünyaya haykırıyorlardı. Batılılar her geçen gün ipek ve baharatları daha pahalıya almaktan şikayet eder hale gelmişlerdi. Zaten Li-ying de sorun çıkaran generalleri yeterince oyalamıştı. Tai-shan, gerekli askeri otoriteyi son birkaç ayda sağlamıştı bile, şimdi sıra onları teker teker ölümlerine göndermeye gelmişti ve bunun için kardeşine gerek yoktu.

‘Kararım kesin, yarın güneşin ilk ışıklarıyla yanında büyük bir hediye sandığı ile birlikte Teoman’ın yeni eşi olmak için yola çıkacaksın.’ Sert bir el hareketiyle konuşmasının bittiğini ima etti ve yatağına doğru ilerledi.

Li-ying şaşırmıştı. Teoman’ın eşinin öldüğünü bilmiyordu. Bekar adamları baştan çıkarmak gözleri kapalıyken bile yapabileceği bir işti fakat evlenmiş ve eşini yeni kaybetmiş bir adama hükmetmek… İşte bu çok zor bir görevdi. 

Abisinin onu barbar bir kabileye göndereceğini asla düşünmemişti. Doğduğundan beri saraylarda yaşamak ve insanları manipüle etmek için eğitim almıştı. Birçok dil biliyor ve konuşamadığı birkaçını da çat pat anlıyordu. Şimdi ise bir barbarın eşi olmak zorundaydı. Bir an kaçmayı düşündüyse de bu fikri hemen kafasından uzaklaştırdı. Çin ordusunun erişemeyeceği ve onu bulamayacağı hiçbir yer yoktu. Diğer bir yandan bu, hayatı boyunca çıkacağı en zor sınav olacaktı. Birkaç şehvet düşkünü general yerine, karısını yeni kaybetmiş bir hanı baştan çıkartmak… İşte bu biraz da olsa onu zorlayacaktı ve Li-ying zoru severdi. Yine de abisinin onu hediye edilecek değersiz bir mal gibi Teoman’a göndermesi içten içe onu hiddetlendirmişti. Sinirden elleri titremeden önce kendisine dikkatle bakan abisinin önünden çekildi ve koridora çıkınca koşabildiği kadar hızla odasına doğru koştu.

---o---

Ay Hatun’un Göktanrı’nın yanına seyahate çıkmasının üzerinden tam bir ay geçmişti Hunların Atalardiyarı dedikleri Ötüken’e vardıklarında. İri öküzlerin çektiği ağır aksak ilerleyen kağnının sırtına yüklenmiş büyük, altın kakmalı sandık birçok kabilenin dikkatini çekmişti. Yağmacıların çoğu Çinli kılıç ustalarının önünde diz çökmüşlerdi ve birçokları da hediyenin Teoman’a gittiğini öğrendiğinde geri çekilmişti. Li-ying, bu barbar hanın ne derece güçlü olduğunu daha onu görmeden anlamıştı. Hiçbir barbar yüce Çin imparatoruna gidecek bir kervanı soymaktan çekinmezdi ne de olsa. Ama onun ismini duyunca, en sert savaşçıların bile yüzlerinin düştüğünü ve istemeye istemeye de olsa altın kakmalı sandığa son bir kez bakıp uzaklaştıklarını bizzat görmüştü.

Mola vermeden devam ettikleri yolculukları sonunda büyük çadırların bulunduğu bir karargaha geldiklerinde sona erdi. Li-ying oturduğu atın sırtından sayısız çadırların süslediği, bembeyaz akan ve akarken gürleyen şelalelerin dört bir yanını çevirdiği, uçsuz bucaksız ovaya baktı. Belli ki Teoman savaş hazırlığındaydı. Her yanda deriden zırh giyinmiş atlı birlikler vardı. Abisinin neden onu gönderdiğini şimdi daha iyi anlıyordu ama yine de bu yaptığı şeyi haklı çıkarmazdı.

Atından indi ve onu karşılamaya hızlı adımlarla gelen hizmetçiye döndü. ‘Ben Yüce Çin İmparatoru Qin Shi Huang’ın** kardeşi Li-ying, hanedanım tarafından Teoman’ın yeni eşi olmak için gönderildim. Bu savaş karargahında bir hanım olarak fazla duramam, bana Ötüken yolunda eşlik edilmesini talep ediyorum.’ Dedi resmi bir dille.

Hizmetçi kadın gülümsedi fakat hemen öksürerek yüzünü ciddileştirdi. Küçük bir baş selamı verdi -ki bu Çin’de olsa kellesinin uçurulmasına sebep olurdu- ve akıcı bir şekilde konuşmaya başladı.

‘Ötüken’e gitmek için korumaya ihtiyacın yok hanımım, zaten Ötükendesin ve burada sana kimse zarar veremez. Hanımızın diğer hatunlarının yanında yerini hazırladım bile. Buyur beni takip et.’ Diyip ağzı beş karış açık kalmış olan Li-ying’e yol göstermeye başladı.

On binlerce çadırdan kurulmuş bir kent, daha kaç tane olduğunu bilmediği Teoman’ın diğer eşleri ve bir de yolda gelirken doğduğunu öğrendiği Mete ile uğraşmak hiç de kolay olmayacaktı. Fakat Li-ying asla pes etmeyen inatçı bir yapıya sahipti çocukluğundan beri ve geçen yıllar bunu köreltmek yerine onu daha da kararlı hale getirmişti.

Yumruklarını sıktı ve fısıldayarak kendi kendine yemin etti. Bir gün, Mete ve Teoman öldüğünde bu uçsuz bucaksız çadırlara benim kanımdan biri hükmedecek ve bir gün o orduyla senin canını seve seve alacağım kardeşim.

---o---

* Yüeçiler Çin’in Kuzeyinde, Hunların Doğusunda yaşayan yerleşik düzene geçmiş bir devletti. Ne zaman Hunlar, Çin ile savaşsa Çin hükümdarları Yüeçi askerlerini para ve değerli kumaşlarla satın alıp savaştırırdı. Bu yüzden Hunlar ile Yüeçilerin arası hep bozuk olmuştur.

** Qin Shi Huang, ilk Çin hanıdır. Çin ismi de bu imparatorun adından gelmiştir. Fakat antik çağda yaşamış çoğu önemli kişi iki ismi vardır. İlk ismi çocukluğunda alır ve ikinci ismi de kendini dünyaya kanıtladığında verilir. Çin Seddini yapmaya başlayıp kendi hanedanını kurunca bu isimle anılmıştır. (M.Ö. 221 – M.Ö. 206) İlk ismi hiçbir kaynakta geçmiyor bu yüzden Tai-shan ismi tamamen uydurmadır.

*** Bölümde kullanılan görsel şu (http://zhevickmeister.deviantart.com/) çizere aittir. Ellerine sağlık.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm IV
Gönderen: GM - 01 Ekim 2012, 10:28:39

Tipik Çin taktiği... Basit fakat işe yarar entrikaları desek daha doğru.
Şimdi bu hatun Teoman'ı baştan çıkarma ayağına kendi kardeşini mi def etmek istiyor orasını tam anlayamadım. -Sabah ezanından önce bölüm okumak pek faydalı olmuyor. Buradan bunu çıkarıyoruz.

O değil de ben bu Çin'li prenseslerin olmayan cazibelerine kurban olan o kadar Hakan'ı hala anlayabilmiş değilim. Hayır, kendi hanında o kadar çekik yeşil gözlü, tuttuğunu koparan, höyt dedi mi insanın başını eğdiren kadınlar varken ne diye elin cılız Çinlisini çadırına alırsın ki? Allah'ın gücüne gitmesin, kadınların gözleri görünmüyor! Bundan daha itici bir şey olabilir mi? Ya da ne bileyim erkek beyni böyle mi işliyor? Neyse ben bu düşünceye tutunacağım. İşin içine "Diplomatik ilişki falandır bu. Ondan hep bunlar." gibi saçmalıkları serpiştirmek istemiyorum. Böyle diplomatik ilişki düşman başına... İşin yoksa o kadınla yaşa, cır cır ortalıkta gezinip eline kılıç almayı zar zor beceren bücürükler yap. Ohoo, hani İmparator'dun sen? Ne yaptın?

"Mete büyüse de kadının gözlerinin yerini değiştirip def etse." iç çekişleriyle bölümü bitirdim.
Emeğine sağlık.

Bu arada birkaç kitap önerebilirim.
Yazım tarzından ziyade kurgunun gelişme sürecine katkı sağlar.
Eminim bu türde yazılmış birkaç kitap okumuşsundur. Ama işin üstadının kaleminden yazılan Bozkurtlar'ın Ölümü ve devam kitaplarını da araya sıkıştırabilirsen harika olur. Gerçi bu kitaplar öyle araya sıkıştırılacak kitaplar değil ya, neyse (: Atsız Ata'nın kalemi sonsuzdur. Ufku genişletir. Vaktin olursa ve tabii okumaya fırsatın olmadıysa bir bak derim.

"Bölüm aralarını da bu kadar uzatma." deyip, okuyucu isyanımı da yaptım madem. Gidebilirim.


Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm IV
Gönderen: Malkavian - 01 Ekim 2012, 15:32:36
Öncelikle Çinliler açısından olaya bakarsak aile yapısı çok geniş olduğundan erkek kardeşler taht için birbirini öldürürken kız kardeşler de diplomatik birer hediye olarak kullanılırmış. Hatta bu bir yerden sonra o kadar oturmuş bir kalıp olmuş ki Çinli prenseslere komşu ülke dilleri ve erkekleri baştan çıkarma taktikleri öğretilmiş (Geisa modeli) Yani Koca Hakanların nasıl baştan çıktığı böylece anlaşılabilir.

Kitap önerileri için de çok teşekkür ederim. İşin araştırma kısmı oldukça fazla vaktimi alıyor yazım tekniği olarak da örnek aldığım hali hazırda bir kitap var. William Napier'in  Attila isimli eserindeki tarzı benimsemeye karar verdim. Şimdilik öyle de ilerliyorum bakalım. Ama tarihi bilgi açısından araştırmalarım hala sürüyor. Kitapçıya ilk uğradığımda dediğiniz kitaplara mutlaka bakacağım.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm V
Gönderen: Malkavian - 03 Ekim 2012, 11:43:44
Mete Han
Bölüm V

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/Palaz-h_zpsdfb19918.jpg)

‘Ulu Bilge! Ulu Bilge!’ diye avazı çıktığı kadar bağırırken göğsüne kadar gelen uzun otların içinde koşturdu Mete. Adam, kendine doğru her an dengesini kaybedecekmiş gibi minik ama kararlı adımlarla ilerleyen çocuğa baktı ve gülümsedi. Şimdi güldüğü çocuk ileride binlerce kişiye hükmedecek ve binlercesini de öldürecek bir demir yumruğa dönüşecekti. Kehanetin gerçekleşeceğine o kadar emindi ki onu daha doğduğu günden itibaren sınavlara tabi tutmuştu. Her zaman ona bilmeceler sorar ve hep onu düşünmeye sevk ederdi. Mete ise kelimenin tam anlamıyla dünya üzerindeki en kararlı çocuktu. Kendine bir hedef seçer ve o hedefe ulaşmadan asla vazgeçmezdi. Sonunda kendine doğru gelirken ismini neşe ile bağıran çocuk bir patırtıyla yere düştüğünde gülümseyerek arkasını döndü Ulu Bilge ve çadıra girerken Mete’ye seslendi.

‘Mete hanımız büyümüş de Ulu Bilge’nin dersine geç kalırmış demek. Gözyaşlarını sil de çadırıma gel. Diyecek iki çift lafım var sana.’

Mete gözyaşı dökmemişti. Yere düştüğünde dizleri sızladıysa da pek umursamadı. Nasıl olsa günde onlarca kez düşüyordu. Kimse fark etmiyordu ama Mete hiçbir zaman iki kere aynı şekilde düşmüyordu. Bir keresinde Ulu Bilge’nin ona söylediği sözler hep aklındaydı çünkü.

‘Binlerce kere yanıl Mete, binlerce kere yere düş.’ Demişti Ulu Bilge tam bir yıl önceki derslerinden birinde.’Böylece öğreneceksin nasıl doğru bir adam olunacağını. Düş ki hiçbir rakibin sana diz çöktüremesin, yanıl ki karşındakiler yanıldığında onlara nereden vuracağını iyi bil…’

Yerde dizleri yanarken bu sözleri düşündü çocuk, göz göze geldiği kendisine tıslayan yılana bakarken. Yılanın sırtı sarı benekli, gözleri siyah inci taneleri gibiydi. Tıslarken tehditkar bir şekilde dışarı çıkardığı dili ile birçok yüreğe korku salardı.

Gözlerini kıstı ve yılana baktı Mete. Bir çocuktan beklenmeyecek kadar buyurgan ve sert bir ifadeyle konuştu.

‘Ben senin hakanın Mete Han’ım. Ne cüretle bana tıslarsın ey yılan! Kafanı ezip, seni parçalara ayırmadan defol git hemen!’

Yılan da tüm hayvanlar gibi rakibinin korkusunu sezerdi. Bir rakip ile karşı karşıya geldi mi gözlerini diker ve en korkutucu özelliklerini sergilerdi. Rakibi korktuğu anda avına aniden saldırır ve onu etkisiz hale getirecek zehrini vücuduna akıtırdı. Karşısındaki insan standartlarına göre küçük sayılacak rakibine son bir kez göz gezdirdi yılan ve yavaş yavaş sürünerek otların arasında gözden kayboldu. Rakibi küçüktü küçük olmasına ama onu besleyecek en ufak bir korku kırıntısı barındırmıyordu.

Mete kendinden emin ayağa kalktı ve dizlerinin acısıyla gözünün kenarında biriken ufak yaşları sildi. Ulu Bilge’nin çadırına geldiğinde çadırın kapısının kapalı olduğunu gördüğünde istemeye istemeye girişe bağdaş kurup oturdu Mete. Hocası içeri buyur etmeden asla içeri giremezdi. Oysa ki yılanı nasıl dize getirdiğini ona anlatmayı ne kadar da çok istiyordu.

---o---

‘ Hoş geldin Palaz, hangi rüzgar attı seni çadırıma’ dedi Ulu Bilge. Palaz Teoman’ın en güvendiği habercilerinden biriydi. Hunların arasında en uzun ve en iri yiğitti. Rakiplerinin taşımayı hayal bile edemeyeceği iki elli bir kılıç taşırdı yanında ve yayını gerdi mi kimsenin atamayacağı kadar uzaklara okunu gönderirdi.

‘Mete’ye ders vermeye devam ettiğini duyarım Ulu Bilgem. Gel vazgeç bu uğraştan.’ Palaz gür sesiyle konuşmuştu Ulu Bilge’yi ikna edebilmek için. Çoğu yiğit gibi onun da hocası Ulu Bilgeydi ve ona saygıda asla kusur etmezdi.

‘Her hafta yanıma gelir durursun Palaz. Her hafta aynı şeyleri söylersin ve ben de her seferinde sana aynı cevabı veririm.’

‘Verirsin vermesine de artık durum değişti. Haberlerim kötü. Laçin Hatun bir erkek çocuk dünyaya getirdi.’

Ulu Bilge bu haber karşısında birkaç saniye duraksadı. Bu hiç iyi olmamıştı. Teoman’a bir oğul vermeden bile Mete’nin gözden düşmesi için her türlü oyunu etmişti Laçin Hatun. ‘Li-ying, kendine Laçin Hatun’da dese, düzinelerce erkek oğlan da verse hanımıza, bu diyara hükmedecek bir tane yiğit var ve ben onu eğiteceğim Palaz, bunu böyle bil.’

Palaz gözlerini çadırın zemininde duran ayı postuna dikti ve cüssesine yakışmayan üzgün bir ifade ile konuştu tekrar. ‘Laçin Hatun’un her yerde adamları var artık Bilgem. Teoman hanımız da tamamen avucunun içinde. O ne derse onu yapıyor. Zaten oğlu doğduğunda saatlerce gökyüzüne baktı ve Göktanrı’nın gözünden düştüğünü haykırarak savaşçılarını topladı. Yeterince akın yapıp onu mutlu edemediğini düşünür. Bu yüzden ipek yoluna seneler sürecek bir akına hazırlanır. Ama Laçin Hatun ne yapıp edip onun kanına girer ve akını batıya yöneltir benden demesi.’

‘Hatırladığım kadarıyla sen de Teoman’ın savaşçılarındansın Palaz. Hanını bekletme hadi, kapının önünde sabırsızlanan yiğidi de içeri gönder çıkarken.’

Palaz son bir kez rica edercesine karşısındakinin yüzüne baktı ama sarsılmaz bir irade ile karşılaşınca söylene söylene çadırdan dışarı çıktı. Çadırın önüne adımını atar atmaz ayağa bir ok gibi fırladı Mete ‘Ulakların şahı Palaz usta, konuşmanız bitti mi?’ gözleri merakla kocaman açılmıştı çocuğun.

Palaz tüm söylenmelerini yuttu ve yanakları al, yüzü nurlanmış gibi beyaz çocuğa gülümseyerek baktı ve kafasını bir kez salladı. Daha o arkasını dönemeden Mete çadırın içine bir sevinç çığlığı ile dalmıştı bile.

Ulu Bilge çadırın ortasında yanan ateşin başında bir dal parçası ile oynuyordu ve yanını işaret etti. Mete hemen gösterilen yere oturdu.

‘Al bakalım Mete, bu dal parçasını kır bakalım hele.’

Mete dal parçasına baktı. Kırılgan görünüyordu ve kolayca parçalara ayırabileceğini biliyordu ama yine de durup düşündü. Kafasını zorlasa da Bilge’nin aklındakileri bilemezdi ve o yüzden omuz silkip dalı ikiye ayırdı.

Ulu Bilge bu sefer iki dal parçasını Mete’ye uzattı ve ‘Bir de bunları kır bakalım yiğidim.’ Dedi.

Mete uzatılan parçaları aldı ve onları da kırdı. Diğerine göre daha zor olmuştu ama yine de pek güç harcamamıştı.

Ulu Bilge eline on tane dal parçası aldı ve onları bir iple birbirine bağladı. Mete’ye uzattı ve ‘Hadi bunları da kır ki cihana hükmedecek bir han olduğunu kanıtla.’ Dedi.

Mete deste halinde duran dal parçalarını aldı ve tüm gücüyle kırmayı denedi ama o kırılgan dal parçalarını aynı anda kırmayı bir türlü beceremedi. Artık denemekten elleri su toplamaya başlamıştı ki Ulu Bilge dalları elinden aldı.

‘İşte böyle Mete, bir kişiyi yenmek kolaydır, iki kişiyi yenmek zordur ama başarılabilir. Fakat birbirine kenetlenmiş on kişiyi yenmek bilek gücünden fazlasını gerektirir.’ Diyip ipi çözdü ve dal parçalarını tek tek kırdı. ‘Bu dediklerimi iyi düşün Mete, ileride adamların olacak ve onlara hükmedeceksin. Ama ola ki onları çözülmesi kolay bir iple bir araya getirirsen elbet onu çözüp seni ve askerlerini tek tek kıracak bir cengaver bulunur.’

Mete ve Ulu Bilge saatlerce çadırda kaldılar ve konuştular. Bu saatler bittiğinde Mete düşünceli bir şekilde çadırdan ayrılırken Palaz’ın dev cüssesine çarpıp irkildi. Yine de hocası ona o kadar çok düşünecek şey vermişti ki bunu umursamadan han çadırına yöneldi.

Palaz nefes nefese içeri girdiğinde Ulu Bilge’de oldukça yorulmuştu ve dinlenmek için yere serdiği postun üzerine kıvrılmak üzereydi.Ulu Bilge daha itiraz bile edemeden nefes nefese konuştu Palaz.

‘Savaş çadırından gelirim Bilgem. Teoman’ın emri ile Batı illerine akın düzenlemek için tüm boylar hazırlanıyor.’ Nefesi yetmediğinden soluklandı.

‘Az evvel de demiştin bunu Palaz.’ Dedi Ulu Bilge ama bunu söylerken bile iri cüsseli adamın kendisine önemli bir haber getirdiğini fark etmişti.

‘Laçin Hatun’un da önerisi ile Batı illerine akın ederken Yüeçiler bize arkadan saldırmasın diye Mete’yi onlara barış garantisi olarak vermemizi emretti.’*

Ulu Bilge durduğu yerde sendeledi ve bir anlığına düşecek gibi oldu. Palaz onu hemen yakaladı ve yavaşça postun üzerine oturttu.

‘Hanımız başkasına güvenmez. Onu sen götüreceksin elbet.’ Dedi kısa sürede düşüncelerini toparlayarak. ‘Ona iyi bak Palaz. Bir gün Hunlara o hükmedecek buna inancım tam. Mete’nin başına bir iş gelsin, senden bilirim. Göremediği yerlerde onun gözü, gücü yetmediği yerlerde kılıcı ol, onu kolla ve tüm kötülüklerden koru.’

Palaz kolları arasında tuttuğu hocasının gözlerinin içine baktı. Yıllardır onu vazgeçirmeye çalıştığı çocuğa ne kadar bağlı olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.

‘Andım olsun Bilge, ölü bedenim Göktanrı’nın tahtına ulaşmadan Mete’ye hiç kimse dokunamayacak!’

---o---

* Hunların savaştığı çoğu hanedanlık Yüeçilerin askeri gücünden yararlanmıştır. Para karşılığı askeri güç sağlayan bu topluluğu kontrol altına almak için Teoman, Mete'yi onlara rehin verip, Yüeçi hükümdarının en büyük oğlunu Ötüken'e getirtmiştir. Böylece diğer hanedanların paralı asker kaynağını kesmiş ve daha az kayıpla akınlar düzenlemeye başlamıştır.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm V
Gönderen: Quid Rides - 23 Ekim 2012, 22:30:10
Tarih-Mitoloji-Fantastik üçlüsünü seven bir insan olarak hikayeyi kurgulayışın gerçekten hoşuma gitti :D Daha önce Ahmet Haldun Terzioğlunun "Mete Han" adlı romanını okumuştum orada daha çok tarihi roman şeklindeydi ama burada araya birazda fantastik edebiyatın girdiğini hissedebiliyorum ayrıca yanlış hatırlamıyorsam o kitapta çocukluğundan pek fazla bahsetmiyordu. Ayrıca o kitaptan kurt ile ilgili yazdığın bölüm kadar zevk alamamıştım :D
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm V
Gönderen: Malkavian - 24 Ekim 2012, 13:11:30
Tarihini didik didik araştırmış olsam da başta da belirttiğim üzere bu hikaye fantastik öğelere yer veren bir kurgu şeklinde ilerleyecek. Kurt ile olan bölüm benim de favorim bu arada ileride bir bölüm var o gelene kadar... Değerli yorumun için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 13 Kasım 2012, 15:01:44
Mete Han
Bölüm VI



(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/otuken.jpg)



‘Binlerce kere yanıl Mete, binlerce kere yere düş.’ Demişti Ulu Bilge ’Böylece öğreneceksin nasıl doğru bir adam olunacağını. Düş ki hiçbir rakibin sana diz çöktüremesin, yanıl ki karşındakiler yanıldığında onlara nereden vuracağını iyi bil…’



Haberi duyunca hiç göz yaşı dökmedi Mete. Babasına veda etme şansı olmadı çünkü o çoktan savaşçılarını alıp yola çıkmıştı bile ve annesi Laçin Hatun'un onu görmek isteyeceğini hiç sanmıyordu. Ufak bir sırt çantası hazırlayıp doğruca Ulu bilge'nin yanına gitmiş ve bir tek ona sarılıp veda etmişti.

Yolculuğa başladıklarında ‘Palaz Usta, senin gibi uzun boylu olmak için ne yiyip içmem gerekir?’  dedi gözlerini kendinden oldukça uzun olan adama diken Mete.

Çocuğu Yüeçilerin diyarında nasıl koruyacağını düşünüyordu Palaz. Kendi talihi bu çocuğunkine bağlanmıştı bir anda. Teoman, ona çocuğu teslim etmesini, Bilge çocuğa göz kulak olmasını istemişti. Mete Han’ın başına yolda bir iş gelirse hanının önüne çıkamazdı. Yüeçilerden bir kötülük gelirse de Bilge’nin yüzüne bakamazdı. Bu düşünceleri kafasında saatlerdir evirip çeviren Palaz’ı hazırlıksız yakaladı çocuğun sorusu. İstemsizce gülümsedi.

‘Neden benim gibi uzun olmak istersin?’ dedi sert bir ses tonuyla. En yumuşak ses tonuyla bile konuşsa sesi sert çıkardı Palaz’ın. Şimdiye kadar düzenlenen her akına katılmıştı. Düzinelerce yara almış yüzlerce rakibini Göktanrı’nın diyarına göndermişti. Sarsılmaz bir kaya gibi olmak onun doğasında vardı.

‘Senin kadar uzun ve en az senin kadar kuvvetli olmam gerek Palaz usta. Ancak o zaman tüm adamlarım sözümü dinler.’ Dedi çocuk lafını hiç sakınma gereği duymadan doğrudan konuşarak.

Vereceği tersleyen cevabı bir an için yuttu Palaz. Ulu Bilge çocuğu emanet etmişti. Şimdiye kadar onu yetiştirmişti ve şimdi bu görev onundu. Mete düşerse o da düşerdi. ‘Ulu bilge benden kısa ve kolları oldukça çelimsiz Mete. Yine de ben Ulu Bilge’nin sözünden çıkmam bilirsin.’ Dedi çocuğun vereceği tepkiyi merak ederek.

Çocuk bir an adımlarını yavaşlattı ve Palaz’ın önünde durdu. Adamın gözlerinin içine baktı ve merakla konuşmaya başladı.

‘Ya babam sana Ulu Bilge’yi öldürmeni emretse o zaman ne yaparsın Palaz Usta?’  

Sarsılmaz kayalar kadar sert duran Palaz bin an sendeledi. Bocaladı ve sorulan soruyu evire çevire düşündü. Ulu Bilge’nin bu ufaklığı neden bu kadar önemsediğini görmek için bilge olmaya gerek yoktu. Çocuk zekiydi. Hem de akranlarının amaçsızca yanan ateşin etrafında koşup, birbirlerinden saklanıp oyun oynadığı yaşta böyle bir soru sorabilecek kadar zekiydi.

‘Baban asla akıl hocasını öldürmemi emretmez çocuk. Saçmalamayı bırak da atına bin artık yolumuz uzun!’ dedi ve Mete’yi tek eliyle kıyafetinden tutup atın sırtına çıkardı. Her Hun çocuğu gibi ata biner binmez Mete’nin yüzüne geniş bir gülümseme oturdu.

‘Biliyor musun? Bizim halkımız için özgürlük atın sırtında.’ Dedi Mete ve minik topuklarını atın böğrüne vurdu. Eğitimli at hemen hızlandı ve Palaz’ın şaşkın bakışları arasında tepeye doğru dört nala koşmaya başladı.

‘Hay lanet olasıca veled!’ dedi Palaz aceleyle atına atlayıp Mete’ye yetişmeye çalışarak. İlk günden emanetini kaybetmeye hiç niyeti yoktu.

---o---

Akşam çöktüğünde atlarını bir ağaca bağladılar ve küçük bir ateş yakıp Palaz’ın avladığı tavşanı pişirmeye koyuldular. Ötüken ormanları geceleri tehlikeliydi fakat hemen hemen bütün hayvanlar ateşten korkardı. Yine de Palaz dikkatli davranmış ve kamp yerlerinin uzağında yakalamıştı tavşanı ve avladığı yerde derisini yüzüp tüm kanını akıtmıştı. Vahşi hayvanlar kan kokusuna gelirdi. Bu yüzden avladığı diğer tavşanı av alanında bırakıp dolambaçlı bir yoldan kampa döndüğünde Mete’nin ateşi yakmış kendini bekliyor olmasına şaşırmıştı. Bununla da kalmamış ormandan topladığı Y şeklindeki dalları ateşin iki yanına geçirmiş Palaz’ın işini kolaylaştırmıştı bile.

Palaz tavşanı düz bir dal parçasına geçirip ateşin üzerine koyar koymaz Mete vahşi bir hırlamayla Palaz’ın ayak bileğine vurdu. Daha doğrusu vurmaya çalıştı. Koca adam şaşırmıştı şaşırmasına ama yıllar boyunca geliştirdiği refleksler onun yerine kontrolü ele alıp çocuğun elini geldiği yönün arkasından yakalayıp devinimi ile çocuğu yere savurmuştu.

‘Mete iyi misin?’ diye sordu endişeyle adam ama Mete düştüğü anda tekrar ayağa kalkıp bu sefer dizleri üzerindeki adamın önünde havaya sıçradı ve kafasına vurmaya çalıştı minik elleri ile. Palaz şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı ama havada kendine doğru gelen çocuğu yakalayıp vücudunu geriye yatırdı ve Mete’yi arkasına fırlattı. Yine de kendini dizginlemiş ve normal bir rakibini fırlatacağı mesafenin beşte birine fırlatmıştı onu.

‘Mete?’ diye sordu tekrardan.

Ama çocuk yine ayağa kalkmıştı ve deminki gibi Palaz’ın ayağına vurmaya niyetlenmişti. Palaz yine elini yakalamak için reflekslerini harekete geçirdi fakat çocuk hamlesini yarıda kesip havaya sıçradı. Sağ elini çocuğu sola fırlatmak için savuran Palaz’ın dengesi kaybolmak üzereydi. Mete havaya sıçradı ve koca adamın savrulduğu yöne doğru omzuna vurdu. Minik elleri ve omzunu zerre acıtmayan bir yumruğu vardı Mete’nin ama yine de koca adam gürültüyle yerdeki çim örtüsüne düşmekten son anda kurtuldu. Elini destek aldı ve ayağa kalkıp çocuğu tek eliyle havaya kaldırdı. İtiraz içinde sallanan kol ve bacaklara aldırış etmeden çocuğu kendine doğru çevirdi ve son bir kez sertçe sordu. 'Ne yaptığını sanırsın?'
 
‘Ulu Bilge’nin söylediğini yapıyorum.’ Dedi Mete doğruca. Çocukta böyle bir özellik vardı. Ne eksiltiyordu lafını ne de abartarak söylüyordu.

‘Sana Palaz’a saldır da bir güzel dayak ye mi dedi?’ koca adam bunları söylerken yüzünde bir gülümseme oluştu. Yine de Mete’nin bacakları biraz daha uzun olup daha yükseğe sıçrasa ve kolları biraz daha kuvvetli olup omzuna o yumruğu yine atsa yere düşeceğini biliyordu ve bu içten içe onu kemiriyordu.

‘Binlerce kere yere düşmem gerek!’ dedi Mete sonunda doğruca Palaz onu yere bırakırken. Koşarak neredeyse pişmiş tavşanın takılı olduğu dal parçasını çevirirken ateşe bakan gözlerinde kaya gibi sert adamın bile içine işleyen bir kararlılıkla devam etti lafına. ‘böylece kimse bana diz çöktüremeyecek…’

---o---

'Dediğimi yaptın mı Li-ying?' dedi saçlarındaki beyazlar dolunayın ışığında parlayan şaman.

'Kimse benimle böyle konuşamaz!' dedi Laçin Hatun hırçınca.

'İstediğim kişiyle, istediğim şekilde konuşurum Li-ying. Oğlunun tahta geçmesi için geçen gece bana gelip yalvardığını unutmuş gibisin.' Kadın delici gözlerle karşısındakini süzdü. Bal sarısı göz bebekleri gecenin karanlığında parladı ve Li-Ying bedeninine yayılan titremeyi durduramadı.

'Evet yaptım! Mete yanında bir korumayla Yüeçilere teslim olmak için yola çıktı.' sesinin titrememesi için çaba sarfederken.

'Güzeeel' dedi şaman kadın ve kendi kendine gülümsemeye başladı ama bu gülümsemeyi durduramayacağını biliyordu. İçinde kaynayıp kabaran delilik durduramayacağı kadar coşkulu bir şekilde yükseldi. Sonunda kendini iyice bırakıp derinden gelen bir kahkaha patlattı ve zaten korkmuş olan Li-Ying koşarak yanından uzaklaşırken ateşin başına geçip kaynayan suyun içine beline bağlı duran çay yapraklarından birkaç tane atttı. Hemen ardından ellerini havaya kaldırdı ve ayakları yavaş ve sakin bir ritimle hareket ederken gür ve net bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

Ay ve yıldızlar korusun,
Katil ve hırzılar uyusun,
Gece çöktüğünde,
Uyuduğunda Mete,
Yalnız kurt ulusun!


Ardından güçsüz düşüp ateşin hemen kenarında baygın düşene kadar kafasını havaya kaldırdı ve bir kurt gibi derinden gelen sesiyle dakikalarca uludu.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Quid Rides - 15 Kasım 2012, 22:18:15
malkavian türk destanlarına karşı bir ilgim zaten vardı ama senin anlatımınla METE HAN bambaşka olmuş. Senden Tek ricam hikayenin bir sonraki bölümünü biraz daha erken yayınlaman bu kadar gece bırakma... :D
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Malkavian - 16 Kasım 2012, 16:23:28
Mete Han benim ilgilendiğim ve sevdiğim bir karakter olduğu için onun hakkında yazdığım hikaye özensiz olmasın diye bölümler yavaş geliyor. Ama bu yavaşlık okuyan kişinin lehine olacaktır diye düşünüyorum uzun vadede :) Yorumun için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: mit - 19 Kasım 2012, 14:12:10
Valla bence bölümler arasındaki yayınlama hızı çok iyi. Ta Temmuz ayında yazmaya başladığın bu öyküyü bir oturuşta okuyabildim bu sayede. Böyle devam et! (Linçe davetiye...)

Şaka bir yana ne zamandır okumak istediğim ama senin de çok iyi bildiğin bir sürü olaydan dolayı bir türlü başlama fırsatı bulamadığm bir hikayeydi. Daha önceden Denge başta olmak üzere pek çok çalışmanı okuduğum için neyle karşılacağımı az çok tahmin ediyordum ve ne mutlu ki beklentilerim boşa çıkmadı. Akıcı üslubunu korumayı sürdürüp işin içine de o destansı havayı katmayı başarmışsın. Bu da gayet sevindirici. Bu devrik cümleleri birazcık daha arttırıp konuşmaları da azıcık değiştirebilirsen daha da iyi bir sonuç çıkacaktır ortaya diye düşünüyorum. Misal;  ‘Ne halt ediyorsun?’ değil de 'Ne yaptığını sanırsın?' gibi...

Takıldığım bir başka şey de betimleme ve duygu yansıtmalarındaki hafif aksaklıkların. Betimlemelerin güzel olsa da adını tam koyamadığım bir hal var üzerlerinde. Sanki kelimelerin yeri yanlış, sanki birbirini takip etmesi gereken cümleler ayrı düşmüş gibi. Duygulardan kastım da abisinin kararını duyan prensesin iç çekişmelerini ve endişelerini tam olarak yansıtamadığını düşünmem. Evet, bahsetmişsin ama çok yüzeysel. Daha iyisini yapabileceğini bizlere başka hikayelerinde gösteren yine sensin.

Söylenebilecek çok şey var ama çoğu üstte yer alan yorumlardan pek de farklı olmayacak. O yüzden lafı fazla uzatmıyorum. Sadece şunu söylememe izin ver: Ben tam tarihi-fantastik bir öykü dizisi yazmaya başlamışken (bkz. Aylık Öykü Seçkisi - Haziran'12 - Geçmişin Gölgesi, Geleceğin Laneti) senin de aynı şeye el atmana ne demeli? :) Gerçi sen Hunları kullanarak yüzümü biraz kızartmışsın ama neyse...

Kalemine sağlık, devamını da okuyabilirim inşallah
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Malkavian - 19 Kasım 2012, 14:42:38
Valla bence bölümler arasındaki yayınlama hızı çok iyi.

Bence de iyi ya :)

Devrik cümle mevzusu hep iki arada bir derede kaldığım bir konu. Çünkü baştan devrik cümlelere başladı mı insan önünü alamıyor. (Senin şu geçen çevirdiğin ön okumanın yazarına hak verdim resmen bunu yazarken. Adamın da baya kulağını çınlatmıştık.) Çok fazlaya kaçmasın diye kendimi dizginliyorum hafiften ama Palaz'ın konuşmasına verdiğin örnek gayet hoşuma gitti hatta şimdi düzeltiyorum onu :) Çinlilerin duygularını yansıtamama durumuna gelince. Biraz ruhsuz ve çıkarcı kişiler olarak tanıtmak istiyorum yazımda o yüzden pek derinlemesine betimlemeler olmayacak Çinliler açısından. (Hep yanlı eğitimin meyveleri bunlar. Nasıl kinlendiysem eski Çinlilere yazarken nefretimi kusasım var :) )

Onun dışında aynı dönemlerde aynı tip hikayeler yazıyor olmamıza ben hala bir anlam verebilmiş değilim. Aylık öykü seçkisindeki öykünü de okuyacaklarım arasına almıştım ama okumamıştım bile. Hani bu bir yere kadar da, frp oyununda değişiklik olsun, kimse seçmez diye cüce seçtiğimde senin de cüce seçmiş olduğunu gördüğüm zamanlar da oldu o yüzden pek şaşırmıyorum bunlara :) )

Yorumun için çok teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: cemaziyel - 20 Kasım 2012, 21:54:00
Tarihin akışında geçen öyküleri seven bir insan olarak oldukça keyif aldım diyebilirim okurken. Gerçekten kaynakların çok az olduğu bir dönemi anlatıyorsunuz cesaretinizden dolayı kutluyorum :) Oldukça başarılı bir hikaye devamını bekliyorum...
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Malkavian - 22 Kasım 2012, 13:43:40
Tarihle iç içe birinden bu yorumu duymak sevindirici gerçekten. Kaynak azlığının aslında hem olumlu hem olumsuz tarafları var ve olumlu tarafları inanın daha fazla. En nihayetinde kurgu bir hikaye yazdığım için kimse 'Aslında bu böyle olmuyordu.' demiyor. Ayrıca karanlıkta kalan kısımları çok olduğu için dilediğimce doldurabiliyorum o kısımları. Olumsuz tarafı hikayeyi yazmadan önceki araştırma kısmının çok uzun sürmüş olması :)

Okuyup yorumladığınız için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Quid Rides - 16 Şubat 2013, 22:45:49
Bu kadar ara yetmez mi peki 2 aydan fazla oldu neredeyse. Sabırsızım elimde değil :D
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: beerold - 23 Şubat 2013, 19:05:28
Merhabalar Buğra,
Uzun bir aradan sonra "Mete Han" isimli kurguya geri döndüm ve kalan kısımları okuma fırsatı yakaladım. Daha önce de Mete Han karakterini çok beğendiğimi ve onunla ilgili bir kurguyu okumaktan mutlu olacağımı belirtmiştim. Bütün bölümleri okuyunca yanılmadığımı görmek beni ayrıca sevindirdi.

Genel olarak bakınca yazı oldukça başarılı bir kurguya sahip diyebilirim. Özellikle ikinci ve üçüncü bölümler hem tasvirleri hem de konuları dolayısıyla daha ilgi çekiciydi. Üçüncü bölümün bitişi ise ayrıca başarılıydı. Bütün hikaye boyunca sadece birkaç cümlede aksaklık çaldı gözüme. Bunlar da genel metnin içinde eriyip gidecek kadar az sayıdaydı. Lafın kısası kalemine sağlık. Beğenerek okudum, okumaya da devam edeceğim. (Artık ben de başlayabilirim yaz şunun devamını diyerek sıkıştırmaya. :P ) 
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Quid Rides - 23 Şubat 2013, 23:09:06
(Artık ben de başlayabilirim yaz şunun devamını diyerek sıkıştırmaya. :P ) 

Benimle aynı fikirde olan biri olduğunu öğrenmek sevindirici.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VI
Gönderen: Malkavian - 28 Şubat 2013, 15:20:10
memreturan ve beerold (ve hala ısrarla okurken beerlord diye okuyorum) : Yorumlarınız ve desteğiniz için teşekkür ederim. Bir süre herşeyden elimi eteğimi çekip huzur dolu küçük bir miktar ara verdikten sonra bu hikayeyi de yazmaya devam ediyorum şu sıralar. Haber vereyim istedim. İlginizden ve yorumlarınızdan dolayı teşekkürler.

Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 27 Mart 2013, 12:10:40
Spoiler: Göster
Tahminimden çok daha uzun olan aradan dolayı hikayenin takipçilerinden özür diliyorum.


Mete Han
Bölüm VII

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/akin-k_zps80864dcc.jpg)

Elini yavaşça bacaklarının arasında huysuzlanan atının başına doğru götürdü. Havyan, siyah yelesini hırçınca salladı ve en sonunda adamın güçlü ellerinin güven veren dokunuşuyla sakinleşti. Doğudan esen serin rüzgar, miğferinin içinden omzuna dökülen saçlarını uçuşturdu. Gözlerini kıstı Mete ve bulunduğu tepeden görüş mesafesine yeni giren toz bulutunu dikkatli gözlerle incelemeye başladı. Bulutun içinde beliren insan şeklindeki gölgeleri, onlar daha yakına gelene kadar izledi. Aralarında fazla atlı yoktu. Çoğu yaya birliklerden oluşan mızraklı savaşçılardı fakat Mete bu savaşçıları hafife almaması gerektiğini uzun yıllar önce öğrenmişti.

Babası Teoman’ın emriyle rehin olarak Yüeçi diyarının yolunu tuttuğu yolculukta Palaz ona Donghu’ların düşmanlarını, daha onlar yüzlerini bile göremeden öldürdüklerinden bahsetmişti. Her Donghu komutanı savaşları aldatmaca ve hile ile kazanmak için yıllarca eğitim alırdı Palaz’ın dediğine göre.

Yanına bir atlı yaklaştı Mete’nin ve bulunduğu tepeden onun baktığı yöne doğru baktı.

‘Endişeli görünürsün Mete?’ dedi lafını sakınmadan güçlü kolları ile atını dizginlerken Doğukan.

‘Her komutanın olması gerektiği gibi…’ diye yanıtladı Mete. Yüeçi esaretinden kendi çabası ile kurtulmasından sonra babası her ne kadar Çinli üvey annesinin etkisi altında olsa da sonunda dayanamamış ve emrine bu atlı birliği vermişti. Bin kişiydiler ve hepsi de iyi yay kullanan, kendisi gibi genç ve gözü kara savaşçılardı. Karşısındaki Donghu birlikleri, son zamanlarda Hunların topraklarına göz dikmiş ve bazı bölgeleri de yağmalamaya başlamıştı. İlk defa babasının gözünde kendisini kanıtlama fırsatı eline geçmişti Mete’nin ve esaretten kaçtığından beri ilk defa Hanlar Hanı Teoman ona oğluymuş gibi davranmıştı.

‘Sayıları bizden fazla…’ Dedi Doğukan açıkça görünmesine rağmen.

‘Hanımızı hayal kırıklığına uğratmayacağız.’ Dedi Mete kararlılıkla ve zırhlı eliyle atının yularını sıkıca çekti. Siyah kısrak itiraz etmeden ustaca bir manevrayla arkasını döndü ve sonunda hareket edebildiğine memnun olmuşçasına dörtnala koşmaya başladı.

Askerlerinin yanına döndüğünde başlarında duran Palaz’ı sertçe selamladı. Yıllar onu hiç değiştirmemiş gibiydi. Hala dimdik ve yıkılmaz bir kaya gibiydi. Sırtında en ufak bir kambur yoktu ve Mete çok iyi biliyordu ki savaşta kullandığı teknikler biraz bile olsa paslanmamıştı.

Askerleri, atının üzerinde bir sağa bir sola volta atan genç komutana baktı. Daha önce hiçbir zafer kazanamamıştı ve daha da ötesi hiçbir Hun akınında yer almamıştı. Yüeçilerin elinden nasıl kurtulduğuna dair ortalıkta söylentiler dolanıyordu gerçi ama herkes bilirdi ki söylentiler hep abartılarak anlatılırdı. Ne boyu uzundu Palaz gibi ne de kolları güçlüydü Ayıboğan gibi. Hayır, onda bu özelliklerin hiçbiri yoktu. Fakat gözlerinde öyle keskin, öyle kararlı bir ifade vardı ki hiçbir asker bir an bile tereddüt etmemişti komutanları önlerinde durup onlara emir verdiğinde. O çatılmış kaşların altında alev alev yanan gözlere bir kez bakan hiçbir asker Mete Han’dan bir gıdım bile şüphe edemezdi. Ağzını açıp tek bir kelime söylemedi Mete. Sadece askerlerine baktı ve az önce tepeden gördüğü toz bulutuna doğru elini salladı.

Hun askerleri avlanma söz konusu olduğunda deneyimliydi ve ne yapılması gerektiğini iyi biliyordu. Emri alır almaz dörtnala koşmaya başladılar rakiplerine doğru. Hepsi birden uyum içinde yayalarını çıkardı ve uygun mesafeye gelene kadar bekledi. Hep bir ağızdan dökülen savaş çığlıkları ortamı gürültüye boğarken rakiplerinin yüreklerine korku tohumları ekti.

Tepeden aşağı inen Hun atlıları geniş bir vadide dörtnala atlarını sürüyorlardı. Karşılarında beliren yayan ve mızrak taşıyan Donghu birliği ise savunma pozisyonu almış onları bekliyordu. Mete Han savaş çığlıkları arasında Palaz’ın ona yolculukları sırasında anlattığı hikayeyi tekrar düşündü. Karşılarında sadece bir tek mızraklı birlik vardı ve görünüşe göre hiç atlıları yoktu. Açık bir şekilde Hun okçularının galibiyetiyle sonuçlanacak bir savaşa benziyordu ve bu Mete’nin içini kemiriyordu çünkü Palaz Han boşa laf etmezdi.

Hiçbir Hun akıncısı rakibi bir kere gördükten sonra ondan gözünü ayırmazdı. Hedefini bir av gibi takip eder, davranışlarını görür, kaçabileceği yerleri belirler ve mükemmel atışını ondan sonra yapardı. Bu yüzden tüm birlik hedeflerine kilitlenmiş, savaş çığlıkları atarak kararlı bir şekilde ilerliyordu. Bir kişi hariç… Mete hiçbir Hun akınına katılmamıştı. O, dört bir yandaki komşularına askerlerini para karşılığı gönderen Yüeçilerin elinde esir düşmüştü. Onların taktiklerini öğrenip yıllarca ustalaşmıştı. Yüeçi diyarında en önemli meslek askerlikti. İlk kez yerleşik hayata geçmiş bir şehre giden Mete, o günlerdeki şaşkınlığını çok iyi hatırlıyordu. Geniş alanlar boyunca dizilmiş binlerce savaşçının eğitildiği o büyük düzlükler yıllarca onun yuvası olmuştu. Tıpkı Yüeçi birlikleri gibi Donghu askerleri de eğitimden geçer ve sadece askerlik mesleğini icra ederdi. Hun akıncıları gibi göçebelerin bir araya gelmesinden oluşmazdı orduları. Savaş alanında hızla taktik değiştirip daha önceden planladıkları bir düzene istedikleri zaman geçebilirdi karşılarındaki ordu. İşte bu yüzden kara kara düşünmeye başladı Mete. Geniş vadide koşturan göçebeler düzensiz bir şekilde savaş çığlıkları atarak rakiplerine yaklaşırken biliyordu ki hiçbiri bir okunu bile ziyan etmeyecekti. Fakat üzüntüyle fark etmişti ki sol ön taraflarında duran büyük çalıların ve ağaçların arkasında Donghu askerlerinin okçuları gizlenmişti. Durdurulamaz bir akına başlayan ordusu bir kez o sınırı geçti mi iki ateş arasında kalacaktı ve Mete ne kadar bağırırsa bağırsın hiçbir askerine sesini duyuramayacağını da çok iyi biliyordu. Üzüntüyle başını önüne eğdi ve hırsla yumruğunu sıktı. Tüm hayatı boyunca zorluklara göğüs germiş, esir düştüğü Yüeçilerin elinden kaçmış ve ancak o zaman babası Teoman tarafından bu bin kişilik ordu ile ödüllendirilmişti. Bu savaşı kaybetmesi demek, adının unutulması demekti. Yıllar yılı başka diyarlarda Hun kanını unutmamak için kendine tekrarladığı artık ilahi gibi olan sözleri yerine getirememesi demekti…

Çaresizce en azından gizlenen Donghu okçularından birkaçını haklamak için atını durdurdu Mete ve elini sırtında duran yayına götürdü ve sırtına götürdüğü eli kendi yayına çaprazlama asılmış başka bir yaya değince şaşırdı.

‘Palaz…’ dedi nefesini heyecanla tutup. Güçlü adamın ona küçükken verdiği ıslık çalan yayıydı bu. Savaştan önce uğur getirmesi için yanına almıştı. Gözleri büyüdü ve küçük yayı kavradı. Aklına doluşan binlerce anıyı bir kenara itti. Eline küçük gelen yayı şöylece bir tarttı ve eski günlerdeki gibi sapasağlam olduğunu görünce yüzünde bir gülümseme belirdi. Sadağında bu yaya uygun küçük oklar yoktu ama önemli değildi. Akıncıların en ön safında dörtnala giden kahverengi kısrağının üzerindeki Palaz bu yayın sesini bir kere duyabilirse, bir kere eski günleri hatırlayıp savaş alanında gözlerini Mete’ye dikse işte o zaman bir şansı vardı.

Heyecanla yayı gerdi ve okunu sol tarafındaki çalılıkta daha önce hareket ettiğini gördüğü şekillerden birine doğru fırlattı. Amacı hiçbirini vurmak değildi bu yüzden hızla ikinci bir ok çıkardı ve aynı şeyi tekrarladı…

---o---

Palaz kaslı kollarını sıkmış elindeki yayını iyice germişti. Hun akıncılarının en büyük taktiği tek seferde rakibe en büyük zahiyatı verdirmekti. Sonra korku ile dağılan rakipleri üzerine kabus gibi çökeceklerdi. Hedefinden gözünü bir saniye bile ayırmamıştı adam. Saniyeler sonra ilk ok atımı mesafesine geleceklerdi ve rakiplerine yaklaşmadan önce mükemmel atış yapmak için bu tek şansları olacaktı.

Palaz yayını iyice gerdi ve tam okunu fırlatacakken kendine çok tanıdık gelen bir ıslık sesi duydu. Başını iki yana salladı. Bunun imkanı yoktu. Geçmişin anıları ona oyun oynuyor olmalıydı ve şimdi bu mükemmel atış mesafesine girmek üzereyken dikkatini dağıtmaması gerekiyordu. Derken ikinci ıslık sesini duydu Palaz. Bu sefer tereddüt etmedi. Gerdiği yayını saldı ve hızla giden atının üzerinde ustaca geriye baktı. Mete’nin çatık kaşlarının altında ona kenetlenmiş gözlerine baktı ve anladı. Bir şeyler ters gidiyordu. Mete, kendisi için bu kadar önemli bir akında asla geride kalmazdı. ‘Neler oluyor!’ diye söylendi fakat her şeyi anlaması çok uzun sürmedi. Mete gözlerinin içine bakarken çocukluğunda kullandığı ıslık çalan yayını bir kere daha çalılara nişanladı ve okunu fırlattı.

Dev adam savaş alanındaki tüm havayı içine çekercesine güçlü bir nefes aldı ve avazı çıktığı kadar bağırdı. ‘Durun!!!’ güçlü kükremesi vadinin iki yanındaki kayalardan yankılanıp savaş alanındaki herkesin içini titretti. Tüm akıncılar durmuştu. Palaz yayını gerdi ve Mete’nin hala tek başına ok attığı çalıya doğru nişan aldı. Hiçbir hun akıncısı tereddüt etmedi. Palaz boş konuşmazdı, Palaz okunu boş yere atmazdı…

Çalıda pusuya yatmış Donghu okçuları daha Mete’nin oklarına cevap bile veremeden üzerlerine binlerce ok yağdı.*

---o---
Savaş kazanılmıştı ve kendilerini pusuya düşürmek isteyen Donghu ordusu okçuları olmadan ağır bir yenilgiye uğratılmıştı. Hava kararmaya başladığında Hun akıncıları Mete’nin emriyle savaş ganimetlerini alıp vadiden uzaklaşmaya başladılar.

‘Nasıl fark ettin pusuyu.’ Dedi yanında at binen Palaz. Diğer yanlarında da Palaz’ın oğlu ve Mete’nin sağ kolu Doğukan vardı.

‘Şans…’Dedi gizemli bir şekilde Mete ama gerçeği biliyor ve Gök Tanrı’ya şükrediyordu. En önde atının üzerinde giden Mete Donghu birliklerinin pusu kurduğu çalının üzerinde kalan tepeye gözlerini dikti. Bembeyaz tüyleri olan iri kurdun gözlerine minnetle baktı ve hiçbir takipçisinin anlamayacağı kadar küçük bir hareketle başıyla kurdu selamladı ve gülümsedi.
‘Sadece şans…’

---o---

*Hun yaylarının mesafesi yapımında kullanılan ve bugün bile gizemini koruyan malzemeler yüzünden diğer yaylardan daha uzun mesafelidir. Bu yüzden Mete birkaç ok atmasına rağmen Donghu okçuları cevap verememişlerdir.


Spoiler: Göster
Bir sonraki bölüm, ıslık çalan yayın hikayesini anlatacak.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: mit - 30 Mart 2013, 11:23:11
Kalemine sağlık, beklediğimize değdi (her zamanki gibi). Aradan geçen zaman yüzünden bocalayacağımı, anlayamayacağımı düşünmüştüm ama Mete de zamanda ileri atlayınca hiçbir sıkıntı kalmadı. Bilerek mi yaptın acaba diye merak ediyorum. Eline sağlık tekrardan.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 31 Mart 2013, 12:31:12
Teşekkür ederim İhsan. Ben de yazmaya ara verince evet o kısmı bilerek yaptım. Aklımda ne zamandır gelecekten birkaç sahne verme fikri vardı ama ara verince tam denk geldi diyebilirim.

Yorumun için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: thoragorn - 06 Nisan 2013, 15:37:32
Devamının gelmesini dilerim...Çok güzel olmuş.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 06 Nisan 2013, 18:50:14
Devamının gelmesini dilerim...Çok güzel olmuş.

Devam etmeyi planlıyorum. Yorumunuz için teşekkürler.
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Berkse - 16 Mayıs 2013, 14:16:54
İyi günler.  Gazi Üni.de okuyorum. Hikayenize ödev araştırması yaparken rastladım ve ilk sayfasına göz gezdireyim derken hepsini bitirmişim farkında bile olmadım.  Sırf bu yorumu yapabilmek için kayıt oldum sitenize.  Amatör yazarların tarihi hikayeler yazmasına karşıyım ama sizinki gerçektende enteresan olmuş.  Zaten hiç amatör yazar gibi yazmamışsınız. Hikayenin mistik yanını tarihin akışı içinde vermeniz hoşuma gitti.  Başta yazmışsınız kurgusaldır diye fakat ben hiçbir hikayenin tarihi bilgiye bu kadar yer verdiğini görmemiştim. tebrik ederim. Umarım diğer bölümleri de çabuk yazarsınız Mete Hanın büyüdüğünü ve büyük bir savaşçı olduğu dönemleri sizin anlatımınızla görmek isterim. Ödev konusunda işime yaramadı ama güzel vakit geçirdim  :)
Başlık: Ynt: Mete Han // Bölüm VII
Gönderen: Quid Rides - 04 Ağustos 2013, 04:23:37
Malkavian Ağustos oldu yav ;) yeni bölümünü merakla bekliyorum uzun süredir. Düşüncen nedir yazacakmısın devamını.