Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Ryld Argith - 01 Ağustos 2012, 15:47:44

Başlık: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Ryld Argith - 01 Ağustos 2012, 15:47:44
Şu ana kadarki ilk ve tek yazdığım öykü olmasıyla birlikte biraz uzun olduğunu da kabul ediyorum ama okuyup eleştirinizi yazarsanız çok memnun olurum :)
  
                                       Gençliği Geride Bırakmak

Her arenada olduğu gibi bu arenada da ter kokusu insanın burnunda bir seğirmeye yol açıyordu. Arenadaki seyirci kitlesinden gelen yüksek ses zaten barındırdığı heyecanı körüklüyordu. Heyecan iyiydi ama fazlası… İşte bu bir savaşçının sonunu getirirdi. Atilla önce zihnini bu heyecandan ve diğer duygulardan arındırdı sonra da aklının koridorlarını hiçbir şey girmesin diye kilitledi. Eğer bunu yapmasaydı savaşta dikkati dağılır gelen fiziksel bir tehlike yerine aklı bunlara yoğunlaşabilirdi. Bu işlem tamamlandıktan sonra sıra fiziksel hazırlığa gelmişti sonuçta üç maç sonra sıra ona ve rakibine gelecekti, erkenden hazır olup kendini savaşa hazırlanması elbette onun yararınaydı. İlk başta dışı zincirle kaplanmış çizmelerini geçirdi ayaklarına sonra tuniğini eline aldı son bir kez yırtık var mı diye kontrol etti. Eğer olsaydı, içeriye doğru çıkıntılı göğüs zırhı vücudunda çiziklere neden olabilirdi. Özgüveni artsın diye son bir kez vücudundaki kaslarına baktı. Atilla’nın vücudu göreni hayran bırakacak kadar kaslıydı. Kaslarından antrenmanlarını eksiksiz yaptığı anlaşılıyordu. Ten rengi bir kıyı yerleşim bölgesinden geldiğini belli edecek kadar koyuydu. Kolundaki kasları denizcilikteki maharetinin birer hediyesiydi. Atilla’nın babasının bir yük gemisi vardı, bu geminin kaptanlığında deniz ticaretiyle uğraşırdı. Gemi kaptanı olmasına rağmen çok da zengin değildi yeme içme masraflarına ve Atilla’nın bu aralar hayatının orta noktasına kurulmuş savaş aletlerine adamcağızın parası anca yetiyordu. Atilla’nın babasının adı Soner’di. Soner çocuğuna altı yaşından beri gemicilik öğretiyordu.Atilla’nın da bu işlerdeki yeteneğinin hakkını vermek gerek. Tam babasının oğluydu Atilla.

 Atilla hayatı, ailesi ve anıları ile ilgili düşüncelere dalmışken birden arenadan büyük bir çığlık yükseldi bunu tezahüratlar takip etti. Anlaşılan ilk dövüş bitmişti. Kaç dakikadır düşünüyordu Atilla on, yirmi, otuz kafası birden dağılmıştı hemen aklını başına devşirip hazırlığını tamamlaması gerekiyordu. Çizmeleri gibi omuzlarına kadar uzanan zincirli eldivenlerini giydi. Arenadaki sesler kısılmıştı ve sunucu sıradaki savaşçıların isimlerini okuyordu. Atilla’nın kafası bu sesin kısıklığının da etkisiyle yine dağıldı. Şimdi de aklına Leyla gelmişti… Leyla onun çocukluk aşkıydı birlikte gemiyle seyahate çıkar birlikte eğlenip vakit geçirirlerdi. Bir haftaya evleneceklerdi. Her şey çok güzel olacaktı. Birden Atilla’yı yerinden sıçratan bir ses yankıladı arena da ve ardından yine tezahüratlar. Anlaşılan ikinci karşılaştırmada bitmişti. Atilla’ya ne oluyordu böyle aklını bir türlü boşaltamıyordu. Bu daha önce ona hiç olmamıştı. ‘’Tamam’’ dedi Atilla kendi kendine. Bu kadarı da fazlaydı bir maç sonra savaşacaktı ve o ne yapıyordu! Ciddileşmenin zamanı geldi de geçiyordu. Derin bir nefes aldı ve sakinleştikten sonra miğferini başına geçirdi.

Atilla’nın dövüş silahları ikiz palalardı. Kılıçlarına son bir kez baktı zaten sivri olan kısımlarını daha ölümcül kılmak için bileği taşı ile son bir kez elden geçirdi. Son bir kez aklını boşaltıp aklı boş mu diye kontrol ettikten sonra hazırdı. Şimdi de kendi stratejilerini düşmanının zayıflıklarına oturtmalıydı. Düşmanının adı Teoman’dı Batı sahilinin şu ana kadar ki en iyi dövüşçüsü. Şu ana kadarki! Bugün Batı sahilinin yeni bir şampiyonu olacaktı!   Teoman çift elle tutulan boyunda daha uzun iri bir balta kullanıyordu. Yani ikiz palayla donanmış Atilla karşısında çeviklik açısından dezavantajlıydı. Ama Atilla’nın unutmaması gereken o iri baltanın tek hamlesiyle ölme ihtimalinin fazlalığıydı. Bu yüzden düşmanına çok güçlü bir darbe yapıp ölüm tehlikesi altına girmemeliydi. O zaman düşmanına ani hafif ama acısı hissedilir vuruşlar yapıp çevikliğini ön planda tutmalıydı. Her şey tamamdı Teoman’ın Atilla karşısında durması söz konusu bile değildi. Atilla arenaya açılan tünelin ortasına kadar ilerledi ve durdu şimdi sırasını bekliyordu. Birden arenada yine büyük çığlıklar ve ardından tezahüratlar yükseldi. Ama bu sefer sunucu hemen görevini yerine getirmedi çünkü sıra Batı Yakası şampiyonluk karşılaşmasındaydı ve arenanın temizlenmesi icap ediyordu.

 Bir boru çaldı bunun akabinde herkes sustu.
‘Ve şimdi Batı sahilinin şampiyonunu belirleme zamanı!’ diye bağırdı sunucu seyircilerin çıkardığı gürültü kısa bir sürede olsa Atilla’yı sağır etmişti. Sıra savaşçıları sunmaya gelmişti…
‘Sıra Batı sahilinin gördüğü en büyük savaşçılarda: Atilla Büyükyelken ve Teoman Ağırbalta!’

Atilla hafif bir tempo tutturarak arenaya koşarak girdi. Onu gören seyirciler arasından uğultular yükseldi. Atilla aldırmadı hepsi bu maçın sonunda anlayacaktı kimin gerçek savaşçı olduğunu! Sonra Teoman girdi arenaya iki metre on beş santimetrelik boyu ile adeta bir devdi. Seyirciler onu görünce ıslık çalıp çığlık atmışlardı. Onu gören genç seyirci kızların çığlıkları bütün seyircilere baskın geliyordu. İki savaşçı da yerlerini aldı ve sunucu beklenen kelimeyi dile getirdi.’Savaş başlasın!’

Atilla palalarını kınlarından çekti ve ileri atıldı. Teoman’sa baltasını çekmiş Atilla’yı bekliyordu. Atilla’nın ona ulaşmasına iki adım kala Teoman ileri atıldı ve güçlü omzuyla sert bir darbe ile Atilla’yı iki metre geri uçurdu. Atilla ne olduğunu kavrayamamıştı ama koşan Teoman’ın ayaklarının yeri dövmesiyle aklı başına geldi ve sağa doğru yuvarlanıp baltadan kıl payıyla kaçtı. Teoman bu çevik harekete çok öfkelenmiş seyirci ise çok şaşırmıştı anlaşılan Teoman savaşı hemen bitirmek istiyordu. Atilla elindeki palalarla kafasına doğru inen bir balta darbesini duramayacağını bildiği için bütün çevikliğiyle hareket edip baltanın yolundan kaçıyordu. Teoman’ı fazla küçümsemişti Atilla. Bunu balta kolunda derin bir yara açacak şekilde sıyırdığında fark etti ki artık çok geçti sol kolu istemsiz bir titreme ile uyuşmuştu. Sol elindeki palayı nasıl tuttuğunu bile bilmiyordu. Kolundan çok olmasa da dikkatini dağıtacak kadar kan akıyordu. Atilla Teoman’ın Batı sahili şampiyonluğunu hakkıyla elde ettiğini kabul etti ama bunca yolu pes etmek için gelmemişti. Kaybedemezdi! Babasının teknesi korsanlar tarafından saldırıya uğramıştı ve turnuvayı kazanırsa ancak babası gemiyi tamir ettirebilecekti. Atilla’nın zihninde birden babasının teknesi için ağlarkenki görüntüsü geldi. Amacını elde etmek için gemiyi parçalayanlardan birinin karşısındaki düşman olduğunu düşündü bir an ve bu öfkeye o kadar odaklandı ki kolunun acısını düşünemez oldu...

 Bu savaşı kaybetmeyecekti! Atilla bunları düşünürken Teoman’ı fark etmemişti ve birden üstüne inen baltayı görünce öfkeyi güce dönüştürüp palayla baltayı öyle bir durdurmuştu ki baltanın sapında gözle görülür bir yarık açıldı. Teoman bütün gücüyle baltayı indirmeye çalışıyor, Atilla’ysa bunu engellemeye çalışıyordu. İki savaşçının yüzleri birbirine çok yakındı Atilla yüksek sesle aniden ‘Asla kaybetmeyeceğim.’ diye bağırınca Teoman’ın baltaya verdiği güçte bir hafifleme oldu Atilla bu boşluktan iyi bir şekilde yararlanıp sağ elindeki palayla baltayı öyle bir ittirdi ki Teoman geri çekilmek zorunda kalmıştı. Seyircinin soluğu kesilmişti. Arenada çeliğe çarpan çelik ve savaşçıların nidaları dışında bir fısıltı bile çıkmıyordu. Teoman, kendine karşısındaki rakibin genç ama güçlü olduğunu hatırlattı. Baltayı savunma amaçlı yatay olarak tutuyordu. Atilla bu hareket sanki onu engelleyemezmiş gibi iki kılıcıyla da baltaya öyle bir darbe indirdi ki balta Teoman’ın elinden fırlayıp yarım metre sürüklendi. Teoman da dahil herkes dondu bir an. Daha önce Batı sahili şampiyonu hiç böyle zor bir durumda kalmamıştı. Fakat Teoman tecrübeliydi olacakları tahmin edip kılıcı almak için ileri atılmak yerine Atilla’ya doğru koşmaya başladı. Resmen gözü dönmüştü. Teoman Atilla’nın göğüs zırhına öyle bir yumruk attı ki Atilla azımsanamayacak bir uzaklık boyunca geri savruldu. Teoman bu fırsatı kullanıp hızlıca baltasını kaptı ve Atilla’ya koşmaya başladı. Atilla ayağa kalktıktan on saniye sonra üstüne inen baltayı fark etti ve kılıcını geçici bir engelleme için kaldırdı. Baltayla kılıç buluşur buluşmaz yana atladı ve Teoman’dan kaçtı.

 Artık savaşın sonunun yaklaştığı belliydi Atilla kolundan çok fazla kan kaybetmişti ve başı dönüyordu. Ya savaşı hemen bitirecekti ya da kafasına inen bir balta darbesiyle ölecekti. Atilla zaten kılıcı zor tuttuğu sol elindeki palayı Teoman ulaşıp kullanmasın diye arenanın diğer ucuna fırlattı ve sağ elindeki palayı iki eliyle sıkıca tuttu. Atilla’nın risk alması gerekiyordu belki şimdi yapacağı hamle yüzünden ölecekti ama bunu yapmasa zaten karşılaşma bitmişti. Palayı sıkıca tutarak Teoman’a atıldı Atilla. Teoman bu darbeyi baltasıyla engelledi yine iki savaşçının yüzleri yakındı ama bu sefer konuşan Atilla olmadı. Teoman ‘Babana yazık olacak gemisini parçaladığım yetmezmiş gibi şimdi de oğlunu parçalayacağım’ dedi. Atilla öyle bir gürledi ki arenadaki herkes sustu. Kaçıyormuş gibi bir adım geri gitti. Teoman Atilla’nın gerçekten kaçtığını sanıp baltayı kaldırdı ama Atilla kaçmıyordu. İki elle tuttuğu palayı birden Teoman’ın karnına sapladı. Teoman pala saplanmadan önce anlamıştı ölümün geldiğini. Çünkü ölümü Atilla gözlerinde görmüştü yere yığıldı Teoman. Birkaç saniye içinde etrafı kan gölüne dönmüştü bile. Atilla başta maçın sonucunu kavrayamadı. Bütün arena susmuş, şoktaydı. Atilla bağırınca daha yeni durumu algılamışlardı…

Atilla ‘Batı sahili, yeni şampiyonunuzu kabul ediyor musunuz?’ diye bağırdı. Bir saniye sonra arenadaki herkes ‘Evet!’ diye bağırmaya başladı. Atilla, elindeki tek palayı kaldırıp halka eşlik ediyordu. Sonra yere yığıldı. Bütün arena donmuş kalmıştı. Atilla’nın gözleri karardı…

Atilla gözlerini açtığında etrafında hekim olduğu anlaşılan bir adam ve sunucu vardı. Sunucu ona hayran gözlerle bakıyordu. Hekim ‘Bu kadar kan kaybedip de hayatta kalan ilk hastamsın genç adam’ dedi. Atilla güldü ama gülüşü çok yorgun olduğundan hırıltı şeklinde çıkıyordu.

Hekim ‘Genç adam kolunu bir daha kullanmak istiyorsan en az dört gün boyunca arenalardan uzak durmalısın’ dedi. Atilla buna gülmedi. Tam tersi birden kalkmaya çalışıp sunucuya ‘Kıta şampiyonası ne zaman?’ diye sordu. Sunucu ‘Öncelikle şunu söyleyeyim Atilla bir gündür uyuyorsun ve senden umudu kesmiştim ama tebrikler güçlüymüşsün gerçekten. Kıta şampiyonası mı hmm… Altı gün sonra olacaktı. Evet, altı gün sonra.’dedi. Atilla başta o zamana kadar iyileşmiş olacağı için sevindi ama sonra bir şeyi hatırladı. Düğün! Altı gün sonra düğünü vardı ama aynı gün kıta şampiyonasında olmalıydı. Atilla insanlara özgü bir açgözlülükle düğünü erteleyebileceğine karar verdi ve hekimin karşı çıkışına rağmen ayağa kalktı ve sunucuya ‘Ödülüm nerde?’ diye sordu. Bir saat sonra yanında da kapağı çelik kilitlerle sağlamlaştırılmış bir sandık ile beraber bir grup tüccarın at arabasındaydı.

Tüccarlar onun şampiyon olduğunu duyunca yanlarına almakta iyice hevesli davranmışlardı. Atilla ‘Beyler zaman kötü, biri sizin taşıdığınız baharatlara göz koyar da kaçırmaya çalışırsa ne yaparsınız.’ deyince kimse itiraz etmemiş ücret talep etmeden Atilla’yı gruplarına dahil etmiş üstüne yemek de vermişlerdi. Yolculuk sorunsuz geçmişti. Atilla köyüne vardığında tüccarlara teşekkür edip aralarından ayrıldı. Kollarında bir sandık evine doğru yürüyordu.

Ayağı ile kapıyı çaldığında (ellerindeki sandık zaten yeterince ağırdı) kapıyı annesi açtı. Oğlunu gördüğüne çok şaşırmış ve sevinmiş kadın ağlayarak oğluna sarıldı. Daha doğrusu sarılmaya çalıştı. Atilla’nın elindeki sandık kadının kollarını oğluna dolamasına neden olmuştu. Annesi oğlunun turnuvalardaki başarısından habersiz olduğu için başta sandıkta yemek olduğunu zannetti ama kadının her ne kadar gözleri bulanık görse de sandığın kaliteli olduğu belliydi. Yemek sandığı için fazla kaliteliydi. Oğluna ‘ Atilla bu ne, hırsızlık mı yaptın yoksa?’ diye şaşırarak sordu. Atilla ağzında geniş bir tebessümle ‘Olur mu anne hiç öyle şey, ben bunu turnuvalardan hakkımla kazandım!’ deyince kadın bir sevinç çığlığı koparı verdi. Sonuçta bu aralar iyi bir habere ihtiyacı vardı. Soner’in gemisinin parçalanması yetmezmiş gibi adamcağıza sokakta saldırmışlardı. Tabi bundan Atilla’nın haberi yoktu eğer olsaydı şu anki tek para kazanma umutları olan turnuvadan hemen çekilip yuvasına gelir babasını yaralayan canileri palalarından geçirirdi. Kadın önce oğlunu içeri soktu ve evin en rahat koltuğuna oturttu.

Sonra üzüntülü bir ses tonuyla o yokken babasına olanları anlattı. Atilla’nın elleri titriyordu. Annesine tek kelime etmeden merdivenleri üçer üçer atlayarak annesiyle babasının odasına gitti. Babası perişan bir haldeydi. Saldırılalı üç gün olmasına rağmen belindeki sargı bezinden o zaman bile kan sızıyordu. Adamın en fazla bir gün ömrü kalmıştı. Atilla o durduramadan akan gözyaşlarını babası görmesin diye hemen sildi. Soner oğlunu görünce çok mutlu oldu. Oğluna kolundaki yarayı sordu, Atilla da bütün savaşı uzun uzun anlattı. Soner oğlunun kazandığı zaferi duyunca bir sevinç çığlığı koparıverdi. Sonra da oğluna ‘Demek Teoman’ı devirdin ha! Sen daha bebekken adamın zaferleri dilden dile dolanırdı.’ dedi. Soner sonra annesine odadan çıkmasını söyledi. Atilla’yla yalnız konuşmalıydı.

Oğluna istediği palaları on senede bir alabiliyordu. Yani Atilla’nın silahlarının biri şu anda hiç elden geçmemiş yirmi yıllık bir palaydı. Ömrü bitmişti babası gibi… Soner Atilla’ya odadaki tek dolabı açmasını söyledi. Atilla dolabı açınca çok şaşırmıştı. Karşısında sadece rüyalarında hayal edebileceği türden bir pala duruyordu. Kabzası altından yapılma ve renkli taşlarla süslenmiş harika bir palaydı bu. Atilla yanındaki kını görünce daha bir hayran kaldı. Kının giriş kısmı elmaslarla süslenmiş, geri kalan kısmınaysa altın şeritlerle ayrı bir hava katılmıştı.  Soner başta oğluna kılıcı incelemesi için süre vermişti ama daha fazla veremeyecekti ölümüne az kalmıştı… Soner ‘Oğlum bunu sana ellerimle vermek isterdim ama yapabileceğim bir şey yok.’ dedi. Atilla’nın gözleri yaşarmıştı ama ağlayamazdı, babası çok kızardı. Soner devam etti ‘Oğlum annen sana emanet. Gemim Buzkıran da öyle. O gemiyi en kısa sürede tamir ettir. O gemi artık senin.’. Adam sustu… Atilla babasının öldüğünü anlamıştı.

Atilla dolaptaki palayı aldı ve koşarak dışarı çıktı. Anlaşılan annesi de babasının öldüğünü anlamış ağlıyordu. Atilla annesini omuzlarından tutup sarstı. Kadın oğluna baktığında Atilla ‘ Kim yaptı bunu anne?’ diye öfkeyle sordu. Annesi yapanların isimlerini söyledi. Atilla tam koşmaya başlamışken annesi bağırdı ‘Atilla onlar artık yaşamıyor. Baban onları öldürdü.’. Atilla’nın adımları yavaşladı sonrada durdu. Bütün gün ağladı ama daha fazla ağlamaya zamanı yoktu yapması gereken işler vardı. Önce babasını gömdüler. Sıra Buzkıran’daydı. Atilla turnuvadan kazandığının büyük bir kısmını gemiyi tamir edecek ustaya verdi. Artanı da ihtiyacı olur diye annesine verdi. Bu işlerle üç gününü harcamıştı. Kıta şampiyonasına iki gün kalmıştı. Hemen yola koyulmalıydı. Zaten kolu da eskisinden sağlamdı. Annesiyle vedalaştı. Atına babasının atına atlayıp yola koyulacaktı ki son bir işi olduğunu hatırladı. Atı Leyla’ların evine doğru yönlendirdi…

‘Hayır gitmiyorsun! İki güne evleneceğiz ve sen hala savaştan söz ediyorsun!’diye bağırdı Leyla.
Atilla sakinliğini koruyup ‘bu paraya ihtiyacımız var Leyla. Bu parayla yeni bir ev yaptırıp düğün masraflarımızı karşılayacağız’ dedi. Leyla yaptığı düşüncesizliğin farkına varıp özür diledi. Ve evine doğru koşmaya başladı. Başta Atilla ağladığını sandı ama sonra Leyla elinde parlayan bir şeyle ona doğru koşmaya başladı. Yetiştiğinde Atilla’nın eline başta anlayamadığı bir şey tutuşturdu.

‘Ben yanında gelemiyorum. Ama sen bunu taktıkça yanında olacağım.’dedi. Atilla daha yeni eline bakma fırsatı bulmuştu. Elinde zincirden bir kolye vardı. Ortasındaki halkanın üstünde kabartılmış bir gül deseni vardı. Atilla Leyla’ya sarılıp ata bindi ve yola koyuldu. Yolda nehir kenarında durdu cebindeki kolyeyi çıkarıp bağrına bastı. Boynuna takınca yakışmış mı diye bir baktı. Sonra babasından kalan kılıcına baktı. Kılıca ayran kalmadan duramıyordu. Kılıcı kınıyla beraber kemerine astı. Kılıca bir bulmuştu, bu kadar güzel bir kılıç isimsiz kalamazdı, kılıcının adını İntikam koydu. Artık manevi olarak da hazırdı ata atladı ve yoluna devam etti…

Turnuva Yunanistan’daydı. Oraya bir gün erken geldi. Önce arenayı görmeye gitti. Bu arena hayatında gördüğü ve görebileceği en büyük arenaydı. Tahminine göre on bin seyirci alabilirdi. Bu arena diğerleri gibi kum üstüne inşa edilmemişti. Arenanın ortasındaki alan çimle kaplıydı. Arenaya odaklanmışken arkadan biri ona seslendi. ‘Anlaşılan arenamı beğenmişsin genç adam.’ sesi tanıyamadı ama sonra arkasını döndüğünde konuşan kişiyi tanıdı. Onu herkes tanırdı o Yunan Kral Eniryt’ti Atilla kralın önünde eğilmedi çünkü o onun kralı değildi ama bu mert krala saygı duyduğunu belirten bir selam verdi. ‘Anlaşılan Akdeniz’den geliyorsun.’ Diye devam etti kral. Atilla kralın nerden geldiğini bilmesine şaşırmamıştı çünkü herkes ten renginden nerden geldiğini anlayabilirdi. ‘Demek Batı sahili şampiyonu sensin. Eski şampiyon sen değildin değil mi?’ diye sordu kral.‘Hayır, ben ilk kez kıta şampiyonasına katılıyorum. Eski şampiyon Teoman kılıcımın ucunda öldü’ diye gururla ekledi Atilla.

Kral, Atilla’nın kılıcını gördü ve hayran kalarak olmasa da güzel olduğunu belirten bir bakış attı. ‘Neyse benim daha ayarlamam gereken turnuva işleri var savaşçı. Senin gibi güçlü bir adamı finallerde görmek isterim’ dedi kral. Ayrılmak için arkasını dönmüştü ki Atilla ‘Göreceksiniz efendim!’ diye seslendi. Kral yüzünde ağırbaşlı bir tebessümle ayrıldı. Atilla atına atlayıp arenanın yanındaki Parlak Hançer isimli hana gitti girişteki çocuğun eline iki sika verdi ve çocuğa ata çok iyi bakmasını söyledi.
Parlak Hançer’in yemekleri güzeldi ama birası için aynı şey söylenemezdi. Yemeğini yedikten sonra kafasını boşaltsın diye bir kupa bira içti, yatağa gitti. Zaten yorgun olduğundan hemen uyudu. Güneş doğmadan kalktı Atilla savaş stili hakkında düşünmeliydi. Babasının palasını elbette kullanacaktı ama pala çok büyüktü bu yüzden tek palayla savaşmaya karar verdi. Eski palasının kınını kemerinden çıkardı. Zırhını kuşanmıştı Atilla. Atına binmeden önce eski palasını atın eyerine bağladı. Hazırdı. Arenaya doğru at sürdü Atilla.
Arenadaki savaşçıların hazırlanması için ayrılmış odaya girdi. Ne çok savaşçı vardı etrafında! Çoğu Atilla’dan iri ve kaslıydı. Kullandıkları silahlardan bazıları Atilla’ya yabancı geldi. Elinde bir balık ağı olan adama gitti ve elindekinin ne olduğunu sordu. Adam şaşırmış bir şekilde ‘Bilmiyor musun bu yunan savaş stilinde çok kullanılan bir silahtır. Bu silah sayesinde düşmanın silahını etkisiz kılabilirsin.’ dedi Atilla’nın elindeki palayı görünce ‘Tabi seninki kadar güçlü bir silahta işe yaramayabilir’ diye gülerek ekledi. Atilla şaşırmış ne kadar kullanışlı bir silah olduğunu anlayınca küçümsememesi gerektiğini anlamıştı. Bir boru öttü ve bütün savaşçılar savaş alanına girdi.

Yunan kral savaşçılara şans dileyen bir konuşma yaptı. Sonundaysa kilit cümleyi demişti ‘Turnuva başlasın!’. Savaşçılar odaya geri dönmüş bekliyorlardı. Sunucu savaşacak isimleri söyledi. Atilla şaşkınlıkla bunun batı sahili turnuvasındaki sunucu olduğunu fark etti. Seyirci kitlesinden öyle büyük bir gürültü geliyordu ki çeliğe çarpan çelik sesi zor duyuluyordu. Birinci karşılaşma bitmişti sunucu ikinci isimleri söyledi sıra ondaydı…
Savaş alanına çıktığında güneş bir an gözünü kamaştırdı. Sonra düşmanını inceleme fırsatını değerlendirdi. Düşmanının boyu onun kadar uzun değildi ama bir silah deposu gibiydi. Bir elinde kısa bir kılıç diğerinde ağ belindeki kemerde ise yaklaşık on sekiz tane hançer vardı. Bu savaş Atilla’yı zorlayacaktı…
Sunucu savaşı başlattı. Seyirciler çığlık atıyordu. Atilla rakibine doğru koşmaya başladı. Daha yolu yarılayamadan rakibi ağı hızlı bir şekilde fırlattı. Atilla olacakları görmüş ama engelleyemeyeceğini bildiği için bir şey yapmamıştı. Ağ üstüne gelirken palasıyla ağa vuracaktı ama bunun sonucu değiştiremeyeceğini biliyordu. İntikam’ı kaldırdı ve ağa indirdi. Olanlara Atilla bile inanamamıştı herkes donmuş kalmıştı. Resmen İntikam ağı kâğıtmışçasına kesmişti. Ağ yerde iki parça halinde duruyordu. Atilla koşmaya devam etti. Rakibi ona hançer fırlatmaya başlamıştı. İlk beşinden Atilla zikzak şeklinde koşarak kaçtı ama altıncısı Atilla’nın omzuna kabzasına kadar gömüldü. Şansına sol koluydu. Atilla bir öfke çığlığı koyverdi ve palanın tek darbesiyle rakibinin başını gövdesinden ayırdı. Seyirciler büyük bir tezahürat koparıverdi. Yunan kral takdir ettiğini belirten bir bakış attı. Savaşa hazırlık odasında bir hekim duruyordu hemen Atilla’nın omzundaki hançeri çıkarıp sardı. Atilla şimdi daha iyi hissediyordu. Sekiz dövüş daha oldu. Başlangıçta turnuvada yirmi savaşçı vardı şimdi ise on tane kalmıştı. Yarı finalin son dövüşünü Atilla yapacaktı. Rakibi açıklandığında büyük ihtimal bu dövüşte öleceğini anladı. Çünkü rakibi geçen senenin ikincisiydi. Kral, çok iyi bir savaşçı olduğunu söyleyerek hayatını bağışlamıştı. Kral çok beğendiği savaşçının hayatını kaybetse de bağışlama yetkisine sahipti. Tabi bu kural sadece finalde geçerliydi o yüzden Atilla’nın işi çok zordu. Rakibinin adı Kostas’dı. Kostas’ın dövüş stili alışılmadıktı. Kostas iki elinde de çekiç taşır, sırtına da bir mızrak asardı. Çekicin kafaya veya göğse inen bir darbesi ölümcüldü. Atilla’nın palası çekice karşı çok güçsüz bir silah olarak kalacaktı. Kazanması çok zordu. Ama kazanmak zorundaydı. Diğerlerinin dövüşü bitti. Sıra Atilla’daydı. Sunucu savaşı başlattı. Her iki rakip de başta karşısındakini tartıyordu.

Atilla aniden ileri atılarak savaşı başlattı. Kostas bu kalkansız adamın kolay bir hedef olduğunu düşünmüş olmalı ki mızrağını sırtından alıp güçlü bir şekilde attı. Atilla önce mızrağın yolundan çekildi. Mızrak yanından geçerken palasıyla mızrağı ikiye böldü. Ucunun kaldığı kısmıysa geri Kostas’a fırlattı. Mızrak Kostas’a ulaşamamıştı ama dikkatini dağıtmıştı. Bu dövüş Atilla’ya keyif vermişti içindeki gençlik ateşini körüklemiş, bu savaştan büyük bir zevk almasını sağlamıştı. Pala çekiçleri her savuruşunda Atilla biraz daha eğleniyordu. Ama bu hali uzun sürmedi. Kostas kılıç yerine Atilla’nın yaralı omzuna çekiçle öyle bir vurdu ki Atilla en az üç metre sağa savruldu. Ayağa kalktığında kendine doğru dönerek uçan bir cisim gördü. Çekicin ona çarpmasına iki saniye kala olayı algıladı ve yana atladı. Çekiç arenanın duvarına öyle bir gürültüyle çarptı ki duvarda delik açıp yoluna devam etti. İki rakip de artık birbirine karşı bütün gücünü kullanıyordu. Savaş tüm hızıyla devam ediyordu ama bu sırada içerdeki savaşçılar savaştan ziyade konuşmalarıyla ilgileniyorlardı. Geçen senenin birincisi ‘Beyler farkında mısınız final bu maçtan sonra ve şu anda savaşan iki rakipten hangisi kazanırsa kazansın bizim başımıza büyük bir bela olacak. Ben derim ki son savaşta herkes aynı anda savaşacaksa başta hepimiz bu maçın galibini halletmeye odaklanalım. Sonra herkes kendi zaferi için elinden geleni yapar anlaştık mı?’ diye sordu. Bu plan tüm savaşçıların aklına yatmıştı herkes onayladı…

Bunlar olurken Atilla savaşmaya devam ediyordu. Rakibi çekici kafasına indirmeye çalıştı. Atilla son anda kaçtı. Arkasına bakmadan arenan diğer ucuna koşmaya başladı. Kostas da onu takip ediyordu. Atilla arayı epey açmıştı Kostas’ın tek şansı vardı ya çekici fırlatıp öldürecek ya da ölecekti, o palalı gözü dönmüşle bir yakın dövüş daha kaldıramazdı. Vücudu çizikler içindeydi. Ve çekici fırlattı. Çekiç hedefine dönerek ilerliyordu. Atilla çekicin yolundan kaçtı. Çekiç bu sefer duvarı delememişti ama saplanıp kalmıştı. Atilla palayı kınına soktu ve çekici rakibine gerisin geri fırlattı…

Kostas ona doğru uçan silahı çok geç fark etmişti. Kaçacak veya eğilecek zamanı yoktu. Çekiç hızla göğüs kafesine çarpıp parçaladı. Kostas bayılmıştı… Zafer Atilla’nındı.

Kostas’ın bedeni sahadan çıkarıldıktan sonra bütün savaşçılar sahaya girmiş Kral’ın yaptığı konuşmayı dinliyorlardı. Kral ‘Bu sene turnuvaya ilk kez katılan savaşçılar için söylüyorum. Beş kişi kaldınız. Final her seneki gibi toplu yapılacak. Yani kendinize karşı dört kişi göreceksiniz. Etrafınız arenanın yarısı kadar küçük bir çember oluşturacak şekilde işaretlenecek. Çizgiyi geçen kollarından bağlanıp savaş alanına geri sokulacak. Anlaşıldı mı?’. Bütün savaşçılar ‘Evet!’ diyerek bağırdı. Atilla dışında hepsinin yüzünde pis bir sırıtış vardı. Kral onlara hazırlanmaları için yarım saat verdi. Atilla aldığı çekiç darbesiyle açılmış kolunu yeniden diktirip sargılattırdı. Palasını son bir kez biledi ve hazırdı. Hazır ama olacaklardan habersiz… Atilla çemberin nasıl işaretlendiğini gördüğünde içinde bir ürperme olmuştu. Sahanın etrafındaki çimenlere yağ dökülüp ateş atılmıştı. Final karşılaşmasını kral sunacaktı. Kralın ‘Savaş başlasın!’ diye bağırdı.

Atilla kime saldıracağını bilememiş etrafına bakıyordu. Birden birbirine saldıran (daha doğrusu saldırıyormuş gibi davranan) tüm rakipler Atilla’nın üstüne doğru koşmaya başlamıştı. Atilla ne yapacağını bilemedi başta. Sonra kendisine karşı kurulan komplonun farkına varıp kaçmaya çalıştı. Bir an pes edip bu sonsuz gibi gelen kovalamacayı durdurup öldürülmeyi beklemeyi düşündü. Ama sonra aklına annesi geldi. Onsuz ne yapardı ya Leyla ne yapardılar onsuz! Babasının isteğine saygısızlık etmeyecekti! Birden komayı bıraktı ve arkasını döndü düşmanı palasıyla karşılayacaktı, sırtıyla değil!

İlk gelen düşmanının kılıcına indirdiği sert bir darbe ile kılıç alan dışına çıktı. Kılıçsız adam kemerindeki hançeri çekip geriledi. Şimdi karşısında geçen senenin şampiyonu Kağan vardı. Teoman’ın baltası Kağan’ınkinin yanında kürdan kalıyordu. Balta Atilla’ya doğru ilerliyordu. Atilla son anda kolunu baltanın yolundan çekti. Ama parmaklarından ikisini kaçıramadı baltanın yolundan. Sol elindeki serçe ve yüzük parmakları savaş alanının dışına doğru uçtu. Atilla’nın giden parmaklarını düşünecek zamanı yoktu. Dövüşü kazanmanın tek yolunun Kağanı sahadan atıp birkaç dakika kazanmak olduğunu biliyordu. Hızlıca ileri atılıp diğer düşmanların yanından atik bir şekilde geçerek Kağan’ın yanına geldi. Kağan daha baltasını yeni kaldırmışken Atilla Kağan’ın karnına omuz attı. Atilla’da Kağan’da sahanın dışına doğru yuvarlandı. Kağan alevlerin arasından fırlayıp çizgiyi aştı. Atilla’ysa alevlerin biraz gerisinde durabildi. Ama ayağa kalkana kadar kılıç tutan elinin bileği feci bir şekilde yanmıştı. Kağan’ın elleri bağlanırken diğer düşmanlardan kılıçsız olanına atıldı. Adam karnından girip sırtından çıkan palaya şaşkınlıkla bakarak öldü. Geriye birazdan gelecek olan Kağanla beraber üç tane düşman kalmıştı. Arkasını döndüğünde bir okun ona doğru hızla ilerlemekte olduğunu fark etti. Kılıcının geniş yüzeyi ile oku engelledi ve yaylı rakibine doğru ilerledi palanın ilk hamlesiyle yay ortadan ikiye ayrılmış ikincisiyle de adam yere yığılmıştı. Adamın cesedinden bir hançer alıp savaşa devam etmek için etrafına baktı. Kağan sahaya girmişti. Hemen yanında elinde mızrak taşıyan bir adam onun ellerini çözüyordu. Atilla hançeri Mızraklı adama fırlattı. Hançer hedefi bulamadı. Şimdi Atilla’nın bir baltalı ve bir mızraklı rakiple aynı anda dövüşmesi gerekiyordu. Mızraklı, Kağan’ın ellerini çözer çözmez mızrağı Atilla’ya fırlattı. Anlaşılan yetenekliydi, mızrak Atilla’nın sol bacağından girmişti. Acıyla bir çığlık koyu verdi Atilla. Yapabilecek bir şeyi yoktu. Yürüyemiyordu, düşmanı beklemekten başka çaresi yoktu önce mızraklı geldi. Elinde bir bıçakla saldırmaya kalktı. Atilla palanın kolay bir hamlesiyle gelen bıçağı savuşturdu. Sonraysa adamı öldürmek zor olmadı.

Sıra Kağan’daydı. Elinde baltayla hareket edemeyen düşmanına koşuyor. Baltaya o kadar güç veriyordu ki bu darbenin sonun da Atilla vücudunun ikiye ayrılacağından şüphe etmedi. Zaman yavaşlamıştı Atilla için üstüne gelen baltaya bakıyordu. Balta yavaş yavaş yaklaşıyordu. Atilla bir anda baltanın sapının üst kısmının içeriye doğru girintili olduğunu fark etti. Palanın güçlü bir darbesiyle baltayı ikiye bölebilirdi. Balta ağır ilerleyişine devam ediyordu, Atilla son gücüyle ayağa kalktı ve gelen hamleyi karşılamaya hazırlandı. Balta ile boynu arasında otuz santim kaldığında araya pala girdi ve baltayı ikiye ayırdı. Kral oturduğu yerden kalkmış karşılaşmayı ayakta izliyordu.

Atilla önce çığlık atarak bacağındaki mızrağı çıkardı sonra artık daha kolay hareket edebildiğinden sağlam bir şekilde yürüyerek Kağan’a yaklaştı ve kılıcı Kağan’ın karnına sapladı…
İkisi de aynı anda yere yığıldı. Kral bağırdı ‘Hekim!’.

Atilla gözlerini açtığında başında Kral ve Kraliyet hekimi olduğu belli olacak kadar iyi giyimli bir hekim vardı. Kral onun uyandığını görünce şaşırmıştı. Kral Atilla’ya durumunu açıkladı. Atilla doğru duyduysa dört gündür baygındı ve çok kan kaybetmişti. Sol elindeki parmakların iki tanesinin olmadığını da eklemişti. Atilla bacağını sorunca bir mızrağın deldiğini ama yeniden yürüyebileceğini söylemişti. Kral ‘Seni tebrik ediyorum savaşçı şu ana kadar arenamda hiç böyle efsanevi bir dövüş olmamıştı! Merak etme ödülünü de alacaksın.’ dedi. Hekimde kralın laflarını destekleme amaçlı ‘Savaşın şimdiden bütün Yunan Krallığı’nın dilinde yakında Anadolu’da da dilden dile dolanacağına şüphe yok!’ dedi. Kral arenadaki son hamlesini, nasıl Kağan’ı öldürdüğünü ve sonra olanları anlattı.

Kral bunun üstüne Atilla’ya bir teklifte de bulundu, ona komutanı olma fırsatı verdi. Ama Atilla kabul etmedi babasına karşı tutması gereken bir sözü vardı. Teklifi kabul edemeyeceğini ve nedenini söyledikten sonra aklın İntikam geldi. Neredeydi o? Krala ‘Palam nerede?’ diye sordu. Kral gülerek onu benzerini yaptırtmak için demircisine yolladığını söyledi. En kısa sürede geri verileceğini de ekledi. Atilla bu konuşmadan üç gün sonra yola koyulmaya hazırdı. Kral ona verdiği bu güzel savaş seyri için bir at arabası hediye etmişti. Kral ona yardımcı olsunlar diye korumada görevlendirecekti ama Atilla kadar büyük bir savaşçıya hakaret sayılacağından bunu yapmadı. Atilla babasının atını at arabasına bağlamış, arabaya da üç büyük sandık koymuş eve dönüş yoluna çıkmıştı…

Yaptığı dövüşte olanlar Atilla’dan hızlı ilerliyordu. Her geçtiği köyde her girdiği handa büyük bir saygı ve hayranlıkla karşılanıyordu Atilla. Sırf uğur getirir diye kılıcına yüz süren ninelerden tutun sokakta ‘Hayır bu oyun ben Atilla Büyükyelken olacağım!’ diye kavga eden çocuklara kadar herkes Atilla’ya takdir eden, imrenen gözlerle bakıyordu. Altıncı günün sabahında ufukta kendi köyünü gördü Atilla. İçine bir mutluluk gelmişti. Köye dört kilometre kala içlerinde annesi ve Leyla’nın da bulunduğu bir grup karşılamıştı Atilla’yı. Köy ahalisi ‘Köyümüzün gururu Atilla Büyükyelken!’ şeklinde tezahüratlar yapıyorlardı. Annesi sevinçten ağlayarak oğluna sarıldı. Atilla annesine sıkıca sarıldı. Sonra Leyla’yı gördü. Her zamankinden daha güzeldi Leyla bugün gözleri resmen ona kilitlenmiş başka kimseyi göremiyordu. Annesini bırakıp ona koştu. Uzun uzun sarıldı nişanlısına Atilla. Bir an Atilla’nın gözleri babasını aradı olanları hatırlayınca gözleri doldu. Kemere takılı kınındaki kılıcı eline aldı. Kılıç elinde ahaliden sıyrılıp babasının mezarına gitti Atilla…

Üç gün yerinden kıpırdamadan, konuşmadan durdu orada Atilla. Annesi ve Leyla ona bir şey oldu sanıp ağlıyorlardı. Oysa Atilla’ya bir şey olduğu yoktu o sadece düşünüyordu.
Kostas’la yaptığı dövüşte körüklenen gençlik ateşi ona dövüşten aldığı zevki hatırlatmıştı. Öldürmekten iğrenmesine rağmen çeliğin çeliğe çarparken çıkardığı ses onu her zaman büyülemişti.
Fakat artık bu gençlik ateşi sönmeliydi. Artık bakması gereken bir annesi, bir karısı vardı. Belki de ileride sorumlu olacağı çocukları bile olabilirdi. O yüzden bu içindeki gençlik ateşini burada babasının mezarının yanı başında mezarı aydınlatması için bırakmalıydı. Bunu şimdi yapmalıydı. İntikam’a eşlik eden eski palasını kınından çekti ve babasının mezarının yanına sapladı. Saplarken onun sonsuza kadar orada saplı kalması gerektiğini biliyordu… Bu yüzden ağlamaya başladı Atilla, kaybettikleri için, babası ve gençliği için ağladı Atilla. Kalktığındaysa o artık yirmi beş yaşında bir adamdı hala evet ama artık gençliği onla değildi, gençliği babasının mezarını koruyordu… İlk olarak Buzkıran’ın son halini görmeye gitti. Gemi büyük bir asaletle limanda demirli bir şekilde onu, yeni kaptanını bekliyordu. Artık ağlamıyordu. Sonraki senelerde köyün limanında gemisi Buzkıran’a baharat yüklerken mezarlıktan gelen bir parıltı görünce Atilla’nın yüzünde masum bir tebessüm oluyordu. Bu tebessüm geçmişi unutamadığını ama şimdiki zamandan da mutlu olduğunu haykırıyordu adeta…  
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: TheSpell - 01 Ağustos 2012, 15:50:03
Hikayeni henüz okumadım. Bitirince buraya edit yaparak yorumumu yazarım ancak konuşmaları ayırıp, paragrafları düzenlersen çok daha kolay okunur. Benim ilk tavsiyem olsun bu da :)

Edit: Dediğim gibi yorumumu yapıyorum. Öncelikle hikayeyi okumak biraz zordu, aynı satırı 3-4 kere okuduğum zaman oldu ancak yine de bitirdim. Hikayeye bulduğun konu güzeldi. Tarih ile ilgili bir şeydi sanırsam. Atilla, Teoman falan. Ya da sadece isimler benzerdir belki bilemem. Hikayede birkaç yazım ve imla hatası da vardı. Onları düzeltip, paragrafları ayırırsan çok daha okunaklı ve güzel bir hikaye olacağını düşünüyorum.

Ve son olarak gözüme birkaç kez çarpan bir şeyi söylemek istiyorum. Bu Atilla'nın kullandığı iki pala bazen "kılıç" oluyor, bazen yeniden "pala"ya dönüyor. Belki hep pala diyerek anlatımı baltalamamak istemiş olabilirsin, fakat yanlış kelimeyi kullanmışsın gibi. Oralara kılıç yerine "Atilla'nın silahları" gibi şeyler kullanabilirsin.

Kalemine, eline sağlık.
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Ryld Argith - 01 Ağustos 2012, 15:55:14
Hem çok yer kaplamasın diye hemde çoğunlukla savaş sahnelerinin anlatımından dolayı az konuşma olmasından dolayı gerek duymadım. Olabilecek en kısa görünümlü şekliyle paylaşmaya çalıştım ama forum yöneticilerinden de benzer bir uyarı alırsam yaparım. İlgin için teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Fırtınakıran - 01 Ağustos 2012, 15:59:01
TheSpell arkadaşımız haklı aslında :). Bu bir uyarı değil, tavsiye elbette. Şu haliyle gerçekten hiç okunaklı değil hikaye. Boşverin, uzasın. Okunmayı güçleştirmesinden iyidir uzun olması :).
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Ryld Argith - 01 Ağustos 2012, 16:00:22
Tamam dediğinizi yapacağım teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Ryld Argith - 01 Ağustos 2012, 16:17:45
Yorumların için teşekkürler TheSpell dediğim gibi ilk yazım olduğundan zamanla hatalarımı telafi edeceğimi umuyorum :)
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Ejderfelaketi - 23 Ağustos 2012, 15:13:15
Çok güzel bir hikaye olmuş. Roma gladyötörlerine benzemiş ama farklı ve değişik. Hele kahramanlar Soner ile Leyla olunca :D eline sağlık ilk eser için çok güzel benim ilk hikayemi düşündüm de kat be kat iyi  ;)
Başlık: Ynt: Gençliği geride bırakmak
Gönderen: Ryld Argith - 23 Ağustos 2012, 17:26:45
Teşekkürler böyle yorumları duyunca insana bir yazma şevki geliyor :D